İsmet Paşa Banknotlardan ve pulların üzerindeki Atatürk’ün resmini kaldırıp kendi fotoğrafını koydurmuştur.
YKB yayınları tarafından, İsmet İnönü’nün, “Defterler 1919-1973” ismiyle günlükleri yayınlanır. Ancak, günlüklerde, 1938 yılında Atatürk ve İnönü arasında yaşananlar yoktur. NUTUK’ ta da, 1919 Samsun’a çıkışın hikâyesi anlatılmaz. Anlaşılan, Yakın Tarihimizdeki zülfü yâre dokunanların üzeri bir süre daha kaldırılmayacaktır.
Başvekil İsmet İnönü ile Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal arasında sürtüşme nedeni;
-“Siyasal lider grubu hem partiye hem de meclise bütünüyle hâkim olurken, bu grup içerisinde özellikle de 1925-1937 arası 12 yıl boyunca başvekillik yapan ismet Bey’le Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal arasında gerginlik giderek artmaktaydı.
Cumhurbaşkanı son yıllarında siyasetten büyük ölçüde çekilip ülkenin günlük yönetimini İsmet Bey’in sorumluluğuna bırakmış, kendisini harf ve dil gibi özgül reform tasarılarına vermişti. Çevresindeki küçük bir yandaş ve dost grubuyla çoğu gecelerini yiyip içerek ve ülkenin sorunlarını ve geleceğini tartışarak geçiriyordu.
Çankaya’daki Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde genellikle gecenin geç saatlerinden günün ağarmasına dek süren bu toplantılara, değişik mesleklerden kişiler sık sık çağrılırdı. Önerilerde bulunulur, eleştiriler dile getirir, planlar hazırlanır ve kararlar alınırdı.
Bu durumu potansiyel tehlike haline sokan şey, Mustafa Kemal’in göreli olarak günlük hükümet işlerinden uzakta tutulmuş olmasıydı. Bu nedenle onun plan ve kararları Başvekil İsmet Bey’inkilerden git gide ayrı düşmekteydi.
Mustafa Kemal’in bu yan emeklilik durumunda bile ülkenin tartışmasız hâkimi olarak kalması, onun, kendi arkadaş ve danışman çevresinin etkisi altında eğer isterse, başvekilin ve kabinenin almış olduğu kararların tersine kararlar alabilmesine yol açıyordu.
Yıllar boyunca bu olgunun iç işlerinde, ekonomi ve dış işlerinde birçok örneği yaşandı.
Cumhurbaşkanı kabinenin bir vekilini İsmet Bey’e danışmadan iki kez istifaya zorlamıştı.
Onun bu müdahalesi. Cumhurbaşkanının Çankaya’daki sofra kabinesine karşı giderek daha ihtiyatlı hale gelen İsmet Bey’i sinirlendirmekteydi. (1)
…
Nihayet Eylül 1937’de, iki adam arasında, Atatürk’ün İsmet Bey’den istifasını istemesiyle sonuçlanan aleni bir kavga oldu. İsmet Bey, sağlık nedenlerini öne sürerek, derhal istifa etti. Yerine eski İzmir İTC (İttihatçı) sekreteri ve Teşkilât-ı Mahsusa başkanı, 1924’te kurulan Türkiye İş Bankası’nın ilk genel müdürü ve 1932’den beri iktisat vekili olan Mahmut Celâl (Bayar) getirildi. (2)
…
-“Milli Şef İnönü’nün günlükleri son günlerin popüler kitaplarından. Ne hikmettir bilinmez ama günlüklerin 1938 yılına ilişkin kısımları ortada yok. Ta 1919′dan 1973′e kadar tuttuğu günlüklerin hepsinin bulunup, Atatürk’le aralarının epeyce limoni olduğu 1938′e ait günlüklerin “bulunamaması”, zihinlerde dikkat çekici olmanın ötesinde birtakım sorular akla getiriyor. (3)
…
“İsmet İnönü’nün “Defterler” Not defterlerinin 1920, 21, 26, 31, 32, 33, 34, 38 ve 64 yıllarına ilişkin kısmı ‘Defterler’de yok.
Atatürk’le aralarının fena halde bozuk olduğu, hatta ikisi arasında var olan ilişkinin boyutu anlatılırken “ölüm, öldürme, öldürtme” gibi ifadelerin geçtiği, Atatürk’ün son yılına, 1938′e ilişkin notların ortalıkta olmaması manalı bir vaziyet mi, yoksa tarihsel muammayı ortaya çıkarma fırsatı yakalamış bir araştırmacı/kitap için talihsizlik mi bilinmez.
İsmet Bey’in Milli Mücadele saflarına katılmakta epey isteksiz davranıp İstanbul’da geçirdiği günlerini bilardo ve satranç oynamayıp, aile ziyaretleri yapmakla, hastalıklarla doldurduğunu görüyoruz.
Mustafa Kemal’in, ordu müfettişi sıfatıyla Anadolu’ya Padişah tarafından gönderildiğini de (3 Mayıs 1919 tarihli not) öğreniyoruz (bakalım, onun Padişah’tan gizlice, ona rağmen ve tehlike altında gittiğini iddia eden birtakım bağnazlar buna ne diyecek).
Cepheden gelip Lozan’a giden İsmet Paşa’nın, görüşmeler sırasında heyette bulunan Rıza Nur’la fikir ayrılığına düştüğünü, 4 Aralık 1922 notundan anlıyoruz. Notta, “Rıza Nur gönderilecek” diyor.
Rıza Nur, sonraları Lozan hatıralarını yazıp, Türkiye’nin ve davanın orada İsmet Paşa tarafından satıldığını iddia edecekti.
Notlarda 1935′ten itibaren yerinden alınacak veya bazı görevlere atanacak isimler geçmeye başlıyor. Bu nokta önemli gibi. Zira, İnönü’nün devlet kadrolarına kendine yakın isimleri getirmek istediği belli oluyor. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında büyük payın kendisine ait olduğuna başından beri inandığı anlaşılan İnönü, kendisi için yazılan bir dörtlüğü 1 Ocak 1923′te, üstelik Lozan görüşmelerinin sürdüğü sırada defterine almış.
Dörtlük şöyle:
İsmet Paşa’ya,
Hûn ı İsmet neşr iderken seyf-i satfetle çekin,
Askerin serdâr -ı âlî-şânı sendin çok yaşa,
Azm i kahhârınla hasmın oldu pâmâl i celâl,
Galibiyet bak bugün ardındadır İsmet Paşa…
Dörtlükteki fikre katılıyor olmalı ki, İsmet Paşa bunu 1923 günlüğünün ilk sayfasına koymuş. Bu fikirdeki birinin gerek siyasi rakipleri, gerekse Atatürk’e karşı kadrolaşması kaçınılmaz.
Görünen o ki Atatürk’le sürtüşmeye başlamalarının temel sebeplerinden biri İnönü’nün kadrolaşmaya gitmedeki ısrarı.
Notların 18 Eylül 1937 olanından, Atatürk ile aralarında ihtilafa yol açan gelişmenin, Nyon anlaşması için giden Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Aras’a, kendisi haricinde Atatürk’ün de talimat vermeye başlaması ve ardından başlayan tartışma olduğu anlaşılıyor.
Bu, asıl sebep olmak yerine bardağı taşıran damla olarak görülmeli.
Atatürk’le ünlü kavgalarını ve ‘çekilme’ olayını, 18 Eylül 1937 tarihli notta detaya girmeden, “Akşam, Gazi, istasyondan hareket, çekilme kararı” şeklinde geçiştirmiş.
Atatürk ölüp, İnönü cumhurbaşkanı olduktan sonra, ‘Şubat 1939′ ibaresiyle yazdığı günlükte, ilişkilerini ve kavgalarını, Atatürk’e bakışını, kendi yandaşlarının vaziyetini bir yerde özetliyordu:
“-Son seneler hükümet azasının ayrı kendisine çok bağlı olmasını düşünüyordu. Bunun için iptidai usuller kullanmak istedi. Hülasa Eylül 1937 kavgası oldu. Bu kavgada haksızlık esasında Atatürk’ündü… (Başbakanlıktan ayrılma kararını) gizli tutalım derken, kendisi gece gündüz benden şikayet etti.
-Devletin maliyesini banka gibi bir hale getirmek huyumdan bahsetti… Bütün dikkatim yeni tertibin muvaffakiyetsiz ve antipatik olması ihtimaline mahal vermemek için dostlarıma hep sükun ve yardım tavsiye ettim. İlk anda Atatürk’e benim çekilmemin halkça iyi telakki olunduğu raporunu vermişler.
-Atatürk hakikatin tam zıddı olduğunu hadisat ile öğrendikçe çok şaşkın oldu… Stadyumda, konserde, sokakta bana tezahürat devam etti. Bir yere çıkamaz oldum. Stadyum tezahürü hakiki bir hadise oldu. Hayatım fazla gelmeye başladı… İstanbul’a geldiğimi istemiyordu. Temasa gelmekten katiyen çekiniyordu. Çok iyi muamele ediyordu. Hatırımı almağa çalışıyordu. Arada bir derin bir mahcubiyet ve muhabbet nöbetine uğruyordu. Fakat benden çekiniyordu.”(4)
…
İnönü Nasıl Oldu da Cumhurbaşkanı Seçildi?
-“Atatürk’ün ölümünden tam 26 saat sonra yeni cumhurbaşkanımız seçildi: İsmet İnönü.
Hem de meclisteki oyların tamamı alarak. İşte burası çok ilginç. İsmet Paşa, Atatürk’ün ölümünden önce tam bir sene etrafta görünmüyordu. 1937 Eylül’ündeki ünlü kavgadan sonra yolları ayrılmış, sağlık sorunlarıyla boğuşan Atatürk’le ölümüne kadar hiç görüşmemişti.
Hatta öyle ki; Atatürk’ün hastalığının son evresinde ismet İnönü’nün görüşme isteğine izin verilmemişti. Atatürk’ün son bir yılda çevresinde kümelenen gruptakiler Hasan Rıza Soyak, Şükrü Kaya, Tevfik Rüştü Aras bir ölüm durumunda İsmet Paşa’nın Atatürk’ün yerine geçmesini engellemeye çalışıyorlardı.
Eğer İstanbul ziyareti olursa ve Atatürk’le görüşmeye gelirse suikast düzenleneceği haberleri dolaşıyordu.
İsmet Paşa Atatürk’le ölüm döşeğinde görüşemedi. Ama her ne olduysa oldu ve ölümden tam 26 saat sonra alelacele yapılan meclis oturumunda İsmet İnönü bütün milletvekillerinin oyunu alarak (348) cumhurbaşkanı seçildi.
Peki ne oldu da son günlerinde Atatürk’le görüşmeyi dahi beceremeyen İnönü bütün oyları alarak cumhurbaşkanı seçilmişti? Onu öldürtmeye kalkan milletvekillerinden hiçbiri muhalefet etmedi ve oturuma katılan milletvekillerin oylarının tamamını aldı.
Atatürk’ün girdiği son komada Dolmabahçe’de toplantı yapılıp Meclis Başkanı Abdülhalik Renda’ya cumhurbaşkanlığı vekâleti zaten verilmişti. Daha cenaze kaldırılmadan bu acele niyeydi?
Devletin devamlılığı için dense de sakın inanmayın. Kıran kırana bir iktidar savaşı yaşanıyordu. Hangi gizli el bu seçime dokunmuştu acaba?
Peki, Atatürk öldükten sonra Dolmabahçe Sarayı’ndan Ankara’ya yapılan uğurlama töreni ve cenaze namazına Cumhurbaşkanı İnönü katıldı mı? Hayır katılmadı.
Ata’nın naşı ne zaman Etnografya Müzesi’ne kaldırıldı? Mart 1939’da. O halde 19 Kasım’dan Mart ayına kadar cenaze neredeydi?
Katafalkta!
Atatürk’e uygun bir kabir yapma girişimi ise İnönü’nün 12 yıllık iktidarında tam bir yılan hikâyesine dönüştü.
Anıtkabir’in yerinin tespiti için bir komisyon kurulmasına 1941 yılında karar verilmişti, yani Atatürk’ün ölümden üç yıl sonra! Tek parti dönemi: İsmet Paşa tek adam. Ama Anıtkabir için yer konusunda bir türlü karar verilemiyor! Aynı yıl uluslararası proje yarışması açıldı. Yarışma sonucunda Türk mimarlar Emin Onat ve Orhan Arda’nın eserleri layık görüldü ve inşaata 1944 yılında başlandı.
Yani tam 6 yıl Atatürk için yapılacak anıt mezarının inşasına başlanamamıştı.
Anıtkabir’in temelini o günlerin Başbakan’ı Şükrü Saraçoğlu attı. Saraçoğlu’nun temelini attığı Ankara Ulus’taki devasa Gençlik Parkı ise birkaç yılda hizmete (1943) girmişti.
Hem de ödenek yokluğundan birkaç kez inşaat durduğu halde. Anıtkabir ise bir türlü bitmiyordu.
1945’te mozole ve tören meydanını kapsayan 2. Kısım inşaatına başlandı. Giriş kuleleri çevre düzenlemesi ile ağaçlandırılması ise 1950 yılma gelindiğinde bitmemişti.
İsmet İnönü 1950 seçimleriyle birlikte koltuğunu Celal Bayar’a devrettiğinde tam 12 yılda bitmemiş bir Anıtkabir inşaatı ve Etnografya Müzesi’nde bekleyen bir naaş bırakmıştı.
Bugünden baktığımızda yobazlara kol kanat gerdiğini düşündüğümüz Celal Bayar ise önce Atatürk’ün aziz hatırasına yapılan saldırıları engellemek için Atatürk’ü Koruma Kanunu’nu çıkarttı (1951).
Ardından da bütün hızıyla yarım kalmış Anıtkabir inşaatını bitirdi. Hatta 1951 yılında projenin bir an önce bitirilebilmesi için bir tadilat bile istedi.
Mimarlar mozole bölümünde değişiklik yapıp kısa sürede inşaatı bitirdiler ve 1953 yılında önder Atatürk ebedi istirahatgâhına defnedildi.
İsmet Paşa cumhurbaşkanlığı koltuğunu Atatürk’ün ölümünden tam 26 saat sonra, yani 11 Kasım s sabahı almıştı. Ama Anıtkabir’in yapımını 12 yılda bitirememişti!
Banknotlardan Atatürk’ün resmini kaldırıp kendi fotoğrafını koyan ismet Paşa mı daha fazla Atatürkçü, yoksa Anıtkabir’i bir an önce tamamlayıp ulu önderi ebedi istirahatgâhına uğurlayan Celal Bayar mı?
Bu noktada o dönemi daha iyi anlamak için İsmet Paşa’yı da biraz anlatmak istiyorum.
…Önce Milli Mücadele günlerinden başlayalım. Özbekler Tekkesi ve menzil hattından Anadolu’ subay kaçıran ilk örgütlenme Karakol Cemiyeti’yi İstanbul’daki bütün subaylar bu irtibat noktasından karakol cemiyeti başta olmak üzere gizli örgütlenmelerin aracılığıyla Anadolu’ya geçiyorlardı.
Milli Mücadele’nin ilk günlerinde o kadar da kararlı olmayan ismet Paşa, Anadolu’ya gitme konusunda da karasızdı. Karakol yöneticileri bir türlü İsmet Bey’in çekingenliğini kıramadılar ve onu 7 gün göz hapsine aldılar. Daha doğrusu alıkoydular.
-Ya Anadolu’ya gideceksin ya da ayağımıza dolanmayacaksın dediler.
İsmet Paşa, Anadolu’ya ne zaman geçti peki? 1920’de… (1920’nin Ocak başında bir iki günlüğüne yaptığı Ankara ziyaretiyle karıştırmayın.) Yani Milli Mücadele için bütün örgütlenmeler tamamlanmış Erzurum ve Sivas kongreleri bitmiş, ama en önemlisi İstanbul’daki meclis 16 Mart’ta İngilizler tarafından basılıp dağıtılmıştı ve bu dönem Ankara’daki meclisin hazırlıkları tam sürat devam ettiği bir zamandı…
Milli Mücadele’ye en son katılmasına karşın Cumhuriyetin kadroları içinde hemen sivrildi ve Atatürk’ün sağlığından en son yıla kadar hep ikinci adam olmayı başardı.
Şevket Süreyya Aydemir’in anlattıklarından yola çıkacak olursak İsmet Bey, o günlerde Kazım Karabekir Paşa’ya “bir çiftlik alalım ve çiftçilik yapalım” teklifini yapıyordu.
İsmet Bey subaylık günlerinden kalma bir alışkanlık hep günlük tuttu’. İnönü hemen her şeyi kısa şifreler inde küçük takvim yapraklarına not etmişti. Örneğin Bir gün içinde şu notları görmek mümkündü:
-İngiltere elçisiyle toplantı… Heyet-i vekile… Erdal’a Matematik çalıştırılacak, Ömer’in diş ilacını unutma!..
Bütün bir hayatını kısa kısa notlarla kayda geçiren İsmet Bey, en önemli yılları atlamıştı. Ona soyadını armağan eden 1. Ve 2. İnönü savaşlarının olduğu yıllar günlüklerde yoktu. Defterler 1919’un 11 Aralık’ında kesiliyor, 16 Nisan 1922’de tekrar başlıyor ve hayatının sonuna kadar gidiyordu.
Acaba İsmet Bey, cephede kâğıt kalem mi bulamamıştı? (5)
…
“Atatürk’ün ölümü ve İsmet Bey’in iktidara dönüşü…
Atatürk’ün 1937-1938 yıllarında çabuk öfkelenir ve sıkça karar değiştirir olması belki de kötüye giden sağlık durumu yüzündendi.
1923 ve 1927 yıllarında geçirdiği ve daimi hasar bırakmamış olduğu anlaşılan iki kalp krizi bir yana bırakılırsa, Mustafa Kemal, 1937 yılı başlarına kadar genel olarak sağlıklıydı. Yıllar süren alkol alışkanlığı yüzünden ilerlemiş durumdaki sirozun arazları bu tarihten itibaren kendisini göstermeye başladı. Hastalık ancak 1938 yılı başında resmen teşhis edildi ve durumu Mart ayından itibaren hızla ağırlaşmaya başladı.
Hastalığı halktan gizlenmişti (Ekim’de hastalıktan söz eden bir gazete derhal üç ay kapatılmıştı), ancak üst düzey siyasetçiler yaklaşan sonu bilmekteydi ve böylece bir iktidar kavgası başladı.
Son yılın olaylarına rağmen İsmet İnönü açıkça önde gelen adaydı, ama hükümetteyken birçok düşman edinmişti. En azılı düşmanları da Atatürk’ün “sofra kabinesi”nin üyeleriydi. Bu kişiler onu (Washington’a büyükelçi atamak suretiyle) bertaraf etmeye ve Atatürk’ün ardılını seçecek olan, İsmet Bey’in yandaşlarıyla dolu meclis için yeni seçimlere gidilmesini tezgâhlamaya girişmişlerdi.
Cumhurbaşkanının, İsmet Bey’in ardıl olmasına karşı çıktığı yolunda sözlü bir “siyasal vasiyet” inden bile söz ediliyordu.” (6)
Ancak bütün bu girişimlerden bir sonuç çıkmadı. Mustafa Kemal (Paşa) Atatürk, 10 Kasım 1938’de İstanbul’da, son birkaç aydır hasta yattığı Dolmabahçe Sarayı’nda öldü. 11 Kasım’da Millet Meclisi İsmet İnönü’yü Cumhuriyet’in ikinci Cumhurbaşkanı seçti.
Bu atanmayı dört etkene borçluydu:
-Başvekil Bayar’ın, İnönü’nün hasımlarıyla işbirliğini reddetmesi (Bayar bu süre boyunca İnönü’yle temasını sürdürmüştü);
-İnönü’nün hasımlarının kabul gören bir aday bulmayı becerememesi; hem milletvekillerinin hem de parti bürokratlarının yıllar önce bizzat İnönü tarafından seçilmiş olmaları;
-Askerî liderlerin İnönü’yü destekleme kararı ve
-Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ın, mecliste büyük destek göreceği bildirildiği halde, aday olmama kararı.
Atatürk’ün naaşı geniş çaplı keder ve yas gösterileri arasında Ankara’ya getirildi ve geçici olarak Etnografya Müzesi’ne konuldu; 1953’te, o zamanlar başkentin dışında kalan, ama şimdi tam merkezde olan bir tepeye kendisi için inşa edilmiş görkemli bir Anıtkabir’e defnedildi.
Devam edecek…
Resim;resulsarica.blogcu.com
Kaynakça; Erik Jan Zurcher, “Modernleşen Türkiye Tarihi”
(1) a.g.e. Dip not 10; Cemil Koçak (1986) Türkiye’de Millî Şef Dönemi, Ankara: Yurt, 17-19
(2) a.g.e. Sahife.272
(3) “Defterler 1919-1973″, Aksiyon; Sayı 929 | 24 – 30 Eylül 2012, Ahmet Dinç
(4) “Defterler 1919-1973: 1-2 Cilt / Takım, Yazar İsmet İnönü, Yayınevi: Yapı Kredi (1/2002) (Aksiyon; 9 Mart 2002 / AHMET DİNÇ)
(5) Hep inanmamızı istediler, Gürkan Hacır
(6) Erik Jan Zurcher, Dip not,11; Andrew Mango (1999) Atatürk, Londra: John Murray, 524; yazar Hasan Rıza Soyak’ın anılarını temel almıştır.
İsmet İnönü (ilk kez) anlatıyor; Atatürkle ihtilafımızın nedenleri (5)
1890 yılında İsviçreli Bomonti kardeşler tarafından Osmanlı İmparatorluğu'nda kurulan ilk modern bira üretim tesisidir. 1938 yılında Tekel'e devredilmiştir.
“Son seneleri Atatürk’ün çok zor olmuştu. Gece alkol tesiri ile alınan teşebbüsleri ertesi gün daima iptal etmek bir eski âdetimiz idi. Son seneler bu âdet kalkmağa başladı. Hele nihayete doğru (1936 – 37 vuzuh ile hatırladığım seneler) gece arzu veya teşebbüs ettiği bir işi ertesi gün tamamen sakin ve tamam iken de iltizam (ile) takip etmeğe başladı…”
…
Günlüklerden 1;
“18 Eylül Cumartesi (1937)
-(Başbakanlıktan) Çekilme kararı
(14 Eylül’de 9 devletin (İngiltere, Fransa, Yunanistan, Türkiye, Romanya, Yugoslavya, Mısır, Sovyetler Birliği ve Bulgaristan) katılımıyla imzalanan ve Akdeniz’de korsanlık faaliyetlerine karşı alınacak ortak önlemleri belirleyen Nyon Anlaşması 18 Eylül’de TBMM’de oybirliğiyle onaylandı.
Konferansta Türkiye’yi Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Aras temsil etmiştir Konferans sırasında İstanbul’da bulunan Cumhurbaşkanı Atatürk’le,Ankara’da bulunan Başbakan İnönü’nün Hariciye Vekili’ne birbirinden farklı talimatlar vermesi, Atatürk ile İnönü arasında dış politika konusunda bir anlaşmazlığa yol açmıştır İnönü bu olayı şöyle anlatmaktadır:
-“Tevfik Rüştü Nyon ‘da idi Ben Ankara’da idim. Atatürk Florya’da idi Tevfik Rüştü konferansta bazı teklifler, teşebbüsler yapıyordu. Bunlar bizim verdiğimiz talimata uygun değildi soruyordum. Nereden çıktı bu’. Atatürk haber veriyormuş ona’ dediler Ama Tevfik Rüştü Bey dikkatli idi bu işlerde..
Benim anladığım, ikimizi de, Atatürk’ü de, beni de, ayrı ayrı idare etmeye çalışıyordu. Anlaşılan Florya’dan sormuşlar O da tabiatıyla malumat vermiş…
Öyle olmuş, böyle olmuş…
Aslında fazla ehemniyetli bir şey değildi bu hadise”. (1)
(18 Eylül akşamı Atatürk ve İnönü birlikte trenle İstanbul’a hareket etmiştir Yolculuk sırasında Atatürk, İnönü’den başbakanlık görevinden ayrılmasını istemiştir Atatürk’ün ortaya attığı formüle göre İnönü bir süre izinli sayılacak. Bu süre içinde başbakanlığa İktisat Vekili Celal Bayar vekâlet edecekti İnönü bunu kabul etmiş ve not defterine “Karar; çekilme kararı “ şeklinde bir not düşmüştür)
…
Günlüklerden 2;
Günlük tarihi 1937; (22 Haziran Salı)
-Tren. Dr. Saydam.
-Bu sene muhacir işleri için 2 milyon lira açığı var.
Günlük tarihi 1937; (Tarih yok)
-Bugün Heyet-i Vekile. Yeni proje ve ertesi gün Mecliste yapılacak işlerin görüşülmesi. Şükrü Kaya’nın sonradan gelmesi.
-Mesele var diye bira fabrikası meselesini anlatması.
-“(Tarih 17 Eylül olmalıdır “Bira fabrikası meselesi” Atatürk’le İnönü arasında tartışma yaratmış bir konudur Cemil Koçak hu tartışma konusunu şöyle özetlemektedir:
-“Atatürk, Atatürk Orman Çiftliği karşılıksız olarak Hazine’ye devredilirken, çiftlikte bulunan bira fabrikasının yine kendi mülkiyetinde kalmasına karar vermiştir.
Ancak bira fabrikasının İstanbul’da bir rakibi vardır: Bomonti Bira Fabrikası…
İstanbul’daki Bomonti Bira Fabrikası ise davalıdır. İmtiyaz süresi sona erdiğinden devletçe devralınacaktır.
Buna karşılık, Bomonti Bira Fabrikası, bu muamelenin iptali için yargı yoluna başvurmuş ve davanın Danıştay’da görüşülmesini talep etmiştir.
Ancak Atatürk, bu konuda ısrarlıdır ve gereken muamelenin biran önce tamamlanmasını ve bira fabrikasının devlete devrini talep etmektedir.
Atatürk, özel mülkiyetinde bulunan Atatürk Orman Çiftliği’ndeki bira fabrikasının, rakibi niteliğindeki Bomonti Bira Fabrikası’nın devlete devrinden sonra, bir sözleşme yapılarak, bira üretiminde ve satışında tekel haline getirilmesini istiyor… bu projeye şiddetle ve sert biçimde karşı çıkıyordu.” (2)
…
Günlüklerden 3;
“Şubat 939…
-Atatürk ile münasebetlerimizi belki birçok defa yazacağım. Yeni hayatıma başlarken son senelerime ait birkaç satır ile başlamak zaruri oldu.
Son seneleri Atatürk’ün çok zor olmuştu. Gece alkol tesiri ile alınan teşebbüsleri ertesi gün daima iptal etmek bir eski âdetimiz idi. Son seneler bu âdet kalkmağa başladı. Hele nihayete doğru (1936 – 37 vuzuh ile hatırladığım seneler) gece arzu veya teşebbüs ettiği bir işi ertesi gün tamamen sakin ve tamam iken de iltizam (ile) takip etmeğe başladı.
Sıhhatında ve alkolün tesiratında bu tebeddülü fark ettiğim andan itibaren korkum çok arttı.
Son seneler hükümet azasının ayrı ayrı kendisine çok bağlı olmasını düşünüyordu. Bunun için iptidai usuller kullanmak istedi.
Hülasa, Eylül 1937 kavgası oldu. Bu kavgada haksızlık, esasında Atatürk’ündü.
Tatbikatta idaresizlik ve haksızlık ikimiz arasında bana düştü.
Haksızlık ona aitti şunun için:
-Aramızda geçen bir devlet işini sonra görüşürüz dedikten sonra, akşam masada halletmek yani gündüzden tasarladığı mülahazaları ve sebepleri imposition şeklinde karar olarak tebliğ etmek ve bu vesile ile sevmediği birkaç vekili tahkir etmek istedi.
Evvela sakin idim, sükûnetle geçiştirmek istedim. Halindeki tecavüz manasının arttığını gördükçe sabrım tükendi. Sonra şiddetle mukabele ettim. Mukabelemin şiddeti onu sükûnete getirdi. Tasmim ettiği hadiselerde haklı olmak için sebep toplamak kararına derhal başladı.
Sükûnet …tariz,,, hafif tahrik.
Sonra Hatay ve Nyon meselesini de söyledi, Ayrılmak kararı kısa oldu. Dil kongresi için İstanbul’a giderken trende beraber bir kahve içtik, “Ne olacak” dedi.
Ben evvela çok müteessirdim. Ağlayacak vaziyette idim. Gönlünü almayı istiyordum.
-“Çok mustaribim” dedim. “Bilmiyorum nasıl oldu.
-“Alem önünde olmasaydı” dedi,
-“Ne düşünürsün?” dedi.
Birden uyandım Her zamanki gibi geçmiş veya geçecek bir hadise addediyordum.
Bu sual üzerine ayıldım. Teessürümü yendim.
-“Bir şey düşünmedim. Ne emrederseniz öyle yaparız” dedim.
-“Bir fasıla verelim.”
Ben – Hay hay size müteşekkir olurum.
O – Şekli.
Ben – Hastalık.
O – Evvela izinle yapalım.
Ben – Çok iyi. Kongreden evvel mi, sonra mı?
O – Nasıl istersen, sofraya gidelim.
Ben – Çok yorgunum gedip yatayım.
O – Gizli tutalım. Kimi düşünürsün.
Ben – Mazur gör kimseyi söyleyemem.
O – Celal Bayar.
Ben – Hakikaten bana iyi tesir etti.
İstanbul’a beraber gittik. Tren de kalabalık vekiller filan var. Neşeli görünerek çıktık, iki gün sonra izin kâğıdımı yazdım. Kendisi ile görüştüm, Ankara’ya geldim.
İşittiklerime göre bana gizli tutalım derken, kendisi gece gündüz benden şikâyet etti.
Devletin maliyesini banka gibi bir hale getirmek huyumdan bahsetti
Çünkü kendisini dolduran sebeplerden biri maliye ve inhisar vekillerine olan antipatisi idi.
Ben Ankara’da yalnız bir ay kadar kaldım. Sakin durdum. Sofra konuşmaları gazetelere (Ahmet Emin iktisadi kalkınma vesairesi…) neşriyatı devam etti.
Atatürk beni İzmir manevrasına davet itti. Ben daha izinli başvekilim, ilk pek hiddetli, pek kıyasıya şeyler düşünüldüğü günler yumuşar gibi oldu.
Bütün dikkatim yeni tertibin muvaffakiyetsiz ve antipatik olması ihtimaline mahal vermemek için dostlarıma hep sükûn ve yardım tavsiye ettim.
İlk anda Atatürk’e benim çekilmem halkça iyi telakki olunduğu raporunu vermişler.
Atatürk hakikatin tam zıddı olduğunu hadisat ile öğrendikçe çok şaşkın oldu.
Meclis açıldı, yeni hükümeti âlem, bir ay alıştıktan sonra çok soğuk karşıladı.
(Hükümet krizini Celal Bey’in muvaffakiyetiyle geçirdiğini ima ettim. Crise söz ne kızdı. Devlet benim elimdedir. Kriz yokturdan başla).
Stadyumda, konserde, sokakta bana tezahürat devam etti. Bir yere çıkamaz oldum. Stadyum tezahürü hakiki bir hadise oldu. Hayatım fazla gelmeye başladı.
Meclis grubunda Salih Bozok sual sordu. Ansız ve nazik bir mevzu olmasına rağmen sükûnetli konuştum.
Bilhassa Atatürk’e muhabbet ve minnetimi tebarüz ettirdim. Bana yaptığı para yardımını söyledim. Çünkü bana en çok ıstırap veren şey para yardımı idi.
Bunu senelerce istemedim. Bu en nihayet bir emniyet meselesi de oldu. Bunu alenen söylemek için bir vesile benim için pek kıymetli idi, söyledim ve kurtuldum. O akşam Atatürk’te idim. Çok mahcup ve sakin görünüyordu, Celal Bayar ve etraf da çok memnun idiler. Fakat Atatürk’ün ıstırap içinde olduğunu fark ediyordum.
Sofrada bir hiçi vesile ederek bana karşı ansızın azami derecede arrogans gösterdi. Sükûnet gösterdim. Artık hiç münakaşaya girmeyecektim.
Bir müddet sonra yeni bir nizam teessüs etti. Tamamen şahsi bir gidiş. Benim vesvese vermekten sakınmamı anladı. Adamlarının ağızlarını açıktan tutmağa karar verdi. Benden hiçbir surette bahsetmemek müraccah olacağını kabul etti. Bana da azami derecede emniyet vermek istedi.
Vedid’i her akşam yanına çağırmağa başladı. Öyle ki bazıları onu benim yanımda kendi adamı görmeye başladılar.
Hükümet için 1937 teşrin nutukları ve sonraları baştan başa sansasyon ve demagoji oldu.
Döndük Tekrar pekiyi görünüyordu. Hastalık için Fisenje geldi, ilk endişeler belirdi. Bir buçuk ay istirahattan sonra Adana’ya gitti.
Hastalık ehemmiyet peyda ettikten sonra … yahut bu dışarıda anlaşıldıktan sonra Atatürk’ün hali tekrar değişti. Benimle temas kendini ve hükümeti zayıflatıyor zehabına düştü, teması istemez oldu. Adana’dan geldi. O gün istasyonda iyi görüştük.
Ertesi gün İstanbul’a gitti. O gün giderken selam vermedi. Hastalığı artık meydanda idi.
İstanbul’da uzun müddet yatta kaldı. Bu esnada (Haziran 1938) ben hastalandım. Ölüm tehlikesi geçirdim.
Atatürk alakadar oluyordu. Etrafı daha çok alakadar oluyor, iyileşecek miyim, ölecek miyim bunu öğrenmeyi pek istiyorlardı.
Atatürk’e Fisenje’yi hükümet tekrar getirmek istiyordu. Kendisi istemiyor Benim için getirmiş oldular.
Atatürk’ün hastalığı Ağustostan itibaren ağır istikamet aldı. Bundan sonra Atatürk’ün bana karşı muamelesinde şu noktalar karakteristiktir:
İstanbul’a geldiğimi istemiyordu, temasa gelmekten katiyen çekiniyordu.
Çok iyi muamele ediyordu, hatırımı almağa çalışıyordu.
Arada bir derin birdir mahcubiyet ve muhabbet nöbetine uğruyordu.
Fakat benden çekiniyordu.
Celal Bayar ile her zaman selam yolladı. Selamlarına mektuplarla cevap veriyordum.
Dr. Aras (Tevfik Rüştü) ile selam yolladı, mektupla cevap verdim.
Lozan gününde kimseye bir kelime yazdırmadılar. Kendisi telefonla çok muhabbetli şeyler söyletti. Sonra haber aldığıma göre bunları yazı ile göndermesek düşüncesinde idi. Hasan Rıza (Soyak) bu şekil ile iktiza etti.
Salih Bozok mektuplar yazmağa başladı. Behiç Bey ile selam yolladı.
İki üç ay türlü şayialar çıktı. Haberler hep halef üzerine dolaşıyordu. Mareşal (Fevzi Çakmak) Fethi Okyar – Celal Bayar. Bir aralık ve sonraları Dr. arsa ve bihassa Şükrü Kaya.
Sabiha Gökçen her hafta cumartesi gider ve pazartesi gelirdi. Gelir gelme bana Atatürk’ten haberler muhabbetler getirirdi.
Vasiyet fikri ve ihtimali üzerine memleket aylarca çalkalandı. Memleket bütün bu şayiaları, daha doğrusu telkin ve teşebbüsleri tasfiye etti. Hadisat şöyle hülasa olunabilir:
F Okyar, fitneye iltifat etmedi. Mareşal, ortalığı bir müddet yokladıktan sonra müstağni vaziyet aldı. Çekilmemin bidayetinde başında korkmuş, bana hiç sokulmamıştı. Sonra eskisinden daha çok sokuldu.
Şükrü Kaya, H R. Soyak başlıca (okunamadı) olarak Dr. Aras ile beraber bir vasiyet koparmak veya uydurmak için çok çırpındılar. Son ana kadar bu ümidi muhafaza ettiler.
Atatürk’ten koparamadılar. Şifahen uydurmaya H. Rıza teşebbüs etti. Celal Bayar kabul etmedi. …..umumiyenin tazyiki son derece artmış idi. Benim hayatım üzerinde iki taraflı alaka azami dereceyi buldu.
Şükrü Kaya, Ankara’nın büyük idare ve inzibat amirlerine bir vasiyet çıkarsa canla başla tatbik edileceğini söyledi. Ertesi gün zabıtnameden bu ifadesini çıkardı.
Hastalığın son ağır zamanında Celal Bayar beni haberdar etmeğe, ettirmeğe başladı. Şükrü Kaya, Meclis’i yeniden intihap ettirmek için ciddi teşebbüs aldı. Başvekil de buna taraftar idi. Atatürk, Meclisin açılmasına Ankara’ya gelemedi.
Bu teşebbüs dile düştü ve reddolunması muhakkak bir mahiyet arz etti.
Hastalık sırasında en çok telaş edenlerden biri de Fuat Bulca idi. Fethi Bey ile çok uğraştı, saptıramadı. Her vesile ile bana hulus göstermekten geri kalmıyordu.
Dr. Aras, bence mülhem olarak, beni memleket dışına bir sefarete filan çıkarmağa teşebbüs etti. Bana itiraf etti. Kati olarak önledim, reddettim.
Ondan sonra Atatürk hasta oldukça bana son derece temallüktü, iyileştikçe uzakta bir karakter ile tebarüz etti.
Teşrinisani günleri beni İstanbul’a götürmek için Şükrü Kaya ve onun tertibinde ansızın bir fazla gayret belirdi. Ben de candan istiyordum. Fakat Şükrü Kaya tertibindeki bu gayret yakın arkadaşlarının dikkatini celbetti. Katiyen bırakmadılar. Onlar haklı ve isabetli çıktılar. Şükrü Kaya İstanbul’a son anda beni götüremediği için pek hiddetli idi,
Benim İstanbul’a gitmediğimin tek sebebi, Atatürk yalnız bununla müteselli oluyordu. Benim burada kalmam onu bahtiyar ve minnettar ediyordu. Benim burada kalmamı sıhhatim için kendi arzu ettiğini her vesile ile söylüyordu…” (3)
Devam edecek…
Tüm yönleri ve belki de ilk kez tüm bilinmeyenleri ile, “Topal Osman Olayı…”
Resim;skyscrapercity.com
Ana kaynakça; İsmet İnönü, “DEFTERLER 1919-1973″, Yapı Kredi Bankası Yayımları. 2 Cilt halinde yayınlananlar, İsmet İnönü’nün günlükleridir.
(1) Abdi İpekçi, İnönü Atatürk’ü Anlatıyor. Aktaran Cemil Koçak, age, s 54). Olayın İnönü tarafından ayrıntılı olarak anlatılması için bakınız: İsmet İnönü, Hatıralar, İkinci Kitap, İstanbul, Bilgi Yayınevi, 1987, s 285-286
(2) Cemil Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi (1938 – 1945), Cilt 1, İstanbul, İletişim Yayınlan, 1986, s. 58-59). Olayın İnönü tarafında ayrıntılı olarak anlatılması için bakınız: İsmet İnönü, Hatıralar, İkinci Kitap, İstanbul, Bilgi Yayınevi, 1987, s 287-289.)
(3) İsmet İnönü, DEFTERLER 1919-1973 Yapı Kredi Bankası Yayımları
Başsız vücudu Meclis’in önünde ayağından asılan Topal Osman’ın gerçek hikâyesi (6)
Siyasette yükselmek merdiven misalidir. Basamaklara basarak yükselebilirsiniz. Bu basamaklar bazen bir Sultan, bazen bir Çeteci olabilmektedir.
“Osman Ağa üstüne gelindiğini sezince, Çankaya Köşkü’ne hücum etti. Köşkte kimseyi bulamayınca kapıyı kırıp içeri girdi, ne bulduysa parçalayıp ortalığı karmakarışık etti. Bu haber geldiği sırada silah sesleri de duyuldu. Bir süre sonra haber geldi. Osman Ağa altı yardımcısı ile vurulmuş ve ele geçirilmiştir (1)
…
Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı ile, I. Dönem TBMM üyesi Gazeteci-Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey 27 Mart 1923 Tarihinde öldürülür.
Bu cinayetin bir önemi, üç -görünür- nedeni vardır.
Önemi;
-Türkiye’nin ilk siyasi suikastlarından biri olması;
Üç -görünür- nedeni;
-TBMM’de, Bir milletvekili olarak Mustafa Kemal’e en sert muhalefetiortaya koyması;
- Bir gazeteci olarak muhalif görüşlerini, sahibi olduğu Tan gazetesi aracılığı ile yayması.(Tan Gazetesi, 19 Ocak 1923′te Ankara’da yayına başlamış ve sadece 68 sayı yayınlanabilmiştir.)
-Topal Osman’ın, Muhafız taburu komutanı olarak gerek Mecliste, gerekse dışarıda davranışlarının kontrol edilememesi, bu pervasız, kontrolsüz tavırları nedeniyle Topal Osman’dan kurtulunmak istenmesi, “Bir taşla iki kuş” vurulması düşüncesi.
…
Bir ara vererek Kazım Karabekir Paşa’nın günlüklerine bakalım konu ile ilgili bir bilgi var mıdır?
-“14 ocak 1923 Akşam harekât. 7.30 sonra
(Gazi paşa, Fevzi paşa, ben trenle Ankara’dan hareket)
Muhaliflerden Ali Şükrü Ankara’ya makine getirmiş. Tan gazetesi çıkaracakmış. Gazi yanımda Cevat Abbas’a dedi;
-“Muhalifler matbaa yapıyor siz hala uyuyorsunuz. Yakmalı, yıkmalı!”
Dedim; Paşam bu tarzda mukabele doğru mudur?” (2)
…
Gazeteci-Milletvekili Ali Şükrü Bey kimdir?
1884 Trabzon doğumlu Ali Şükrü, Bahriye Mektebi’nde öğrenimini 1904 yılından tamamlayarak orduya bahriye (erkanıharp) subayı olarak katılmıştır. Donanma-yı Osmanî Muavenet-i Milliye Cemiyeti’nin kurucularındandır ve ikinci başkanıdır. Cemiyetin Osmanlı donanması için almak istediği nakliye gemilerini teslim almak üzere Liverpool’e gönderildiğinde çok iyi düzeyde İngilizce öğrenmiş, Liverpool Times gazetesinde çeşitli makaleleri yayımlanmıştır.
Ali Şükrü Bey, Yüzbaşı rütbesinde iken askerlikten istifa ederek siyasete atılır vesiyasi görüşleri İttihat ve Terakki aleyhtarıdır.
1920′de Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na Trabzon mebusu olarak seçilmiştir. İstanbul’un işgalinden sonra Ankara’ya gider ve ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Trabzon milletvekili olarak katılır.
Ali Şükrü Bey TBMM’ye girişinden hemen sonra, halkın milli mücadeleye inandırılması ve düşman propagandalarının etkisiz hale getirilmesi amacıyla meclis tarafından oluşturulan İrşad Encümeni’nde görev alarak Anadolu’da dolaşmıştır.
Muhafazakâr bir yapıda olan Ali Şükrü Bey mecliste, Mustafa Kemal’in önderliğindeki Birinci Grup‘a muhalif milletvekillerinin toplandığı İkinci Grup‘un liderlerinden biri oldu.
İkinci grubun görüşlerini açıklamak ve yaymak üzere Mustafa Kemal’in Hâkimiyeti Milliye gazetesine karşı Tan gazetesini yayınlamaya başladı.
68 sayı çıkabilen gazetenin hemen hemen tüm başyazılarını Ali Şükrü Bey yazdı. Lozan görüşmelerinden sonra yapılan meclis oturumlarında; İsmet Paşa’nın hariciyeci olmadığı için Lozan’da acemice işler yaptığını ve TBMM’nin kendisine verdiği yetki sınırlarının dışına çıkarak müzakereleri sürdüğünü savundu. Lozan’da devam eden müzakerelerin durumu hakkında TBMM’ye açıklanan resmi bilgiler ile dış kaynaklı haberler arasında çelişkileri dile getirdi. (3)
1923’te, başta Halifeliğin kaldırılması olmak üzere pek çok konuda ‘Halk Fırkası’ grubuna şiddetle muhalefet etti.
27 Mart 1923 günü Mustafa Kemal’in özel muhafız alayı komutanı olan Topal Osman tarafından öldürüldü…”
…
“Osman, yaktın beni!”
Mahir İz, “Bu çete” diye nitelediği Topal Osman ve milislerinin şehirde nizam ve intizamı, hattâ askeri kışlada disiplini bozacak tavırlar takınmaya başladıklarını anlattıktan sonra; “Elbette bu gayri tabii hal devam edemezdi. Galiba ‘bir taşla iki kuş vurulsun’ diye Ali Şükrü Bey’in izale-i vücudu Topal Osman’a havale edildi.” Diyor.
…Olayın meydana geldiği akşam da Ali Şükrü’yü Osman Ağa bu kahveden Mustafa Kaptan’a evde nargile içmek için çağırtır. Olayın oluş biçimini ise şöyle anlatıyor:
“Oturmuşlar, sohbete başlamadan önce iki nargile gelmiş. Bir taraftan da sohbet başlamış. Tam bu sırada kahveler gelmiş. Ali Şükrü Bey kahve fincanını eline alır almaz, kara donlu çete tarafından dördü. Yağlı ipi Ali Şükrü Bey’in eğilmeyen başına geçirmişler. Ali Şükrü o esnada,
-Osman, yaktın beni!
Demiş ve eliyle oturduğu iskemlenin hasırlarına can havli ile o kadar kuvvetle sarılmış ki naaşının avucunda o hasır parçaları görülmüş. (4)
…
Topal Osman Ağa’da öldürülüyor…
“…Pazar günü akşamüstü köşkün beş altı yüz metre berisinde sineklerin konup kalktığı bir çukurun içinde Ali Şükrü’nün ölüsü bulunmuştu. Çıkarılan ölünün elbisesi üzerine bir torba da geçirilmişti. Vücudun türlü yerleri parça parça edilmiş çift iple boğulduğu anlaşılmıştı.
Sol eli kırılmış, dili dışarı fırlamış. Sımsık yumuk sol avucunda sandalyenin hasırları kalmıştı.Sol kulağının yanında bir de bıçak yarası vardı. Ölünün bulunduğu yer Topal Osman’ın kaldığı yere beş yüz metre uzakta idi.
Sıra Topal Osman’ın yakalanmasına gelmişti. O akşam Topal Osman’a karşı harekete geçilmedi. Gece alman tedbirlerle Mustafa Kemal Paşa ile eşi Latife Hanım, kimse duymadan Çankaya Köşkü’nden istasyondaki binaya aktarıldı.
Bundan sonra güvenlik kuvvetleri harekete geçerek Topal Osman’a teslim olmasını bildirdiler. Karşı koyunca yirmi dakika kadar çatışmadan sonra yanındakilerden bazıları öldürüldü. Topal Osman yaralı olarak ele geçti ise de kısa bir süre sonra o da öldü…” (5)
…
Topal Osman Kimdir?
“Mustafa Kemal, Bandırma vapuru ile Samsun’a geldikten sonra 29 Mayıs 1919’da (Topal) Osman Ağa ile Havza’da gizlice buluşmuş ve öyle tanışmıştı. Bu tarihten yaklaşık 1.5 yıl sonra da Mustafa Kemal, Topal Osman Ağa’dan Giresun Laz uşaklarından oluşan kendisinin korumasında görev alacak bir muhafız birliği oluşturmasını istemiş ve Ankara’ya getirilmesini rica etmişti.
Osman Ağa ve Mustafa Kemal’in muhafız birliğini oluşturacak ‘’Kara Zıpkalılar” Ankara’ya 10 Kasım 1920’de gelirler.
“Şimdi Topal Osman Ağa ile birlikte Mustafa Kemal’in Havza’da başlayan Milli Mücadele yolculuğundan önce Topal Osman’ın hayat hikayesine kısaca bakalım. Doğan Avcıoğlu’nun; “Mustafa Kemal’ın ısrarla hizmetinde tuttuğu en ilginç kişi” diye nitelediği Topal Osman kimdir? “
…Osman Ağa, 1884 yılında Giresun Hacı Hüseyin Mahallesi’nde doğmuştur. Babası Hacı Mehmet Efendi ve dedesi İsmail Kaptan, Giresun’un önde gelen Türk eşrafları arasında idiler. Kendileri deniz ticareti ile uğraşırlardı. Rus limanları ile Karadeniz limanları arasında taşımacılık yaparlardı. Ekonomik durumları oldukça iyiydi.
Osman da küçük yaştan beri ailenin işlerine yardımcı olurdu. Çok defa Batum’a, Trabzon’a, Samsun’a, Ordu’ya gidip gelmişliği vardı. Gençliğinden beri liderlik vasfına sahip birisiydi. İsmindeki ‘Ağa’ ifadesi de bunun sonucudur.
Osman askerliği çok sevmesine rağmen, askeri okula gidememiştir. İsteğini savaşa, savaşmaya yöneltmeye çalışmış ve bunda da oldukça başarılı olmuştu.
…Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarındaki çöküş dönemi Giresun’u da etkiler; Rum, Sırp, Arnavut, Bulgar uluslarının Osmanlıya karşı bağımsızlıkistemleri Karadeniz’deki Rum ve Ermeniler üstünde de etkili olur. Pontus’taki bu antik etnik gruplar bu ortamdan hareketle kıpırdanmaya başlarlar. Bu durumdan imparatorluğun egemen unsuru olan Türkler rahatsız olurlar. Bu durum karşılıklı heyecanlı hareketlerle istenmeyen olayların çıkmasına yol açar.
Derken… 1912 yılında Balkan Savaşı patlak verir. Seferberlik ilan edilir. Osmanlı yeni asker toplar. O) sırada Osman Ağa da asker adayıdır. Ama bedelli askerlik te vardır. Osman’ın babası Hacı Mehmet Efendi oğlunu askere göndermek istemez. Askerlik şubesine gider, askerlik bedeli olan 54 sarı altın lirayı ödeyerek oğlunu cepheye gitmekten kurtarır.
Bu durumu duyan Osman çok üzülür. Babasına gidip bedeli alması için ısrar eder. Aski halde gönüllü Olarak arkadaşlarıyla birlikte askere gideceğini bildirir. Babası İkna olmayınca, isyan eder ve askere gönüllü olarak yazılır. 65 gönüllü arkadaşı ile Giresun’dan İstanbul’a hareket ederler.
Osman Ağa’nın askerlik yaşamı böylece başlamış olur. Bundan sonra Osman Ağa’yı cepheden cepheye, savaştan savaşa dur durak demeden izleyeceğiz.
Osman Ağa, Balkan Savaşı’nda Trakya-Çatalca önlerinde savaşırken sağ diz kapağından aldığı şarapnel parçasıyla yaralanır. İstanbul-Şişli Etfal Hastanesi’nde tedavi olur. Ama bacak eski halini almaz. Osman Ağa Topal kalır. İşte Topal’ lakabı bu savaştan kendisine anı olarak kalmıştır.
Giresunlu gönüllülerin yandan çoğunun şehit olduğu bu savaştan sonra Osman Ağa Giresun’a “Topal” olarak değnekleri ile döner.
…Almanya savaşta yenilince, Osmanlı İmparatorluğu da yenik sayılır. Böylece 1. Dünya Savaşı bitmiş olur. Arkasından 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalanır. Osmanlı ordusu silah bırakır. Ülke işgale başlanır. Mondros Mütarekesi şartları Karadeniz’deki azınlıkları sevindirir.
Azınlıkların İstanbul’a ihbar üstüne ihbar ederek hemen yakalanıp cezalandırılmasını istedikleri kişilerin başında “Topal Osman” geliyordu. Topal Osman, Giresun Ermeni ve Rumları dışında, şiddet yanlısı tutumu ile azınlıklar dışında Müslüman halk içinde de korku salıyordu.
Hatta Mondros Mütarekesi sonrası Giresun Belediyeye Başkanı Hacı Bey sağlık ve yaşlılık nedeniyle görevinden istifa edince Topal Osman hiç kimseye danışma gereği duymadan kendisini Belediye Başkanı ilan etmişti.
Çünkü o günlerde Pontus sahillerinin tek hakimiydi Bunda, Giresun eşrafı ve halkının Pontusculara karşı Topal Osman’ı ‘kurtarıcı’ olarak görmelerinin de büyük payı vardı.
Topal Osman’ın silahlı adamları dışında bir de Belediye Başkanlığı gibi resmi bir mevziyi elde tutması Pontuscular için istenmeyen bir gelişme idi.
Çetecilikten yarbaylığa
I.Dünya Savaşı’nda Osman Ağa’yı 94. Alay’da adamları ile birlikte “yarbay” rütbesine kadar yükseldiğini görüyoruz. Mustafa Kemal Samsun’a çıktığı sırada; çetebaşı Topal Osman, Ermeni sürgünü suçlusu olarak aranmaktadır. Bu sırada Osman Ağa’nın başka bir görevi de yöredeki asker kaçakları ile mücadeledir. Topal Osman’ın etkisi bu yıllarda oldukça artar. Giresun’dan Samsun’a kadar uzanan sahil bölgesinde tek otoritedir. Bir derebeyi olarak anılır. Bilgisi dışında bölgede adeta kuş uçurulmaz.
Osman Ağa, sert metotları ile Rum çetelerini çok güç duruma düşürür. Rum çetelerin Türk köylerine yaptığı kötülüklerin, baskıların en az üç, beş mislini onlara yapar. Çetecileri “gemi kazanlarında cayır cayır yaktırdığı” hâlâ yöredeki halk anlatıp duruyor.
Topal Osman çevresine topladığı gönüllülerle Rum çetelerini tepelemeye çalışırken, Mustafa Kemal’de 9. Ordu Müfettişi olarak Rumları ve Ermenileri Türk çetelerinden korumak için padişah tarafından “resmi” görevli olarak 16 Mayıs 1919’da Samsun’a gönderilir. Mustafa Kemal ve 21 arkadaşı 19 Mayıs 1919 günü Samsun Limanı’na ayak basarlar.
Yani Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkınca yapacağı işler arasında Topal Osman’ı ve çetesini yakalayıp etkisiz hale getirmesi de vardır.
Mustafa Kemal’in daha önce Topal Osman ile bağlantılı olduğu ve Samsun’a çıkar çıkmaz Havza’da kendisi ile görüştüğü de çeşitli kaynaklarda belirtilir.
Mustafa Kemal’in Topal Osman’la görüşme isteği kendisine ulaşınca. Topal Osman yanına yakın arkadaşları Temoğlu İsmail Ağa’yı, Dalgaroğlu Bilal’i ve Çavraklı Kara Ahmet’i alarak Havza’nın yolunu tutar.
Topal Osman’ın Mustafa Kemal’le tanışmasını sağlayan bu ilk görüşme 29 Mayıs 1919 günü Havza’da gerçekleşir.
İki lider arasında uzunca süren gizli bir görüşme yapılır. Bu görüşme ile karşılıklı güven duygulan oluşur. Mustafa Kemal’in Osman Ağa’ya şöyle dediği yazılır:
“- Çok buhranlı günler yaşıyoruz. Ümitsiz değiliz. Senin hakkında gerekli bilgileri edindikten sonra seni buraya çağırttım. Bundan sonra el ele çalışacağız. Pontuscuların Karadeniz kıyılarında neler yaptıklarını bir de erbabının ağzından dinleyelim dedik.”
Osman Ağa’da Giresun ve çevresiyle Rum ve Ermenilerin faaliyetleri hakkında ayrıntılı bir rapor sunar. Arkasında Mustafa Kemal özetle şöyle der:
“-Görüyorum ki, vatansever duygular taşımaya gençliğinde başlamışsın. Senin bugünkü yolun, o günkü açtığın çığırdan gelmektedir. Memleket kurtuluncaya kadar, içinde bir tek dış ve iç düşman kalmayıncaya kadar çarpışmak zorundayız. Sen, Karadeniz köy ve şehirlerini koruyacaksın. Çeteni derme çatma bir kuvvet olmaktan çıkaracaksın. Bir alay teşkil edeceksin. Bu alayın kumandanı olacaksın. Sana genç ve atak subaylar vereceğiz. Pontuscular hangi usulleri kullanıyorsa, siz de o usulleri çekinmeden kullanın. Vatanı kurtarmakta bu son şansımızdır. Bu mücadeleyi kaybedecek olursak, tarihten siliniriz.” (5)
…
İstanbul Hükümeti’nin idam suçlusu olarak aradığı Topal Osman’ın Belediye Başkanlığı ile ilgili olarak Mustafa Kemal ile aralarında şu konuşma da geçer:
“- Pontus belasının temizlenmesini tamamıyla senin tecrübeli ellerine bırakıyorum. Osman Bey seninle durmadan muhabere edeceğiz. Belediye Reisliği’ni bırakıp uzaklaşmamalıydın. Şimdi yine bu mevkiiyi elde edebilir misin?’
Topal Osman güler ve Mustafa Kemal’in bu istemine karşı şunu söyler:
“Ne demek Paşam? Çocuk oyuncağı bu, Siz arkamızda bulunduktan sonra evvel Allah Giresun Belediyesi’ne gidip oturmamız artık gün meselesidir.”
Bu cevaptan sonra Mustafa Kemal da;
“Mademki Türk halkı tamamıyla seni destekliyor hiç durma teşkilatını yap. Git reislik makamına otur Şehir bilfiil senin ve adamlarının işgalinde bulunsun. Sen kaçıp dağa çekileceğine Pontuscular ve Rumlar kaçsın. Onlar bir kere kanunsuz yola adın atar göründüler mi zamanla hepsini temizleriz.” Der.
Uzun süren görüşmeden sonra Topal Osman da Mustafa Kemal’in bu yaklaşımına karşın şöyle der:
“Siz hiç merak etmeyin Paşam! Bu Pontus Rumlarına öyle bir tütsü vereceğim ki hepsi mağaralarda eşek arılan gibi boğulup gidecek.” (6)
Mustafa Kemal ile Topal Osman’ın tanışması ve bundan sonraki birlikteliği Giresunlu araştırmacı Mustafa Dağ şöyle yorumluyor:
“Topal Osman Ağa artık bu dakikadan itibaren fikirleriyle, canıyla, malıyla, adamlarıyla ve her şeyiyle Mustafa Kemal’in yanındaydı. O’nun için canını her an vermeye hazırdı. Mustafa Kemal’e ve O’nun hareketine engel olmak isteyen ve O’nun muhalif gördüğü herkes Osman Ağa’nın artık en büyük düşmanıydı. Topal Osman Ağa’nın Mustafa Kemal’e bu yürekten bağlılığı ölünceye kadar devam etti. Nitekim canını da bu uğurda verdi.” (7)
…
Buraya kadar çok kısa bir özetini verdiğimiz olaylar akışa göre iki veya üç bölümde verilecektir.
Elimizde meraklılarını tatmin edecek kadar olaya birinci dereceden şahit olanların anı ve belgelerin olduğunu düşünmekteyiz.
Umarız meraklıları için de bu olayın perde arkasını aralamış oluruz.
Kaynakça; Cemal Şener, “Topal Osman Olayı”, Etik yayınları, Berdan Matbaası, 12. Baskı
(1) Cemal Şener, “Topal Osman Olayı”, Etik yayınları dip not 35; Feridun Kandemir, Rauf Orbay, s.l06.
(2) “Kazım Karabekir Paşa günlükler”, (YKB yayınları, sahife; 840)
(3) Avni Özgürel, (13 Temmuz 2003). “Ali Şükrü ve Topal Osman”. Radikal. (3 Temmuz 2010)
(4) a.g.e. (Alıntı;Feridun Kandemir, “Siyasi Cinayetler,)
(5) a.g.e.dip not 37; Feridun Kandemir, Siyasi Cinayetler, s.41.
(6)a.g.e. Dip not 23; H. İ. Dinamo, aynı eser, 2. Cilt, s. 113-133.
(7) a.g.e. Dip not 24; Mustafa Dağ, Gurbetçi Giresun Dergisi, sayı: 11, s. 14.
Atatürk, “Bunlar birbirlerine ateş etmezler, ne sen, ne ben, ne Ankara… Bir şey kalmaz.” (7)
Atatürk; "Meclis Muhafız Birliği’nde Topal Osman’la gelmiş Karadenizliler var. Bunlar birbirlerine ateş etmezler, ne sen, ne ben, ne Ankara… Bir şey kalmaz..."
Ali Şükrü, Osman Ağa ve adamları sırra kadem basmışlar. Hükümet ve Mustafa Kemal oldukça güç durumda kalmıştır. O sırada Mustafa Kemal ile Başbakan Rauf Orbay arasında şu konuşma geçer:
“Atatürk– Şimdi ne düşünüyorsun?
Orbay;– Bir şey düşündüğüm yok. Topal Osman’ı yakalamak gerek. Çankaya’nın arkasında, Ayrancı tarafında Papazın Bağı denilen yerde bulunduğu sanılıyor.
Atatürk;– Nasıl yakalatacaksın?
Orbay – Meclis Muhafız Birliği ile.
Atatürk – Meclis Muhafız Birliği’nde Topal Osman’la gelmiş Karadenizliler var. Bunlar birbirlerine ateş etmezler, ne sen, ne ben, ne Ankara… Bir şey kalmaz.
Orbay – Suçluları yakalatmak mutlak gerek… Eğer Başkomutan olarak ve herhangi bir düşünce ile sizce buna gerek görülmüyorsa, benim bunu yarın mecliste anlatmam gerekecektir.” (1)
…
Şimdi yaşananları biraz daha açmak adına bu tarihten geriye gidiyor ve o günlerdeki Türkiye Büyük Millet Meclisinde oluşan gruplara ve anlayışlarına bakıyoruz;
Mecliste Gruplar
Birinci TBMM kurulup çalışmalara başlayınca çeşitli konuların tartışılmasında meclis üyeleri arasında görüş ayrılıkları belirmeye başlar.
Bu ayrılıklar giderek türdeş grupların oluşmasına yol açar.
İşte 1. TBMM’de; 1 Grup ve 2. Grup diye adlandırılan gruplarda bu oluşumun sonucudur.
Anayasa’nın kabulü, Londra Konferansı’na davet Mustafa Kemal’in meclis başkanlığı, başkomutanlığı, Sadrazam Tevfik Paşa’ya çekilen telgraf gibi sorunlarda beliren görüş ayrılığı bir dizi grubun oluşmasına neden oldu.
Bunlardan M. Kemal’in etrafında oluşanına 1 Grup, M. Kemal’in en güçlü muhaliflerinin oluşturduğu grup ise 2. Grubu oluşturur.
İkinci Grup için Sabahattin Selek, şöyle diyor:
İkinci Grup ise büyük çoğunluğu ile saltanat ve hilafet taraftarı muhafazakâr fikrin temsilcisi idi ve ayrıca Mustafa Kemal Paşa’nın diğer muhalifleri İle takviye edilmişti.” (2)
Diğer grupların başlıcaları ise istiklal Grubu, Halk Zümresi, Tesanüt Grubu, İslahat Grubu, Müdafaa-i Hukuk Zümresi vs.
Mustafa Kemal, bu durumu Nutuk’ta şöyle anlatıyor:
-“Filhakika sayıları çok, üyeleri sınırlı olan bu hizipler birbirleri ile yarışmaya kalkmışlar ve biri diğerini dinlememek yüzünden..
Misak-ı Milli’nin tesbit ettiği esaslarda kayıtsız ve şartsız birlik ve müttefik olan fikirler ve emeller. Anayasa’nın getirdiği görüşlerde tamamen iştirak etmiş manzarasını arz etmiyordu. Mevcut hizipleri birleştirmek veyahut mevcut hiziplerden birini takviye ederek iş görmek için dolaylı olarak çok çalıştım. Fakat bu suretle hasıl olan neticelerin payidar olmadıkları görüldü. İşte bizzat müdahale zaruri olmaya başladı. Nihayet “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu” adı ile bir grup teşkiline karar verdim.” (3)
Birinci Grup, başlıca şu üyelerden oluşur:
Mustafa Kemal Paşa, Şeref Bey (Edirne), Şevket Bey (Edirne), Emin Bey (Samsun), Mahmut Esat Bey (İzmir), Mustafa Necati Bey (Samban), Kılıç Ali Bey (Antep), Vehbi Bey (Karasi), Zekai Bey (Adana), Avni Bey (Samban), Muhittin Bey (Bursa), Mazhar Bey (Bursa), Mazhar Bey (Üsküdar), Osman Nuri Bey (Bursa), Rıfat Bey (Karasi), Hamdi Bey (Trabzon).
İkinci Grup’ta çoğunluk muhafazakar unsurlardan oluşmasına rağmen çeşitli nedenlerle Mustafa Kemal’in karşısında yer alıp bu grupta kalmış olanlarda da vardır. Ama hepsinin hemen hemen ortak oldukları nokta; Anayasa’nın ülkenin gerçek ihtiyaçlarına cevap vermediği alelacele hazırlanıp kabul edilmiş olduğudur.
İkinci Grup’ta toplanan muhalif milletvekilleri şöyle tasnif edilebilir:
1-Hilafetçi-saltanatçı milletvekilleri,
2- Mustafa Kemal’in artan otoritesi ile diktatör olacağı endişesine kapılanlar.
3- İttihat ve Terakki’yi yeniden canlandırmak isteyenler,
4- Birinci Gruba çeşitli nedenlerle alınmayanlar veya kırgın olup ayrılanlar vs.
Bu gruba önderlik edenler ise; Hüseyin Avni (Erzurum). Albay Selahattin (Mersin), Ali Şükrü (Trabzon), Müfit Hoca (Kırşehir), Mehmet Şükrü (Afyon), Celalettin Arif (Erzurum) vs.
Mustafa Kemal, Nutuk’ta meclisteki, ‘Islahat’, ‘Müdafaa-i Hukuk’, istiklal Grubu’ ve ‘Halk Zümresi’ gibi grupların adını sayarak bunlar arasındaki çekişmelerden dolayı, “Mecliste hükümeti tutmak ve herhangi bir iş yürütmek imkânsız hale geldi” diyor. Hâkim olan şeyin ise, ‘düzensizlik ve anarşi’ olduğunu vurguladıktan sonra
-“Şu halde iki yoldan birinin seçimi kesin bir şekil aldı. Ya bu meclis ile katiyen iş görülemeyeceği gerçeği üstüne yeni tedbirler almak veyahut yaptığımız gibi bir çoğunluk grubu meydana getirtmek.”
Mustafa Kemal bu düşüncesini uygulamaya da koyuyor. Mecliste Topal Osman’ın adının karıştığı “”Ali Şükrü Olayı” da bu doğrultuda oluşuyor. Nitekim Mustafa Kemal, 2. TBMM’nin oluşturulması için yapılan seçimlerde 2. Gruptan kimsenin meclise alınmaması için yoğun çabalara girişmiş ve bunda oldukça da başarılı olmuştur.
Böylece İkinci Grubu meclis bünyesinden tasfiye etmiştir. Bu konudaki en büyük desteği ise, Alevi, Bektaşi kökenli milletvekilleri vermiştir. (4)
**
Gerçeğinde Ali Şükrü olayının arkasında yatan sadece muhalefet midir?
Burada önce Ali Şükrü, sonrada Necip Fazıl’a kulak verelim;
-Ali Şükrü Bey TBMM’ye girişinden hemen sonra, halkın milli mücadeleye inandırılması ve düşman propagandalarının etkisiz hale getirilmesi amacıyla meclis tarafından oluşturulan İrşad Encümeni’nde görev alarak Anadolu’da dolaşmıştır.
Muhafazakâr bir yapıda olan Ali Şükrü Bey mecliste, Mustafa Kemal’in önderliğindeki Birinci Grup‘a muhalif milletvekillerinin toplandığı İkinci Grup‘un liderlerinden biri oldu.
İkinci grubun görüşlerini açıklamak ve yaymak üzere Mustafa Kemal’in Hâkimiyeti Milliye gazetesine karşı Tan gazetesini yayınlamaya başladı.
68 sayı çıkabilen gazetenin hemen hemen tüm başyazılarını Ali Şükrü Bey yazdı. Lozan görüşmelerinden sonra yapılan meclis oturumlarında; İsmet Paşa’nın hariciyeci olmadığı için Lozan’da acemice işler yaptığını ve TBMM’nin kendisine verdiği yetki sınırlarının dışına çıkarak müzakereleri sürdüğünü savundu. Lozan’da devam eden müzakerelerin durumu hakkında TBMM’ye açıklanan resmi bilgiler ile dış kaynaklı haberler arasında çelişkileri dile getirdi. (5)
…
Bakalım Necip Fazıl bu konuda ne demektedir;
“Artık saffet devrini kapayan ve başında bulunanların hakikî kast ve niyetleriyle tezahüre başlayan Millî Mücadele çığırının, sadece iman ve mukaddesat safındaki bu kahraman çocuğunu, sırf mahrem renkleri ve gizli mânaları sezdiği ve bu yüzden muhalefete geçtiği için vahşice öldürttüler!Öldürtmediler, biri öldürttü; bu kimdir??? Şehit Ali Şükrü’yü, arkasından boynuna bir ip geçirtmek, hemen sağ kolunu kırdırtmak ve başına bir balta indirtmek suretiyle öldürten şahıs, bu işde alet olarak Giresun’lu Topal Osman’ı kullanmış; peşinden de aynı derecede korkunç bir tertiple bedbaht aletine ölümü tattırmıştır. Hile ve tertip dehasına bakın siz!” (6)
**
“Topal Osman Olayı” nı burada bırakıyor ve;
-“sırf mahrem renkleri ve gizli mânaları sezdiği ve bu yüzden muhalefete geçtiği için vahşice öldürttüler!” iddiasına açıklık getirmek üzere;
-“Atatürk neden halife olmak istedi?”
Sorusu ile -belki de ilk kez burada açıklanacak- –kaynağından verilmiş çok ilginç- bilgilerle meraklılarının;
-“Yakın tarihimizin üzerinde neden ağır bir örtü serilmiştir?”
Anlayışının yanında belki de, Sayın Süleyman Demirel’in;
-“Milletimiz bir yüzyıl daha gerçekleri öğrenmemelidir!” öğüdü de sürpriz bir şekilde cevap bulabilecektir.
Resim;habername.com’dan alınmıştır.
Kaynakça;Cemal Şener, “Topal Osman Olayı”, Etik yayınları, Berdan Matbaası, 12. Baskı
(1, Dip Not 34; Rauf Orbay, Yakın Tarihimiz, c.4, s.82.)
(2, Dip Not; 32; Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, s.592.)
(3, Dip not 33; Mustafa Kemal, Nutuk, c.2, s.595.)
(4) “Topal Osman Olayı”, Cemal Şener,
(5) Avni Özgürel, (13 Temmuz 2003). “Ali Şükrü ve Topal Osman”. Radikal. (3 Temmuz 2010)
(6) Yazının tamamı için bakınız; http://yahyaduzenli.blogspot.com/2012/04/ali-sukru-bey-trabzonda-nicin.html
Mustafa Kemal Paşa’nın askerlikten azli ve istifası İngilizlere karşı bir oyun mudur? (8)
“Paşa askerlik elbisesi ile kongreyi etkiliyorsunuz, bundan böyle sivil elbise ile gelmenizi rica ediyorum.” Giresun delegesi İbrahim Hamdi Bey’in bu uyarısına kulak vermiş olacak ki Mustafa Kemal öğleden sonraki oturuma sivil giysileriyle katılır.
“Paşa askerlik elbisesi ile kongreyi etkiliyorsunuz, bundan böyle sivil elbise ile gelmenizi rica ediyorum.” Giresun delegesi İbrahim Hamdi Bey’in bu uyarısına kulak vermiş olacak ki Mustafa Kemal öğleden sonraki oturuma sivil giysileriyle katılır.(1)
Mustafa Kemal Paşa, Askerlikten istifa etmesi (gerçekte önce azledilmesi) 8-9 Temmuz 1919, ‘Erzurum Kongresi’nin yapıldığı tarih 23 Temmuz 1919’dur.
Açık ifadesi ile Mustafa Kemal Paşa, azlinden ve istifasından sonra da asker elbisesini giymeye devam etmiştir.
Peki, bu çelişkiyi anlı-şanlı tarihçi ve yazarlar bilmezler mi?
Veya bilir de diğer konularda olduğu gibi görmemezlikten mi gelirler?
Eğer, tüm bildikleri veya samimiyetleri böyle ise,
“Yandı gülüm keten helva!”
**
Mustafa Kemal Paşa’nın askerlik görevlerinden önce azil, sonra istifa etmesinin arka planında;
-Hem İşgalci İngilizleri yatıştırmak, hem de kurulacak cumhuriyet hareketine “bir politik yön vermek, demokratik bir nitelik kazandırılma düşüncesi mi vardır?
Sorusunun cevabı birkaç farklı kaynaktan verilmektedir.
Umarız araştırmacılar için bir kapı açmış oluruz.
**
Erzurum kongresinde yaşananlar;
“Mustafa Kemal, Erzurum Kongresi’nin yapılacağın ve Giresun’u temsilen iki kişinin gönderilmesini Topal Osman’a bildirir. Giresun’daki cemiyette, ili temsil edecek okumuş iki temsilciyi Erzurum’a göndermeye karar verir.
Bunlar Giresun’un yetiştirdiği iki aydın temsilci; Dr. Ali Naci Duyduk ileMühendis İbrahim Hamdi Bey’dir.
Giresun delegeleri büyük bir törenle uğurlanırlar. 10 Temmuz 1919’da yapılması düşünülen Erzurum Kongresi çeşitli engellemeler sonucu 23 Temmuz 1919’da başlar.
Kongre Trabzon ve Giresun delegelerinin açtığı canlı tartışmalara tanık olur. Tartışılan ilk konu; Kongre divan başkanlığına kimin seçileceğidir.
Giresun ve Trabzon delegeleri divan yönetiminin delegelerce belirlenmesini istiyorlar, Mustafa Kemal’in önceden kararlaştırıldığı gibi başkanlığa getirilmesine karşı çıkıyorlardı.
İbrahim Hamdi Bey’in, Kongre’nin “askeri ve tepeden inme” bir izlenim yaratmasını engellemeye yönelik tutumunun bir başka yansıması da Mustafa Kemal’in Kongre sırasındaki giyimine ilişkin olur.
Mustafa Kemal, Kongre’nin ilk günkü oturumuna üniformalı ve padişah yaveri olduğunu gösteren nişanları ile katılır.
İbrahim Hamdi Bey, Mustafa Kemal’in
-“sivil ve milli bir toplulukta ve askerlik mesleğinden bütünü ile ayrılmış olmasına rağmen, padişah yaveri giysisi ile bulunmasının doğru olmayacağını söyler.
Bu düşüncelerini İbrahim Hamdi Bey şöyle ifade eder:
“Paşa askerlik elbisesi ile kongreyi etkiliyorsunuz, bundan böyle sivil elbise ile gelmenizi rica ediyorum.
İbrahim Hamdi Bey’in bu uyarısına kulak vermiş olacak ki Mustafa Kemal öğleden sonraki oturuma sivil giysileriyle katılır. (2)
**
Mustafa Kemal askerlikten istifa etti mi?
“…Atatürk’ün 1919 Temmuz’undan 1921 Temmuz’unda TBMM tarafından Başkumandanlık yetkisiyle donatılışına kadar sivil bir lider konumunda bulunduğu genellikle gözlerden kaçan bir ayrıntıdır.
İstanbul hükümeti Mustafa Kemal’i yalnız geri çağırmakla yetinmemiş,emirlerine karşı geldiği için askerlikten de azletmişti.
(Hatta pek bilinmez ama Vahdettin, hükümetin azil kararını ‘tecviz etmemiş’ ve bir iki aylık hava değişimi teklifini özel bir telgrafla Paşa’ya bildirmişti.)
Böylece Mustafa Kemal Paşa askerlikten istifa etmekle aslında İstanbul’un kararını örtülü olarak kabul etmiş oluyordu.
Bir başka deyişle, önce görevden alınmış, sonra istifa etmiştir.
Birincisinin tarihi 8 Temmuz 1919′dur, ikincisininki 9 Temmuz 1919. Bu bir.
İkinci çarpıcı husus,
Mustafa Kemal’in askerlikten istifa etmekle birlikte 23 Temmuz’da başlayan Erzurum Kongresi’ne kadar üniformasını ‘hemen çıkarmamış’ olmasıdır.
Daha önce Erzurum ve Trabzonlu vatanseverlerce tarihi kararlaştırılmış bulunan Erzurum Kongresi’ne misafir olmuştu.
Burada kendisinden kuşkulananlar, onu kongreye kabul etmek istememiş ve üniformasını üzerinde taşıdığı için ‘İstanbul’un adamı’ muamelesi görmüştü.
Şark fatihi olarak şöhreti ufukları tutan Kâzım Karabekir ve Cevat Dursunoğlu’nun araya girip teminat vermesiyle Paşa kongreye kabul edilebilmiştir.
Ve üç…
Kongre günü M. Kemal salona omzunda apoleti, boynunda padişah yaveri kordonu ve üniformalı olarak gelince ‘Burası sivil bir platformdur. Üniformanızı çıkarmadan içeriye giremezsiniz’ uyarısıyla karşılaşmıştı.
Bu sert uyarı üzerine Mustafa Kemal bir arkadaşından ödünç aldığı sivil elbiseyle kongreye katılabilmiş ve ilk olarak ulemadan Hacı Fevzi Efendi’nin yanına oturmuştur…
…‘Paşa, üniformanı çıkart, öyle gel!’
Silah arkadaşı Mustafa Kemal’le birlikte kongrenin yapılacağı salonun kapısına kadar gelen ve oradan ayrılarak görevinin başına dönen Kazım Karabekir Paşa,
“İstiklal Harbimizin Esasları” adlı hatıralarında aynı olayı kendi açısından şöyle nakleder:
“Samimane ikazlara rağmen Mustafa Kemal Paşa hazretleri mirliva üniforması ve yaver-i hazret-i şehriyari kordonunu çıkarmamışlardı.
Kongreye dahi bu kıyafetle girmişler. Ve kürsüye çıkarak nutuk irad etmek istemişler. Bu manzara kongre heyet-i umumiyesi üzerinde pek fena bir tesir yapmış. Ve Gümüşhane murahhası (delegesi) Zeki Bey kendilerine şu ihtarda bulunmuştur:
- Paşa. Evvela üniforma ve kordonunu sırtından çıkar, ondan sonra kürsüye gel! Ta ki milli kuvvet askerî tahakküm şekline girmesin.
Paşa bu ihtarla üniforma ve kordonunu çıkarıyor ve ondan sonra kongre saflarına kabul ve riyasete intihap olunuyor.”
Yukarıdaki sözlerin sahibi Kadirbeyoğlu Zeki Bey ise nihayet yayınlanan hatıralarında olayı kendi ağzından anlatmış, yine orada hazır bulunan Rauf Orbay ise hatıralarında onu doğrulamıştır.
Hatta Rauf Bey’in bu sırada arkadan Zeki Bey’in kolunu çimdiklediğini ve ‘Ne yapıyorsun?’ dediğini bile biliyoruz.
Ancak bu sert sözlere Mustafa Kemal’in tepkisi beklenenden yumuşak olmuş ve Zeki Bey’e herkesin önünde hak vermiştir. (3)
**
Mustafa Kemal Paşa Askerlikten istifa ettiği halde, Sultan Vahdettin’in yaverliğinden istifa etmemiştir.
Yazar İsmet Bozdağ’da, Tarihçi-Yazar Cemal Kutay’la birlikte Gazeteci Nuriye Akman’la yaptıkları söyleşide,
Mustafa Kemal Paşa’nın Erzurum Kongresine, 23 Temmuzda askerlikten istifasından sonra katıldığını ifade ederek devam eder;
-“ Atatürk o kongreye Hazreti Şehriyari kordonlarıyla gelir. İstifa etmiştir ama Hazreti Şehriyari’nin yaverliğini aklından çıkarmamıştır…” (4)
**
Politik hareketler komutan sıfatı ile yönetilmez…
“….Böyle bir politik hareketin, bir “komutan sıfatıyla” yönetilmesinin istenmeyeceğini ve imkansız olduğunu Mustafa Kemal de biliyordu.”
”Kemalizmin devrimci karakterini dışa ve içe karşı kurulan ikili cephe belirler.
Bu hareket, yalnız programı bakımından değil, ayni zamanda eylem ve örgütlenme biçimleri açısından da Jön Türkler hareketlerin çok ilerisindedir.
Mustafa Kemal’in askerlikten ayrılması bile, kurtuluş savaşının bir askeri hareket olmayıp, daha çok bir politik hareket olduğunu gösterir.
Böyle bir politik hareketin, bir “komutan sıfatıyla” yönetilmesinin istenmeyeceğini ve imkânsız olduğunu Mustafa Kemal de biliyordu…
Devrim hareketlerinin politik yön almaları, aynı zamanda demokratik bir nitelik kazanmaları demektir.
Türkiye’nin kurtarılması için gerekli olan tedbirler başarı kazanabilmeleri için kişisel olmaktan çıkmalı, milletin bütünlüğünü temsil eden bir cemiyet tarafından gerçekleştirilmeliydi. (5)
**
-“…Mersinli Cemal Paşa (*) İstanbul’da İtilaf Devletleri baskısına rağmen. Milli Mücadele hareketinin ilk safhasında Batı Anadolu’daki düzenli ordu birlikleri aracılığıyla kuva-yı milliyeyi desteklemiş; silah ve malzeme desteği sağlamıştır.
Anadolu’da başlatılan millî direniş hareketinin lideri Mustafa Kemal Paşa’ya, işgal güçlerinin tüm baskılarına rağmen itibarının iade edilmesi, kuva-yı milliyenin silah, cephane ve teçhizat bakımından desteklenmesi gibi mühim görevleri yerine getiren Ali Rıza Paşa ve kabinesi, yapılacak arşive dayalı belgesel çalışmalarla Türk Millî Mücadele Tarihi’nde haklı yerini alacaktır.
Ali Rıza Paşa hükümeti, Anadolu’daki kuva-yı milliye hareketini Damat Ferid Paşa gibi haince nitelemiyor, aksine millî hareketi meşru ve ma’kul görüyordu”. Bu yüzden kabinenin kuruluşundan hemen sonra Anadolu ile diyalog kurulması konusunda faaliyete geçildi.
Bu kabine millî hareketi meşru bir dava olarak tanımakla kalmıyor; bu hareketin liderleri ile de temasta bulunuyordu. Ali Rıza Paşa kabinesinin Dahiliye Nazırı Ebubekir Hazım (Tepeyran) Bey, sadrazamın bilgisi altında Mustafa Kemal Paşaya adamlarını yolluyor, O’na, İtilaf Devletleri’nden gizli olarak her türlü yardımı yapıyordu (6)
Öte yandan Ali Rıza Paşa, Mustafa Kemal Paşa’yı mahkûm etmesini isteyenlere karşı, “ben, bu alçaklığı yapamam!” diyordu (7)
Bir yabancı yazarın görüşüne göre, “Babıâli bu sırada iki taraflı oynuyordu. Görünürde millî hareketin karşısında, ama gizliden gizliye onun yanında idi.
Nitekim bu ince düşünce tarzı, Türk diplomasisinin esaslarından biri idi.” (8)
Yine bu dönemde Anadolu’nun silahlanması hızla sürdüğü gibi, İstanbul’daki askerî makamlar tarafından da bu açıkça destekleniyordu. Diğer taraftan bu sırada Anadolu’ya asker, silah ve para gönderiliyor; İtilaf Devletleri yüksek komiserlerinin uyarılarına, protestolarına aldırış edilmiyor, verdikleri emirler savsaklanıyordu. (9)
Sadrazam Ali Rıza Paşa bu hareketleriyle milliyetçilere yakınlık duyduğunu da göstermekte idi. Bütün bu olup bitenler karşısında aciz kalan İngiliz dışişleri bakanı Lord Curzon ise
“…İstanbul’da bizimle alay ediyorlar”
tarzında açıklamalarda bulunuyordu. İstanbul’daki İngiliz istihbaratının verdiği bilgilerden yola çıkan Amiral De Robeck, 17 Eylül 1919 tarihinde Lord Curzon’a gönderdiği raporunda,
“Mustafa Kemal hareketinin bağımsız bir cumhuriyete doğru gittiği, Harbiye Nezaretince desteklendiği ve veliaht Abdülmecit’in de bu işin içinde bulunduğunu” belirtiyordu. (10)
İngilizler bu şüphelerinde haklı idiler. Ali Rıza Paşa ve kabine üyeleri Anadolu’yu açıkça ve samimice desteklemekte idiler (11)
Devam edecek
-Mustafa Kemal Paşa’nın unvanı ne zaman ve kimler tarafından iade edilmiştir?
Resim;internet ortamından alınmıştır.
(*) Mersinli Cemal Paşa (1875 Mersin – 7 Ekim 1941) kimdir? “Ekim 1919′da Ali Rıza Paşa kabinesinde Harbiye Nazırı oldu. 20 Ekim 1919 tarihli Amasya Protokolü imzalandıktan sonra 16 Kasım’da Kuvayi Milliye’ye her türlü yardımın yapılacağını bildirdi. 20 Ocak 1920′de İtilaf Devletlerinin İsmail Cevat Paşa (Çobanlı) ile kendisinin görevden alınmasını istediği için istifa etti. 15 Mart’ta İngilizler tarafından tutuklanarak 18 Mart’ta Malta Adası’na sürgün edildi.” (Vikipedi)
(1) Cemal Şener, Topal Osman Olayı, sahife, 69
(2) a.g.e. Sahife, 69
(5)“Atatürk Devrimi Sosyolojisi”, Kurt Steinhaus, Sosyo-Ekonomik Yönden Az Gelişmiş Ülkelerde Burjuva Toplumunun Gelişmesi Sorunu Üzerine Bir Araştırma”,
(6) Ebubekir Hazım Tepeyran, Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anıları, İstanbul 1982, s. 31-32.(http://atam.gov.tr
(9) Bilal Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, c.l, Ankara 1975, vesika nr: 38 ; ayrıca bk. D.V.Mikusch.Gazi Mustafa Kemal,(Çev. Nermin Erendil), İstanbul 1981, s. 237 .(http://atam.gov.tr
(10) Kâmil Erdeha, Milli Mücadelede Vilayetler ve Valiler, İstanbul 1975, s. 256.Bilal Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, c.I, vesika nr: 39.(http://atam.gov.tr)
(11) Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, c.I, İstanbul 1987, s. 308-309. (http://atam.gov.tr)