Morris Süleyman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Morris Süleyman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Mart 2013 Cumartesi

Demirel o belgeyi Loca’dan değil, eski bir kuruluştan almıştı/ CEMAL A. KALYONCU


30 Temmuz 2012 / CEMAL A. KALYONCU
Türk masonlarının ikiye bölünmesine yol açan, Süleyman Demirel’e ‘mason değildir’ belgesini veren ve masonluktan ihraç edilen Egeran haklı mıydı? Kendi anılarına göre, belge, masonların bağlı bulunduğu Büyük Loca yerine eski bir kuruluş olan “Türk Yükseltme Cemiyeti’nde kaydının bulunmadığı” şeklinde düzenlenmişti.
Süleyman Demirel’in, Adalet Partisi (AP) Genel Başkanlığı için Sadettin Bilgiç ve Tekin Arıburun ile yarıştığı 1964 kongresinde, Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası’ndan aldığı veya kendisine ikinci başkan Enver Necdet Egeran tarafından verilen ‘kaydı yoktur’ belgesinin sırrı ortaya çıkıyor. Demirel, o belge sayesinde AP Genel Başkanlığı seçimlerini kazanmış, o ana kadar Türkiye’de  Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası çatısı altında bulunan masonlar ise Özgür Masonlar Büyük Locası’nın kurulması ile ikiye bölünmüştü.

8 Mart 2013 Cuma

12 Mart'ın kritik telefon görüşmesi


12 Mart 1971 Muhtırası'ndan iki saat önce MİT Müsteşarı Fuat Doğu'nun Başbakan Demirel'le yaptığı acil telefon görüşmesi ortaya çıktı. Doğu, Başbakan Demirel'e acilen istifa etmezse TSK'daki sol cuntanın bir askeri darbe yapmak üzere olduğunu bildirir.
05.03.2013 13:06 12 Mart Muhtırası’ndan iki saat önce MİT Müsteşarı Doğu Başbakan Demirel’i telefonla arar ve istifasını ister. İşte o konuşmanın deşifresi... O konuşmada “Cumhurbaşkanımızın zatı âlinize selamları var. Sayın Başbakan’ın kabinesi hemen istifa ederlerse çok iyi olur, dediler” diyen Doğu’ya Demirel, “Ne diyeyim Fuat Paşa!” yanıtını veriyor.

29 Ocak 2013 Salı

Eymür: En büyük istihbaratçı Demirel'di


MİT Kontrterör Merkezi Eski Başkanı Mehmet Eymür'ün (69) açıklamaları, adeta deprem etkisi yarattı. Yakın tarihe ışık tutan Eymür, yine çok özel açıklamalar yaptı.
İşte Eymür'ün Takvim'e  yaptığı o açıklamalar:

DEMİREL'İN FARKLI BİR İSTİHBARAT AĞI VARDI

MİT'in Süleyman Demirel'e darbeyi haber vermediği açıklandı. Buna ne diyorsunuz?
Böyle şeyleri samimi bulmuyorum. Bunlar birazcık savunma için söylenen şeyler. Yoksa sokaktaki adamın duyduğunu Başbakanlar duymaz mı? Ayrıca Süleyman Demirel'in ayrı özel bir istihbarat ağı vardı. Demirel'e hem teşkilat içinden, hem teşkilat dışından bilgi verenler vardı. Süleyman Demirel, istihbaratçıdır yav. Yani Demirel kendisine faklı kanallar ile bilgi ağı kurmuştu. Bu ağ, kendisine yakın ve güvendiği kişilerden oluşturulmuştu.

11 Kasım 2012 Pazar

Yahya Demirel vefat etti

Süleyman Demirel’in 1975’te karıştığı hayali ihracat olayı ile gündeme gelen yeğeni Yahya Kemal Demirel dün hayatını kaybetti. 62 yaşındaki Demirel, Ankara Güven Hastanesi’nde karaciğer yetmezliği sebebi ile bir süredir tedavi görüyordu


Yahya Kemal Demirel, Dokuzurcu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in kardeşlerinden Ankara’daki ünlü Yükseliş Koleji’nin sahibi Hacı Ali Demirel’in oğluydu. Henüz 20 yaşındaydı ve çok hırslıydı. Özellikle magazin gazetecilerinin ilgi odağıydı. Yahya Demirel’i “kısa yoldan zenginleşmenin ikonu” haline getiren hızlı yaşamı değil, 1975’teki hayali ihracat olayı oldu.

Amcasının iktidarda olduğu dönemde, mobilya ihracatı yapanlara verilen yüzde 75’lik vergi iadesi, bu sektörde çalışanların ihracat sonucu büyük kar etmesini sağlayabiliyordu. Yüksek kazanç, Yahya Demirel’in de bu sektöre girmesine neden oldu. İddiaya göre, daha sektöre girdiği yıl 20 milyon lira gibi fahiş bir kazanç elde etti. Ancak bu orandaki kazanç, sektörün en eski isimlerinde bile soru işaretlerine yol açtı. Çok geçmeden, Yahya Demirel’in ceviz yatak odası dihe ihraç ettiği ürünlerin sunta parçaları olduğu açığa çıktı. Ürünleri gönderdiğini söylediği İsviçre firması ise hiç bulunamadı. İddiaya göre, devletten aldığı toplam rakam ise 82 milyon TL’ydi.

Hayali ihracat
Yaşamı boyunca kendisini takip eden bu olay, Yahya Demirel’in “hayali ihracatın mucidi” olarak anılmasına da neden oldu. Ancak Demirel, yeğeninden emindi ve arkasında durdu. Yahya Demirel, 1977’de yeniden ve bu kez adli bir olayla manşetlere çıktı. İddiaya göre, Çeşme’de otelde eğlenirken bir garson kendisine “suntalardan ne haber” demiş, Yahya Demirel de garsonu 3 yerinden bıçaklamıştı. Ancak ilginç olan, iddiaların gündeme geldiği tarihte Yahya Demirel’inİzmir’de asker olmasıydı.  Genelkurmay Başkanlığı, garnizonu izinsiz terk ettiği gerekçesiyle hakkında dava açıldığını duyurdu.

Vatandaşlıktan çıkartıldı
Hayali ihracat davasında olumsuz gelişmeler yaşanıyordu. 1975’te açılan soruşturma kapsamında, hakkında 1976’da yurtdışına çıkış yasağı konulmuştu. Yahya Demirel, “bir yolunu bulup” 21 Nisan 1978’de İsviçre’ye kaçtı. Zonguldak Ağır Ceza Mahkemesi, 4 yıl hapsine karar verdi. Demirel’in dönmeye niyeti yoktu. 12 Eylül darbesinden sonra 19 Eylül 1981’de birçok siyasi suçlu ile birlikte vatandaşlıktan çıkartıldı. İsviçre’de yaşamı güç hale gelmişti. Bunun üzerine cezaevine girmeyi göze alarak Türkiye’ye döndü. 

1985’te yeniden Türk vatandaşlığına alındı Demirel. Aynı yıl, hakkında döviz kaçakçılığı suçundan açılan davada beraat etti. Mobilya kaçakçılığı konusunda ise 23 yıl hapsine karar verdi. Bu karar da Yargıtay’dan döndü. Yargıtay’ın 1986’da verdiği bozma kararıyla özgürlüğüne de kavuştu. Dava, bir yıl sonra da zamanaşımına girdi. Hakkında açılan ilk hayali ihracat davası da 1989’da aynı şekilde sonuçlandı.

Şekerbank vakası
Yahya Demirel’in başının yeniden belaya girmesi uzun sürmedi. Şekerbank, 1988’de, 20 milyon 50 bin dolar usulsüz kredi kullandığı iddiasıyla hakkında suç duyurusunda bulundu. Demirel’e karşılıksız teminat mektubu verdiği iddia edilen Şekerbank Dış İlişkiler eski müdürü Cemil Özdöl 18 ay ceza aldı. 1992’de bu davadan beraat etti. Yargıtay’dan dönen bu kararla ilgili yeni yargılamada 4 ay hapse mahkum oldu. Ancak hayali mobilya davasında üç ay fazla hapis yattığı için cezaevine girmedi

24 Mayıs 1992’de Kıbrıs Yatırım Bankası’nı satın aldı. 1994’te Halk Bankası 4.5 milyon dolarlık alacağını ödemediği için Demirel’in KKTC’deki bankasını mahkemeye verdi. 29 Kasım 1998’de Yahya Demirel’in bankasına 4.5 milyon dolar depo eden ve parayı bir daha geri alamayan Halk Bankası yöneticileri hakkında dava açıldı.  Geçmişte, sahibi olduğu şirketler nedeniyle baz morfin kaçakçılığından haksız vergi iadesine kadar bir dizi yasadışılıkla suçlanan Yahya Demirel için Kasım 1999 ve Nisan 2000’de iki ayrı tutuklama kararı verildi. Tarabya’daki yalısı kredi borcuna karşılık olarak bankaya geçti.

8 Ekim 2012 Pazartesi

Devlet adamı Süleyman Demirel’i tanır mısınız? Tanırız be ya! - canmehmet.com


1960 Darbesinin lideri Cemal Gürsel (1) uzun bir koma döneminin ardından 14 Eylül 1966’da vefat ettiğinde Demirel başbakandır.  Bakanlar Kurulu’na aldırdığı sürpriz bir kararla Gürsel Paşa’yı Anıtkabir’e (2) defnettirir.
27 Mayıs 1960 “sabaha karşı” Silahlı Kuvvetlerin idareye el koymasıyla birlikte Demokrat Parti iktidarının Devlet Su İşleri Genel Müdürü Süleyman Demirel için de zor günler başlamıştı. Çok geçmeden ihtilalcilerin devlet dairelerini istilasıyla, kendisi bir yana makamı bir yana savruluyordu. Doğasındaki pısırık ve çekingen yapısından dolayı hayli tedirgin ve ürkek bir ruh halinin içerisindeydi.
Bu şartlarda kadere boyun eğmekten başka çaresi yoktu. Kendisinin de tahmin ettiği gibi darbenin ilk günü görevden alındı. Gelecek günlerde akıbetinin ne olacağını bir türlü kestiremiyordu.
Otuz altı yaşına bastığı halde bürokrasideki önemli konumundan dolayı henüz askerliğini yapmamıştı. Şube kayıtlarının yoklama listesinde asker kaçağı görünüyordu. Mevcut yasalara göre celp altına alınıp, askeri cezaevi’ne gönderilmenin tedirginlikleri içerisindeydi.
Başta Cumhurbaşkanı Celal Bayar olmak üzere Başbakan Adnan Menderes, kabine üyeleri, iktidar partisi’nin milletvekilleri ve önemli bürokratlar Yassıada’ya kapatılırlarken, mason locasının görünmeyen gizli eli Süleyman Demirel’i hiç beklemediği biranda tutuklanmaktan kurtarmıştı.
Korunup kollanmanın içyüzü o yıllarda tam olarak aydınlığa kavuşmasa da ihtilalin bir numaralı adamı Orgeneral Cemal Gürsel’in, farklı dünya görüşlerine rağmen Demirel’e kol kanat gerdiği dikkatli gözlerden kaçmayan bir durumdu…
O günlerde yakından tanıdığım emekli Süvari Albayı ve Bağkur Yönetim Kurulu üyesi Vacit Akkor’la aramızdaki yaş farkına rağmen dostane görüşmeler yapıyordum… Birgün, tarihi konulara dair koyu bir sohbete daldığımızda kapı çalındı içeriye giren şahsın resimlerinden tanıdığım kadarıyla Orhan Kabibay  (3) olduğunu anlamakta gecikmedim…
Nihayet konular derinleştikçe. Demirel’e ait sansasyonel meseleler gündeme gelmişti. Bunlar ihtilalde nasıl kollandığı, askerlik celbine dair imtiyazlar ve Cemal Gürsel’le yakın münasebetlerde bulunduğu hakkındaki özeleştirilerdi…
Bilgi edinmek kaydıyla Orhan Kabibay’a sorular yöneltmeye başladım:
- Efendim, sizin açınızdan mahsuru yoksa az önce bahsi geçen Demirel hakkında bilmediğim hususlarda bilgi edinebilir miyim.
- Peki, merak ettikleriniz nedir?
-1960 ihtilalinin ilk günlerinde fazla gündeme taşınmayan bir Süleyman Demirel hadisesi var. Demokrat Parti iktidarının Cumhurbaşkanı, Başbakan ve milletvekillerinin yanı sıra bürokratlarının büyük çoğunluğu tutuklandıkları halde Demirel’e neden ayrıcalık tanındı?       
-Hatırladığım kadarıyla 1960 ihtilalinin ilk günleriydi. Yapılan görev taksimine göre Milli Birlik Komitesi Üyesi olarak, iktidar partisinin bürokratlarının tasfiye işlemlerini büyük ölçüde ben üstlendim. Devlet Su işleri Genel Müdürü’nü görevden almama rağmen kendini tanımıyordum Bile! Üstelik adı da fazla duyulmuş birisi değildi.
Yaptırdığım Kısa bir tahkikat neticesinde Süleyman Demirel adındaki şahsın 36 yaşında olduğu halde askerlik yapmadığını öğrendim. Çok kızmıştım. Hiç beklemeksizin askerlik şubesi başkanını Arayarak, en küçük bir ayrıcalık yapılmaksızın doğu vilâyetlerinden birine derhal celp edilmesini emrettim.
-Peki, yetkili bir konsey üyesi olarak bütün bu söyledikleriniz neden gerçekleşmedi albayım?
-Tam tatbikata koyacağım gün. Milli Birlik Komitesi’nin toplantısı vardı. Toplantı çıkışında Gürsel Paşa beni yanına Çağırarak, Süleyman Demirel’i askerlik meselesinden dolayı Tutuklatmamamı ve bu şahsın hergün evine gelip gidebilecek Şekilde Ankara garnizonlarından birisine sevkini yapmamı istedi. Biran için çok şaşırmıştım…
-Peki, o zamanlar hiç tanımadığınız asker kaçağı konumundaki Süleyman Demirel’i, Gürsel’in koruması altına neden aldığını hiç araştırdınız mı?
-Hemen dosyasını istettim. Açtırdığım geniş kapsamlı Tahkikat neticesinde Ankara Bilgi Locası’na kayıtlı refik (kalfa) seviyesinde bir mason olduğunu öğrenince, fazlasıyla şaşırdım. Aslında Alevi kökenli Cemal Gürsel’in, mason localarıyla en küçük bir bağlantısı yoktu. Daha sonra öğrendik ki Devlet Su işleri genel Müdürü iken Kara Kuvvetleri Komutanı Gürsel Paşa’yla bir yakınlık kurarak, ordunun su Meselesiyle ilgilenmiş. İşte bu nedenle Demirel’i ihtilalinin İlk gününden itibaren kanatlarının altına aldığı gibi, en küçük bir zarar görmesini istemiyordu…
-Az önce Demirel’in mason olduğunu öğrendiğinizde. Şaşırdığınızı söylediniz.Kusura bakmayın ama ihtilali yapan Komutanların arasında da masonlar vardı.
-Kimleri kastediyorsunuz?
-Refik Tulga Paşa, ihtilalden hemen sonra İstanbul Valiliği’ne getirildi. Onun 33 derece üstad bir mason olduğunu herhalde sizde biliyorsunuzdur?
-Bunlar istisnai durumlar. Türkiye’de her kurumun içerisinde masonların varlığından söz edilebilir. Ama ordunun içerisinde düşünülenden az sayıdalar…
-Albayım, biliyorsunuz Cemal Gürsel altı ay süren uzun Bir koma döneminin ardından 14 Eylül 1966’da vefat etti. Demirel de o günlerde henüz bir yıllık Başbakan’dı.  Bakanlar Kurulu’na aldırdığı sürpriz bir kararla Gürsel Paşa’yı devlet töreniyle Anıtkabir’e defnettirdi. Böylesine tuhaf bir gelişme siz de takdir edersiniz ki taraflı tarafsız, toplumun bütün kesimleri tarafından fazlasıyla yadırgandı.
Acaba bu durum Sözde maneviyatçı ve mukaddesatçı, aynı zamanda demokrasi havarisi geçinen Demirel’in. Cemal Gürsel’e geçmişin diyet borcunu ödeme hesabı mıdır?
-Orasını bilemem. Çünkü ben, o törende bulunmadığım gibi uzun süre devlet müşaviri olarak sürgünde kaldığım Brüksel’den henüz yeni dönmüştüm. Biliyorsun, bizler ihtilalin 14’ler grubu olarak 13 Kasım 1960’tan itibaren neredeyse beş yıla yakın herbirimiz farklı ülkelere gönderilmek kaydıyla Tecrit edildik….”(4)
**
“Kim bu Demirel, Bir Truva Atı mı?”
Cihad Baban (*), Politika Galerisi isimli kitabında Cemal Gürsel’den bir anekdot anlatıyor. Gürsel sıradan bir adam değil; 27 Mayısçıların başındaki general, cumhurbaşkanı. 1960′ta kurulan yarı demokratik ‘vesayet rejimi’nin mimarlarından. İşte bu Gürsel’in Demirel hakkında söyledikleri çok önemli.
1964 yılında Ragıp Gümüşpala’nın ölümü üzerine AP, yeni genel başkanını seçecek. Gürsel anlatıyor Cihad Baban’a:
-’Bak Adalet Partisi kongresini yapacak... Eğer Demirel AP’nin başına gelebilirse bütün dertleri hallederiz. O başkan olsun diye ben çok çalışıyorum… Bir muvaffak olursam rahat edeceğim. Aydın adam, yobazlığa yüz vermez, demokratlara alet olmaz. Dünya görmüş. O zaman göreceksin, Adalet Partisi yola girecek. Benim gözüm arkada kalmayacak.’
Bunun üzerine Cihad Baban soruyor:
- ‘Siz kendisini yakından tanır mısınız?’ Gürsel’in cevabı; ‘Burada boş oturuyor değilim ya… Amerika’da tahsil etmiş. Laik, lisan bilir bir insan AP’nin başına geçerse, artık memleket kurtulur. Demirel’in Atatürkçülüğünden hiç şüphe etmiyorum.’ (s. 277)
İşte 1960 darbesinin başındaki Gürsel böyle diyor. Demirel, Kasım 1964′te muhafazakârların adayı Sadettin Bilgiç’i yenerek AP’nin genel başkanı oluyor. İyi de neden Demirel’i görmek istiyorlar AP’nin başında? Bunun bir sebebi olmalı. 1950′lerde üst üste üç seçimde tek başına iktidar olan bir partiye karşı darbe yapıp, başbakanını asanlar, bu partinin devamı olacak siyasi örgütlenmeleri ve tabanını boş mu bırakacaklardı?
Tabii ki hayır, çünkü bu, darbeciler için bir ‘varlık ve kişisel güvenlik meselesiydi‘ de. Böylece 1964′te yeni bir dönem başladı; vesayet rejiminin yerleştiği, toplumsallaştığı, adeta meşrulaştığı bir dönem. Demirel’in AP’si merkez sağ/DP tabanını elinde tutuyor, askerî vesayet rejiminin hakimleri de AP’yi.
Anlaşılan ‘indirebileceklerini’ çıkarıyorlardı merkez sağın tepesine. İki defa Demirel’i darbeyle indirdiler. İleri gittikçe durdurdular onu, ayar verdiler. DP çizgisinin başında onun yerinde başka birisi olsaydı belki de kolay olmayacaktı bütün bu darbeler, ayarlar, vesayeti içselleştirmeler. Şapkasını alıp gidecek bir lider arıyorlardı merkez sağın başına. Demirel’de buldukları buydu…
Cevap aradığımız soru şu: Demirel, merkez sağın içine yerleştirilen bir Truva atı mıydı? Benim için Demirel, 1960′ta kurulan askerî vesayet rejimini merkez sağ, muhafazakâr, dindar tabana çaktırmadan satan adamdır. (5)
**
Konu ile ilgili medyada çıkan haberler
Emniyet İstihbarat’a sızdırdığı gerekçesiyle yargılanan “Köstebek Davası”nın ünlü ismi Onbaşı Sarmusak’ 15 yıl sonra konuştu;
-“Beni Demirel ihbar etti,”
*
Gazeteci Nuray Mert’in “Merkez Sağın Kısa tarihi” isimli kitabında, 1966′nın 5 Haziran’ında yaptığı konuşma… Bakın Demirel, 27 Mayıs 1960 darbesi için ne diyor:
-”27 Mayıs’ı hiçbir şahsa, zümreye, hiçbir sınıfa karşı olmayan birleştirici bir hareket olarak kabul etmek gerekiyor.”
*
Recai Kutan, Fikret Bila’ya 28 Şubat sürecinde yaşananları anlatırken, Necmettin Erbakan’a yönelik, “Erbakan 28 Şubat’a direnmedi, istifa etti” eleştirilere de yanıt vermektedir;
-Koalisyon protokolüne göre 6-7 ay sonra Başbakanlık Çiller’e devredilecekti. Çiller,
-‘Siz istifa ederseniz ben Başbakanlığı devralırım böyle devam ederiz’ diye konuştu Erbakan, Çiller’e,
-‘Cumhurbaşkanı ya görevi sana vermezse?’ diye sordu. Çiller,
-‘Demirel görevi bana vereceğini söyledi’ dedi. Hoca, bu cevabı alınca istifa kararı aldı.
Ancak Demirel, Tansu Çiller yerine hükümeti kurmakla Mesut Yılmaz‘ı görevlendirdi.
*
Ergenekon sanığı Mehmet Haberal’ın milletvekilli adaylığı için  9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel dahil hiç kimsenin ricası olmadığını iddia eden CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Demirel’in Haberal için ricada bulunduğunu açıklaması üzerine zor durumda kaldı. (18 Haziran 2011, Gazeteler.)
**
Toparlanırsa;
-Darbe ve Cuntaların arka planının güzide medyamızın! Yazdığı gibi olmadığını,
-Darbeci ve kimi üst düzey komutanların masonlarla sıkı-fıkı olduklarını;
-Mason localarının ülke kaderinde ne kadar etkili olduğunu,
-İşadamları-medya ve asker işbirliğini,
-Askerin, işadamları ve medya olmadan yerinden kalkmadığı,
-Kaymak tabakanın ülke nimetlerinin kaymağını yediğini,
-Kaymağı yerken, Ülkeyi …….. Ancak; “Atatürk, Cumhuriyet, Laiklik” değerlerini özelce ve güzelce koruduklarını ifade etmektedirler.
Burada baş sorumlu sadece vatandaştır...
Okumamakta dolayısıyla öğrenememekte ve sorgulamamaktadır.
Ol hikâye budur.
Resim;ankaraport.net’ten alıntıdır.
Kaynakça ve Kim kimdir;
(1) Cemal Gürsel, 27 Mayıs Darbesi öncesinde Kara Kuvvetleri Komutanı olan Gürsel; 2 Mayıs 1960′da Millî Savunma Bakanı Ethem Menderes’e, Cumhurbaşkanı Celâl Bayar’ın istifasını ve Başbakan Adnan Menderes’in Bayar yerine Cumhurbaşkanlığına getirilmesini önerir. Ancak Bu önerisi nedeniyle üzerine emekliliğe sevkedilir.
27 Mayıs 1960′ta albay ve daha alt kademedeki subaylarca gerçekleştirilen darbe sonrasında 3. Ordu Komutanı Orgeneral Ragıp Gümüşpala’nın Milli Birlik Komitesi’ne (MBK) liderlerinin kim olduğunu sorması ve eğer başlarında kendisinden daha kıdemli bir asker olmadığı takdirde 3. Ordu ile birlikte Erzurum’dan Ankara’ya yürüyüp isyana son vereceğini bildirmesi üzerine, ihtilalciler zorunlu izindeki Orgeneral Cemal Gürsel’i askeri uçakla İzmir’den Ankara’ya getirdiler. Gürsel MBK’nın daveti ile başkanlık görevini üstlendi ve ihtilal lideri olarak kabul edildi.
Milletvekili gazeteci Cihat Baban (*),Politika Galerisi isimli kitabında Cemal Gürsel’in kendisine;
-“Eğer Süleyman Demirel Adalet Partisi’nin başına geçebilirse bütün dertleri hallederiz. Aydın adam, yobazlığa yüz vermez. Benim gözüm de arkada kalmaz. O başkan olsun diye ben çok çalışıyorum. Bir muvaffak olursam rahat edeceğim..” dediğini iddia eder.
Toplumda görme kaybı ve körlüğün önlenmesi için hayır yardımı amacını güden uluslararası Lion’s Kulübü’nün (**)Türkiye’de hizmete girmesi (1963 Cemal Gürsel’in idaresi altında gerçekleşmiştir.
Cumhurbaşkanı Celâl Bayar ve Genelkurmay Başkanı Gen. Rüştü Erdelhun’a verilen hapis cezalarına af getirdi.
1966 yılında başlayan rahatsızlığının sürmesi, yurt dışında (ABD) tedaviye rağmen ağırlaşarak komaya dönmesi ve görevini engellemesi üzerine, Anayasa uyarınca Cumhurbaşkanlığı görevi 28 Mart 1966′da TBMM tarafından sona erdirildi. 14 Eylül 1966 günü vefat etti. Geriye hiçbir vasiyet ve kendisi ile ilgili dilek bırakmadı. Anıtkabir devrim şehitleri bölümünde toprağa verildi ve sonradan devlet mezarlığına nakledildi.
(*) Cihat Baban (1911-1984) Yeni Sabah ve Cumhuriyet Gazeteleri Yazı İşleri Müdürlüğü, Tasvir Gazetesi Sahipliği ve Başyazarlığı, VIII. ve 1. (XII) Dönem İstanbul, IX.ve X. Dönem İzmir, 2.(XIII) Dönem Çanakkale Milletvekilliği, Kurucu Meclis Cumhuriyet Halk Partisi Temsilciliği, Basın, Yayın ve Turizm Bakanlığı ve Dışarıdan Kültür Bakanlığı yapmıştır. (wikipedi)
(**) Lions Nedir? Uluslararası Lions Kulüpleri Birliği, 1917 yılında ABD’li bir işadamı olan Melvin Jones tarafından kurulmuştur. O günden bu yana, 196 ülke ve coğrafi bölgede kurulan kulüplerle, birlik tam anlamıyla dünyaya yayıldı. Halen 1,5 milyon üyesi bulunan 43 bin kulüplü birlik, dünya’nın en önemli sivil toplum hareketlerinden biridir.
Lions hareketi, 1963 yılında, o dönemin İstanbul valisi ve belediye başkanı olan, Ord. Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay’ın  ( Ord. Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay, 33.Derece Masondur. (Kaynak; Yazar Aytunç Aldındal) önderliğinde İstanbul Milletlerarası Lions Kulübünün kurulması ile ülkemizde de yaygınlaşmaya başlamıştır. Lions’un genel kuralı, kendi ulusumuz için özgür anlayışımız doğrultusundaki hizmetlerimizi ifade eder. (Kaynak; http://dikmenlions.org/lions_nedir.php)
(2) Anıtkabir, Türk Kurtuluş Savaşı’nın ve inkılaplarının önderi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün, Ankara Anıttepe’de (eski adıyla Rasattepe) bulunan anıt mezarıdır. Ayrıca dördüncü cumhurbaşkanı Cemal Gürsel de 1966 yılında devrim şehitleri bölümüne defnedilmiştir (6 Kasım 1981 tarihli Devlet Mezarlığı Kanunu 1.madde 2.fıkra gereğince, 27 Ağustos 1988′de çıkartıldı). 1973′den beri İsmet İnönü’nün kabri de Anıtkabir’dedir. (http://www.anitkabir.com.tr)
(3) Mehmet Orhan Kabibay; İstanbul-Üsküdar 1918, Harp Okulu-Harp Akademisi-Genelkurmay Harekât Başkanlığı Plan ve Harekât Dairesi Cento Şubesi Subayı, Kurmay Albay, Brüksel Büyükelçiliği Nezdinde Devlet Müşaviri-Milli Birlik Komitesi Üyesi (27.5.1960-13.11.1960)-2’inci Dönem Sivas, 3’üncü Dönem CHP İstanbul Milletvekili.
(4) Konu hakkında geniş bilgi için bakınız; ”İhtilalci ve Muhtıracı Paşalar”,  sahife, 16. Süleyman Yeşilyurt, 2008 Temmuz – Kültür Sanat Yayınları
(5) İhsan Dağı, Zaman gazetesi, 12 Mart 2010, Cuma.

28 Eylül 2012 Cuma

'Dul Kadının Cocuğu' olduğu icin Demirel'i korumuslar! -Başbakan Demirel'in burnunu kim kırmıştı hatırlıyor musunuz? -Gerçek bir laf üreticisi: Demirel


'Dul Kadının Cocuğu' olduğu icin Demirel'i korumuslar!

9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in başta' Ergenekon Davası' sanıklarından Prof. Mehmet Haberal olmak üzere bazı isimlerin CHP aday listelerinde yer almaları için aracılık ettiği iddiaları siyaset gündemini karıştırdı. Demirel'e yakınlıklarıyla bilinen ve daha önce Merkez Sağ'da yer alan isimlerin CHP'den aday olmaları şaşkınlıkla karşılanmıştı. Demirel sözkonusu isimlerin CHP listesinde yer almaları için aracılık yaptığını yalanlıyor. Ancak çoğu insan Demirel'le adı geçen isimler arasında bir mahfil ilişkisi olduğuna inanıyor. Tartışmalar 1964 yılında Adalet Partisi'nin 2. Büyük Kongresi'nde Demirel hakkında 'Mason' olduğuna dair ortaya atılan iddiaları bir kez daha hafızalara getiriyor. Demirel 46 yıldır Mason olmadığını iddia ediyor ama gerçekler başka türlü söylüyor.
Siyasetin en renkli figürlerinden biri olarak 'Süleyman Demirel' neredeyse yarım asırdır hayatımızın içinde.
Ulaşabileceği her makama erişti, Cumhurbaşkanı da oldu ama hala siyaseti bir biçimde etkilemeye devam ediyor.
Şurası gerçek, Demirel kendi siyasi tabanını teşkil eden ve onu yüksek makamlara taşıyan muhafazakar kesimleri '28 Şubat' sürecinde büyük bir hayal kırıklığına uğratarak aslında bir bakıma jübilesini de yapmış oldu.
Oyundan çıktı ama rolünü oynamaya da devam ediyor.
1960'ların ortalarından itibaren kendini 'nurlu ufukların adamı' olarak sunan Demirel bir zamanlar kanlı bıçaklı siyasi hasmı CHP'ye destek vermekle itham ediliyor.
Doğrusu, bu bir itham değil ve Demirel kozlarını açık oynuyor.
Demirel'in başta CHP olmak üzere Meclise girme potansiyeli taşıyan muhalefet partilerinin aday listelerine kendine yakın isimlerin yerleştirilmesi için aracılık ettiği rivayet olunuyor.
Tabii Demirel bu iddiaları doğrulamıyor ama başta 'Ergenekon Davası'ndan tutuklu bulunan Prof. Mehmet Haberal olmak üzere sözkonusu kişilere sahiplenmekten de kaçınmıyor.
Açıkçası, Demirel 'in bu kişilerle kamuoyunda netameli kabul edilen 'bir mahfil' üzerinden ilişkili olduğu söyleniyor.
Demirel'in doğrulamadığı, hatta şiddetle reddettiği bazı iddiaların sonradan gerçek çıktığına ilişkin o kadar çok örnek var ki, insan kuşkulanmadan edemiyor.
DEMİREL VE KOCA REİS KARŞI KARŞIYA
Demirel'in gizemli ilişkilerine dair en çarpıcı iddialardan birisi ise 1964'te 'Adalet Partisi' genel başkanlığına seçilmesi esnasında ortaya çıkmıştı.
Emekli Orgeneral Ragıp Gümüşpala vefat ettiğinde Adalet Partisi genel başkanlığına iki aday talip olmuştu.
Biri parti tabanının çok iyi tanıdığı siyasetçilerden 'Koca Reis' namıyla maruf Sadettin Bilgiç, diğeri de Merhum Adnan Menderes'in Başbakanlığı döneminde 'Su İşleri Genel Müdürlüğü' yapmş olan Mühendis Süleyman Demirel idi.
'27 Mayıs' darbesiyle tasfiye edilen Demokrat Parti'nin siyasi mirasını devralan Adalet Partisi'nin başına Gümüşpala'dan sonra muhafazakar kimliğiyle bilinen Sadettin Bilgiç'in geçmemesi için askeri ve bürokratik çevrelerin yanı sıra CHP çevreleriyle ilişkili basın organlarında bir propaganda başlatılmıştı.
Öyle ki Bilgiç'in başında olduğu bir partinin seçimleri kazansa bile iktidara gelmesine izin verilmeyeceği ifade ediliyordu.
Süleyman Demirel ismi ise daha sempatiyle karşılanmıştı bu çevrelerde.
DEMİREL 'İMDAT' DEDİ, EL UZATTILAR
Kongre öncesinde ortaya atılan bir iddia Adalet Partisi içinde büyük bir dalgalanmaya sebep olmuştu.
Elden ele dolaşan belge 'Ankara Bilgi Locası'na ait bir albümden alınmıştı.
Albümün 15. Sayfasında Demirel'in bir resmi vardı ve bu locanın kayıtlı üyesi olduğu anlaşılıyordu.
Demirel köşeye sıkışmış vaziyetteydi.
Çevresine Masonlukla ilgisinin bulunmadığını ve bir siyasi komployla karşı karşıya kaldığını söyleyecekti.
Buna göre, Sadettin Bilgiç'in destekleyen delegelerin bir oyunuydu.
İlginç bir gelişme oldu ve Demirel Kongrede Mason derneğinden(Türk Yükseltme Cemiyeti) aldığı bir açıklamayı okudu.
Derneğin tanzim ettiği resmi açıklamaya göre Demirel Mason Locası'na kayıtlı değildi.
Yani, Süleyman Demirel ismiyle Mason localarına kayıtlı bir kimse bulunmuyordu.
Belgenin altında Loca'nın Ankara Şubesi Kaymakamı Necdet Egeran'ın imzası bulunuyordu.
Demirel , delegelere 'Köy evinde, Kur'ân okunmadan sabah kahvaltısına oturulmayan bir ailenin çocuğuyum' diye hitap ettti.
'Böyle bir ailenin çocuğu hiç Mason olabilir mi' demeye getirmişti lafı.
Demirel 'Mason değilim' demişti, Mason Cemiyeti de düzenlediği bir belgeyle bu açıklamayı teyid etmişti.
Delegeler Demirel'in açıklamasını yeterli buldular ve onu Adalet Partisi'nin Genel Başkanlığı'na seçtiler.
Koca Reis Sadettin Bilgiç kaybetmişti.
İşte o günden beri Süleyman Demirel hayatımızın içindedir.
MASONLARI BÖLEN EVRAK
Sonradan ortaya çıktı ki aslında böyle bir belgenin düzenlenmiş olması bile Mason geleneklerine ve kurallarına aykırıydı.
Yaşayan bir kimsenin Mason olup olmadığı açıklanamayacağı gibi ölmüş kimselerin Masonluğu da ancak ailesinden alınan izin sonucu açıklanabilirdi.
Bu belge yüzünden Masonlar arasında büyük bir tartışma yaşanmış ve bunun sonucunda 'Hür Masonlar' karpuz gibi ortadan ikiye bölünmüştü.
Daha önce çok yazılıp çizildiği için detaylara girmiyorum.
Demirel hakkındaki masonluk iddiaları daha sonraki dönemlerde de siyasi rakipleri tarafından sık sık dile getirildi.
Her defasında bu iddiaları yalanladı.
Mesela 1989'da Demirel'e bu iddiayı hatırlatan bir gazeteci şu cevabı almıştı:
'Benim Mason Locasına mensup olup olmadığım 25 senedir tartışıldı. Bu tartışmayı yapanlara ben 'Sizi niye alakadar ediyor?' diye sordum. Yani bu ülkenin hangi meselesini çözüyor? 28 Kasım 1964'te Adalet Partisi'nin Büyük Sinema'daki kongresinde aynı soru soruldu. Ben bu kongreye belge verdim. Gidin bakın o belgeye, ister inanın ister inanmayın.'
Öyle ya, Demirel 'ben Mason değilim kardeşim' diyorsa, değildir, yalan mı söyleyecek?
ÜSTADLAR BİLE DOĞRUYU SÖYLEMEDİLER
Mason üstadları da bu iddialar gündeme getirildiğinde sözkonusu belgenin düzenlenmiş olmasını doğru bulmadıklarını belirtmekle birlikte Demirel'in Masonluğunu reddettiler.
Mesela Mason Üstad-ı Azamı Remzi Sanver 'Habertürk Tv' de Fatih Altaylı'nın Teke Tek programında kendisine yöneltilen Demirel'le ilgili iddiya şöyle cevap vermişti:
'O dönem kayıtlara bakıldı. Kayıtlarımızda yoktu, biz de o belgeyi verdik' .
Adı açıklanmayan bazı Masonların açıklamalarına göre ise, önce Demirel'in Loca'dan istifa etmesi istenmiş, ardından da böyle bir belge düzenlenmişti.
Yani, Mason derneği 'Demirel locamıza kayıtlı değil' derken yalan söylememiş oluyordu.
Tabii bütün bunlar birer iddia düzeyinde kaldı hep.
Bu yüzden, konu her açıldığında biz gazeteciler de 'iddia' olarak belirtmeye özen gösterdik.
Ne ki gerçek, kendi yüzünü olduğu gibi göstermeye eğimlidir.
Gün gelir, gerçek ortaya çıkar, neyin yalan olduğu, neyin yalan olmadığı anlaşılır.
NİHAYET GERÇEK AYAĞIMA GELDİ
Bir ay kadar önce Beyoğlu'nda sahaflarda dolaşırken bir dükkanda ucuz kitaplar kutusunda ' Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası'nın resmi yayın organı olan 'Mimar Sinan' dergileriyle karşılaştım.
Dergilerden birini karıştırırken Suha Umur'un '1965 Olayları' başlıklı makalesi dikkatimi çekti.
1992 yılında basılmış olan derginin 84. Sayısıydı.
Umur'un yazısı 1964'de Süleyman Demirel'e verilen 'mason değildir' belgesinin sebebiyet verdiği büyük bölünmeye ilişkin gelişmeleri konu alıyordu.
Buna göre Demirel, Kongre'den 15 gün kadar önce(14 Kasım 1964) Türk Yükseltme Cemiyeti'nin Ankara Şubesi'nden temin etmişti belgeyi.
Belgede 'Sayın Süleyman Demirel, isteğinize uyarak yapılan tetkiklere göre, Cemiyetimizde kaydınızın bulunmadığı anlaşılmıştır. Saygılarımla' ibaresi yer alıyordu.
Olay gazetelere yansıdığında Masonlar arasında bir çatışmanın da fitili ateşlenmişti.
'Büyük Loca' 28 Aralık'ta Mason biraderlere hitaben bir tamim yayımlamak zorunda kalmıştı.
Tamim'de,'Konuya el koyan Büyük Daimi heyetimiz, ismi geçen zatın.. Bilgi Muhterem Locasının matrikülünde kaydına rastlayamamıştır' deniliyordu.
Tamimin devamında ise şu ibareler yer alıyordu:
'Adı geçen zata Büyük Üstadın ve Büyük Daimi Heyetin bilgisi altında hiçbir belge verilmemiştir. Hatta, böyle bir belgenin verilip verilmediği de kesin olarak tayin edilememekle beraber verilmiş ise yetki dışında ita edilmiş olduğuna şüphe yoktur'.
Tamimde masonluğu politikaya sokan bu hareketlerin tasvip edilmeyeceği de belirtiliyordu.
Buna göre Demirel'in mason olmadığına dair verilmiş olan belgenin hakikate uymadığı anlaşılımıştı.
ANKARA'YA MASON HEYETi GÖNDERDiLER
“Büyük Daimi Heyet' olayı araştırmak üzere Ankara'ya üç Masondan oluşan bir heyet göndermişti.
Araştırmaya göre Demirel 27 Ekim 1954 tarihinde Bilgi Locası'na Mesut Gün, Orhan Alsaç ve Rıza Berke biraderler tarafından teklif edilmişti.
15 Şubat 1956 tarihinde aynı locada tekris edilmiş, ertesi sene de Kalfalığa kadar yükseltilmişti.
Umum Müdür(Su İşleri Genel Müdürü) olduktan sonra da Locasına hiç devam etmediği ve hakkında istifa ve gayrımuntazam ilanı gibi bir işlem de yapılmadığı anlaşılmıştı.
Demirel'in müracaatı üzerine Hikmet Turat birader tarafından hazırlanan belgeyi Büyük Üstad Kaykamamı Necdet Egeran bir mahzur görmeyerek ve kimseye sormadan imzalayıp mühürlemişti.
Heyetin vardığı sonuç buydu.
NECDET EGERAN İTİRAF EDİYOR
Konu 'Büyük Kongre'ye hazırlanan 'Hür Masonlar' arasında sert tartışmalara sebep oldu.
Necdet Egaran 'Büyük Loca'da kendisine yöneltilen suçlamalar karşısında Demirel'in mason olduğunu bildiğini ve bu yüzden 'Bir dul kadının çocuğunun benden istediği yardımı yaptım' demişti.
Suçlamada bulunan Masonlara göre Egeran siyasi bir maksatla ve hakikate uymayan bir belge vermekle hem yalan söylemiş hem de Masonluğu politikaya alet etmişti.
Köşeye sıkışan Necdet Egeran şu sözlerle kendini savunmuştu:
'Bir gün Mahfile uğradım. Sait Hikmet Turat Üstad bana geldi. Dedi ki 'Bir kardeşimiz pek büyük sıkıntı içinde. Yardım etmek istiyorum. Yardım eder misiniz?', 'Nedir?' dedim. 'Demirel Mason olduğu için sıkıntıda'. 'Yazılı müracaat yapsın' dedim. Ertesi gün yazılı müracaat geldi. Demirel'in yazılı müracaatı. Müracaat şu: 'Cemiyetinizde kaydım olup olmadığının bildirilmesi.' Masonum, Mason değilim sözleri yok. Mason olduğunu biliyorum. Bir Kardeşimiz yardım talep ediyor. Dul Kadının çocuğu bana yardım et diyor, sıkıntıdayım diyor. Turat'a 'tetkik et' dedim. Türk Yükseltme Cemiyeti kağıdı üzerine altı mühürlü bir kağıt getirdi. Orada, 'Cemiyet kayıtlarında yoktur' diyor. 'Doğru mudur' dedim. 'Doğrudur' dedi. İnandım, imzaladım, gönderdim. Süleyman'ı on senedir görmedim. Kendisiyle de işim yoktur. Ben bunu, bir kardeşimin tavassutu ile bir Mason Kardeşim sıkıntıda olduğu için yaptım. Böyle bir yazıyı, tekrar icab ederse, tekrar veririm. Vicdanen müsterihim.'
Olay budur.
VAKA KAPANMIŞTIR
Birkaç yıl önce Necdet Egaran öldüğünde oğlu Erol Egeran, 'Demirel Olayı'na ilişkin gerçek bilgilerin babasının vasiyetinde yer aldığını ve bir gün açıklanacağını vurgulamıştı.
O vasiyet henüz açıklanmadı ama zaten 1992'de kapalı devre yayım yapan 'Mimar Sinan' dergisinde anlatılmış bulunan hadisenin başka anlatılacak nesi kalmış, bilemem.
Benim için bu vaka kapanmıştır.
Mason olduğu halde düzmece bir evrakla Demirel'e mason olmadığı belgesi verilmiştir.
Egeran Masonlar için çok önemli sayılan 'Dul Kadının çocuğuna yardım' prensibi nedeniyle bu belgeyi tanzim etmiş.
Gerçek budur.
Demirel'in de aynı prensip gereği kendisinden yardım isteyen biraderlerine yardım elini uzattığı iddiaları kimseyi şaşırtmamalı.
Demek ki şimdi başka biraderler de kendisinden 'Dul Kadının Çocuğu' olarak yardım istemişler.
Ee ne yapalım, 1964'den bu yana Demirel muhafazakar çevreleri 'Mason değilim' diye kandırmış işte.. Doğruyu söylememiş, şimdi niye söylesin.

Başbakan Demirel'in burnunu kim kırmıştı hatırlıyor musunuz?

“DTP” eski genel başkanı Ahmet Türk'e yapılan yumruklu saldırı siyasi hayatımızın ilk vakası değil sevgili okurlar... Siyasi parti genel başkanlarından Süleyman Demirel ve Mesut Yılmaz da benzer saldırılara uğramıştılar.
ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, 24 Kasım 1996'da Macaristan'ın başkentı Budapeşte'de bir otelin lobisinde Veysel Özerdem isimli bir şahsın yumruklu saldırısına maruz kalmıştı.
Eylemci'nin Yılmaz'ı Susurluk Kazası'nda hayatını kaybeden Abdullah Çatlı aleyhinde konuştuğu için yumrukladığı ileri sürülmüştü.
Bu saldırıda Mesut Yılmaz'ın da burun kemiği kırılmıştı.
Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel ise 13 Mayıs 1975'de yumruklandığında Başbakanlık koltuğuna henüz oturmuştu.
Bakanlar Kurulu toplantısından çıkan Başbakan Demirel gazetecilere bir açıklama yapmak istiyordu.
İşte bu esnada Başbakanlık binasında tanımadığı bir şahsın yumruklu saldırısına uğramıştı.
Saldırgan Demirel'e önce kafa atmış, sonra da kıyasıya yumruklamıştı.
Kimine göre saldırgan bir muşta kullanmıştı.
Korumalar tarafından saldırgan etkisiz hale getirilmişti ama Demirel'in burun kemiği kırılmıştı.
Demirel'in burnuna dört dikiş atıldı.
Saldırganın kimliği de ortaya çıkmıştı, adı Vural Önsel'di, 34 yaşındaydı ve cebinde CHP Çankaya örgütüne ait bir seminer giriş kartı çıkmıştı.
Yani, saldırgan “solcu” olduğunu gösteren bir kanıtı cebinde taşıyordu nasıl oluyorsa..
SALDIRGANI İSMAİL CEM AZMETTİRMİŞ!
Demirel'e saldırı olayının gerçekleştiği gün Ankara'da “TRT yönetimi” tartışma konusuydu.
1973'te kurulan CHP-MSP Koalisyon Hükümeti döneminde Başbakan Bülent Ecevit tarafından TRT Genel Müdürlüğüne getirilen merhum İsmail Cem'in Demirel Hükümeti tarfından görevden alınması sözkonusuydu.
İsmail Cem'in TRT Genel Genel Müdürlüğü'nden alınmasına ilişkin kararname yoldaydı.
Kararnameden önce öğle sıralarında Demirel'in Başbakanlık binasında bir saldırıya uğradığı haberi geldi.
İsmail Cem, TRT Haber Dairesi başkanı Mehmet Barlas ve diğer çalışma arkadaşı Mete Buharalı ile birlikte TRT muhabirlerinin çektikleri fotoğraflar ve kamera görüntülerini haber odasında birlikte izlediler.
Durum nazikti ve saldırıdan İsmail Cem ve CHP sorumlu olarak gösteriliyordu.
Üstüne üstlük Devlet Bakanı Seyfi Öztürk'ün saldırıdan sonra Başbakanlık binası önünde gazetecilere yaptığı sert açıklama siyasi gerilimin dozunu bir anda artırmıştı.
Öztürk, “Anarşistlerin hamisi ve kundakçıların baş reisinin Ecevit olduğu ispatlandı” diye konuşmuştu.
CHP, siyasi sistem içinde daha sola açık bir düzen değişikliğini amaçlayan Bülent Ecevit'in liderliğinde yoluna gidiyordu.
Bu yüzden CHP daha fazla büyümeden sol terörle ilişkilendirilerek küçültülmeli ve iktidardan mümkün olduğunca uzak tutulmalıydı.
CHP bunun farkındaydı ve iddiaları yalanlayan bir bildiri yayımladı.
Bildiride Vural Önsel'in 1970 yılında Süleyman Demirel, İsmet Sezgin ve Necmettin Cevheri gibi gibi isimlerle dostluk ilişkisi içinde olduğunu ve aynı dönemde Demirel Hükümetini destekleyen sağ bir yayın organı olan “Sancak” dergisinin yazı işleri müdürü olduğu belirtiliyordu.
Durum iyice karışmıştı.
SOLCU MUYDU, SAĞCI MIYDI?
Önsel hakkında gazetelerde çıkan bazı haberlerde ise daha önce Almanya'da bulunduğunu ve sol örgütlerle ilişkisi bulunduğunu ve bir süre Alman polisi tarafından tutuklandığı da belirtiliyordu.
Bu olayla birlikte siyasi ortam birden gerilmişti işte.
TRT Genel Müdürlüğü binasında İsmail Cem ve arkadaşları AP'li Devlet Bakanı Seyfi Öztürk'ün ses bandını da dinlemişlerdi.
Cem henüz görevinin başındaydı ve sözkonusu saldırı olayını TRT'den nasıl vereceklerini tartışıyorlardı.
Sonunda Seyfi Öztürk'ün saldırıdan duyduğu ürküntüyü yansıtan titrek sesle yaptığı konuşmayı olduğu gibi vermemeyi tercih ettiler.
Yani, Öztürk'ün konuşmasını içeren haberi düzelterek yayımladı TRT.
Bu arada Anadolu Ajansından gazetelere geçilen haberde Demirel'e saldırarak burun kemiğini kıran Vural Önsel'in polise bu olaya kendisini azmettirenlerin İsmail Cem, Prof. Uğur Alacakaptan, gazeteci Uğur Mumcu ve Prof. Muammer Aksoy olduğunu itiraf ettiği ileri sürülüyordu.
İsmail Cem hatıralarında Anadolu Ajansı'nın verdiği bu haberden duyduğu endişeyi şu sözlerle anlatıyordu:
“Bu adamlar çıldırmış diye düşünmem, biraz iyimserlik olurdu. Çılgınlığın bu derecesinde, en azından belli bir kasıt payı bulunduğu muhakkak gibiydi. Ajans Demirelin uğradığı saldıradan haklı olarak sinirlenip heyecana kapılabileceklere açıkça hedef göstermekteydi.'Sayın başbakana yapılan bu menfur saldırıyı işte bunlar emretti' demekteydi”.
Cem hemen polis yetkililerini arayarak bilgi istedi.
Aldığı cevap ilginçti:
Ankara Emniyeti'ndeki yetkililer Vural Önsel'in böyle bir ifade vermediğini söylemişlerdi.
İşin aslı, Anadolu Ajansı yalan haber yapmıştı.
İsmail Cem bu kez de Anadolu Ajansı Genel Müdürü Atilla Onuk'u telefonla aradı.
Cem ve Onuk arasında sert bir tartışma yaşandı.
Sonunda Anadolu Ajansı kendi haberini yalanlayan bir başka haberle durumu düzeltti ama olan olmuştu bir kere.
Demirel'in saldırıya uğradığı günün akşamında CHP'li olarak bilinen meşhur hukuk profesörleri Uğur Alacakaptan ve Muammer Aksoy'un evine patlayıcı madde atılmıştı.
Demirel'e yapılan saldırı siyasi provokasyonlara kapı aralamıştı.
Anadolu Ajansı'nın gazetelere servis yaptığı ilk haberin arkaplanı da ortaya çıkmıştı.
1990'larda PKK'lı Şemdin Sakık'ın itiraflarına bazı gazetecilerin isimleri sonradan eklendiği gibi bu habere de yama yapılmıştı ve İsmail Cem'in adı sonradan eklenmişti.
POLİS AJANIYMIŞ MEĞER
Saldırıdan sonraki günlerde Vural Önsel'in “solcu” bir eylemci olduğuna ilişkin haberler çıkmaya devam etti.
Mesela “Milliyet”in birinci sayfasında Vural Önsel'in saldırı emrini illegal bir sol örgüt olan Türkiye Halk Kurtuluş Partisi'nden aldığına ilişkin açıklaması yer almıştı. Önsel'in Ecevit'i de daha önce kapitalizmi revize eden bir siyasetçi olarak suçladığı da yine gazete haberlerine yansıyan iddialar arasındaydı.
Bütün bunlar Önsel'in sözde radikal sol görüşlere sahip siyasi bir kimliğe sahip olduğunu gösteriyordu.
Önsel, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından idam cezasıyla yargılanması istendi.
Ama daha sonra Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yargılanana Önsel bir buçuk yıl hapse mahkum edildi.
1975'den sonra Türkiye önemli bir kısmı provokasyon olan tam bir şiddet sarmalına girdi ve “Önsel Olayı” da böylece kapandı..
Ama Walter Benjamin'in de dediği gibi “hiçbir olay tarih için kaybolmuş sayılamaz”..
1980 Nisan'ında Milliyet'in verdiği bir haberde, Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde açılan bir davanın hazırlık iddianamesinde Önsel'in polis ajanı olduğuna ilişkin belgeler yer almıştı.
Savcılığın elinde Önsel'in polis ajanı olduğuna dair kanıtlar vardı. Bu kanıtlara göre Önsel'in adı bazı uyuşturucu operasyonlarına bile karışmıştı.
Önsel cezaevinden çıktıktan sonra mı ele alınmıştı, yoksa daha önceden mi ele alınmıştı, bilinmiyor.
İşin gerçeği tam olarak aydınlanamadı ve Önsel olayı da unutuldu gitti.
Hiçbir olay tarih için kapanmış sayılamayacağına göre Önsel Olayı'nın gizli kalmış yönleri de bir gün günışığına çıkar.

Gerçek bir laf üreticisi: Demirel

Eski bürokratlardan Erhan Bener, 45 yıl önce, Süleyman Demirel için meğer böyle demiş. Adnan Menderes'in Başbakanlığı döneminde Su İşleri Genel Müdürü olan Demirel, baraj ihalelerinde yolsuzluk yaptığı iddiasıyla 27 Mayıs 1960'daki askeri darbe döneminde sorgulanmış. Yeterli kanıt bulunamadığı gerekçesiyle, Demirel'in mahkemeye sevkine gerek görülmemiş. Sorgulayanlardan biri Erhan Bener'di. Demirel sorguyu siyasi savunmaya çevirmeyi başarınca, Bener bir arkadaşına, 'Bu adam gerçek bir laf üreticisi. İleride politikaya atılırsa yükselir' demiş. Öyle de oldu. Demirel, siyasetin en renkli figürü haline geldi, yanısıra en yüksek makamlara ulaştı.
***
Demirel, köşeli konuşan, ama köşeli yaşamayan bir siyaset adamı. 'Lafla peynir gemisi yürümez' derler ya, Demirel işte lafla peynir gemisini yürütmeyi başarmış nadir siyasetçilerden biri. Demirel'in 45 yıllık siyasi yaşamına bakıldığında, gerçek kimliğiyle halkın karşısına çıkmadığı anlaşılıyor. Mason cemiyetine mensup olduğu kuvvetle muhtemeldi. 1964'deki Adalet Partisi kongresinde aleyhinde propaganda yapılınca sıkıştı. Cemiyetten 'mason değildir' belgesi alıp dağıttı. Göğsünü gere gere 'Ben masonum' diyemedi. Masonlar, olay nedeniyle ikiye bölündü. O zamanlar Demirel, bugünkü Demirel'den çok farklı idi. Mesela, 1970'lerde Nurcular, Demirel'i göklere çıkarırlardı, Demirel de onları. Aynı Demirel, 28 Şubat Süreci'nde zıt bir kimliğe bürünüverdi. 'Müslüman Türkiye' haykırışını unuttu, 9. Senfoni dinletisine katılan kalabalıklara hitap edip 'İşte çağdaş Türkiye' bağırışına geçti. İnsanların düşüncelerinde değişiklik olması doğal. Yadırganacak bir durum yok. Fikirler de, olgunlaşmaya, değişmeye, gelişmeye açık. Ama Demirel öyle mi?
Siyaset adamları, karşısına çıktıkları halkı aldatarak mı iktidara gelmek zorundadırlar? 21. Yüzyıl'da böyle bir siyasetçi tipi olmalı mı? Cevabım, 'hayır'. İşin esasına bakılacak olursa, Türkiye'yi tıkayan siyaset budur. Bu tip zihniyet, Türkiye'nin sahici hiçbir meselesini çözümleyemez, ama ortada yaldızlı laflar döner durur.
***
Demirel tipik bir taşra siyasetçisi. Serdar Turgut'un başını ağrıtan ve yanlış anlaşıldığına inandığım 'köylülük' analizleri içinde yer alabilecek nitelikte bir siyaset adamı. TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın milli egemenlik ile ilgili sözlerini eleştiren Demirel, 1970'lerde Anayasa Mahkemelerine aynı gerekçelerle tepki gösterirdi. Şu sözler Demirel'in ajandasındandır:
'Anayasa Mahkemelerinde mutlaka bir değişiklik yapmak gerek. Milli iradenin üzerinde bir başka kuvvet olabilir mi?'
Bugünkü çizgisini analiz ettiğimizde, Demirel, kırk yıl, inanmadığı şeyleri mi savunur görünmüş? Bunun adına siyasette ne denir? Yoksa siyasette samimiyet olmaz mı? Öyle ise, daha çok işimiz var. Şimdi deniliyor ki 'Hangi Demirel gerçek?'
Bana kalsa Demirel'in gerçeği yok. Dün dündür, bugün bugündür, Demirel Demirel'dir.
İşin tuhafı, eski tüfek solcular bile Demirelci kesiliverdi. Cumhuriyet'ten İlhan Selçuk, dindarlara 'Dindar Demirel'i adres göstermekle yetinmemiş, muhalefet cephesinin başına geçmesini önermiş. Bence de öyle yapsın. Çıksın halkın karşısına, sol yanında da İlhan Selçuk olsun, yakışır. Demirel, MC lideri olmazsa bile, en azından Cumhuriyet gazetesi genel yayın müdürü koltuğuna oturmalı. Çünkü, eski partisi DYP'nin Genel Başkanı Mehmet Ağar bile, Demirel'in 'Başörtülüler Arabistan'a gitsin' sözünden ötürü o kadar rahatsız oldu ki, 'Demirel'e bakmayın, benim sözüme bakın' diyor.
***
Demirel, halktan koptukça, darbeci sol geleneğinin en tutucu kesimlerine yaklaşıyor. Son kırk yılın en katmerli sağcı politikacısının, jakoben solun ünlü isimlerinden İlhan Selçuk'la kucaklaşması, dramatik bir film karesi kadar etkileyici değil midir? O İlhan Selçuk ki, 9 Mart 1971'de Demirel Hükümeti'ni askeri darbeyle alaşağı edip, Baas tipi bir sosyalist rejim kurmayı amaçlayan bir cuntaya mensuptu. 12 Martçılar 9 Martçıları tasfiye etseler bile, Demirel muhtırayı yemiş, Başbakanlık koltuğunda bir gün bile kalamamıştı.
İşte, Demirel'in 45 yılda ulaştığı çizgi bu. 'Büyük Türkiye' idealinden, kerametleri kendilerinden menkul Beyaz Türklerin 'Küçük Türkiye' modelinde stop.
Ne dersiniz, sizce bu başarı sayılabilir mi?
Sözü, 1979'da Demirel'i 'batağın mimarları'ndan biri diye niteleyen İlhan Selçuk'un, yine onun için 1979'da Cumhuriyet'te yazdığı cümleyle bitirelim:
'Gerçek politika, sigara dumanı gibi savrulan sorumsuz laflarla belirlenemez'
Öyle değil mi İlhan Selçuk Bey?