Aziz Üstel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Aziz Üstel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ağustos 2013 Cumartesi

Çerkes halk destanları-Aziz Üstel

Kuzey Kafkasya Halk Destanlarının simgesi olmuştur Seteney Guaşe. Çok güzeldir her şeyden önce; bilgedir, Nart kurultaylarında tartışılan, çözümlenemeyen nice sorunu birkaç kelimeyle çözümleyiverir kimseyi kırmadan, incitmeden.

Yarı Tanrıça yarı insandır ve Yunan Mitolojisinde de karşılaştığımız Aşil ya da Hektor’dan bu özelliğiyle pek farklı sayılmaz. Nart destanlarında Seteney Guaşe tektir; Yunan Mitolojisindeyse Afrodit, Hera, Artemis gibi örnekleri vardır. Yunan Tanrıçalarının bütün özelliklerini toplamıştır Seteney. Güzelliğini Afrodit, cesareti ve bilgeliğini Atena Hera’yla kıyaslayabilirsiniz.

Seteney’in Nart kurultaylarında sorunlara çözüm getiren özelliğini inceleyen Batılı araştırmacılar, Kuzey Kafkasya boylarının anaerkil bir yapıya sahip olduklarını varsaymışlardır. Kanıt olarak da Sosrıkua’nın “Seteney oğlu Sosrıkua” olarak anılmasını göstermişlerdir. Ancak Nart kahramanları arasında, anasının adıyla anılan yalnız Sosrıkua vardır. Yani salt bu sava dayanarak Kuzey Kafkas boylarının, o dönemde, anaerkil bir yapıya sahip olduklarını söylemek doğru değildir.

‘Öteki’ güçlenince korku sarar dört bir yanını! Aziz Üstel

Çakma Ayşe Arman’ın “Aa Mescide girdim kimse yok” gibisinden, sabit kalemin ucunu tükürükleyerek karaladığı, güler misin ağlar mısın sınıfından yazıya ben gülmeyi tercih ettim.“Çocuğum, iftarda millet! Niye Mescid’de namaza dursun? Hem aptes değil abdest” bile demedim. Türkiye’de insanın kendi dinine bu denli yabancı olmasını yadırgamamak gerek diye düşündüm sadece. Çünkü insanımızın yarısının muhafazakarlık algısı anneannesi ya da babaannesiyle sınırlı kalmış yıllar yılı. Başını anneannesi ya da babaannesi örtmüş; orucu o tutmuş, namazı o kılmış. Ee buna bir de kendi dinini elinin tersiyle iten bir dikta ve adalet(sizlik) düzenini ekler, dinsel içerikli yazıları basından yasaklayan bir kafa yapısını, “Allah-u Ekber... Yatta da Geber” diye meclis kürsüsünden dindara söven örümcek kafalı, “moderen olmak için bizi geri kalmışlığın kucağına iten İslam’dan  kurtulmamız gerek” diye naralanan, Milli Şef’in getirip meclis koltuklarına oturttuğu tayfayı katarsanız, bu türden yazıları yadırgamamanız ve gülüp geçmeniz gerekir. Hatta niye daha çok yazılmıyor diye de düşünmelisiniz bence.

Bu ülkede birçok insan, Kılıçdaroğlu Kemal Beyin, sizi merdiven altından çıkaracağız” dediği hanımların merdiven altında kalmasından (!) mutluydu:

“Aman ortalıkta görünmesinler... Araba kullanmasınlar... Düzgün giyimli olmasınlar... Senin benim gittiğim mekanlara gitmesinler de ne halleri varsa görsünler!” düşüncesi de ortak paydaydı.

Ah Doğu Doğu’dur Batı da Batı-Aziz Üstel

İngiliz’in başta Hindistan ve Mısır, Doğuya, daha doğru bir deyimle Hıristiyan olmayan milletlere uygarlık getirdiğini bütün yapıtlarında vurgulayan yazar Rudyard Kipling’in 1889 yılında yayınlanan şiirsel anlatımlı destanı, Ah Doğu Doğu’dur/ Batı da Batı/ Bunların buluşmasıysa mümkün değildir asla/ diye başlar. Ve devam eder gider. Buraya bir nokta koyalım ve neredeyse otuz beş yıl öncesine gidelim. Rahmetli Bülent Ecevit, bir sohbet sırasında üç ozan sevdiğini bunların da Kipling, Tagor ve Ezra Pound olduğunu söylemişti. Bu sohbeti rahmetli Attila Ağabeye (İlhan) anlattığımda gülümseyerek “Ah şu tatlı su Frenkleri ah...uygarlığın salt batıdan gelebileceğini, bizimse cahil, geri kalmış olduğumuzu bellemişlerdir ki, iki yakamızın bir araya gelmemesi için ellerinden geleni ardlarına komazlar!” demiş sonra da devam etmişti:  “Ülkeyi yönetmeye soyunan bir adamın en sevdiği üç şairden başlıcası, yani Kipling, İngiliz sömürgeciliğinin borazancıbaşısı, Tagor Hindistan’da İngiliz’le iş birliğine soyunanların başını çekenlerden, Ezra Pound’sa Mussolini hayranı bir Faşist. Nazım’ı, Necip Fazıl’ı, Mehmet Akif’i, Sabahattin Ali’si dururken bizim Batı hayranları gider Kipling’e alkış tutar!”  Sonraları rahmetli Bülent Ecevit’de “gerçeği gördü” hele de 12 Eylül’den sonra ya, gelin bunu başka bir güne bırakalım.

Nuremberg toplantıları ve Nuremberg yasaları - Aziz Üstel

Bazı Amerikalı ve İngiliz oyuncu, yazar ve KKTC kökenli Türkiyelilerin yoğun olarak yaşadığı Kuzey Londra milletvekili Jeremy Corbin imzalı, Gezi Parkı’nda polisin şiddet uyguladığını öne sürerek Başbakan Tayyip Erdoğan’ı ağır bir biçimde eleştiren bir ilan verildi London Times gazetesine. AK Parti açık hava toplantılarıyla Nazilerin Nuremberg toplantıları arasında benzerlik olduğunu vurgulayan ilanın ardından kimi sinemacı ve yazarlar Türkiye’de uygulanan Nuremberg Yasaları’ndan da söz etmişler!

Askeri demokrasinin güvencesi sayanların gafleti! Aziz Üstel

Batı’nın televizyona çıkıp ahkam kesenleri, kaleme sarılanları, İslamofobilerini “özgürlükçü, tarafsız, liberal” gibi sözcüklerle cilalayan yorumcular, düşünürler, siyasileri Arap Baharının bir yalan olduğunu, demokrasi yerine kargaşa getirdiğini öne sürüyorlar. Gönüllerinden geçeni kusanlarsa, İslam’ın hoşgörüden yoksun, uzlaşmadan uzak olduğu için demokrasinin Müslüman ülkelerde hiçbir zaman uygulanamayacağını söylüyorlar.

Bu görüşler gerçeği yansıtmıyor. Herkesin pembe bulutlar üzerinde koşuşturduğu, hayaller kurduğu, Arapların sokaklara döküldüğü ve üç diktatörü alaşağı ettiği günler uzaklarda kaldı. O sokaklara dökülenlerin büyük bir çoğunluğu hayal kırıklığına uğradı; yaşamları belki de eskisine oranla çok daha kötü.

19 Temmuz 2013 Cuma

Çerkes Ethem yadigarı - Aziz Üstel

Milli Mücadele’nin ilk günleri. Kocaeli’nin Pamukova İlçesine bağlı, o zamanki adı Gelinkodu şimdilerdeyse Sultaniye diye bilinen köye Hafız Halid Bey komutasında 70. Alay karargah kurar. Halid Bey’in 12 yaşındaki kızı Nezahet de oradadır; asker kılığında, üstünde kaput, at sırtında... Miralay Halid Bey eşini yitirdiğinden, kızına bakacak kimsesi de olmadığından yavrusunu kapıp cepheye koşmuştur.
Gün doğarken alay Geyve yönüne doğru yola çıkar. Tam Akhisar’a yaklaşırken sayıları beş yüzü aşkın, tepeden tırnağa silahlı bir müfrezeyle alayın öncü gücü karşılaşır. Gelenler çeteye benzememektedir: “Giyim kuşam, hareket ve disiplinlerinden bunların çeteci değil düzenli bir birliği oluşturduğu anlaşılıyordu.”
At aksırıkları içinde, arkalarında barut ve tütün kokusu bırakarak ilerleyen kalabalık, başlarına giyip hafifçe kaşlarının üstüne yatırdıkları astragan kalpaklarıyla “pek bi afili, pek bi fiyakalı pek de bi heybetliydi hani.” Sırtlarında avcı ceketleri, omuzları üstüne çapraz sarılmış fişeklikler, ayaklarında upuzun çizmeler, yeleklerinin altından sarkıttıkları göz kamaştıran, işlemeli Çerkes kamalarıyla, tek sıra ilerleyen müfreze yaklaştıkça tüyleri diken diken olur Nezahet’in. Hemen yanıbaşında babasının postası çavuş kulağına eğilir:
“Kuva’yı Seyyare bunlar! Korkmayın... Bizden. Allah korusun karşılarına çıkacak olanları!”

Kemal Efendi ve Alman istihbaratı -Siyasal kışkırtma ve propaganda uzmanı Merkel!- Der Spiegel’den “Boyun eğme” kapağı!-Aziz Üstel

Kemal Efendi ve Alman istihbaratı

Cumhuriyet tarihinde Kılıçdaroğlu Kemal Efendi gibi ikinci bir siyasi yoktur, kendi ülkesini yabancılara ispiyonlayan ve de onlara yalvarıp anlamadığı, çözemediği ve doğru tahlil edemediği konularda destek isteyen. Türk milleti, gururludur; varsa sorunları, bir başına çözmek ister. Başka ülkelerden, hele de son yüz yılda sür-git başına çorap ören, “misafirlerimiz” diye atmışlı yıllarda alayla valayla insanını davet edip sonra bokunu temizleten, itip kakan, işi bitince geri göndermek için her türlü katakulliye baş vuran Almanya’dan yardım dilenene sandıkta gereken cevabı verecektir, kimsenin kuşkusu olmasın.

Siz 2002 öncesini özlüyorsunuz değil mi? Aziz Üstel

Emily Pankhurst
Duran Adam  hazırola geldi, gündeme dikildi! Kimi cahiller “bu muazzam fikri Türkiye’ye özgü bir direniş biçimi” olarak yorumladı ve de övgüler düzdü. Tabi nereden bilsinler 1897 tarihinde kurulan Kadın Toplumsal ve Siyasi Birliği’nin bu sokakta saatlere dikilip kıpırdamadan durma “eylemini” başlattığını? Okumazlar, araştırmazlar, kişisel siyasi görüşlerine uygun düşen bir şey gördüler mi hemen alkış tutarlar!

İslamizm varsa Hıristiyanizm de var! Aziz Üstel

Londra’nın göbeğinde bir askeri Nijerya asıllı iki Müslüman’ın kafasını keserek öldürmesi gaddarca işlenmiş bir cinayettir.  Elbette kınanmalı askerin ailesine de başsağlığı dilenmelidir.  Ancak İngiliz İçişleri Bakanı Theresa May’in İslamizm” diye bir kelime icat etmesi, bütün Müslümanların olmasa da çoğunun şiddet yanlısı olabileceğini belirtmesi, İngiltere’deki camilerde görevli imamların sürekli “Cihad” çağrısında bulunarak Müslüman gençliğin “terörist olarak yetiştiğini” söylemesi yangına körükle gitmekten öte hiçbir anlam taşımaz. İngiliz televizyonlarına çıkan onlarca Müslüman’ın şiddetin İslam’da yeri olmadığını, Woolich’de işlenen cinayeti kınadıklarını açıklamaları, Müslüman cemaatin önde gelenlerinin de şiddet yanlısı Müslüman gençlik yetiştirmek şöyle dursun, yeni kuşakların işinde gücünde, eğitiminde olduğunu söylemesi, camilerde şiddetin sürekli kınandığını açıklaması da Bayan May’i pek etkilememiş. Neden mi? Çünkü “İslam terörü” gibi ipe sapa gelmez bir yaftanın yerine “İslamizm” gibi ne idüğü belirsiz bir damgayı bütün Müslümanlara vurmak gayretine soyunduğunu görüyorum da ondan. “Bu cinayet ve bunu izleyecek diğer şiddet hareketlerinin kökeninde İslamizm yatmaktadır!” diyor hanımefendi!

Çerkes soykırım 21 Mayıs 1864-Adigece bilmezsen kültürünü de bilemezsin!-Aziz Üstel

Gürcü tarihçi Simon Canaşia, Şapsığların bölgesi Cubga’da 91 yaşında bir ihtiyarla karşılaşır. “Neler oldu buralarda 1864’ün Mayıs’ında?” diye sorar. İhtiyar hem ağlar hem de anlatır:
“Deniz kıyısında yedi yıl boyunca atılmış insan kemikleri vardı. Kargalar erkek sakallarından ve kadın saçlarından yuvalarını kurarlardı. Deniz yedi yıl boyunca karpuz gibi insan kafataslarını fırlatıp atardı kıyıya....Benim orada gördüklerimi düşmanımın bile görmesini istemem...”

Azerbaycan mektubu: General Vagıf Hüseynov

Hocalı katliamını en ince ayrıntısına değin tasarlayan, önce masum yaşlı, genç, kadın, çoluk çocuğu öldüren, daha önceleri de Türk diplomatlarına suikastler düzenleyen ASALA’nın önde gelen tetikçilerinden Monte Malkonyan’ı kimin öldürdüğü sür-git tartışılan bir konuydu Azerbaycan’da. Zamanında Karabağ Savaşı’na katılan eski subayların kimi İbad Hüseyinov’dur Malkonyan’ı öldüren derken, kimi eski subay da bunu yalanlıyordu.

Azerbaycan Devlet Tehlikesizlik Komitesi Başkanlık görevini 1989-91 yılları arasında yürüten General Vagıf Hüseynov “Bir Ömür de Çok” adlı kitabıyla bu tartışmaya son noktayı koydu. Hüseynov, Karabağ’daki Çaykend ve o bölgedeki yirmi yerleşim bölgesinin işgalcilerden kurtarılmasıyla sonuçlanan “Yüzük Harekatı”nı ayrıntılarıyla anlatıyor kitabında.
General Hüseynov 1990 yılı yazında karargahını Gence’ye taşır. İçişleri Bakanlığı yapmış Mehemmed Esedov’la Başsavcı İsmet Kayıbov da bölgededir. Bölücü faaliyetler 1989 yılında büyüyor, Gence çevresinde örgütleniyor, Goranboy’da da ciddi askeri hazırlıklar ve harekat başlatılıyor: “Anadolu’dan 1896 yılında göç eden kimi Ermenilerin iskan edildiği köyler arasında bulunan Çaykend, özellikle tehlike bölgesiydi.” Burada sürekli ortalığı karıştıran, sivil hedeflere saldıran milislerin başındaysa Tatul Krepyan vardır. Onunla birlikte Erivan’dan gönderilen, “Ded” kod adlı Simon Açıkkozyan adlı terörist bir an önce harekete geçilmesini istiyordu.  Albay İlham Ismayılov sürekli bölgede olan bitenle ilgili istihbarat toplayıp General Hüseynov’a aktarmaya başlar.

8 Haziran 2013 Cumartesi

Çerkeslerde toplumsal boykot: P’ın - Aziz Üstel

Reyhanlı’yı izlerken gün boyu ve konuşan kafaların daha hiç birşey açığa kavuşmamışken salladıkları laflar havada uçuşurken, ne yöreyi, ne bölge insanını, ne dünyayı doğru dürüst tanımadan, Amerikalının neo-con dürtüleri ya da Tayyip Bey nefretini sergileme fırsatına yapışmanın mutluluğuyla, ezikliğin ürünü kin kusulurken, aklıma Kuzey Kafkasyalı Çerkeslerin uyguladıkları toplumsal boykot kültürü düştü.

Çakırcalı Mehmet Efe ve Kuşçubaşı Eşref Bey- Aziz Üstel

Çakırcalı Mehmet Efe
Düzenin bozulduğu, devletin kan kaybettiği dönemlerde oluşan boşluğu mutlaka birileri doldurur. İstanbul’da kabadayılar, Ege’de de efeler haksızlığa ve zulme karşı eyleme geçmiştir.

Çakırcalı Mehmet Efe, bu efelerin en ünlüsüdür; adına türküler söylenir, ağıtlar yakılır, Ödemiş’in Karaköy mezarlığındaki kabrini her yıl binlerce kişi ziyaret eder. “Buralara 35 yıl hükmettim. Fakirin hakkının yanındaydım. Nazilli’de vuruldum, 35 sene cesedim orada kaldı. Oradan buraya Ödemiş’in Kayaköy mezarlığına defnettiler. Köylümün yanında mutluyum. Ayasuluğ köyünden Çakıcı Ahmet oğlu Çakıcı Mehmet Efe Ruhuna Fatiha” yazar mezar taşında.

Kimin öldürdüğü konusunda söylentiler çoktur. Hatta Kuşçubaşı Eşref Bey ya da kardeşi Sami Bey’in vurduğunu söyleyenler bile vardır ama bu tümüyle uydurmadır. Kuşçubaşı Eşref Bey, İzmir Valisi Nazım Paşa, Aydın mutasarrıfı, Sarayköy, Karacasu, Bozdoğan Kaymakamları ve Jandarma Komutanı Hüseyin Muhittin Bey’le birlikte Nazilli’de bir toplantıya katılmıştır. Çakırcalı’yı yaklaşık bin kişilik bir kuvvetle yöreden söküp atmak ve öldürmek için eyleme geçileceğini ve bu kuvvetlerin içinde Çerkeslerden oluşan müfrezelerin olduğunu öğrendiği için katılmıştır toplantıya. Çerkeslerin “eşkiya takibi” gibi sıradan bir işte, boğaz tokluğuna çalıştırılmalarını eleştirmiş, bu takibe katılmak isteyenler varsa onlara doğru dürüst maaş bağlanmasını istemiş ve bu isteğini kabul ettirmiştir. Ama takibe ne katılmış ne de kimilerinin öne sürdüğü gibi Çakırcalı’yı vurmuştur.

CHP’nin Kürt Sorunu’na yaklaşımı- Aziz Üstel

Erzincan Kürt Merkezi olursa Kürdistan’ın kurulmasından korkarım” İsmet İnönü.

Ben henüz CHP’nin Kürtlerle ilgili düşüncelerini ya da açılım süreciyle ilgili görüşlerini bilmiyorum. Aslında bilen olduğunu da sanmıyorum. Çünkü CHP, parti olarak yap-boz oyununa benziyor. Parçalar kimi zaman ayrılıyor, kimi zaman yanlış birleşiyor. Yani her parçadan ayrı bir ses çıkıyor. Özetle, sür-git üniter devleti savunan bir parti... Üniter değil! Kendini solcu olarak tanımlayanlarla “biz ulusalcıyız” diyenlerin bir çatı altında barınması kolay olmadığından, Kürtlerle ilgili girişimler gündeme gelince, uyumsuz bir orkestra gibi, her kafadan ayrı bir ses çıkıyor.Gülseren Onanç hanımefendinin “Tabanımızın yüzde 64’ü açılım sürecini destekliyor” sözü bile kimilerince nefret, kimilerince umursamazlık kimlerince de hoşgörüyle karşılanmıştı. Yani parti içi uyumsuzluk CHP’nin elle tutulur bir Güneydoğu siyaseti olmasının önündeki en büyük engellerden biri belki de başlıcası. Ancak bir de CHP’nin geçmişinden gelen tortular var ki, sağlıklı düşünmesini engelliyor. Buyrun size örnekler:

Geçmişten günümüze provokasyon manzaraları-Aziz Üstel

Mayıs 1979...şiddet dorukta gençler sağ-sol diye ikiye bölünmüş sürek avına çıkmış, birbirini vuruyor. Kimilerine faşist denmekte kimilerineyse komünist. Bu yaftaları yapıştıran, bu gençleri kışkırtan, ellerine önce silahı tutuşturanlar kim?

Amasya’nın CHP’li Belediye Başkanı Gündüz Türen, 1979 Mayıs’ında , İç İşleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’i aradı telefonla. Robert Alexander Peck adında bir CIA görevlisinin bölgede dolaştığını,  Amasya’daki Alevi-Sünni oranını, Amasya’daki genel nüfusa göre işçi sayısını, Amasya’da sağ mı daha güçlü sol mu diye sorduğunu anlatır. Dahası Amasya’daki çatışmaların mezhepsel, etnik ya da siyasi görüş ayrılıklarından mı kaynaklandığını merak etmektedir Peck. Hasan Fehmi Güneş konuyla ilgili tüm bilgilerin acele gönderilmesini ister belediye başkanından.

Türkiye’de ‘milli şuur’ nasıl başladı? Aziz Üstel

Tarık Zafer Tunaya
Çoğu “aydın” okumak ve araştırmak zahmetine katlanmadığından “ulus bilinci” ya da “milli şuurun” Atatürk’le başladığını söyler Türkiye’de. Doğru değildir bu. Milliyetçilik, Türkçülük adıyla II. Meşrutiyet’i ayakta tutan en önemli payandadır ve de Ziya Gökalp’in önderliğinde gelişti.  

Gökalp, milliyetçiliğin Türklere “yeni bir hayat kazandıracağını müjdelemişti.”  Osmanlı İmparatorluğu’nda “bilinçsiz bir yaşam” sürdüren Türklere yeni bir ufuk açtığı söylenir Ziya Gökalp’in. Her türlü hayal dolu ayrıntılarına rağmen, Genç Kalemler’den, Türk Yurdu’ndan, Türk Ocaklarına kadar dalga dalga yayılan milliyetçi fikirler, bu ülkede kendilerini mülk sahibi değil de kiracı gibi hisseden Türklere, bir şeye sahip olma, bir vatan kurma gücünü vermiştir.

3 Mayıs 2013 Cuma

Sömürgeciliğin öncüsü misyonerler-Aziz Üstel


Ne bir insan ne de bir devlet, tanımadığı bir toprakta, ahlak ve geleneklerini bilmediği bir kavim arasında uzun süre barınamaz. Çünkü tarih bize körü körüne işgal edilen topraklarda uzun süre kalmanın çok zor hatta imkansıza yakın olduğunu kanıtlamıştır. İşgal ettiği topraklarda uzun süre kalmanın ötesinde, o toprakları da halkını da sömürmenin nasıl yapılacağını dünyaya en iyi İngiltere göstermiştir.
Haritada İngiltere’ye baktığımız zaman, orta boy bir ada görürüz. Dünyada bir dönem 450 milyon kişiyi bu adaya kul köle eden Büyük Britanya İmparatorluğu’nun askeri gücü, donanması mıdır sadece? Hayır. Misyonerler Cemiyeti olmasa İngiltere böylesi dev bir imparatorluk kuramazdı. Salt dinsel anlamda değil ticaret ve servet birikiminde de misyonerler çok başarılı olmuştur. Misyonerler, Halid Bin Vermeke’nin oğlu Fadl’ın “akıllı kişi elindekini koruyan ve de bu günün işini yarına bırakmak gafletinde bulunmayandır” sözünü belleklerine kazımış ve bundan bir milim sapmamışlardır ömürleri boyunca.

Bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti 1918-Kafkas İslam Ordusu ve Bakü-Aziz Üstel

Bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti 1918


Bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti 28 Mayıs 1918’de ilan edildi. Daha önce, Azerbaycan-Gürcistan ve Ermenistan’ın 1917’de kurduğu Maverai Kafkas (Transkafkas) Komiserliği ancak altı ay dayanabilmişti. Azerbaycan 19. yüzyılın ilk çeyreğinde Kuzey Azerbaycan Rus Çarlığı’nca işgal edilmiş, Güney Azerbaycan’sa İran’ın bir parçası olarak kalmıştı. Milli Azerbaycan Önderi Mehmet Emin Resulzade, “Azerbaycan Cumhuriyeti” adlı eserinde, Azerbaycan’ı ve Azerbaycan halkını tanıtır okurlarına ve der ki:

Mithat Paşa ve Yıldız Mahkemesi-Aziz Üstel


Cumhuriyet’in ilk kuşak aydınları Mithat Paşa’yı yere göğe sığdıramaz, Abdülhamid Han’ın onu “suçsuz yere Taif’e sürdürüp boğdurduğunu” söyler. (Falih Rıfkı)

Doğru mudur bu?

Değildir. Çünkü Mithat Paşa, Abdülaziz Han’ın tahttan indirilmesini tezgahlayan Hüseyin Avni Paşa’nın ilk günden beri yandaşı, destekçisi hatta yol göstericisidir. Yıldız Mahkemesi’nde yargılanmış, Taif’e sürülmüştür. Şair Senih, Yıldız Mahkemesi nedeniyle Abdülhamid Han’a yazdığı bir şiir/mektupta Mithat Paşa’dan “ar ve haya duygusundan mahrum fesatçı” diye söz eder. Sultan Hamid’i ise “şanlı ve keremli amcanın öcünü aldın” diye kutlar. (Yılmaz Öztuna)

“Darbe fetvasız olmaz paşam!”-Aziz Üstel


Tanzimat’tan sonraki ilk askeri darbe 30 Mayıs 1876 tarihinde sabah, saat 4:34’te Sultan Abdülaziz Han’a yapıldı. Darbeyi gerçekleştiren Hüseyin Avni, Mithad ve Rüşdü Paşa’larla Hayrullah Efendi’ye bir “hal fetvası” gerekiyordu ki, milleti, orduyu hem de donanmayı uyutmak, kafaları darbeye yatırmak daha kolay olsun. Fetva önce 86 yaşında, Peygamber torunlarından olduğuna inanılan Şerif Abdülmuttalib Efendi’den istendi. Cuntacılara sert bir sesle: “Padişahı hal etmek için onun ya dinden sapması ya da deli olması gerekir. Sultan Aziz kafir mi oldu mecnun mu?” diye sordu o saat!

Avni Paşa hukuki ve şer’i işleri bilmediğinden sustu. Ama sonunda Şeyhülislam Hasan Hayrullah Efendi : “Ben Sultan Aziz’in dinden saptığına tanıklık ederim!” dedi. Ama nasıl dinden saptığını anlatamadı bir türlü.