Yiğit Bulut etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yiğit Bulut etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ağustos 2013 Cumartesi

Parola ortak: Demokrasi sandık değildir! Yiğit Bulut

Başbakan Erdoğan dün çok önemli bir gerçeği paylaştı ve şunları söyledi; “Mısır’da yaşanan gelişmelerin arkasında İsrail var... Elimizde belgesi mevcut... 2011 seçimleri öncesinde Fransa’da yapılan bir oturumda Adalet Bakanı ile bir entelektüel konuşuyor, O da Yahudi... ‘Mısır’da Müslüman Kardeşler seçimi kazansa da onlar kazanamayacaktır. Çünkü demokrasi sandık değildir’ diyor’’....
Sevgili dostlar, Erdoğan’ın ortaya koyduğu konuşmayı unutmayın ve lütfen Mayıs-Ağustos 2013 arasında Türkiye’de bazı yazarlar, akademisyenler ve sanatçılar tarafından ısrarla her ortamda ifade edilen şu cümleyi hatırlayın; DEMOKRASİ SANDIK DEĞİLDİR... Tesadüfe bakın cümle yani Türkiye ve Mısır’da icra edilecek “darbe denemeleri veya darbelerin” motto’su aynı!
Konuyu fazla uzatmadan Türk kamuoyunun, özellikle oynanan oyunu görmeye çalışan her Türk vatandaşının, dikkatini bu gerçeklere çekmek ve İsrail’den çıkan “motto’nun” nasıl sahaya indiğini herkesin sorgulamasını istiyorum... Bir noktanın daha altını çizeyim; Türkiye’de “411 el kaos’a kalktı” manşeti dahil birçok “karışıklık planının” arkasında parmağı olan bir Alman gazeteci (X gazetesi genel yayın yönetmeni) 2011-2013 arasında “demokrasi sandık değildir” motto’su ile “sandıkta yenilemeyecekse KAOS ile gider” başlıklı AK PARTİ’yi” devirme planı ile ilgili fikirlerini Türkiye’deki bazı arkadaşlarıyla sürekli paylaşıyor ve konu hakkında toplantılar yapıyorlar... Ne tesadüf ki; bu yayın grubu ve Türkiye’deki iştirakleri Başbakan Erdoğan’a son iki yıldır sürekli saldıran ve itibarsızlaştırma kampanyasını yöneten gruplardan biri!
Sonuç: Türkiye’deki “deneme” ile Mısır’da yaşananların “aynı senaryonun parçası” olduğu artık delilleri ile sabit! Türkiye’de başarılı olamadılar hatta “bütün işbirlikçileri” ile açığa çıktılar ama Mısır’da yollarına kan dökerek devam ediyorlar! Bu noktada önemli soru şu; İslam Dünyası’nın iki önemli direği olan Türkiye ve Mısır neden hedef seçildi, arkadaki makro oyun planı ne? Bu soruya cevap bulmamız, kıyıya vuran dalgaları atlatmaktan çok daha önemli!

“Darwin-rastgele varoluş” çizgisinde olmayan bilim insanı olamazmış ! Yiğit Bulut

Geçtiğimiz günlerde, fikirlerine saygı duyduğum ama asla katılmadığım bir biyoloji profesörü uzun tartışmamızın ardından eline aldığı yabancı bir derginin kapağını sallayarak, bana şu cümleyi söyledi. “rastgele varoluş-evrim kurgusunu sorgusuz, sualsiz kabul etmek ve bilim yapabilmek için bu ilk basamak üstünde biat etmek gerekiyormuş”!
Sevgili dostlar, bilim insanlarının “sorgusuz sualsiz bu tanımlamaları Kabul edeceksiniz” dayatmasını anlayamayan biri olarak bazı noktaları sizlerle paylaşmak istiyorum...
“Random existence/rastgele varoluş/evrim”; toplumları bozmak, “çocukları küçük yaşlarda yoldan çıkarmak ve toplumun üst benliğini ortadan kaldırıp, inançsız, referanssız, yolunu kaybetmiş nesiller” yetiştirmek için yüzyıllardır uygulanan yöntemin adı! “Evrim-rastgele varoluş” masalını “kurduğu dünyanın” merkezi yapan “insan” için herşey “rastgele” ve bu “anlamsız kaos” içinde inancın, saygının, sevginin ve “ideal olanın” anlamı yok! Kısacası ilkn basamak “random varoluş” ise sonraki basamakların anlamı yok!
Sevgili  dostlarım, “evrimin” merkez aldığı canlı hücre yapısını bırakın bir kenara “sadece bir atom” alalım, birlikte içine bakalım ve “raslantı sonucu milyon yıllar sonucu oluştu” denilen “elektron” yapısını inceleyelim... Bir atom içinde en çok dikkat çeken nokta, çekirdeği elektrik yükünden oluşan bir zırh gibi kuşatan elektronların atomun içinde en ufak bir kazaya yol açmamaları! Olsa ne olur? Felaket olur! Madde olmaz! Biz olmayız! AMA olmuyor! Felaket

Türkiye ve Erdoğan neden kilit? Sözümüz bizleri bu topraklarda misafir sananlara-Yğit Bulut

Elimde bir kitap var, ismi “Dünyaya neden şimdilik Batı hükmediyor?”... Çok güzel bir çalışma, yazarı Ian Morris, özellikle 1800’lerin başından akışı ele alarak bugün neden kendine “BATI” diyen emperyal yapının dünyaya hükmettiğini analiz ediyor. Çok ilginç bir detayla başlıyor ve 1800’lerin başında Çin limanlarını yakıp yıkan İngiliz donanması ile zorla Çin ticaretinin İngiliz tacirlerin eline nasıl geçtiğini ortaya koyuyor, bir detay da ben ekleyeyim; 1839 Baltalimanı anlaşması ile Osmanlı da aynı sonuca katlanmak zorunda kalıyor ve Osmanlı ticareti ve yerli üretimi çökertiliyor... Sonrası zaten malum; BATI hayranı kafaların ürünü bir Osmanlı ve Çin-Osmanlı çizgisindeki çöküş ile ortaya çıkan Emperyalizm!

1699-1938-1854-1876-1908 serisi devam ediyor - Bu haksız ithamlara artık DUR demek gerekli-Petro’nun yaptıkları ve Cumhuriyet aydınlarımız-Ergenekon ile ilgili ne düşünüyorum?-Yiğit Bulut


1699-1938-1854-1876-1908 serisi devam ediyor

Bugün Türkiye’yi analiz ederken biraz geriye gitmek ve bazı “kareleri” sizlere aktarmak istiyorum. Bunlara dikkatli bakar ve özellikle “neler olduğunu” bir kez daha hatırlarsak “Türkiye’nin durumunu” riskler ve muhtemel yapabileceklerimiz ile birlikte daha iyi analiz edebiliriz...
Geçmişe dönelim ve “Dünya-Türkiye sorgulamasını” birlikte satırbaşları eşliğinde yapalım;
“... 1- Bill Clinton Mayıs 1997’de ‘Yeni bir Yüzyıl için Ulusal Güvenlik Stratejisi’ adı verilen belgeyi imzaladı. Belgenin özü ‘çıkarlara dayanan ekonomik milliyetçiliğin’, gerekirse silah gücüyle dünyaya egemen kılınması üzerine bina edilmişti. Aynı belgede şu cümleler yer aldı “... 200 milyon varillik petrol rezerviyle Hazar Denizi bölgesi (Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan, Kafkasya, İran, Kuzey Irak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu) dünyanın artan enerji talebini karşılamada önemli bir rol oynamaya adaydır... Kendi petrol kaynaklarımız tükeneceğinden bu bölgedeki kaynaklara ulaşmak, ABD’nin yaşamsal çıkarlarından biridir...”
2- Bölgedeki dinamiklerin ve ABD’nin tavrının değiştiğini düşünen Türk Genelkurmay’ı, 1997’de “Milli Askeri Strateji Konsepti’ni (MASK)” değiştirdi ve “aktif güvenlik politikası, bölgenin bağımsızlığı, TSK’nın modernize edilerek bağımlı olduğu noktaların tespit ve iyileştirilmesi” gibi dinamiklere farklı bakmaya başladı...

Bu soruya cevap verecek kadar cesur musunuz! Yiğit Bulut

Türkiye’de herşeyi kendi menfaatleri doğrultusunda 1945’lerden bugüne çarpıtmaya alışanlar ve onların kuşak kuşak yetişen elemanları, Türk Halkı ve kamuoyunun gerçekleri sorgulamasına, aynen bugün yaptıkları gibi, hiçbir zaman izin vermediler...Kendileri “menfaat boru hatlarını” döşeyip bunu “medya kartonu” ile saklarken, kavramların ve düşüncelerin birbirine karışması için ellerinden geleni yaptılar...
Sevgili dostlar, bu konuya en güzel örneklerden biri de 1960’tan beri dinlediğimiz aynı masal “bu ülkede imam kadrolaşması var, ülke nereye gidiyor”! Şimdi ben size başka bir soru sormak ve “medya-algılama yoluyla” üstü örtüleni bir daha düşünün demek istiyorum; bu ülkede “İmam kadrolaşması mı, yoksa Üstat yapılanması mı var”?
Dostlarım, Türkiye’de yıllardır aynı saçma tez ortaya atılır, basının bir bölümü tarafından pazarlanır ve “gerçek nedir” sorgulanmadan yola devam edilir...Kitaplar yazılır, raflar doldurulur, TV’lerde saatlerce konuşulur...”Net, elle tutulur” kanıtlar ortaya konmadan şarkı kaldığı yerden devam eder; Türkiye’de DEVLET belli kadroların eline geçti!

3 Temmuz 2013 Çarşamba

“Taksim platform mu” yoksa “Darbe Konseyi mi”! Yİğit Bulut

Türkiye’nin neresinde açıkta duran bir “sinir ucu” varsa, daha doğrusu Türkiye hangi problemine el atmış ve düzeltme yolunda “adımlar atmaya” başlamışsa, ortaya çıkan hassas durumu Taksim’de bir “sokak isyanına” dönüştürmeye çalışan bir yapı ortaya çıktı. Adı sözde “Taksim Platformu”, eylemleri ise tıpkı darbeler sonrası ortaya çıkmış bir “darbe konseyi”!

“Faiz lobisi” ve “YERLEŞİK DÜZEN” YOK” değil mi? Yiğit Bulut

Bu ülkenin en büyük belası “siyasi-ekonomik-sosyolojik-finansal” manipülasyonlar ile kanımızı emenler, varlıklarımızı transfer edenlerdir!

Bizden aldıklarına o kadar alışmışlardır ki; ellerindeki çalışan düzen bozulmasın diye ülkenin “siyasi-sosyolojik-sosyal” dinamiklerine müdahale etmeye hatta “toplum terziliği” yapmaya girişirler...

Sevgili dostlar, 2002 öncesinde bu ülkede “neler olduğunu” özellikle “verileri” her Türk vatandaşına anlatamazsak, “sırtımızdaki bu asalakları” hiç atamayacağımız gibi “kendilerini” bu ülkenin sahibi olarak görmeye devam ederler...

Bu noktada her vatandaşın bilinçlenmesi adına bilmesi gereken rakamlara geçelim ve birlikte sorgulayalım;

- Türkiye, 1980-2011 sonu arasında 2 trilyon dolardan fazla kaynak elde etti. 1980-2004 arasında bu kaynağın 1.2 trilyon dolardan fazlası iç ve dış borçlanma ile elde edildi.

-1980-2003 arasında vergiden elde edilen kaynaklar, borçlanma ile elde edilen kaynakların yarısından az olarak gerçekleşti.

28 Şubat’ın SİVİL KARARGAHI’na giriliyor...Yiğit Bulut

Son “sermaye destekli, içeride-dışarıda planlanan” sivil darbe denemesi, bir gerçeği net bir şekilde ortaya çıkardı; bu ülkede halk kimi seçerse seçsin, iradeyi tanımayan ve bu ülkenin “kaynaklarını ben sömürürüm, dışarıdaki efendilerimle birlikte ben yönetirim” diyen bir topluluk var kısacası bir yerleşik düzen var !  
Sevgili dostlar, bu YERLEŞİK DÜZEN’i görmek için çok eskiye gitmeye gerek yok. En yakın “darbe girişimleri” daha doğrusu “kendilerince başarı kazandıkları son darbeleri” 28 Şubat süreci... Amaç sözde “laiklik-demokrasi”, hedef “ülkenin kaynaklarını sömürmek-yönettirmemek-yönetmek”!
Sonuç: Lafı fazla uzatmaya gerek yok. 28 Şubat süreci ve planlanan ekonomik-finansal manipülasyonlar DEVLET tarafından son noktasına kadar tespit edilmiş durumda. Bu bilgiler ışığında çok yakında “SİVİL KARARGAH’a girilecek” ve Türk Halkı bugüne kadar görmediği-bilmediği bütün rezilliği detaylarıyla öğrenecek... Uyan Türkiyem, uyan ve gör KANINI EMEN, İRADENE TECAVÜZ EDEN SİVİL GENERALLERİ !

Küresel yerleşik düzenin hedefinde iki lider var!-Yiğit Bulut

Aralık 2011’de yaşananları hatırlıyor musunuz ?
“Ne oldu” diyorsanız, lütfen dönün ve gazete sayfalarına bir göz atın... Veya siz zahmet etmeyin, size o günlerde yazdığım bir yazıdan bir bölümü paylaşayım;

Türkiye hakkında KORKUNÇ deneme... Yiğit Bulut

Birazdan okuyacağınız satırları paylaşmak paylaşmamak konusunda çok düşündüm...Detayları bilip gereğini eldeki imkanlar ile yapmak ve açıkça herkese aktarmak ayrımında kaldım ve sonunda özel isimleri saklayarak sizlere sunmaya karar verdim...Bu rapor ve eylem planı, iki Avrupa ülkesinin istihbarat servislerinin bir üniversite ile birlikte hazırladığı “2009 Türkiye...” başlığını taşıyor ve maalesef üzülerek görüyorum ki; “kasetle genel başkan düşürmeden”, finansal manipülasyonlara hatta “güvenlik güçlerine Hükümeti dinlemeyin” çağrısına kadar, hazırlık ve aksiyon planları detaylandırılıyor...

2001 krizini hatırlama zamanı-‘2001’ bekleyenler, boşuna beklemeyin-Yiğit Bulut

2001 krizini hatırlama zamanı


Bugünlerde çok net bir “sürümünü” gördüğümüz “ülkelerde seçim dışı yöntemlerle iktidarları avlama oyununun” sonraki versiyonlarından birinin “finansal” olacağını düşünüyorum. Halkın İRADESİ ve SEÇTİKLERİNİ yok sayarak istediklerini almaya çalışanlar durmayacak ve maalesef bu süreç çeşitli “sürümler” halinde dalga dalga devam edecektir...
Peki ne yapacağız? Bu süreçlerde en doğru silah BİLİNÇ-Lİ OLMAK, SAKİN KALABİLMEK ve BİLGİ ile cevap verebilmektir...Olaya bu açıdan yaklaşan biri olarak KÜRESEL ve YEREL güçlerin o dönemki Hükümetin finansal-entelektüel eksikliği ve irade ortaya koyamama durumundan yararlanarak ortaya koydukları denemeyi sizlere detaylı şekilde aktarmak ve bilgi hazinemizde saklayalım notunu düşmek istiyorum...
Çıkarım 1: GEÇMİŞİMİZİ Anlayamazsak-Anlamlandıramazsak, “nereden nereye” geldiğimizi ve “bundan sonrasını” algılayamayız-sorgulayamayız...
Sevgili dostlar, “arama motorlarına” 2001 krizi ile ilgili başvurduğunuzda karşınıza şu tip cümleler çıkar; “Anayasa kitapçığı atılmasıyla başlayan ve...”!
Şimdi sıkı durun; 2001 krizi “anayasa kitapçığı atılmasıyla” başlamaz, tam tersi “atılmasıyla biter” ve bitiş yani “soygun” ilan edilir, alarm zilleri çalmaya başlar...

12 Haziran 2013 Çarşamba

Menderes ve arkadaşlarını neden astılar? Yiğit Bulut

Rahmetli Menderes’in “darbe olmadan” bir ay önce radyoda yaptığı konuşmaları TV ekranlarından birkaç gündür paylaşıyoruz, vurgu maalesef bugün ile aynı; “Ankara ve İstanbul’da yalan haberlere ve kışkırtmalara dayanılarak çıkarılan olay ve ayaklanmalar...”

Sevgili dostlar, OYUN o kadar açık, net ve bakmasını bilenler için ANLAŞILABİLİR ki! 1839’dan 2013’e senaryo aynı, yöntemler gelişmiş, oyuncular ve uygulayanlar değişmiş... Bu noktada Menderes’i haince katleden, katlettirenlerin “yaptıklarının” detayına geçmeden bazı ekonomik bilgileri paylaşmak istiyorum;

11 Haziran 2013 Salı

Türk subayına açık mektup-Yiğit Bulut

Sevgili Türk Subayı, BUGÜN SOKAKLARIN durumuna bakıp “ne oluyor” diyorsanız, size söylemek istediğim birkaç cümlem var!

Ben asker değilim, sizin kadar “bazı meseleleri” askeri açıdan göremem ama 1875’den başlayarak “ekonomik anlamda kanımızı emenlerin”, gerektiğinde Silahlı Kuvvetlerimizi de sahneye tahrikler ile dahil ederek, nasıl oyunlar oynadığını çok iyi görebilirim..
Şimdi bana bir imkan verin, anlatayım...

Derebeyler’e ‘son verme’ zamanı gelmedi mi?- Yiğit Bulut

Bir süre önce “Türkiye’de ne oda’lar varmış” başlıklı bir yazı kaleme almış ve ‘İstanbul SMMM Odası’ ile ilgili yıllardır süren tartışma ve rapor ile ortaya konan gerçekleri sizlere aktarmıştım... O günden sonra üyelerden “Bizim de itirazımız” var cümlesiyle başlayan yüzlerce mesaj aldım...

Sevgili dostlar, Türkiye’deki ‘oda derebeyliğini’ bir ucundan düzeltmeye başlamamız lazım ve burası ‘mali olanın’ özü de olduğu için adım atılacak ilk yer!

21 Mayıs 2013 Salı

Ergenekon tasfiye edilemeseydi-Yiğit Bulut

 Cümleyi başlığa sığmadığı için yeniden yazmak istiyorum; Ergenekon tasfiye edilemeseydi, terör örgütü de tasfiye edilemezdi...
Sevgili dostlar, bugün “ne verdiniz de gizli anlaşma yaparak bunu sağladınız” sorusunu kendi kafa karışıklıkları içinde soranlar ve seslendirenler, çok önemli bir gerçeği göremiyorlar; bugün gelinen noktaya gelinene kadar o kadar önemli adımlar atıldı ve “yapılamaz” denilenlerin hepsi aşıldı...
Neler mi? Geçmişe dönün ve lütfen hatırlayın; MİT, GENELKURMAY ve POLİS’in bir bölümünün “tanımadığı, kendini bağlı görmediği” Hükmetler olsaydı acaba bu adımlar atılıp, görüşme-konuşma noktasına gelinebilir miydi!
Bir dostum yıllar önce şunu söylemişti; PKK bir AB projesi, Barzani bir ABD projesidir...
Çok yerinde bir tespit. 2001 krizinden çıkmış, 2003’te Süleymaniye’de “çuvallanmış” bir Türkiye’de herkes projesinden ve alacağı sonuçtan emindi... Aradan geçen 10 yılda, proje sahipleri Türkiye’ye karşı bir başarı şansları olmadığını, bölgede “Türkiye’siz bir denklemin” yürüyemeyeceğini çok ama çok net gördüler. Arkaları boşalınca projelerin de Türkiye’ye “yaklaşması-tasfiye olması” kurgulayanlar gibi “ne olacaksa Türkiye ile olacak” noktasına gelmeleri gayet doğal...

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Türkiye’nin kanını emenler-Yiğit Bulut


2001 krizinden bugüne elime geçen her fırsatta bu ülkedeki “Finansal Ergenekon’un varlığını ve yaptıklarını” anlatmaya, en önemlisi bu ülkenin insanlarına “kullandıkları yöntem ve manipülasyonları” detaylarıyla açıklamaya çalıştım...

Emindim, oradaydılar, her taşın altındaydılar ve bu ülkeyi sadece 2001’den beri değil 1946’daki ilk “manipülasyonlarından” itibaren soyuyorlardı. Bu çabamızı takdir edenler oldu hatta çoğunluk destek ve ilgiyle arkamızda durdu, karşı durup karalamaya, anlattıklarımızı ve bizi itibarsızlaştırmaya uğraşanlar da oldu... Ne olursa olsun, yolumuz aynı ve yürümeye devam edeceğiz...

2001 krizi ve işlenen suçlar...Yiğit Bulut


Bugün “Türkiye’de neler oluyor” diyenler, 2001 yılında “neler olduğunu” ve en önemlisi nelere “bilerek-bilmeyerek” alet olduklarını, hangi suça iştirak edip, kimlere yol verdiklerini sorguluyorlar mı?
Sevgili dostlar, “2001 krizi” diye algılanan süreç, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve kurumlarına diz çöktürme” darbesi olup, “dönemin iktidar sahipleri” başta olmak üzere birçok şahıs ve kurumun, isteyerek-istemeyerek suça iştirak etmeleri ile sonuçlanmıştır! Daha açık yazayım; Türkiye “iç-dış YERLEŞİK DÜZEN” tarafından her anlamda çarpılıp, budanıp, boyunduruk altına alınmış ve “refleks göstermesi” gerekenler ağzı açık yaşananları seyretmişlerdir...

Engin Arık ve arkadaşlarına ne oldu? Yiğit Bulut


Çok uzun zamandır Atlas Jet uçağında hayatını kaybeden Türkiye’nin en değerli 6 fizikçisinin çalışmalarını ve özellikle kazanın “teknik detaylarını” araştırıyorum. Konu çok önemli, derin ve “aydınlatılamaması” durumunda Türkiye’nin önünü tıkayacak cinsten...

Sevgili dostlar, bu konuda neden bu kadar ısrar ettiğimi merak ediyorsanız size kaza sonrası çıkan bir haberden çok küçük bir bölümü aktarayım;

“...Konuk meslektaşlarının cenazelerini teşhis etmek üzere enkaz bölgesine giden Süleyman Demirel Üniversitesi Fizik Bölümü Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Abdullah Kaplan üzerinde çalıştığımız konu; büyük bir teknoloji. Laboratuvar Ankara’da kurulacak. Parçacıkları hızlandırarak yüksek enerjili ışın oluşturulacak. Bu projeden, sanayiden askeriyeye kadar 232 küsur alanda yararlanılabilecek dedi”...

12 Nisan 2013 Cuma

Çanakkale Zaferi ve düşündürdükleri...-Yiğit Bulut


18 Mart Çanakkale Zaferi’ni bugün yeniden anarken ve en önemlisi “emperyalizme karşı” bizler için canlarını verenleri düşünüp, teşekkür ederken bazı detayları da iyi anlamamız gerektiğini düşünüyorum. 1915-1916 döneminde benim ninelerimin babaları dahil olmak üzere yüzbinlerce insanımız “tek dişi kalmış” canavarın saldırısına karşı gövdelerini kullanarak durdular ve o canavarı Çanakkale’den geçirmediler...
Sevgili dostlar, ecdadımız, Osmanlı Ordusu, subaylarımız, erlerimiz ellerinden geleni yaptılar. Hepsinin ruhu şad olsun. Haklarını 1000 sene daha geçse ödeyemeyiz, ödeme yolunda adım bile atamayız. Bu gerçeği tespit ettikten sonra ve benim ailemden iki kişinin de Keşan’dan alınarak orada savaşa götürüldüğünün bir kez daha altını çizdikten sonra “BUGÜN EMPERYALİST OYUNLARI” daha iyi anlamamız için bazı sorgulamalar yapmamız gerektiğini düşünüyorum...Lütfen yanlış anlaşılmasın ve “yanlışa” zorlanmasın...

Karanlık Oda'ları Kim Neden Kurdu ?Şer odakları Tahrir'i beklerken - Yiğit Bulut

                                       Karanlık Oda'ları Kim Neden Kurdu ?
Son yazımda yurtdışında bir “vakfın” düşünce-sorgulama toplantısına katıldığımı paylaşmış ve “oluşan Türkiye algılamasını” aktarmaya çalışmıştım. O konuya kaldığım yerden önümüzdeki günlerde devam edeceğim...
Sevgili dostlar, uzun süredir tanıdığım ve özellikle “İsrail’in ne yaptığını” çok iyi bilen bir dostumla karşılaştım. Bana Mossad kitabı yazarı Zohar ile yaptığımız programı gördüğünü ve bazı detayların çok dikkat çekici olduğunu söyledikten sonra çok ilginç bir tespitte bulundu; “...İsrail iyi niyetle ambargo kaldırmak dahil her adımı atabilir fakat Türkiye’de savcıların çok net bir şekilde de farkettiği gibi “Türk kamuoyunda 1990’lar sonrası başlattığı ve 2003’e kadar kesintisiz sürdürdüğü” algılama ambargosunu kaldırması ve “içeride filizlendirdiği karanlık odalardan vazgeçtiğini” açıkça ortaya koyması gerekli”...