Yavuz Bahadıroğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yavuz Bahadıroğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Temmuz 2013 Pazartesi

“İstemezük” siyaseti-Yavuz Bahadıroğlu,

1950’li yıllar…
Başbakan Adnan Menderes, âcil olarak ezanı aslına döndürüp (18 sene Türkçe okunmuştur) açlığın, yokluğun, yoksulluğun, susuzluluğun, yolsuzluğun, baskının, devlet terörünün, polis ve jandarma baskısının etkilerini kısmen azalttıktan sonra, İstanbul’a yöneliyor…

‘Ben böyle görüyorum’ demek belge olmaz-Yavuz Sultan Selim Alevileri kesti mi?Dördüncü köprüye isim aranıyor!-“Yavuz 40 bin Alevi’yi kesti” masalı-Yavuz Bahadıroğlu

‘Ben böyle görüyorum’ demek belge olmaz

Aşağıdaki üç madde, kıyamet alâmetleri arasında sayılmıştır:
1- İlim kalkar, cehâlet, anarşi ve ölüm çoğalır (İbni Mâce)…
2- Ehli olmayana iş verilir (Buhârî)…
3- Kötü iyi, iyi kötü gösterilir (Harâitî)…
Günümüzde bunların hepsi var: Ortalığı cehalet götürüyor. Televizyon ekranlarından ahkâm kesenlerin büyük bir bölümü ile köşe yazarlarının önemli bir kısmı, “cehl-i mürekkep” (koyu cehalet) içinde…
“Cahil cesur olur” deyişini haklı çıkarmak istercesine her konuya giriyor, pervasızca keskin ve kesin hükümler veriyorlar, aksi ispat edildiği zaman ise “bu benim fikrim” diyerek, sırım sırım sırıtıyorlar.
Böylece yanlış fikir, yanlış düşünce, yanlış değerlendirme “bilgi” ve “belge”nin önüne geçiyor.  
Kaldı ki, bu “bilgi kirliliği”nde, doğru bilgiyi yanlış bilgiden ayırmak çok zordur: Bunun için “ehil” (uzman) olmak gerekiyor.
Çünkü “bilgi” silah gibidir: Nâ-ehil ellerde öldürücü olabilir!  
Nitekim oluyor: Tüm bağları kopartılarak belli kaynaklardan cımbızla ayıklanan bazı yanlış bilgilerle “Ben haremin hâkimi değil hizmetkârıyım” diyen ve Kâbe süpürgesinin bir parçasından yaptırdığı minyatür süpürgeyi hilâfet sarığının sorgucu olarak kullanan Yavuz Sultan Selim vuruluyor, katlediliyor; bu yetmiyor, üstelik bir de “katil” ilân ediliyor.
“Yavuz Sultan Selim benim gözümde şeksiz ve şüphesiz katildir” deniyor.
“Kaynak” diyorsunuz, “benim gözümde” diyor…
“Belge” soruyorsunuz, “Benim gözümde dedik ya, ben böyle görüyorum.”
Bilgi ve belge karşısında senin gözünün ne önemi var? Sen “şaşı” görüyorsan ben de mi öyle görmek zorundayım?
Siyasi fanatizm doğru görmeyi engeller. Zaten herkes, niyeti, samimiyeti ve gözünün görme derecesi kadarını görür!
Bakalım bazılarının gözünde Yavuz Padişah ne yapmış?
“Kıble ehli, zikir ehli, tespih ehli, Âli âşığı günahsız canları” katletmiş…
Tarihî cehalete siyasi fanatizm de eklenince, böyle akıl dışı, mantık dışı, vicdan dışı sonuçlar çıkar.
İftiraya bakın: “Kimi secdede, kimi zikirde, kimi tespihte” olan kendi halinde “ehl-i kıble”nin (Aleviler kastediliyor) yüz bin kadarı, Şeyhülislâm İbn-i Kemal’in fetvası ve Yavuz Sultan Selim’in fermanıyla sorgusuz sualsiz katledilmiş.
Bir yaşıma daha girdim! Bu konuda kırk, hatta elli bin gibi sayılar verenleri okumuştum, ama yüz bin olarak ilk kez okuyorum. “Desteksiz atış” dedikleri böyle bir şey oymalı!
Tarihçi, içinde “doğru” kırıntılar taşıyan “yanlış” tespitlerle hesaplaşır. Tarihçinin “iftira”ya karşı cevap yükümlülüğü yoktur. Hele bir de asıl hedefin, “savaş çığlıkları atan, kin ve nefret kusan Başbakan” olarak tanımlanan Sayın Recep Tayyip Erdoğan olduğu açıklanınca, tarihçi büsbütün susar, siyasi kavgalara bulaşmak istemez.
Bu kez iki nedenden dolayı susmayacağım:
1- Meydan, kinini dininin önüne geçirenlere kalmasın;
2- Tarih, intikam güdüsünün yönlendirdiği siyaset anlayışına malzeme olmasın.
Pazartesi bakalım inşallah…

 Yavuz Sultan Selim Alevileri kesti mi?

Üçüncü Boğaz Köprüsü’ne “Yavuz Sultan Selim” isminin verilmesi, bir kısım Aleviler başta olmak üzere, bazı çevreleri ayağa kaldırdı…
“Sosyal Medya” dedikleri sorumsuzluk ve cehalet âbidesi, her türlü hezeyanın, iftiranın, yalanın merkez üssü oldu. Sözün tam mânasıyla “ağzı olan konuşuyor”, tek eksiklik bilgi ve belge…

Feth-i mübin-Yavuz Bahadıroğlu

Bir kez daha belirtmeliyim ki, Osmanlı Devleti, Konstantiniye’yi fethetmek üzere kurulmuştur. Başka türlü, Kayı Âşireti’nin Ahlat civarından kalkıp Bizans istikametine, yani tehlikenin içine yürümesini izah etmek imkânsızdır. Çünkü Bizans o tarihte en büyük bölgesel güçtür. Üzerine yürümek şöyle dursun, yakınından geçmek bile intihardan farksızdır.

İçki savaşları!İlk Meclis’in koyduğu içki yasağı-Yavuz Bahadıroğlu

İçki satışını belirli kurallara bağlayan kanun yüzünden, belirli çevreler, bir intikam dürtüsüyle Osmanlı ceddimizi ve padişahları hemen işin içine çektiler: “Dördüncü Murad yasakları” dediler, “Osmanlı’da bile meyhaneler serbestti” dediler.
Ağzı olan konuşuyor. Bu arada katıldığım televizyon programlarında da aynı iddialar masaya sürüldü. Konuk kalabalığından ve zaman darlığından söylemem gerekenlerin çoğunu maalesef söyleyemedim. Ben de şimdi söylerim…
Öncelikle şunu bilmek lâzım ki, Osmanlı Devleti’nde, Müslümanların içki içmesi, üretmesi ve ticaretini yapması yasaktır.

24 Mayıs 2013 Cuma

Bürokratik saltanat-İmtiyaz-Yavuz Bahadıroğlu


Bürokratik saltanat


Birkaç milletvekiliyle görüştüm. “İmtiyazlar” konusunda haklı olduklarını düşünüyorlar. Ben de sordum: “Madem haklı olduğunuza inanıyorsunuz, neden gecenin bir vakti gümrükten mal geçirir gibi geçirdiniz?” diye sordum.

“Öyle denk geldi” demekten başka bir cevap alamadım.
Hayır, öyle denk getirildi. Haklı olduğuna inanan insan, haklılığını herkesin önünde çatır çatır savunur. Öyle gece imzala, gündüz imzayı geri çek olmaz!
Gerçi ben milletvekili maaşının yeterli olmadığına inanıyorum. Çünkü “seçmen ağırlamak” gibi, çok ağır bir alışkanlık var Türkiye’de. Bu da ayda hatırı sayılır bir miktar tutuyor.
Madalyonun bir yüzü böyle… Ama bir de öteki yüzü var: Asgari ücretle geçinmeye çalışan milyonlarca insan yaşıyor bu ülkede. Üç kuruş maaş alan emekliler. En beteri de işsizler… Böyle bir ülkede milletvekilinin aldığı maaş bile göze batar. Kimine göre yüz lira “büyük para” iken, kimine yüz bin lira beş para…
Yine de bence asıl tasarruf başka alanlarda yapılmalı. Mesela üst düzey bürokratlara tahsisli tatil yerleri, dinlenme mekânları, orduevleri, tatil köyleri, lojmanlar…
Saymakla bitiremezsiniz.

Neredeydik, nerelere geldik?-Neler yıktık?Tarihi bozmak için neler yapıldı?Harf devriminin en önemli amacı…Yavuz Bahadıroğlu


Neredeydik, nerelere geldik?


Bir tarafımız Fatih, Yavuz, Kanuni, Molla Fenari, Zembilli, İbn-i Kemal, Hızır Çelebi, Molla Güranî, Molla Hüsrev, Ak Şemseddin, Ebussuûd Efendi, Mimar Sinan, Barbaros, Turgut Reis, Uluğ Bey, Koçi Bey, Pirî Paşa gibi her biri asırlara şan verebilecek kalite ve kapasitede insanlarımız…

Bir tarafta Süleymaniye, Selimiye, Şehzade, Sultanahmed gibi âbide eserlerimiz…
Kervansaraylarımız, su kemerlerimiz, vakıflarımız, imaretlerimiz…

Her biri bir milleti tüm tarih boyunca taçlandıracak büyüklükte ve parlaklıkta zaferleri saymıyorum bile…

Bunca “âbide insan” ve “âbide” eserin ortasında yıllar boyu durmuş, kendimizi “şişkebap” ve “Türk lokumu” ile tanıtmaya çalışmışız…

“Vahiy Medeniyeti”nden, “Batı Uygarlığı”na-Batı Uygarlığı’nın kaynakları-Uygarlık ve aygırlık üzerine-Yavuz Bahadıroğlu



“Vahiy Medeniyeti”nden, “Batı Uygarlığı”na


Avrupa Birliği’ne “Biz de Avrupalıyız” diyoruz ya, değiliz! Onlar bunu çok iyi biliyor, biz ise ya bilmiyoruz ya da bilmezden geliyoruz.

Başöğretmenim (benim ilkokul çağımda okulu “müdür” yerine “başöğretmen” yönetirdi) Hikmet Bey de bilmezden gelirdi. Her fırsatta, “Biz Avrupalıyız çocuklar” der; ne hikmetse bu koca yalanı kafacıklarımıza çakmak isterdi.

Çok sonra anladım ki, Avrupa’da olduğumuz asırlarda bile “Avrupalı” değilmişiz. Çünkü mayamız farklı: Biz, kaynağı Kur’an olan “Vahiy “Medeniyeti”nin çocuklarıyız, Avrupalılar kaynağı Hıristiyanlık olan kadim Yunan-Roma-Lâtin felsefesinin çocuklarıdır…
Bu yüzden biz “hayat muavenettir” (yardımlaşma) anlayışı içinde dünyayı bir barış havzasına döndürmeyi düşlerken, onlar “hayat mücadeledir” diyor, bu temel eksende dünyayı cehenneme çeviriyorlar.

Kazak Abdal’dan…Yavuz Bahadıroğlu


Kimisi “müzisyen”, kimisi “yazar”, kimisi “sanatçı” geçinir…
Ayrı ayrı yerlerdedirler, ama ortak bir noktaları var: Halkımızı beğenmezler…
Kimi “bidon kafalı”, kimi “karafatma”, kimi “göbeğini kaşıyan adam”, kimi “cahil”, kimi “öcü”, kimi “hain”, kimi “köylü” diye aşağılar…
Bu tipler anlaşılan meşhur Kazak Abdal (17. yüzyıl) zamanında da varmış ki, aşağıdaki müthiş hicviyeyi kaleme almış.
Söz Kazak Abdal’ın…

Geniş aile- Yeniden inşa ve ihya için ne yapmamız lâzım?-İnsan “tevazu” ile yücelir-Aileler ıssız-Yavuz Bahadıroğlu

Geniş Aile
Daha önce de yazdım: 1800’lerde Osmanlı Devleti’ni gezen ve “İstanbul’da 9 yıl” isimli bir kitap yazan Fransız gezgin Brayer’in Osmanlı insanı hakkında gözlemi şu: “Osmanlılar Peygamber Hazret-i Muhammed’e hayrandır… Hayatlarını O’na göre düzenlemeye çalışırlar, sadece O’nu örnek alır ve sadece O’nu taklit ederler…”
Osmanlı’yı “cihan örneği” yapan sır, bu tespitte saklı. Sorunlarımızın temelinde ise, Peygamber Efendimiz’den kopmamız yatıyor.
Çocuklarımızı uzun zamandır “sünnet ekseni”nde terbiye etmiyoruz. Kullandığımız metod Batılı. Batı Hıristiyanlık temelinde kendini inşa ettiği için, metodu bize uymuyor. Yürek başka tarafta kalıyor, mantık başka yerde: Paramparça olup savruluyoruz!

“Kemalizm” ne zaman ideoloji oldu?- Yavuz Bahadıroğlu


Hatice Yamanyürek’in sorusu şu: “Kemalizm kavramı Türkiye’de ne zamandan beri var?”
Böyle şeyler genellikle CHP ideologlarından Mahmut Esat Bozkurt’un kafasında ürerdi (İktisat (Maliye) ve Adalet bakanlığı yaptı).

Kasım 1932’de İzmir’de yayınlanan Anadolu gazetesine verdiği röportajda ilk kez “Kemalizm”den söz ediyor, 1933’ten sonra İstanbul Üniversitesi’nde vermeye başladığı “Devrim Tarihi” derslerinde de sık sık “Kemalizm” vurgusu yapıyor.

Bunun daha öncesi de var tabii: Milliyet gazetesinin kurucusu Ali Naci Karacan 2 Aralık 1930 tarihli İnkılâp gazetesinde, “Rusya’da nasıl Komünizm, İtalya’da nasıl Faşizm varsa, bizde de Kemalizm olmalıdır” diyor.

Osmanlı nasıl istihbarat yapardı?- Ahval-i tecessüs ve Casusan-Yavuz Bahadıroğlu

Osmanlı nasıl istihbarat yapardı?
Bir süre önce Sayın Başbakan’ın bürosunun dinlendiğinin belirlenmesi, istihbarat konusunu yeniden gündeme getirdi.
Doğrusu benim açımdan kışkırtıcı da oldu. Osmanlı istihbaratı konusunda pek çok soru aldım.

Osmanlı Devleti de dinleme yapar mıydı, iç ve dış istihbarat nasıldı, vesaire? Son derece geniş olan bu konuyu özetlemeye çalışayım…

Doğrudan istihbarat: Padişahlar zaman zaman kılık değiştirerek halkın arasına karışır, bilâvasıta, yani aracı kullanmadan halkın halini-ahvalini öğrenmeye çalışır, moda deyişle halkın nabzını tutarlardı.

Bir 23 Nisan daha yaşadık-Bugün de muhtaç olduğumuz bazı ilkeler-Yavuz Bahadıroğlu


“Güzel yurdum ellere bir mal gibi satıldı,
“Atamın gür kaşları birden bire çatıldı…
“Binerek bir hamlede şahlanan kır atına,
“Haykırdı ‘alçak’ diye sultanın suratına.
“Çarpsaydı damarında eğer halis Türk kanı,
“Satar mıydı Vahdettin keyfi için vatanı.
“Ne kollarımda zincir, ne boynumda tasma var,
“Başımda dalgalanan ay yıldızlı yosmam var.”
“Nasıl Türküz taşıp da coşmaz insan,
“Sevinin arkadaşlar bugün 23 Nisan.”
Yıllarca kafamda “keyfi için vatanını satan padişah” portreleri dönüp durdu. “Neden sattı”, “kaça sattı” gibi sorular kafamı keşmekeşe çevirdi.
Başöğretmenime göre, her şey son derece yalındı: “Vahdettin vatanı satmış, Atatürk ise geri almış”tı. “Atatürk bizi kurtarmasaydı, şimdi İngiltere’nin esaretinde bulunacaktık!”

“Balık baştan kokar!”“Vezir” ile “bakan” arasındaki fark -“Vezarette kemalât aranır!”Bugün de muhtaç olduğumuz bazı ilkeler Yavuz Bahadıroğlu


“Balık baştan kokar!”


“Kimsesizlerin kimsesiyiz!”

“Devlet insan için vardır!”

“İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın!”
“Nil kıyısında kuzuyu kurt kapsa, hesabını Ömer’den (yani ülkeyi yöneten sorumlulardan) sorarlar!”
Sondan bir önceki söz Şeyh Edebali’ye, sonuncu söz ise Hz. Ömer’e aittir.
Sayın Başbakan bu sözleri sık sık tekrarlar. Bunda samimi olduğuna da hiç kuşku yok. Ne var ki, bazı yaklaşımlar bu sözlerle paralellik arz etmiyor.
Geçtiğimiz Cuma günü Edirne’de yaşanan bir olayı hatırlayalım… Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, Cuma namazı kılmak üzere Selimiye Camii’ne girmek üzereyken, kanser hastası 23 yaşında bir kız yolunu kesiyor…

Türk kadınının örneği kim? Yavuz Bahadıroğlu

Başlığa çektiğim soruya hemen cevap vereyim: Hülya Avşar…
Evet böyle…
Bir araştırma kurumunun (MediaCat-Ipsos) 12 ili kapsayan araştırmasına göre, Türk kadınlarının birinci rolmodeli (örneği) Hülya Avşar…
İkincisi: Sibel Can…
Üçüncüsü: Seda Sayan…
Dördüncüsü: Hadise.
Merak etmeyin: “Kılavuzu karga olanın” diye başlayan o sert atasözünü kullanmayacağım; sadece “ört ki ölem” diyeceğim!
Başka ne denebilir ki?
Hadi hayırlı olsun!

12 Mayıs 2013 Pazar

Bir “âkîl adam” portresi: Koçi Bey-Yavuz Bahadıroğlu


“Âkîl adamlar” projesi tarihimizden kopuk bir proje değil. Ama tarihin “Âkîl adamlar”ı da bugünküler gibi değil. Padişahlara akıl verenlerin en meşhurlarından biri Koçi Bey’dir ki, Arnavut asıllıdır. Küçük yaşta devşirilip İstanbul’a getirilmiş, Enderun’da eğitilmiş, onyedinci yüzyılın yönetim bilimcisi ve uygulayıcısı olmuştur. Sultan I. Ahmed’den (Sultan Ahmed Camii’ni yaptıran hayırsever Padişah) sonra tahta çıkan Sultan I. Mustafa, Sultan II. Osman ve Bağdat Fâtihi, Sahib-î-Kıran Gazi Sultan IV. Murad Han’a kadar pek çok padişaha akıl hocalığı yapmış, bir anlamda “âkîl adam” olmuştur. Özellikle Sultan İbrahim’e ve Sultan IV. Murad’a “sırdaş”lık yapmıştır. Enderun’da (Siyaset ve Diplomat Okulu) eğitildiği için bilgisi ve görgüsü son derece geniştir. Ayrıca çeşitli devlet görevlerinde pratik yapmış, gözlemlerde bulunmuştur. Hasoda’ya alındıktan sonra da padişahlara “yakın danışman” olarak deneyimlerini arttırmış, herkesin sevgisini, güvenini ve saygısını kazanmıştır.

Tarihin ibret tablosu-Yavuz Bahadıroğlu


Sultan I. Ahmed’den sonra padişahlığa getirilen Sultan I. Mustafa hem aşırı sinirli, hem de padişahlığa isteksizdi. 90 gün sonra tahttan indirildi ve Sultan I. Ahmed’in büyük oğlu Osman (Genç Osman lâkabıyla meşhur Sultan II. Osman) atalarının tahtına oturdu. Henüz 14 yaşını sürüyordu. Çok genç ve çok tecrübesizdi. Tecrübesiz olduğu için de acele ediyor, öteden beri fark ettiği sorunları bir çırpıda çözüp devleti Kanuni Sultan Süleyman dönemindeki göz kamaştırıcı haline tekrar yükseltmek istiyordu. Ama önce kendini ispatlaması lâzımdı. “Bıyığını balta kesmez” Yeniçeri Ağalarına (generallerine) kendini ispatlama derdine düştü ve Lehistan Seferi’ne çıktı. Fakat hem rahata alışıp tembelliğe meyleden ordunun isteksizliği, hem de kendi tecrübesizliği sonucunda, istenen başarıyı kazanamadı.

1 Nisan 2013 Pazartesi

Gazi diyor ki! Abdurrahman Dilipak


Aşağıdaki ifadeler Mustafa Kemal’e aittir..
Okuyunca sizin de aklınız karışacak eminim.. Biri çıksın ve “Bu ifadeler Mustafa Kemal’e ait değildir, olamaz” desin!
“Kan ile yapılan inkılablar daha muhkem olur. Kansız inkılab ebedileştirilemez. Fakat biz, bu inkılaba vasıl olmak için luzumu kadar kan döktük. Bu kanlarımız, yalnız muharebe meydanlarında değil, aynı zamanda memleketin dahilinde de döküldü. Biliyorsunuz ki, Hendek’te, Bolu’da, Konya’da, Yozgat’ta vesair memleketlerimizde bir çok isyanlar vukua geldi ve bunların hepsi tenkil edildi...”

Suikast-Yavuz Bahadıroğlu


Bir suikast Birinci Dünya Savaşı’nın bahanesini oluşturmuş, dünya kana bulanmış, milyonlarca insan ölmüş, yüzbinlerce ocak sönmüştü… Atatürk’ün ölümüyle İsmet Paşa cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturup “Milli Şef” olmuştu… Otopsi yapılmadan defnedilmesi ise hâlâ kuşkulu bulunuyor.

Özal’ın zehirlenerek öldürüldüğü yolunda hâlâ süren iddialar, kamu vicdanının yapılan açıklamalardan tatmin olmadığını gösteriyor. Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis’in uçağı, BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopteri düşürüldü. Hâlâ yüzlerce fail-i meçhul var. Bu durumda “Başbakan Erdoğan’a on yılda yüz suikast girişiminde bulunulduğu” şeklindeki açıklama, ciddiye alınmalıdır. Geçmişimizde de pek çok suikast var… Meselâ Sultan I. Murad, Sırp ordularının korkunç bozgunuyla sonuçlanan Birinci Kosova Savaşı sonunda, bir suikast sonucu şehit edildi. Sırp Kralı Lazar’ın damadı Miloş Obroneviç (Kabiloviç) padişahın huzuruna çıktığı sırada, göğsünde sakladığı hançeri çekip Padişah’ın göğsüne sapladı (15 Haziran 1389). 63 yaşındaydı. Venedik Cumhuriyeti’nin, Fatih Sultan Mehmed’e tam on dört başarısız suikast tertiplediğini eski tarihlerimiz yazıyor. Venedik casusları on dört suikast teşebbüsünde ıskalamışlar, ancak on beşincisinde başarıya ulaşmışlar… Yahudi asıllı Maestro Iacopo isimli Yahudi doktora Fatih’i zehirletmişler. Kesin olmamakla birlikte, bazı tarihlerimizde böyle bir kayıt var.   Iacopo İstanbul’a gelmiş.

18 Mart Zaferi’ni nasıl kazandık?İttifak noktası: Tarih-Yavuz Bahadıroğlu

18 Mart Zaferi’ni nasıl kazandık
Çanakkale’de dünyanın en güçlü armadasıyla ve en eğitimli ordusuyla savaşan Osmanlı Devleti’nin parası var mıydı? Yoktu… Devlet o kadar fakirdi ki, savaşan askerlerine miğfer dağıtamıyor, bu yüzden binlerce askerimiz, İngiliz uçaklarından atılan çivi bombalarına canlı hedef olup şehâdet şerbetini içiyordu.

Peki bari devlet cephelerde savaşan askerin karnını doyurabiliyor muydu?.. Hayır, doyuramıyordu: Anadolu’nun dört yanından gelen gencecik vatan evlâtları kavrulmuş süpürge tohumu kemirerek savaşıyor, subaylarımız haftada bir çıkan sıcak çorbalarını bile, “Onlar güzel yemeklere alışkındır, biz nasıl olsa idare ederiz” diyerek, İngiliz esirlerine ikram ediyordu…

130 çocuklu padişahlar olduğu doğru mu?-Kölelik ve cariyelik sistemi-Batı’da kölelik sistemi-Yavuz Bahadıroğlu


130 çocuklu padişahlar olduğu doğru mu?

“Hay başınıza 130 kiloluk taş düşesi!..” diyesi geliyor insanın…
Bunu kim bilebilir ki?..

Kim girmiş hareme, kim saymış, hangi kaynakta isim isim sıralanmış?
Biri atmış, öbürü tutmuş, hikâye budur!

Yoksa hareme girip isim isim not eden hiç kimse yok. Böyle bir şey de zaten mümkün değil.