Kemal Özer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kemal Özer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Temmuz 2013 Pazar

Batıya verilmiş böyle bir cevap görmediniz-Kemal Özer

Masonlar, Osmanlıyı parçalamak için gizli toplantılarında kan içtiklerinde Mısır hâlâ Osmanlı toprağıydı. 

Osmanlı’nın Mısır konusunda -belki de- en önemli hatası Kavalalı Mehmet Ali Paşa gibi birini tayın etmesiydi. Ahmet Cevdet Paşa’nın naklettiğine göre, Sultan Abdülaziz,  Kavalalı’yı “Senin yeminlerine de inanılmaz. Mukaddemâ suhteleri ayaklandıranda sen değil misin? Hain herif, sen dîn-ü devletine ve padişahına hainsin...” şeklinde azarlar.

Kavalalı da, bizdekiler gibi ulusçu olup, kendine has devlet yapma peşinde koşan biri. O da, ulus kavramını Almanlardan öğrenmiş.
Kavalalı, Mısır Valiliği sırasında birçok öğrenciyi Avrupa’ya göndererek, kendisine destekçiler yetiştirir. Mısır’da ilk ulusçuluk tohumları, Bonaparte’ın Mısır seferinde ekilir. Kavalalı ise Mısır’a bu sorunla mücadele için gönderilse de, o görevini yapmak şöyle dursun şeytanî emellerini sahnelemek için çalışır.

İblis ve yardımcısı-Kemal Özer

19’uncu ve 20’nci yüzyıl, Müslüman dünya için kayıp tarih. 21’nci yüzyıl ise kazançlar asrı olacağa benziyor. İşte bunun ihtimali dahi şeytan ve yardımcısının çıldırtmaya yetiyor. 

Alman kökenli küresel tefeciler için, 18’nci yüzyılın ortalarından bu yana ‘kazanmak’ tabiî bir sonuç. Bunu sekteye uğratabilecek her ihtimal ve her girişim yok edilmeli. Çünkü her şey bu amaç uğruna cereyan ettiriliyor. Engellemek şöyle dursun, bunun uzak ihtimali bile büyük tehdit olarak görülüyor

27 Mayıs 2013 Pazartesi

Kurtar beni ey ölüm! Kemal Özer

Ölüm, tüketim çağının insanları için anlamsız bir çaresizlik hali olmalı. 
Erdem Beyazıt, her ne kadar
Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm
Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm’ dizelerini tüketim çağının başında yazsa da, bu ve benzeri dizelerin o çağın insanı için anlamı, dramatik bir müzik eşliğinde dinlenip ancak anlamlandırılamayan bir seramoniden ibaret.
 
Çağımız mürebbilerinin haz ve şehvet eksenli olarak yetiştirdikleri insan, ölümü, ölümün kıyısına yani ölümle burun buruna geldiğinde anar haldedir.‘Anı yaşa’ telkini ve dikte edilen hayat tarzı, insanın ölümü tahayyül etmesine engel. İnsan ölümü ve ötesini anlamlandıramadığı için hayvanileşmekte, hayvanileştikçe hayvandan aşağıya ve daha aşağıya ilerlemekte. Kısaca çağın hâkimleri, çepeçevre kuşattıkları insanı, bitmek tükenmek bilmeyen ihtiyaçlara gark edip, ardından kıstıkları gelirleri arasında bir damla su için canını vermeye hazır bir canlının içine düştüğü, dramatik hâli temaşa ederkenki müstehzi davranışları karşında ölümü düşünebilecek bir imkânı olamaz.

‘Genetik veba’ bulaşıcı mıdır?- Kemal Özer


Kısacası onlarca hatta yüzlerce yıl sonra, nesillerin bu veba ile doğacaklarını şimdiden biliyoruz.
Daha da ötesi, bu ‘kalıtımsal veba mikrobu’; insanların yanı sıra bitkiler, hayvanlar hatta tabiattaki ne kadar canlı varsa hepsine bulaşabilen bir musibet!

Düşünce fakirliği ve düşünce fabrikaları- Kemal Özer

























Ne yazık ki ‘fakirlik’ denilince sadece “ekonomik fakirlik” anlaşılıyor. Oysa fakirliğin bu sütuna sığdırılamayacak kadar çok türü var. Ekonomik fakirlikte dâhil olmak üzere fakirlik türlerinin tümünün nedeni: “Düşünce fakirliği!” 



Şayet bir memlekette ekonomik fakirlikten söz ediliyorsa, orada düşünmek suç, düşünenler mahkûm ve hindi muamelesi görüyordur. Düşünce fakirliği aşılmadan, ne “tahammül fakirliği”, ne ekonomik fakirlik ne de diğer fakirlikler aşılabilir.
 
Kimileri aksini iddia edebilirler ancak gıdası bozulmuş bir toplum, yeni düşünürler çıkaramaz. Çünkü helâl ve temiz gıdadan sağlıklı bir beden, sağlıklı bir bedenden ise sağlık bir ruh, sağlıklı ruhtan da sağlam düşünce medyana gelir.
 
Vefatının üzerinden 9 asır geçmiş ama, hâlâ Gazali’yi anlamaya çalışıyoruz. 7 asır önce yaşamış İbn-i Haldun’u hâlâ aşamıyoruz. Ve daha niceleri…

29 Nisan 2013 Pazartesi

İsrail Ordusu, Çanakkale’de kuruldu- Kemal Özer

Çanakkale geçildi mi, geçilmedi mi? Bu tartışmalı bir soru fakat bu soru yüzünden yargılananlar bile oldu. 

Çanakkale’yi geçmek isteyenlerin amacının İstanbul’u Müslümanlardan geri almak olduğundan şüphe yok. ‘Çanakkale geçilmedi’ ama İstanbul işgal edildi öyle mi?

Bir başka ilginçlik ise İstanbul’un kurtuluşunun hiç kutlanmamış olması.

İngilizler İstanbul’u işgal etmediler mi? Ettiler. Peki, İstanbul’a nasıl ulaştılar ve biz İstanbul’u İngilizlerden nasıl geri aldık? Savaşmadan aldığımıza göre neyin karşılığında?

İnsanlığın en büyük derdi medeniyet hastalığı-Kemal Özer


1928’de West Virginia senatörü Matthew Neely, ‘insanlığın en büyük derdi’ diyerek başladığı kongredeki meşhur konuşmasına şöyle devam ediyor: 

“Giyotinden daha aç gözlü, savaşa giden en kuvvetli ordudan daha yıkıcı, insan ırkının varlığını tehdit eden, herhangi bir musibetten daha ürkütücü bir canavardan söz etmek istiyorum.
Sözünü edeceğim canavar; her ülkede yetişkinlerin ve çocukların etini, kanını, beyinlerini ve kemiklerini yiye yiye semirmekte.

Vahşi ve tiksindirici imparatorluk-Kemal Özer


11 Eylül saldırısı dâhil, El Kaide adına üstlenilen saldırılardan Laden’in haberi var mıydı? Şayet yoksa fatura ona mı kesildi? Ya da birileri bunları kurgulayıp, Laden de bunlara sessiz mi kalıyordu? 


Yahut tartışıldığı anlamda bir mite dönüştürülen “Laden” diye biri yok da, bir kurgu dünyasında mı yaşatılıyorduk.
Laden 11 Eylül’ü yapabilecek güç ve kabiliyette miydi? Madem bu kadar güçlüydü, neden daha büyüklerini yap(a)madı?

İnsan, kendini yiyen canavarı üretmeyi başardı-Kemal Özer


Eskiden insanlar da, hayvanlar da, bitkiler de topraktan beslenirdi, artık böyle değil. Hayvanların çoğu toprak yüzü görmeden hayata veda ediyor. Bu durum, şehirde yaşayan çoğu insan içinde geçerli. 
Bitkilerse şimdilik önemli ölçüde toprakta yeşerse de, besinlerini topraktan değil, kimyasallardan alıyor. Amerika ve Japonya gibi ülkelerde fabrika tarımına çoktan geçildi. Dev cam fanuslarda topraksız tarım ürünleri yetiştiriliyor. Gereksinimleri dijital cihazlarca petrokimya ürünlerinden sağlanıyor.
Oysa sığırlar, koyunlar, keçiler ve develer hatta tavuklar sadece ot/tahıl yemek üzere yaratılmışlar. Artık onlar envai tür bitkinin olduğu meralarda değil, hayvan hapishanelerinde GDO’lu soya ve mısırlar ve hayvan atıkları yemeye mahkûmlar.

İnsan eliyle kıyamet-Kemal Özer


Bundan bin yıl öncesine gidelim, yani Ortaçağ’a. Daha somut olarak Bağdat’ın, Şam’ın, Kahire’nin, Kurtuba’nın o günkü halini düşleyelim. İlk gördüğümüz şey, bugünle dünün birden yer değiştirmiş olacağı. 

Bir yer değiştirmede iki dönem arasındaki farklar ilk bakışta her şeyi kapsar gibi gözükebilir. Oysa bu yer değiştirmenin göz ardı edilemez farklıkları var. Çağdaşları Çin, Hint, İran ve Bizans’la mukayese edilemeyecek kadar bireysel yaşayan, bilgiden uzak ve kendi halinde bir toplum, adeta İslam’ın yeniden üflediği ruhla şaha kalkmış ve bir asır gibi bir sürede çağdaşlarının kat ve kat ötesine geçmiş, özellikle sıfırın keşfi sonrasında hem bilimde hem de sanatta şaheserler meydana getirmişti. Bugünün Avrupa medeniyetinden en bariz farkı da, yaptığı hiçbir faaliyeti insanlara, hayvanlara ve de bitkilere, daha geniş anlamıyla çevreye zarar verici değildi.

11 Nisan 2013 Perşembe

Yahudiler arası savaş kızıştı-Kemal Özer



Merhum Arif Nihat Asya hayatında şiirleri ders kitaplarına giren nadir edebiyatçılardan. Siyasetçilik, öğretmenlik ve müfettişlik yapan Asya, bir gün müfettiş olarak derse girer. Ders edebiyat, konu şiir, şiirse kendinin... 

Müfettişi tanımayan öğretmen, “şair burada şunu demek istedi, şair şurada bunu demek istedi” diyerek dersi sürdürürken, şiirin şairi, ‘Vallahi öyle demek istemedi, lakin anlattıklarınız cuk diye oturuyor” der.

Babanın put galerisini yerle bir et! Kemal Özer



Bugün imam efendi hutbede dediki: 'Artık Kurban amacından çıkmak üzere. Kimse kurban kesmek istemiyor. 'Bağış yapıp kurtarırım' diye düşünüyor. Kardşeim varlıklıysan hem kes, hem de bağışla. Varlıklı değilsen niye kesiyorsun. Madem keseceksin o halde kurbanın ya kedin kes, ya da kesilirken başında bekle!' Haksız değildi elbette. Kurban Bayramınızı tebrik ederim. 

Eşikaltı operasyonlarının bir numarası-Kemal Özer





'Toplumları yönetme, yönlendirme, etki altında tutmak için geliştirilen birçok bilinçaltı (subliminal) teknik var, ne yazık ki bugün bu teknikler yaygın olarak kullanılıyor. ' 



Materyalist batı tarzı kişiliğin inşası için özellikle tüketim çılgınlığı, inançları zayıflatma, seçme tercihlerini etkileme, seks düşkünlüğü empoze ediliyor/dayatılıyor. 



Bu alandaki ön retlerinizi de kontrol etmek için -yani şuurun en derin alanı olan eşiği (eşikaltını) de aşmak için- türlü teknikler geliştirilmiş. Bu teknikler ise sinema, televizyon, basılı reklâm materyalleri, ambalajlar, moda, müzik, çizgi filmler, köşe yazıları, haberler dâhil çok alanda kullanılmakta…  

McTıp: Hasta üretim sistemi-Kemal Özer





Endüstriyel tıp, post modern tıp ya da McTıp da denilen günümüz tıbbının sağlığı korumaktan öte, hastalıkları ötelemeyi öncelikli amaç edindiğini söylemek haksızlık olmaz. 



Son günlerdeki kolesterol tartışması bir açıdan mecrasında ilerliyor, bir açıdan da farklı tartışmaları tetikliyor. Bu süreçte üç temel sorunun yoğun bir tartışma yaratması ise sevindirici bir gelişme. Başlıklardan ilki, istatistik kullanılarak 'maniple' edilmemiz, ikincisi 'sağlıklı insanlardan hasta yaratma fikri'nin geldiği boyut, üçüncüsü ise ilaç sektörü ile doktorlar arasındaki ilişki.

Bu tartışmayı zihnimizde doğru konumlandırmak için öncelikle tıbbın varlık nedenini netleştirmek gerekecek. Tıp; sağlığı korumak ve hastalıkları tedavi etmek amacıyla uygulanan geleneksel ve modern metotların tümüdür. Görüleceği üzere; tıbbın görevi sadece tedavi etmek değil, sağlığı da korumak. Batı tıbbı, endüstriyel tıp, post modern tıp ya da McTıp da denilen günümüz tıbbının sağlığı korumaktan öte, hastalıkları ötelemeyi öncelikli amaç edindiğini söylemek haksızlık olmaz.

Kadını batıllaştırıp aileyi dinamitlemek-Kemal Özer

Kadınsız bir erkek veya erkeksiz bir kadın ne anlam ifade ede? Hiç. Kadın ve erkek olarak insan da; birbirini tamamlayan, biri olmadan diğerinin hiçbir şey ifade etmediği iki yarım kul. 

Kulluk makamında birbirinden farkı olmayan bu iki cinsin, bedensel ve ruhsal farklılığı konusunda hem fikir olmayanınız var mı?

Kadın insanlığı doğuran ana, erkekse tüm canlı yaşamının nüvesi. Yani kadın toprağın, erkekse tohumun ete kemiğe bürünmüş hali.

Tohum ne kadar sağlıklı olursa olsun bozuk topraktan sağlıklı bir ürün çıkmadığı gibi, bozulan kadından da sağlıklı bir nesil inşa edilemez. Aksi de aynı. 

Kadın; ninesi, anası, kardeşi, evladı ve eşi erkeğin. Erkek ise dedesi, babası, kardeşi, kocası kadının. İlk insanla birlikte erkeğe biçilen rol; eş, iş ve yönetim, kadına biçilense eş, aş, çocuk... Bu roller biçimsel gibi gözükmekle birlikte; aslında hem erkeğin hem de kadının geninde yani fıtratında mevcut. 

Çeşitli gayretlerle zaman zaman sapma meydana getirilse de, farklı çağlardaki ihya ve inşa faaliyetleri eninde sonunda aslına rücû ettirmiş ve ettirecek

İslam öncesi cahiliye çağında Mekke’de kadın bir meta, kızlar ise utanç vesilesiydi. Çağdaşı devletlerde ise kadın;  imparator, erkekler, atlar, erkek çocuklardan sonra gelen kölelerdi. 

İslam, her türlü gayri insanî rollere son verip, kadının değer ve görevlerini yeniden tanzim ederek, taşları yerli yerine oturttu. 

Allah’ın Rasülü aleyhisselam, bir nevi İslam’ın deklarasyonu niteliğindeki‘Veda Haccı’ndaki Hutbesi’nde; kadınların kıymeti ve eşler arasındaki sorumluluk hakkında şöyle buyururlar: “Ey İnsanlar! Kadınlar hakkında, Allah’tan korkunuz! Çünkü siz onları ancak Allah’ın emaneti olarak aldınız ve kendileriyle evlenmeyi de Allah’ın kelimesi, emir ve müsaadesiyle helâl edindiniz. 




Ey insanlar! Şüphe yok ki; sizin kadınlarınız üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin onlar üzerindeki hakkınız; döşeğinize sizden başka hiç kimseye ayak bastırmamaları, fuhuş irtikâp etmemeleri, istemediğiniz kimseyi izniniz olmadıkça evlerinize sokmamalarıdır. Eğer onlar bunun aksini yaparlarsa, Allah c.c. size, onları yatakta yalnız bırakmanıza izin vermiştir. Eğer uysallık ederlerse onların sizin üzerinizdeki hakkı; iyilikle, memleket, adet ve geleneğe göre kendilerinin bütün yiyecek ve giyeceklerini sağlamaktır. Kadınlar hakkında hayırlı olmanızı size tavsiye ederim. Çünkü onlar yanınızda zayıftırlar, emanettirler!


Allah’ın Peygamberi, kadını erkeğe emanet olarak bırakıp koruduğuna göre, erkeğe ne oluyor da ona zulmediyor yahut da kadına ne oluyor da arsızlaşıyor. İnsanlık bilmeli ki; hangi Müslüman erkek ve/veya kadın ya da hangi insan İslam’ın kendine biçtiği rolden bizar ise, İslam’da ondan bizardır!

İslam; kadına sadece iffetini koruma ve çocuğunu doğurma görevi yüklerken, erkeğe ise ailenin nafaka ve barınmasını sağlanma, çocuğun büyütülmesi gibi pek çok mükellefiyet yüklüyor.

İslam kadının yükünü hafiflettikçe, şeytanî dürtüler ile modernizm kadına altından kalkılamaz vecibeler yüklüyor. Bugün çoğu kadın, bilinçaltına zerk edilen batıl feminist duygularla çocuğuna ana olma yüceliğini; basit, sıradan bir duygu ve hâl olarak görüyor. Hâlbuki iyi bir toplumu iyi analar doğurur.

‘Batılılaşma’ adıyla başlayan sürecin ilk hedefi kadındı ve amacı da kadını batıllaştırmaktı. Başardı da. Bu başarının izlerini; ‘Allah’a kafa tutan feminizm’, moda, kozmetik hastalığına yakalanan birçok Müslüman kadında da görmek elem verici.

Günümüz kapitalizmi için kadının tek anlamı: Cinsel obje ve ticari meta olmak. Lucifercilerin en büyük amacı: Kadını metalaştırıp, iffetsiz bir toplum inşa etmek. Bu proje için -en tepede ‘Tavistock Ensititüsü’- yüzlerce enstitü ve on binlerce ‘uzman’ gece gündüz çalışmaktaymış…

Kadın bedeninin teşhiri ve ticareti, bu çağın ‘dehşet çağı’ olarak tanımlanmasına yetmez mi? Sadece kadın üzerinde yapılan sinsi ve şeytanî çalışmalarla, ahlâki değerler üzerinden çocukların, kadınların ve erkeklerin ruhlarına hasar verilmiyor mu?  Gizli sponsorlukla femin hareketler oluşturup, ‘kadın hakları(!)’ narası attırılması da soysuzların bir başka numarası değil mi?

Erkeklerin kadınlara haksızlık yapmadıklarını falan söylüyor değilim elbet. Lakin bunların yaptığı kadını korumak değil, maskelerinin altından kadını sömürmek. Kadın ve erkek olarak yaratılan insanı, önce iki düşman gibi kamplara ayır, sonra da birini diğerine karşı koruma tiyatrosunu sahnele… 

Siyasi irade veya kanun yapıcı olarak, akla hayale gelmedik şeytanî uğultu/vesvese ve dahi hezeyanı görmezlikten gelip, erkeğe elektronik kelepçe takmak mıdır çözüm? Haklı çıkmamak en büyük dileğimizdir ancak tarihe not düşmeliyiz ki; 8 Mart’ta yasalaştırılan ‘Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi’ adlı kanun, aileyi dinamitleyen talihsiz bir yasa. 

Kulağını ayakaltında arayan başka bir ülke var mı bildiğiniz?


*  *  *

Ne yazık ki bu ülkede de siyaset, manşetlerin etkisinde çok kalıyor. 

Bir bakıyorsunuz; birileri her zaman yaşanabilecek azlıkta ‘kapkaç’ hadiselerini her gün manşete taşırken, akabinde gelsin milyar dolarlık, göz retinanıza kadar görüntüleyen sokak kameraları... 

Hiçbir zaman engellenemez çocuk pornosu izleyicisi üç beş bunak manşetlere taşınıyor. Hemen arkasından sansür yasaları…


28 Mart 2013 Perşembe

Bugün kaç böcek yediniz? Kemal Özer


Son yıllarda gıda katkı maddeleri; bazen sağlık, bazen de inanç açısından eleştirilerek tüm dünyada yoğun bir şekilde tartışılıyor. 

Üreticiler, ürünlerine ekledikleri katkı maddelerini toplum sağlığı veya inanç boyutuyla değil; ‘en hızlı, en kolay, en ekonomik nasıl üretirim ve rafta bozulmadan en uzun süre nasıl tutabilirim’ diye düşünüyor.

Devletin adını ‘… Cumhuriyeti’ yapalım-Kemal Özer


Yeni bir anayasa metni üzerinde çalışan TBMM uzlaşma komisyonu, taslağın ilk maddesi üzerinde henüz uzlaşmaya varmamışken bir öneri yapmak isterim. 
 
‘Uzlaşma Komisyonu’nun çevreden gelebilecek olası bütün önerileri bir kenara bırakarak, devletin güçlü delillerine dayanarak aşağıda sunacağım önerimi dikkate almalarında ciddi yararlar var.

Alkollü içeceklere ‘alkolsüz’ maskesi-Kemal Özer


Bırakınız çocuklara alkollü içirmeyi, ‘alkol ve çocuk’ kelimelerinin yan yana gelmesi bile korkunçtur. Alkolün sarhoş ediciliği bir yana, insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri artık tartışmasız bir gerçek. 

Kimileri için hayat doğumla başlıyor gibi gözükebilir. Oysa bir bebeğin hayatı; daha sperm ve yumurtanın birleşmesinden önce, anne ve baba adayının 70 gün önce yedikleri gıdalarla başlar. Daha da önemlisi anne ve babanın sağlığı, cenin adayı sperm ve yumurtanın sağlıklı olup olmayacağını belirler.

Arap Baharı’nın geçmişi, geleceği-Kemal Özer


Tunus’ta başlayıp Mısır, Yemen, Libya, Suriye şeklinde devam eden Arap ayaklanması İslam dünyasını iki kutba ayırmış gibi gözüküyor. 

Kutuplardan ilki bu halk ayaklanmalarını geçmiş ve kaçınılmaz bir süreç olarak görürken, diğer grup bunu batılı güçlerin tezgâhı olduğunda ısrarcı.

İki kalpli ve tek şeytanlı dünyayı anlamaya çalışmak…Kemal Özer


• 24 Mart 2013 Pazar

Siyonistlerin, geleceği olmayan boş bir ‘arzı mevud’ hayali var. Almanların Cermen, Yunanların da Bizans İmparatorluğu hayalleri... Ruslar ise sıcak denizler özlemiyle yanıp tutuşuyor. 

Ham bir hayal olsa da, Bâbil imparatorluğu rüyası görenler bile var. Bunların hepsinden önemli olansa, güçlü tefecilerin her güne ‘Yeni Latin İmparatorluğu’ rüyasıyla uyanıyor olması. Latince boşuna mı ‘bilim dili’ yapıldı.