28 Eylül 2012 Cuma

'Dul Kadının Cocuğu' olduğu icin Demirel'i korumuslar! -Başbakan Demirel'in burnunu kim kırmıştı hatırlıyor musunuz? -Gerçek bir laf üreticisi: Demirel


'Dul Kadının Cocuğu' olduğu icin Demirel'i korumuslar!

9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in başta' Ergenekon Davası' sanıklarından Prof. Mehmet Haberal olmak üzere bazı isimlerin CHP aday listelerinde yer almaları için aracılık ettiği iddiaları siyaset gündemini karıştırdı. Demirel'e yakınlıklarıyla bilinen ve daha önce Merkez Sağ'da yer alan isimlerin CHP'den aday olmaları şaşkınlıkla karşılanmıştı. Demirel sözkonusu isimlerin CHP listesinde yer almaları için aracılık yaptığını yalanlıyor. Ancak çoğu insan Demirel'le adı geçen isimler arasında bir mahfil ilişkisi olduğuna inanıyor. Tartışmalar 1964 yılında Adalet Partisi'nin 2. Büyük Kongresi'nde Demirel hakkında 'Mason' olduğuna dair ortaya atılan iddiaları bir kez daha hafızalara getiriyor. Demirel 46 yıldır Mason olmadığını iddia ediyor ama gerçekler başka türlü söylüyor.
Siyasetin en renkli figürlerinden biri olarak 'Süleyman Demirel' neredeyse yarım asırdır hayatımızın içinde.
Ulaşabileceği her makama erişti, Cumhurbaşkanı da oldu ama hala siyaseti bir biçimde etkilemeye devam ediyor.
Şurası gerçek, Demirel kendi siyasi tabanını teşkil eden ve onu yüksek makamlara taşıyan muhafazakar kesimleri '28 Şubat' sürecinde büyük bir hayal kırıklığına uğratarak aslında bir bakıma jübilesini de yapmış oldu.
Oyundan çıktı ama rolünü oynamaya da devam ediyor.
1960'ların ortalarından itibaren kendini 'nurlu ufukların adamı' olarak sunan Demirel bir zamanlar kanlı bıçaklı siyasi hasmı CHP'ye destek vermekle itham ediliyor.
Doğrusu, bu bir itham değil ve Demirel kozlarını açık oynuyor.
Demirel'in başta CHP olmak üzere Meclise girme potansiyeli taşıyan muhalefet partilerinin aday listelerine kendine yakın isimlerin yerleştirilmesi için aracılık ettiği rivayet olunuyor.
Tabii Demirel bu iddiaları doğrulamıyor ama başta 'Ergenekon Davası'ndan tutuklu bulunan Prof. Mehmet Haberal olmak üzere sözkonusu kişilere sahiplenmekten de kaçınmıyor.
Açıkçası, Demirel 'in bu kişilerle kamuoyunda netameli kabul edilen 'bir mahfil' üzerinden ilişkili olduğu söyleniyor.
Demirel'in doğrulamadığı, hatta şiddetle reddettiği bazı iddiaların sonradan gerçek çıktığına ilişkin o kadar çok örnek var ki, insan kuşkulanmadan edemiyor.
DEMİREL VE KOCA REİS KARŞI KARŞIYA
Demirel'in gizemli ilişkilerine dair en çarpıcı iddialardan birisi ise 1964'te 'Adalet Partisi' genel başkanlığına seçilmesi esnasında ortaya çıkmıştı.
Emekli Orgeneral Ragıp Gümüşpala vefat ettiğinde Adalet Partisi genel başkanlığına iki aday talip olmuştu.
Biri parti tabanının çok iyi tanıdığı siyasetçilerden 'Koca Reis' namıyla maruf Sadettin Bilgiç, diğeri de Merhum Adnan Menderes'in Başbakanlığı döneminde 'Su İşleri Genel Müdürlüğü' yapmş olan Mühendis Süleyman Demirel idi.
'27 Mayıs' darbesiyle tasfiye edilen Demokrat Parti'nin siyasi mirasını devralan Adalet Partisi'nin başına Gümüşpala'dan sonra muhafazakar kimliğiyle bilinen Sadettin Bilgiç'in geçmemesi için askeri ve bürokratik çevrelerin yanı sıra CHP çevreleriyle ilişkili basın organlarında bir propaganda başlatılmıştı.
Öyle ki Bilgiç'in başında olduğu bir partinin seçimleri kazansa bile iktidara gelmesine izin verilmeyeceği ifade ediliyordu.
Süleyman Demirel ismi ise daha sempatiyle karşılanmıştı bu çevrelerde.
DEMİREL 'İMDAT' DEDİ, EL UZATTILAR
Kongre öncesinde ortaya atılan bir iddia Adalet Partisi içinde büyük bir dalgalanmaya sebep olmuştu.
Elden ele dolaşan belge 'Ankara Bilgi Locası'na ait bir albümden alınmıştı.
Albümün 15. Sayfasında Demirel'in bir resmi vardı ve bu locanın kayıtlı üyesi olduğu anlaşılıyordu.
Demirel köşeye sıkışmış vaziyetteydi.
Çevresine Masonlukla ilgisinin bulunmadığını ve bir siyasi komployla karşı karşıya kaldığını söyleyecekti.
Buna göre, Sadettin Bilgiç'in destekleyen delegelerin bir oyunuydu.
İlginç bir gelişme oldu ve Demirel Kongrede Mason derneğinden(Türk Yükseltme Cemiyeti) aldığı bir açıklamayı okudu.
Derneğin tanzim ettiği resmi açıklamaya göre Demirel Mason Locası'na kayıtlı değildi.
Yani, Süleyman Demirel ismiyle Mason localarına kayıtlı bir kimse bulunmuyordu.
Belgenin altında Loca'nın Ankara Şubesi Kaymakamı Necdet Egeran'ın imzası bulunuyordu.
Demirel , delegelere 'Köy evinde, Kur'ân okunmadan sabah kahvaltısına oturulmayan bir ailenin çocuğuyum' diye hitap ettti.
'Böyle bir ailenin çocuğu hiç Mason olabilir mi' demeye getirmişti lafı.
Demirel 'Mason değilim' demişti, Mason Cemiyeti de düzenlediği bir belgeyle bu açıklamayı teyid etmişti.
Delegeler Demirel'in açıklamasını yeterli buldular ve onu Adalet Partisi'nin Genel Başkanlığı'na seçtiler.
Koca Reis Sadettin Bilgiç kaybetmişti.
İşte o günden beri Süleyman Demirel hayatımızın içindedir.
MASONLARI BÖLEN EVRAK
Sonradan ortaya çıktı ki aslında böyle bir belgenin düzenlenmiş olması bile Mason geleneklerine ve kurallarına aykırıydı.
Yaşayan bir kimsenin Mason olup olmadığı açıklanamayacağı gibi ölmüş kimselerin Masonluğu da ancak ailesinden alınan izin sonucu açıklanabilirdi.
Bu belge yüzünden Masonlar arasında büyük bir tartışma yaşanmış ve bunun sonucunda 'Hür Masonlar' karpuz gibi ortadan ikiye bölünmüştü.
Daha önce çok yazılıp çizildiği için detaylara girmiyorum.
Demirel hakkındaki masonluk iddiaları daha sonraki dönemlerde de siyasi rakipleri tarafından sık sık dile getirildi.
Her defasında bu iddiaları yalanladı.
Mesela 1989'da Demirel'e bu iddiayı hatırlatan bir gazeteci şu cevabı almıştı:
'Benim Mason Locasına mensup olup olmadığım 25 senedir tartışıldı. Bu tartışmayı yapanlara ben 'Sizi niye alakadar ediyor?' diye sordum. Yani bu ülkenin hangi meselesini çözüyor? 28 Kasım 1964'te Adalet Partisi'nin Büyük Sinema'daki kongresinde aynı soru soruldu. Ben bu kongreye belge verdim. Gidin bakın o belgeye, ister inanın ister inanmayın.'
Öyle ya, Demirel 'ben Mason değilim kardeşim' diyorsa, değildir, yalan mı söyleyecek?
ÜSTADLAR BİLE DOĞRUYU SÖYLEMEDİLER
Mason üstadları da bu iddialar gündeme getirildiğinde sözkonusu belgenin düzenlenmiş olmasını doğru bulmadıklarını belirtmekle birlikte Demirel'in Masonluğunu reddettiler.
Mesela Mason Üstad-ı Azamı Remzi Sanver 'Habertürk Tv' de Fatih Altaylı'nın Teke Tek programında kendisine yöneltilen Demirel'le ilgili iddiya şöyle cevap vermişti:
'O dönem kayıtlara bakıldı. Kayıtlarımızda yoktu, biz de o belgeyi verdik' .
Adı açıklanmayan bazı Masonların açıklamalarına göre ise, önce Demirel'in Loca'dan istifa etmesi istenmiş, ardından da böyle bir belge düzenlenmişti.
Yani, Mason derneği 'Demirel locamıza kayıtlı değil' derken yalan söylememiş oluyordu.
Tabii bütün bunlar birer iddia düzeyinde kaldı hep.
Bu yüzden, konu her açıldığında biz gazeteciler de 'iddia' olarak belirtmeye özen gösterdik.
Ne ki gerçek, kendi yüzünü olduğu gibi göstermeye eğimlidir.
Gün gelir, gerçek ortaya çıkar, neyin yalan olduğu, neyin yalan olmadığı anlaşılır.
NİHAYET GERÇEK AYAĞIMA GELDİ
Bir ay kadar önce Beyoğlu'nda sahaflarda dolaşırken bir dükkanda ucuz kitaplar kutusunda ' Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası'nın resmi yayın organı olan 'Mimar Sinan' dergileriyle karşılaştım.
Dergilerden birini karıştırırken Suha Umur'un '1965 Olayları' başlıklı makalesi dikkatimi çekti.
1992 yılında basılmış olan derginin 84. Sayısıydı.
Umur'un yazısı 1964'de Süleyman Demirel'e verilen 'mason değildir' belgesinin sebebiyet verdiği büyük bölünmeye ilişkin gelişmeleri konu alıyordu.
Buna göre Demirel, Kongre'den 15 gün kadar önce(14 Kasım 1964) Türk Yükseltme Cemiyeti'nin Ankara Şubesi'nden temin etmişti belgeyi.
Belgede 'Sayın Süleyman Demirel, isteğinize uyarak yapılan tetkiklere göre, Cemiyetimizde kaydınızın bulunmadığı anlaşılmıştır. Saygılarımla' ibaresi yer alıyordu.
Olay gazetelere yansıdığında Masonlar arasında bir çatışmanın da fitili ateşlenmişti.
'Büyük Loca' 28 Aralık'ta Mason biraderlere hitaben bir tamim yayımlamak zorunda kalmıştı.
Tamim'de,'Konuya el koyan Büyük Daimi heyetimiz, ismi geçen zatın.. Bilgi Muhterem Locasının matrikülünde kaydına rastlayamamıştır' deniliyordu.
Tamimin devamında ise şu ibareler yer alıyordu:
'Adı geçen zata Büyük Üstadın ve Büyük Daimi Heyetin bilgisi altında hiçbir belge verilmemiştir. Hatta, böyle bir belgenin verilip verilmediği de kesin olarak tayin edilememekle beraber verilmiş ise yetki dışında ita edilmiş olduğuna şüphe yoktur'.
Tamimde masonluğu politikaya sokan bu hareketlerin tasvip edilmeyeceği de belirtiliyordu.
Buna göre Demirel'in mason olmadığına dair verilmiş olan belgenin hakikate uymadığı anlaşılımıştı.
ANKARA'YA MASON HEYETi GÖNDERDiLER
“Büyük Daimi Heyet' olayı araştırmak üzere Ankara'ya üç Masondan oluşan bir heyet göndermişti.
Araştırmaya göre Demirel 27 Ekim 1954 tarihinde Bilgi Locası'na Mesut Gün, Orhan Alsaç ve Rıza Berke biraderler tarafından teklif edilmişti.
15 Şubat 1956 tarihinde aynı locada tekris edilmiş, ertesi sene de Kalfalığa kadar yükseltilmişti.
Umum Müdür(Su İşleri Genel Müdürü) olduktan sonra da Locasına hiç devam etmediği ve hakkında istifa ve gayrımuntazam ilanı gibi bir işlem de yapılmadığı anlaşılmıştı.
Demirel'in müracaatı üzerine Hikmet Turat birader tarafından hazırlanan belgeyi Büyük Üstad Kaykamamı Necdet Egeran bir mahzur görmeyerek ve kimseye sormadan imzalayıp mühürlemişti.
Heyetin vardığı sonuç buydu.
NECDET EGERAN İTİRAF EDİYOR
Konu 'Büyük Kongre'ye hazırlanan 'Hür Masonlar' arasında sert tartışmalara sebep oldu.
Necdet Egaran 'Büyük Loca'da kendisine yöneltilen suçlamalar karşısında Demirel'in mason olduğunu bildiğini ve bu yüzden 'Bir dul kadının çocuğunun benden istediği yardımı yaptım' demişti.
Suçlamada bulunan Masonlara göre Egeran siyasi bir maksatla ve hakikate uymayan bir belge vermekle hem yalan söylemiş hem de Masonluğu politikaya alet etmişti.
Köşeye sıkışan Necdet Egeran şu sözlerle kendini savunmuştu:
'Bir gün Mahfile uğradım. Sait Hikmet Turat Üstad bana geldi. Dedi ki 'Bir kardeşimiz pek büyük sıkıntı içinde. Yardım etmek istiyorum. Yardım eder misiniz?', 'Nedir?' dedim. 'Demirel Mason olduğu için sıkıntıda'. 'Yazılı müracaat yapsın' dedim. Ertesi gün yazılı müracaat geldi. Demirel'in yazılı müracaatı. Müracaat şu: 'Cemiyetinizde kaydım olup olmadığının bildirilmesi.' Masonum, Mason değilim sözleri yok. Mason olduğunu biliyorum. Bir Kardeşimiz yardım talep ediyor. Dul Kadının çocuğu bana yardım et diyor, sıkıntıdayım diyor. Turat'a 'tetkik et' dedim. Türk Yükseltme Cemiyeti kağıdı üzerine altı mühürlü bir kağıt getirdi. Orada, 'Cemiyet kayıtlarında yoktur' diyor. 'Doğru mudur' dedim. 'Doğrudur' dedi. İnandım, imzaladım, gönderdim. Süleyman'ı on senedir görmedim. Kendisiyle de işim yoktur. Ben bunu, bir kardeşimin tavassutu ile bir Mason Kardeşim sıkıntıda olduğu için yaptım. Böyle bir yazıyı, tekrar icab ederse, tekrar veririm. Vicdanen müsterihim.'
Olay budur.
VAKA KAPANMIŞTIR
Birkaç yıl önce Necdet Egaran öldüğünde oğlu Erol Egeran, 'Demirel Olayı'na ilişkin gerçek bilgilerin babasının vasiyetinde yer aldığını ve bir gün açıklanacağını vurgulamıştı.
O vasiyet henüz açıklanmadı ama zaten 1992'de kapalı devre yayım yapan 'Mimar Sinan' dergisinde anlatılmış bulunan hadisenin başka anlatılacak nesi kalmış, bilemem.
Benim için bu vaka kapanmıştır.
Mason olduğu halde düzmece bir evrakla Demirel'e mason olmadığı belgesi verilmiştir.
Egeran Masonlar için çok önemli sayılan 'Dul Kadının çocuğuna yardım' prensibi nedeniyle bu belgeyi tanzim etmiş.
Gerçek budur.
Demirel'in de aynı prensip gereği kendisinden yardım isteyen biraderlerine yardım elini uzattığı iddiaları kimseyi şaşırtmamalı.
Demek ki şimdi başka biraderler de kendisinden 'Dul Kadının Çocuğu' olarak yardım istemişler.
Ee ne yapalım, 1964'den bu yana Demirel muhafazakar çevreleri 'Mason değilim' diye kandırmış işte.. Doğruyu söylememiş, şimdi niye söylesin.

Başbakan Demirel'in burnunu kim kırmıştı hatırlıyor musunuz?

“DTP” eski genel başkanı Ahmet Türk'e yapılan yumruklu saldırı siyasi hayatımızın ilk vakası değil sevgili okurlar... Siyasi parti genel başkanlarından Süleyman Demirel ve Mesut Yılmaz da benzer saldırılara uğramıştılar.
ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, 24 Kasım 1996'da Macaristan'ın başkentı Budapeşte'de bir otelin lobisinde Veysel Özerdem isimli bir şahsın yumruklu saldırısına maruz kalmıştı.
Eylemci'nin Yılmaz'ı Susurluk Kazası'nda hayatını kaybeden Abdullah Çatlı aleyhinde konuştuğu için yumrukladığı ileri sürülmüştü.
Bu saldırıda Mesut Yılmaz'ın da burun kemiği kırılmıştı.
Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel ise 13 Mayıs 1975'de yumruklandığında Başbakanlık koltuğuna henüz oturmuştu.
Bakanlar Kurulu toplantısından çıkan Başbakan Demirel gazetecilere bir açıklama yapmak istiyordu.
İşte bu esnada Başbakanlık binasında tanımadığı bir şahsın yumruklu saldırısına uğramıştı.
Saldırgan Demirel'e önce kafa atmış, sonra da kıyasıya yumruklamıştı.
Kimine göre saldırgan bir muşta kullanmıştı.
Korumalar tarafından saldırgan etkisiz hale getirilmişti ama Demirel'in burun kemiği kırılmıştı.
Demirel'in burnuna dört dikiş atıldı.
Saldırganın kimliği de ortaya çıkmıştı, adı Vural Önsel'di, 34 yaşındaydı ve cebinde CHP Çankaya örgütüne ait bir seminer giriş kartı çıkmıştı.
Yani, saldırgan “solcu” olduğunu gösteren bir kanıtı cebinde taşıyordu nasıl oluyorsa..
SALDIRGANI İSMAİL CEM AZMETTİRMİŞ!
Demirel'e saldırı olayının gerçekleştiği gün Ankara'da “TRT yönetimi” tartışma konusuydu.
1973'te kurulan CHP-MSP Koalisyon Hükümeti döneminde Başbakan Bülent Ecevit tarafından TRT Genel Müdürlüğüne getirilen merhum İsmail Cem'in Demirel Hükümeti tarfından görevden alınması sözkonusuydu.
İsmail Cem'in TRT Genel Genel Müdürlüğü'nden alınmasına ilişkin kararname yoldaydı.
Kararnameden önce öğle sıralarında Demirel'in Başbakanlık binasında bir saldırıya uğradığı haberi geldi.
İsmail Cem, TRT Haber Dairesi başkanı Mehmet Barlas ve diğer çalışma arkadaşı Mete Buharalı ile birlikte TRT muhabirlerinin çektikleri fotoğraflar ve kamera görüntülerini haber odasında birlikte izlediler.
Durum nazikti ve saldırıdan İsmail Cem ve CHP sorumlu olarak gösteriliyordu.
Üstüne üstlük Devlet Bakanı Seyfi Öztürk'ün saldırıdan sonra Başbakanlık binası önünde gazetecilere yaptığı sert açıklama siyasi gerilimin dozunu bir anda artırmıştı.
Öztürk, “Anarşistlerin hamisi ve kundakçıların baş reisinin Ecevit olduğu ispatlandı” diye konuşmuştu.
CHP, siyasi sistem içinde daha sola açık bir düzen değişikliğini amaçlayan Bülent Ecevit'in liderliğinde yoluna gidiyordu.
Bu yüzden CHP daha fazla büyümeden sol terörle ilişkilendirilerek küçültülmeli ve iktidardan mümkün olduğunca uzak tutulmalıydı.
CHP bunun farkındaydı ve iddiaları yalanlayan bir bildiri yayımladı.
Bildiride Vural Önsel'in 1970 yılında Süleyman Demirel, İsmet Sezgin ve Necmettin Cevheri gibi gibi isimlerle dostluk ilişkisi içinde olduğunu ve aynı dönemde Demirel Hükümetini destekleyen sağ bir yayın organı olan “Sancak” dergisinin yazı işleri müdürü olduğu belirtiliyordu.
Durum iyice karışmıştı.
SOLCU MUYDU, SAĞCI MIYDI?
Önsel hakkında gazetelerde çıkan bazı haberlerde ise daha önce Almanya'da bulunduğunu ve sol örgütlerle ilişkisi bulunduğunu ve bir süre Alman polisi tarafından tutuklandığı da belirtiliyordu.
Bu olayla birlikte siyasi ortam birden gerilmişti işte.
TRT Genel Müdürlüğü binasında İsmail Cem ve arkadaşları AP'li Devlet Bakanı Seyfi Öztürk'ün ses bandını da dinlemişlerdi.
Cem henüz görevinin başındaydı ve sözkonusu saldırı olayını TRT'den nasıl vereceklerini tartışıyorlardı.
Sonunda Seyfi Öztürk'ün saldırıdan duyduğu ürküntüyü yansıtan titrek sesle yaptığı konuşmayı olduğu gibi vermemeyi tercih ettiler.
Yani, Öztürk'ün konuşmasını içeren haberi düzelterek yayımladı TRT.
Bu arada Anadolu Ajansından gazetelere geçilen haberde Demirel'e saldırarak burun kemiğini kıran Vural Önsel'in polise bu olaya kendisini azmettirenlerin İsmail Cem, Prof. Uğur Alacakaptan, gazeteci Uğur Mumcu ve Prof. Muammer Aksoy olduğunu itiraf ettiği ileri sürülüyordu.
İsmail Cem hatıralarında Anadolu Ajansı'nın verdiği bu haberden duyduğu endişeyi şu sözlerle anlatıyordu:
“Bu adamlar çıldırmış diye düşünmem, biraz iyimserlik olurdu. Çılgınlığın bu derecesinde, en azından belli bir kasıt payı bulunduğu muhakkak gibiydi. Ajans Demirelin uğradığı saldıradan haklı olarak sinirlenip heyecana kapılabileceklere açıkça hedef göstermekteydi.'Sayın başbakana yapılan bu menfur saldırıyı işte bunlar emretti' demekteydi”.
Cem hemen polis yetkililerini arayarak bilgi istedi.
Aldığı cevap ilginçti:
Ankara Emniyeti'ndeki yetkililer Vural Önsel'in böyle bir ifade vermediğini söylemişlerdi.
İşin aslı, Anadolu Ajansı yalan haber yapmıştı.
İsmail Cem bu kez de Anadolu Ajansı Genel Müdürü Atilla Onuk'u telefonla aradı.
Cem ve Onuk arasında sert bir tartışma yaşandı.
Sonunda Anadolu Ajansı kendi haberini yalanlayan bir başka haberle durumu düzeltti ama olan olmuştu bir kere.
Demirel'in saldırıya uğradığı günün akşamında CHP'li olarak bilinen meşhur hukuk profesörleri Uğur Alacakaptan ve Muammer Aksoy'un evine patlayıcı madde atılmıştı.
Demirel'e yapılan saldırı siyasi provokasyonlara kapı aralamıştı.
Anadolu Ajansı'nın gazetelere servis yaptığı ilk haberin arkaplanı da ortaya çıkmıştı.
1990'larda PKK'lı Şemdin Sakık'ın itiraflarına bazı gazetecilerin isimleri sonradan eklendiği gibi bu habere de yama yapılmıştı ve İsmail Cem'in adı sonradan eklenmişti.
POLİS AJANIYMIŞ MEĞER
Saldırıdan sonraki günlerde Vural Önsel'in “solcu” bir eylemci olduğuna ilişkin haberler çıkmaya devam etti.
Mesela “Milliyet”in birinci sayfasında Vural Önsel'in saldırı emrini illegal bir sol örgüt olan Türkiye Halk Kurtuluş Partisi'nden aldığına ilişkin açıklaması yer almıştı. Önsel'in Ecevit'i de daha önce kapitalizmi revize eden bir siyasetçi olarak suçladığı da yine gazete haberlerine yansıyan iddialar arasındaydı.
Bütün bunlar Önsel'in sözde radikal sol görüşlere sahip siyasi bir kimliğe sahip olduğunu gösteriyordu.
Önsel, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından idam cezasıyla yargılanması istendi.
Ama daha sonra Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yargılanana Önsel bir buçuk yıl hapse mahkum edildi.
1975'den sonra Türkiye önemli bir kısmı provokasyon olan tam bir şiddet sarmalına girdi ve “Önsel Olayı” da böylece kapandı..
Ama Walter Benjamin'in de dediği gibi “hiçbir olay tarih için kaybolmuş sayılamaz”..
1980 Nisan'ında Milliyet'in verdiği bir haberde, Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde açılan bir davanın hazırlık iddianamesinde Önsel'in polis ajanı olduğuna ilişkin belgeler yer almıştı.
Savcılığın elinde Önsel'in polis ajanı olduğuna dair kanıtlar vardı. Bu kanıtlara göre Önsel'in adı bazı uyuşturucu operasyonlarına bile karışmıştı.
Önsel cezaevinden çıktıktan sonra mı ele alınmıştı, yoksa daha önceden mi ele alınmıştı, bilinmiyor.
İşin gerçeği tam olarak aydınlanamadı ve Önsel olayı da unutuldu gitti.
Hiçbir olay tarih için kapanmış sayılamayacağına göre Önsel Olayı'nın gizli kalmış yönleri de bir gün günışığına çıkar.

Gerçek bir laf üreticisi: Demirel

Eski bürokratlardan Erhan Bener, 45 yıl önce, Süleyman Demirel için meğer böyle demiş. Adnan Menderes'in Başbakanlığı döneminde Su İşleri Genel Müdürü olan Demirel, baraj ihalelerinde yolsuzluk yaptığı iddiasıyla 27 Mayıs 1960'daki askeri darbe döneminde sorgulanmış. Yeterli kanıt bulunamadığı gerekçesiyle, Demirel'in mahkemeye sevkine gerek görülmemiş. Sorgulayanlardan biri Erhan Bener'di. Demirel sorguyu siyasi savunmaya çevirmeyi başarınca, Bener bir arkadaşına, 'Bu adam gerçek bir laf üreticisi. İleride politikaya atılırsa yükselir' demiş. Öyle de oldu. Demirel, siyasetin en renkli figürü haline geldi, yanısıra en yüksek makamlara ulaştı.
***
Demirel, köşeli konuşan, ama köşeli yaşamayan bir siyaset adamı. 'Lafla peynir gemisi yürümez' derler ya, Demirel işte lafla peynir gemisini yürütmeyi başarmış nadir siyasetçilerden biri. Demirel'in 45 yıllık siyasi yaşamına bakıldığında, gerçek kimliğiyle halkın karşısına çıkmadığı anlaşılıyor. Mason cemiyetine mensup olduğu kuvvetle muhtemeldi. 1964'deki Adalet Partisi kongresinde aleyhinde propaganda yapılınca sıkıştı. Cemiyetten 'mason değildir' belgesi alıp dağıttı. Göğsünü gere gere 'Ben masonum' diyemedi. Masonlar, olay nedeniyle ikiye bölündü. O zamanlar Demirel, bugünkü Demirel'den çok farklı idi. Mesela, 1970'lerde Nurcular, Demirel'i göklere çıkarırlardı, Demirel de onları. Aynı Demirel, 28 Şubat Süreci'nde zıt bir kimliğe bürünüverdi. 'Müslüman Türkiye' haykırışını unuttu, 9. Senfoni dinletisine katılan kalabalıklara hitap edip 'İşte çağdaş Türkiye' bağırışına geçti. İnsanların düşüncelerinde değişiklik olması doğal. Yadırganacak bir durum yok. Fikirler de, olgunlaşmaya, değişmeye, gelişmeye açık. Ama Demirel öyle mi?
Siyaset adamları, karşısına çıktıkları halkı aldatarak mı iktidara gelmek zorundadırlar? 21. Yüzyıl'da böyle bir siyasetçi tipi olmalı mı? Cevabım, 'hayır'. İşin esasına bakılacak olursa, Türkiye'yi tıkayan siyaset budur. Bu tip zihniyet, Türkiye'nin sahici hiçbir meselesini çözümleyemez, ama ortada yaldızlı laflar döner durur.
***
Demirel tipik bir taşra siyasetçisi. Serdar Turgut'un başını ağrıtan ve yanlış anlaşıldığına inandığım 'köylülük' analizleri içinde yer alabilecek nitelikte bir siyaset adamı. TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın milli egemenlik ile ilgili sözlerini eleştiren Demirel, 1970'lerde Anayasa Mahkemelerine aynı gerekçelerle tepki gösterirdi. Şu sözler Demirel'in ajandasındandır:
'Anayasa Mahkemelerinde mutlaka bir değişiklik yapmak gerek. Milli iradenin üzerinde bir başka kuvvet olabilir mi?'
Bugünkü çizgisini analiz ettiğimizde, Demirel, kırk yıl, inanmadığı şeyleri mi savunur görünmüş? Bunun adına siyasette ne denir? Yoksa siyasette samimiyet olmaz mı? Öyle ise, daha çok işimiz var. Şimdi deniliyor ki 'Hangi Demirel gerçek?'
Bana kalsa Demirel'in gerçeği yok. Dün dündür, bugün bugündür, Demirel Demirel'dir.
İşin tuhafı, eski tüfek solcular bile Demirelci kesiliverdi. Cumhuriyet'ten İlhan Selçuk, dindarlara 'Dindar Demirel'i adres göstermekle yetinmemiş, muhalefet cephesinin başına geçmesini önermiş. Bence de öyle yapsın. Çıksın halkın karşısına, sol yanında da İlhan Selçuk olsun, yakışır. Demirel, MC lideri olmazsa bile, en azından Cumhuriyet gazetesi genel yayın müdürü koltuğuna oturmalı. Çünkü, eski partisi DYP'nin Genel Başkanı Mehmet Ağar bile, Demirel'in 'Başörtülüler Arabistan'a gitsin' sözünden ötürü o kadar rahatsız oldu ki, 'Demirel'e bakmayın, benim sözüme bakın' diyor.
***
Demirel, halktan koptukça, darbeci sol geleneğinin en tutucu kesimlerine yaklaşıyor. Son kırk yılın en katmerli sağcı politikacısının, jakoben solun ünlü isimlerinden İlhan Selçuk'la kucaklaşması, dramatik bir film karesi kadar etkileyici değil midir? O İlhan Selçuk ki, 9 Mart 1971'de Demirel Hükümeti'ni askeri darbeyle alaşağı edip, Baas tipi bir sosyalist rejim kurmayı amaçlayan bir cuntaya mensuptu. 12 Martçılar 9 Martçıları tasfiye etseler bile, Demirel muhtırayı yemiş, Başbakanlık koltuğunda bir gün bile kalamamıştı.
İşte, Demirel'in 45 yılda ulaştığı çizgi bu. 'Büyük Türkiye' idealinden, kerametleri kendilerinden menkul Beyaz Türklerin 'Küçük Türkiye' modelinde stop.
Ne dersiniz, sizce bu başarı sayılabilir mi?
Sözü, 1979'da Demirel'i 'batağın mimarları'ndan biri diye niteleyen İlhan Selçuk'un, yine onun için 1979'da Cumhuriyet'te yazdığı cümleyle bitirelim:
'Gerçek politika, sigara dumanı gibi savrulan sorumsuz laflarla belirlenemez'
Öyle değil mi İlhan Selçuk Bey? 


Hiç yorum yok: