Kazım Karabekir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kazım Karabekir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ağustos 2013 Pazartesi

Meclis Başkanlığı: Karabekir'den Cebesoy’a-M.Latif Salihoğlu

Siyasette kader arkadaşlığı

Meclis Başkanlığı makamında iken Ankara'da vefat eden (26 Ocak 1948) İstiklâl Harbinin cesur kumandanlarından Kâzım Karabekir Paşanın yerine, onunla benzer vasıflara sahip dâvâ arkadaşı Ali Fuat Cebesoy getirildi. 

Mâlûm, ikisinin de aynı dönemlerde hem askerlik, hem de siyaset arkadaşlıkları var. Ayrıca, ikisi de Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının en üst düzey yöneticileri olup, yine ikisi birlikte "İzmir Sûikastı" dâvâsında mahkemelik oldular. 

İstiklâl kahramanı Karabekir -M.Latif Salihoğlu

İstiklâl kahramanı Karabekir (1)

Millî Mücadele hareketinin (İstiklâl Harbinin) en cesur, en dindar, en hamiyetli ve en hazırlıklı kumandanlarından biri olan Kâzım Karabekir, 26 Ocak 1948'de Meclis Başkanlığı makamında bulunduğu esnada vefat etti. 

Bu vesileyle, burada onun hayatı, hatıratı ve takdire şâyân hizmetlerinden biraz daha genişçe söz etmek istiyoruz. (NOT: Daha evvelki bölümlerde, 1919 yılı kronolojisi içinde İstiklâl Harbini ilk başlatan “ordu komutanı” sıfatıyla ondan bir derece bahsetmiştik.)
Zira, Üstad Bediüzzaman’ın da “merdane meslek” sahibi diye ondan söz ettiği (EL, s. 156) Karabekir Paşanın “resmî tarih” sahasında hakkıyla tarif edildiği ve lâyıkı vechiyle anlatıldığı kanaatinde değiliz.

16 Mart 2013 Cumartesi

Karabekir’e saygı-Taha Akyol


MİLLİ Mücadele kahramanlarından Kazım Karabekir’i anmak için İstanbul’da düzenlenen programa, İsmet Paşa’nın kızı Özden Toker de katıldı. Bunun simgesel anlamı önemlidir.

Zaferden sonra Atatürk, İnönü ve Fevzi Paşa bir tarafta, Karabekir, Cebesoy ve Rauf Bey öbür tarafta olmak üzere yollar ayrılmış, Karabekir ve arkadaşları İstiklal Mahkemeleri’nde idam, özel hayatlarında gizli polis takibi ve ‘derin devlet suikastı’ gibi tehditler altında yaşamışlardı. Bu çok sert çatışma ortamında bile İsmet Paşa, Karabekir’e sahip çıkmış, onu ipten ve faili meçhul cinayetlerden kurtarmıştır.<BR>Kazım ve İsmet gençlik yıllarında ‘kanka’ydılar. 1 Ocak 1919 Çarşamba günü ikisi de hatıra defterlerine birbirlerini “her gün hatırlayacakları”nı yazmışlardı... “Kurtlar kanunu” ortamında kan ve barutla sınavdan geçen böylesi dostlukların yeni nesillere örnek olarak anlatılması lazımdır. Karabekir’in kızlarının İnönü’nün kızını davet etmesi, onun da Ankara’dan kalkıp gelerek icabet etmesi bu bakımdan büyük bir simgesel değere sahiptir.

5 Mart 2013 Salı

İnönü Atatürk’e neden gitmedi?İnönü’yü kim öldür-Taha Akyol


İnönü Atatürk’e neden gitmedi?

İNÖNÜ Atatürk’e “velinimetim” demiyor muydu? Gerçekten, Ankara’da generaller varken Albay İsmet’i Garp Cephesi kumandanı ve sonra başbakan yapan Atatürk değil miydi? İnkılapları birlikte yapmamışlar mıydı? Peki İnönü niye hasta yatağındaki Atatürk’ü ziyarete gitmedi?İnönü bir değil birkaç defa gitmek istedi. Hatta Başbakan Celal Bayar ve Meclis Başkanı Kazım Özalp, Dolmabahçe’de Atatürk’ün nabzını yoklamışlar, böyle bir ziyaretten memnun olacağını öğrenerek İnönü’ye bildirmişlerdi...

17 Ocak 2013 Perşembe

İstiklâl Harbini Karabekir başlattı-Amasya'da anlaştılar; beş yıl sonra boğuştular-Erzurum, Sivas, Ankara güzergâhı-M.Latif Salihoğlu


İstiklâl Harbini Karabekir başlattı (1)

Tâ başından beri uydurulmuş ve milyonlarca insanımıza yutturulmuş en büyük yalanlardan biri, Kurtuluş Savaşı denilen İstiklâl Harbinin 19 Mayıs 1919'da Samsun'dan başlatıldığı hikâyesidir. 

Gerçek ise şudur ki: Millî Mücadele hareketi, Osmanlı'nın mağlubiyetini tescilleyen 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi Antlaşmasından hemen sonra başladı.
Anadolu ve Trakya'nın hemen her yerinde Müdafaa–yı Hukuk–u Millîye Cemiyetleri kuruldu. Cemiyet mensupları, her türlü sıkıntı ve tehlikeyi göze alarak canla, başla mücadele meydanına atıldı.
Hürriyet ve istiklâl mücadelesinin yurt genelinde ve orduların iştirakiyle başlatılmasında ise, 19 Nisan 1919'da Trabzon'a çıkan Kâzım Karabekir Paşanın rolü birinci plânda geliyor.
Aşağıda, bu çarpıcı gerçeğin detaylı bilgilerini göreceksiniz.

Günlük tutan bir kumandan

1906 senesinden itibaren düzenli şekilde günlük tutan Karabekir'in yazı ve evrakları, 1927'den sonra evine defalarca yapılan baskınlarla toplatılıp yok edilmeye çalışıldı. Ancak, yine de tamamını imha edemediler.
Hasbelkader kurtulabilen bilgi ve belgeler kitaplaştırıldığında, bu kez o kitaplar toplatılıp yasaklanması cihetine gidildi.
Neyse ki o devirler artık geride kaldı. Karabekir Paşanın eserleri ve günlük notları derlenip toparlanarak yeniden neşredilmeye başlandı.
İşte, size bu "Günlükler"den konumuzla ilgili olan kısımlarını özetler halinde burada takdim etmek istiyoruz.
Tâ ki, İstiklâl Harbiyle ilgili hem yalan–yanlış bilgilerden yeni nesillerin zihnini arındırma, hem de doğru bilgilere ulaşma şansı, imkânı hâsıl olsun.

Padişah'la görüşerek yola çıkıyor

6 Nisan 1919 Pazar günü annesinin Edirnekapı'daki kabrini ağabeyi ile birlikte ziyaret ettiğini kaydeden Karabekir Paşa, son derece hararetli ve hareketli geçen sonraki günlerle ilgili notlarına şu şekilde devam ediyor:

7 Nisan 1919 Pazartesi: Bugün Yunan’ın istiklâl günü olduğundan İstanbul’da nümayişten havfeıı İtilaf ve Türk devriyeleri sık. Beyazıt’taki misafirhane–i askeriyeyi Fransızlar işgal etti.

10 Nisan 1919 Perşembe: Bir haftaya kadar gideceğini zannederken Gülcemal vapurunun Cumartesiye hareket edeceğini haber verdiler. Bin iş bir güne toplandı. Harbiye Nâzırı Şakir Paşayı ziyaret ettim. ...Harbiye Nâzırı zeki, fakat ihtiyar ve hasta. Anadolu'ya iki şehzâde gideceğini bildirdi.

Fevzi Paşanın tavrına dikkat!

Dairede diğer ziyaretleri yaptım.
Erkân–ı Harbiye–i Umumiye Reisi (Genelkurmay Başkanı) Fevzi Paşa: Şark'a gitme, tasfiye yapacaklar. Beyhude zahmet ediyorsun dedi.
Dedim: Şarka millî istiklâlimizi temine gidiyorum. Tasfiye artık mevzubahis değildir.
Dedi: Seni Divân–ı Harbe verirler.
Dedim: Bir kere Trabzon'a ayak basayım. Artık millî mahkemeler mevzubahis oluyor. Genç kumandanların Anadolu'ya bir an evvel gönderilmesine siz de çalışın ve siz de gelin.

11 Nisan 1919 Cuma: Selamlığa (Sultan Vahdeddin ile görüşmeye) gittim. Huzurda kabul buyuruldum. Genç kumandanların bir an evvel Anadolu'ya tayinini tekrar rica ettim. Silâhlar toplanıyor, felâket dedim. İltifat ve duâ ettiler. Cuma selamlığı olduğu için daha fazla görüşmek münasip olmadığını ilave buyurdular. Yani, nezâketen anlattılar ki, hususî ziyaret lâzım. (Not: Hususî görüşme de gerçekleşiyor. Padişah, tam bir itimat ile Karabekir'in millî mücadeleye atılmasını arzu ve talep ediyor.)
İzzet, Cevat, Şevket Turgut Paşaya: Şarkta millî mukavemet esaslarını kuracağımı söyledim. M. Kemal Paşayı ziyaret ettim. Rauf (Orbay) Beyi bulamadım.
Kemal Paşa hasta yatıyordu. Ameliyat yaptırmış. Anadolu'ya geçip fiilî uğraşmaktan başka çare kalmadığını söyledim. Behemehâl gelmelerini anlattım. Münakaşa ettik. Neticede "Bakalım, iyi olayım da ben de öyle zannediyorum" dedi.

Kurtuluş plânını bile hazırlamış

12 Nisan 1919 Cumartesi: Hareket. Gülcemal Vapuru ile akşama kalktık. Kız Kulesi ile Selimiye arasında demirledik. Geceyi vapurda geçirdik. İtilâf (İngilizler) kontrol edecek!
Şark'taki plânımı yaverlerime anlattım:
Kolordular (K)
K.l İstanbul. Daima değişir.
K.2 Edirne. Cafer Tayyar Bey.
K.3 Sivas. Refet, Salahattin Bey.
K.12 Konya. Fahrettin Paşa.
K.l3 Diyarbakır. Cevdet Bey.
K.15 Erzurum. Kâzım Karabekir Paşa.
K.14 Balıkesir. Yusuf İzzet Paşa.
K.17 İzmir. Ali Nadir Paşa.
K.20 Ankara. Ali Fuat Paşa.

13 Nisan 1919 Pazar: Sabahleyin Boğaz'dan çıktık. Hava rüzgârlı ve bulutlu. Büyükdere'de İngiliz bayrağı çırpınıyor. "Hepiniz, hepiniz inmeye mahkûmsunuz" dedim.

14 Nisan 1919 Pazartesi: Zonguldak’a sabahtan evvel vardık. Hava yağmurlu.
Burada kömür hazır değilmiş. Bir saat kadar garbına Kozlu’ya gemi döndü. Buradan kömür aldı.

17 Nisan 1919 Perşembe: 4.00 sonra da Samsun'a vardık. Hafif bir rüzgâr gemiyi sallamıyordu.
...Samsun'da bir Hint (sömürge) bölüğü, limanda bir İngiliz torpido ve muhribi var. Rumlar kırk–ellişer kişilik çete halinde fenalık yapıyorlarmış. Son günlerde Müslümanlar da çıkarmışlar.

18 Nisan 1919 Cuma: Ordu ve Giresun’a uğradık. İkisi de medenî manzaralı. Giresun’a çıktık. Latif bir kasaba. Güzel camileri müteaddit, fakat mektep binası yok. ...Buranın ticareti fındık. Hükümetin yeri ve arkasındaki belediye bahçesinin mevkii latif.
Millî hareketimiz hakkında icap edenlerle görüştüm. Silâhlı teşkilâtlarının kuvvetlendirilmesini söyledim.

19 Nisan 1919 Cumartesi: Trabzon.
Sabahtan evvel sakit ve latif bir havada Trabzon’a vardık. Yeni vali Galip Beyle birlikte sâhile çıktık. Kıta–i muntazıra ve memurîn ve erkân ve ahaliyi selâmladık. Belediyeye gittik.
Öğle yemeğinde vali beyle birlikte belediye namına verilen ziyafette idik. Yemekten sonra İstanbul’a hareket üzere olan Şehzâde Miralay Cemaleddin Efendiyi ziyaret ettim.
Trabzon Muhafaza–i Hukuk Cemiyeti, Trabzon eşrafından 21 kişi. ll’i heyet–i merkeziye, 10’u heyet–i idare. Hedefleri Avrupa’ya heyet gönderecekler, rica edecekler...
Dedim ki: "Bu iş ölüme mahkûm hastanın başında, memlekete mersiye okumaktır. Bugün iş Mehmet’in süngüsünün ucundadır. Ben ve ordum bu uğurda öleceğiz ve kuvvetle milletin hakkını alacağız. İstanbul’daki İtilaf donanması bugün bostanlardaki korkuluk gibidir. Ermenileri ise, bir hamlede ezmek hiçtir."
Bu fikrim belediye reisine ve bazılarına hüsn–i tesir etti ve bu esasta çalışmaya başladılar.

İstiklâl Harbini Karabekir başlattı (2)

Millî Mücadele hareketine orduları da dahil ederek Anadolu'da hürriyet ve istiklâl mücadelesini ilk başlatan şahsın Kâzım Karabekir Paşa olduğunun izah ve ispatına dair bilgileri aktarmaya bugün de devam ediyoruz. 

İşte, 19 Nisan 1919'da Trabzon'a ayak basan Karabekir'in daha sonraki günlerde yaşadıklarıyla ilgili olarak "Günlükler"de kayda geçtiği bilgiler:
20 Nisan 1919 Pazar: Şehzâde Cemaleddin Efendi iade–i ziyaret etti. Depo alay kumandanlığında bulundu. ...Siyasetle iştigal etmemek için "Padişah başkumandan olmalı" diyor... Fikirlerini tashih ettim.
23 Nisan: Fırtına var. ...Trabzon'daki 4. Kolordu'dan bırakılmış olan kıtaatın zapturaptı berbat. Sarhoşluk zapturaptı bitirmiş. Birkaç zabiti tecziye ile sıkı bir zapturapt temin ettim.
Samsun'u pek zayıf bulmuştum. Samsun kasabası haricinde, Rum eşkiyası vaziyete hâkim. Trabzon mıntıkasında Türklük kesif olduğu gibi, kolordumla Şark'a hâkim olacağımdan bu müfrezenin Samsun kolordusuna gönderilmesini muvafık buldum.
27 Nisan Bir Yunan torpidosu limana geldi. Muhâcirleri yerleştirmek için içinde heyet varmış. Sarhoş bir Yunan neferi gece bizim bir neferin silâhını almak istemiş. Nefer de gebertmiş.
28 Nisan: Rus bandıralı bir vapur, baş direğinde Yunan bayrağı var. Rusya'dan 400 kadar muhâcir getirmişler.
30 Nisan: Trabzon'dan Erzurum'a hareket. İki otomobil Zigana'yı aştık. Akşam Ardasa'da kaldık. Yolda bir Rum tercüman refakatiyle iki Amerikalı Erzurum'dan geliyordu.
Ardasa kaza merkezi. Memurlar da dahil olmak üzere otuz ev kalmış. Harpten önce üç yüz evmiş. Ric'atta, ambarları bizimkiler yakmış. Yangın her tarafa sirayetle kasaba yanmış. Halkın yüzde sekseni aç. Ot toplayıp üstüne biraz un katarak kaynatıp tuzsuz çorba olarak içiyorlarmış. Tuzun okkası yirmi kuruş. Tohumluk bir şey yok. Giresun'da iki yüz ton mısır ambarlarda duruyordu. Kaymakama söyledim. Derhal vilayete müracaat etsin.
2 Mayıs : Bayburt'u 11.00 evvele kadar teftiş. Tek otomobil ile Kop'u aştık. Akşam Aşkale'ye. Hava latif.
Kop'u pek rahat aştık. Zigana Kop'tan daha müthiş ve uçurum. Kar, kenarlarda parça halinde kalmıştı.
3 Mayıs: 9.00 evvelde Aşkale'den hareketle öğleyin Erzurum'a. Hava az yağmurlu. Kırkikindinin birinci yağmuru imiş!
Çok sevindim. Pek eski tanıdığım yerler. Kurtardığımız yurt.
4 Mayıs: İngiliz kaymakamı Rawlinson ziyaretime geldi. Yanına İngilizce bilir bir zabit verdim. Bilmez gibi dururdu, çok malumat alırdım.
Erzurum Müdafaa–i Hukuk Heyet–i Merkeziyesi ile görüştüm. Hoca Raif yalnız olarak sordu ki: "Eğer Erzurum tahliye olunacaksa çoluk çocukları vaktiyle gizli sevk edelim." Cevaben dedim: "Bütün Anadolu tehlikede, nereye gideceksiniz? Millî hükümet esasına hemen başlayın. Metin olunuz ve bana yardım ediniz. Erzurum'un Şark'ında ben ölmedikçe bir şey olmaz. "
15 Mayıs: Berat Kandili. Hava karlı. Hasankale içerisindeyim.
Sabahleyin dört parmak kalınlığında kar tuttu. Fotoğraf aldık.
Kısrak, yağız bir kısrak doğurmuş. İsmini Kandil koydum.
İzmir'in işgali haberi
İzmir'imizi melun Yunanlılar işgal etmiş. Saat, 16'da haber aldık.
Bu felâketin hazırlandığı belli idi. Paris gazetelerinde Venizelos'un İzmir işgali hakkındaki mesaisini İstanbul'da okumuştuk.
İstanbul hükümeti, İzmir'in azimli kumandan ve valisi bulunan Nureddin Paşayı azlederek âciz bir mahlûk olan Ali Nadir Paşa'yı kolordu kumandanlığına ve bir Kürt olan İzzet Beyi de valiliğine tayin ederek günlerce Yunanlıların İzmir sâhillerine silâh ve üniforma çıkarmalarına karşı uyudular ve işgale karşı namertçe teslim oldular.
18 Mayıs: İzmir'in Yunanlılara verilmesini Erzurum ahalisi miting yaparak protesto etti. Çekiniyorlardı; İstanbul'dan ve İngiliz mümessilinden! Ayıptır dedim. Yarın da bu felâket Şark'ın başına gelecektir.
19 Mayıs: Mustafa Kemal Paşa bugün Bandırma vapurundan Samsun'a çıkmıştır. 16 Mayıs'ta İstanbul'dan hareket etmişler. Yanında Re'fet Paşa, Miralay Kâzım Bey, Doktor Refik (Saydam) Bey...
Rauf (Orbay) Bey, nezdinde (yanında) Recep Zühtü (gazeteci), Yüzbaşı Tufan Bey, İzmit sabık mutasarrıfı Süreyya Bey olduğu halde Amasya'ya iltihak etmişler.
Bugün Fatih Cami–î Şerifi meydanında ilk miting yapılmış. En az 30 bin kişi toplanmış. Türk topraklarını çiğnetmeyecekleri hakkında Fatih'in türbesi önünde yeminler edilmiş.
Halide Edip Hanım, güzel nutuk söylemiş.
20 Mayıs 1919 Salı: Damat Ferit, Sadrâzam olmuş, yeni kabine kurmuş...
21 Mayıs: İzmir'de Rumların hetk–i nâmus ve katilde (namusları kirletip masumları öldürmede) bulunduklarını ve yağmayı belediye reisleri, Aydın ve havalisi Redd–i İlhak heyetleri bildiriyor.
Soru işaretleri
Mustafa Kemal'den ilk şifre: Neden Samsun'a çıkmış...
Neden Samsun'da vakit geçiriyor?
Memuriyeti kabul ettim diyor. Neden daha evvel etmedi? Bu memuriyet nedir?
"Padişah ve Ferit Paşaya birer nefer gibi hizmet edeceğiz diye gazetelerde beyannâmeleri vardı... Kemal Paşayı mukavemet için mi gönderdiler?
23 Mayıs 1919 Cuma: Sultanahmet Parkında muazzam miting olmuş. En az iki yüz bin kişi iştirak etmiş. Minarelerden siyah örtüler sarkıtılmış. Siyah bir kürsüden nutuklar söylenmiş. "İzmir Türkündür, Türk kalacaktır" yazılı siyah bayraklar heyecan vermiş. Aynı tarzda rozetler ahaliye dağıtılmış. Cuma namazını müteakip altı minareden birden tekbir ve tehlil sadâları başlamış.
İngiliz ve Fransızlar fecî manzaralar hazırlamış, miting meydanı üzerinde tayyareler uçurmuş. Artık Üsküdar'da ve sâir yerlerde mitingler devam etmiş.
24 Mayıs: Dârü'l–Eytâmı (Yetimler Yurdu) teftiş. Kolordu sancağı için 33 yetim tefrik ettik. Dârü'l–Eytâmı Ruslar tahrip etmiş. Pek iptidai bir halde kalmış.
...Erzurum'da yetimlere ilk yardım başladığı gün. Bayburt'takilerin gelmesi için daha evvel emir verdim.
26 Mayıs : Erzurum'daki kararım:
Askerî ve millî teşkilât imha edilemez.
Silâh, cephane ve sâire teslim edilemez.
Herhangi bir mıntıkaya taarruz, umumî müdafaaya bizi mecbur eder...
Bu kararımı kolordulara tâmim (ilân) ettim. M. Kemal ile Rauf Bey kabul etti. (6 Temmuz''da Erzurum Kongresi de kabul etti.)
10 Temmuz: M. Kemal Paşanın kongreye alınması münakaşası ve reyim ile alınması.
23 Temmuz 1919: Erzurum Kongresi'nin resmi küşadı. Kemal Paşa üniforma ve kordonuyla giriyor, kürsüye çıkıyor. Gümüşhane murahhası (delegesi) Zeki Bey "Paşa! Evvelâ üniformayı ve kordonunu at, ondan sonra kürsüye gel! Millî kuvvet, askerî tahakküm şekline girmesin" diyor.


Amasya'da anlaştılar; beş yıl sonra boğuştular

Samsun'dan Amasya'ya 

Amasya'da toplanan komutanların mühim kısmı, Bandırma Vapuruyla 16 Mayıs 1919'da İstanbul'dan hareketle Samsun'a gelenlerdi.
Aralarında 3. Ordu Müfettişi M. Kemal'in de bulunduğu 19 kişilik Bandırma Vapuru yolcularının Anadolu'ya ne maksatla, hangi vazife ve selahiyetle gönderildiğine dair rivâyetler muhtelif.
Resmî tarih anlayışına kaynaklık eden Nutuk'ta, bu meselenin izahına dair herhangi bir ifade yer almıyor.
M. Kemal, Nutku'na işte şu cümle ile başlıyor: "1919 yılı Mayısının 19'uncu günü Samsun'a çıktım. Umumî durum ve manzara: Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu grup, Dünya Savaşında yenilmiş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Büyük Harbin uzun yılları boyunca, millet yorgun ve fakir bir halde..."
Bu durum karşısında mutlaka ki bir şeylerin yapılması lâzım da, acaba bunu bir Osmanlı gemisiyle Samsun'a çıkanlar kendiliğinden mi düşünerek yola çıktı, yoksa bu mesele İstanbul'da görüşülüp tasarlandıktan sonra mı bir görevlendirilmede bulunuldu?
M. Kemal, bu hususa dair aydınlatıcı herhangi bir bilgi aktarmıyor.
Bu sebeple, konuya dair başka kaynaklara müracaat etmek durumundayız.
Şurası tartışma götürmez bir gerçektir ki: Bir grup Osmanlı subayı, o tarihte Padişahın ve hükümetin bilgisi, izni ve emri olmadan bir Osmanlı Vapuruyla İstanbul'dan Anadolu'ya gitmez, gidemez.
Bu da yetmez, ayrıca Boğazların kontrolünü elinde bulunduran İngiliz yönetimindeki galip devletlerin izni olmadan, içinde paşaların olduğu bir geminin İstanbul Boğazından geçmesi mümkün görünmüyor.
Demek ki, M. Kemal ve beraberindeki heyeti Samsun'a götürecek olan gemiden hem Sultan Vahdeddin'in, hem Sadrâzam Ferit Paşanın, hem de İngiliz Yüksek Komiserliğinin haberi vardı.
Yalnız, Osmanlı subaylarının ne maksatla Anadolu'ya gönderildiği hususu kısmen meçhûl görünüyor. Zira, ortada birinci derecede belirleyici durumdaki şahısların açık beyanları yok.
Her ne ise, heyet Samsun'da birkaç gün kaldıktan sonra Amasya'ya hareket ediyor. Anadolu'da bulunan daha başka mühim şahsiyetlerle birlikte Amasya'da mühim bir toplantı yapılıyor.
"Sonuna kadar mücadele" kararı
Yakın tarihimizin mühim bir sayfasını teşkil eden "Amasya Ta'mimi" 22 Haziran 1919'da ilân edildi.
Ta'mim, "umum"dan geliyor; günümüzde "genelge" diye tâbir edilen bir bildirinin umuma duyurulması anlamını taşıyor.
İşte, ülkenin hemen her tarafında zuhur eden işgal ve istilâ hareketinin hız kazandığı günlerde Amasya'da hazırlanan ve çeşitli vasıtalarla umuma ilân edilen bu genelgenin mahiyeti özet olarak şöyledir: "Vatanın bütünlüğü ve milletin istikbâli tehlikededir. İstanbul hükümeti de, işgal kuvvetlerinin tesiri ve kontrolü altındadır. Bu durumda, milletin istiklâli, yine milletin azim ve kararı ile temin edilecektir. Bu maksada matuf olarak, evvelâ Erzurum'da, ardından Sivas'ta iki büyük kongre tertip edilecek ve bu kongrelere Müdafaa–i Hukuk–u Milliye Cemiyetlerinin tensip ettiği delegeler iştirak edecek. Kongreye kadar, askerî ve sivil kuruluşlar hiçbir suretle terk edilmeyecek ve başkasına verilmeyecek. Vatanın herhangi bir tarafına vaki olacak işgâl ve istilâ hareketlerine karşı, bütün ordularımızla mukabele edilecektir. Bu sebeple, silâh ve diğer harp malzemesi kesinlikle başkasına teslim edilmeyecek ve elden çıkarılmayacak."
Bu bildirinin altına imza koyan, ya da telgrafla haberdar edilerek iştirakleri sağlanan meşhûr olmuş isimler ise şunlar: 1) 3. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal.
2) Eski Bahriye Nazırı ve Hamidiye Kahramanı Miralay Rauf (Orbay) Bey.
3) 15. Kolordu (Şark Cephesi) Kumandanı Kâzım Karabekir.
4) 3. Kolordu (Samsun) Kumandanı Miralay Refet (Bele) Paşa.
5) 2. Ordu (Konya) Müfettişi Mersinli Cemal Paşa.
6) 25. Kolordu (Garp Cephesi) ve Kuvâ–yı Milliyenin de ilk Kumandanı Ali Fuat (Cebesoy) Paşa.
7) Edirne'de (Trakya) Kolordu Kumandanı Miralay Cafer Tayyar.
8) 13. Kolordu Kumandan Vekili Miralay Cevad (Çobanlı) Bey. (Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığı'nı yaptı.)
* * *
Evet, Amasya Genelgesine imza atan veya orada bulunamayıp söz konusu metni aynen tasdik eden belli başlı isimler bunlar.
Aynı zamanda birer asker olan bu şahıslar, Millî Mücadele hareketinin lokomotifi olup, 1919 yılı Haziran'ından tâ II. Lozan görüşmelerinin bütün hararetiyle tartışıldığı 1923 Haziran'ına kadar nisbeten birlik–beraberlik görüntüsü içinde bulunmuşlardır.
Dananın kuyruğunun kopması, yani aralarındaki birlik–beraberlik tablosunun parçalanıp berhava olması ise, 1923 yılı ortalarında vuku buldu.
Bu tarihte genel seçimlere gidilirken, Meclis'te "II. Grup" diye isimlendirilen muhaliflerin üzeri çizildi. Lozan Antlaşmasını içine sindiremeyen ve bilhassa Mart 1924'te Hilâfetin kaldırılmasını doğru bulmayan Karabekir Paşa liderliğindeki muhafazakâr grupta yer alan Millî Mücadelenin hemen bütün öncüleri çeşitli bahane ve entrikalarla bertaraf edildi.

Hangisi doğru? Bolşevik olacaklardı

Millî Mücadelenin ve devamı mahiyetindeki İstiklâl Harbinin ilk yıllarına dair doğru bilgilere ulaşmak hiç de mümkün görünmüyor.
Zira, o yıllarda neler olup bittiği hakkındaki hatıra notlarındaki bilgiler birbirini tutmuyor. Hatta, anlatılanların çoğu birbirine zıt düşüyor.
Bilhassa, M. Kemal ile Kâzım Karabekir'in anlattıkları...
Karabekir Paşanın kitapları ve hatıra notlarının üzeri, uzun yıllar yasak perdesi ile örtüldü. Meydan, bütünüyle Nutuk'ta anlatılanlara kalmıştı.
Şimdilerde ise, Karabekir'in anlattıkları da birer birer ortaya çıkıyor.
İşte, yakın tarihte basılan Karabekir'in Günlükler'inde yer alan Amasya Tamimi, Erzurum ve Sivas Kongrelerine dair kısa bazı notlar.
23 Haziran 1919: Amasya’dan 23’te yazılan üç maddelik şifreyi aldım.
Üçüncü maddesi garip; Bolşevik olmaya karar veriyorlar.
Bereket benim 17 Haziran’daki ikazım bir emniyet sübabı olmuş...
(NOT: Amasya'da meğerse bir ara "Rusya gibi biz de Bolşevik olalım" fikri ağır basıyor ki, bundan Karabekir Paşayı da haberdar edip tepkisini yokluyorlar.  Taraf olmadığını anlayınca da, bu fikirden vazgeçiyorlar. Karabekir Paşa, daha sonraki yıllarda Günlük'teki bu hatıraya şu notu düşüyor: "Gazi, Nutkunda bunlardan hiç bahsetmiyor.")
27 Ekim 1922: “Kemâlist" tâbirinin devâmının sakatlığını Fevzi Paşanın yanında Kemal Paşaya bir daha söyledim.

7 Ağustos 1923: Meclis'te Halk Fırkası içtimaı. (CHF toplantısı.)
Gazi Paşa, Nutkunda "Sivas Kongresi esastır" dedi. Erzurum Kongresini Balıkesir Kongresi ile bir tuttu! Muhaliflerin daha Sivas Kongresi’nde Amerika mandası taraftarı olduklarını söyledi! (Nefret ve hayret!)


Erzurum, Sivas, Ankara güzergâhı (1)

Amasya'dan Erzurum'a 

Erzurum'da bir millî kongrenin düzenlenmesi için, daha evvel bazı hazırlık çalışmaları yapılmıştı. Bilhassa Karabekir Paşa, bu iş için gerekli alt yapı çalışması ve güvenliğin sağlanması yönünde büyük çabalar sarf etmişti.
Son olarak, 22 Haziran 1919 tarihli "Amasya Ta'mimi"nde ifadesini bulduğu üzere, Erzurum Kongresi için tarih belirlendi ve derhal harekete geçildi.
* * *
Mahallî hüviyette görünmekle beraber, Anadolu'nun yaklaşık yarısını temsil eden Erzurum Kongresi, 23 Temmuz 1919'da açılarak faaliyete başladı. 7 Ağustos'a kadar devam eden bu kongreye, toplam 54 delege iştirak etti.
Bu delegelerin ekseriyeti aylar önce (4 Aralık 1918) kurulmuş olan Vilayât–ı Şarkîye Müdafaa–yı Hukuk–u Milliye Cemiyetinin temsilcileri ve mensuplarıydı.
Bunlara ilâveten Kâzım Karabekir, Rauf Orbay ve M. Kemal gibi ordu mensupları da bu kongrede delege sıfatıyla yer aldı.
Kongre, Mekteb–i Sultanî'de yapıldı. Delegelerin mutlak ekseriyeti tam bağımsızlıktan yana tavır aldı. Ayrıca, hiçbir devletin mandası, vesayeti, hakimiyeti altında yaşamaya rıza getirilmeyeceği gibi, hiçbir kuvvetin işgal ve istilâ teşebbüsüne karşı da ilgisiz kalınmayacağı yönünde ortak bir fikir ve kanaate varıldı.
Nitekim, kongrenin nihaî kararları da aynı mânâ ve maksat çerçevesinde alındı.
İşte, "Şarkî Anadolu Vilayetlerinin Erzurum Kongresi Beyannamesi" başlığını taşıyan 7 Ağustos 1919 (Perşembe) tarihli o kararların ruh–u aslisi…

Bismillâh

Mütareke'nin (Mondros, 30 Ekim 1918) akdini müteakib gittikçe artan antlaşmayı bozan muamelat; ve İzmir, Antalya, Adana ve havalisi gibi topraklarımızın fiilen işgali; ve Aydın vilayetinde yapılan tahammülsüz Yunan fecâati; ve Ermenilerin Kafkasya dahilinde hudutlarımıza kadar dayanan katliâm ve imhâ–yı İslâm siyasetiyle istila hazırlıkları; ve Karadeniz sahilinde Pontus hayalini tahakkuk ettirmek gayesiyle hazırlıklar yapılması; ve sırf bu maksatla Rusya sâhillerinden akın akın "muhacir" nâmı altında gelen Rus teb'ası Rumların ve bu meyanda da silâhlı Rum eşkıya çetelerinin sevk û celb edilmesi gibi hadiseler karşısında, mukaddes vatanın bölünme–dağılma tehlikesini gören milletimiz, hiçbir iradei milliyeye istinad etmeyen merkezî (İstanbul) hükûmetimizin bu elim ve fecî duruma çare olamayacağına kani olup, daha vahim gelişmelerin yaşanacağından da ayrıca endişe ediyor.
Binâenaleyh, kendini en yakın ve kanlı tehlikeler karşısında gören Şarkî Anadolu Vilayetlerinin, mukaddesatını bizzat muhafaza gayesiyle, her taraftan vicdan–ı millîden doğmuş cemiyetlerin iştirâkıyle yapılan Erzurum Kongresi, 7 Ağustos 1335 (1919) tarîhinde mesaisine son vererek, Allah'ın lütfuyla aşağıdaki kararları almış oldu.
1) Trabzon vilâyeti (Rize, Gümüşhane, Giresun, Ordu) ve Canik (Samsun) sancağıyla, Vilâyât–ı Şarkiyye nâmını taşıyan: Bayezid, Kuzey Bingöl, Kiğı, Yusufeli ve Bayburt'u içine alan Erzurum vilayeti; Amasya, Tokat, Şarkîkarahisar'ın dahil olduğu Sivas vilayeti; Siverek, Mardin ve Palu'yı içine alan Diyarbekir vilayeti: Adıyaman, Malatya, Dersim, Harput/Elaziz'i içine alan Mâmûretilazîz vilayeti; Hakkâri ve Van havalisini içine alan Van vilayeti; Siird, Muş ve Güney Bingöl/Genç taraflarını içine alan Bitlis vilayeti ve bu saha dahilindeki Erzincan ve Samsun gibi mustakil vilayetler, hiçbir sebep ve bahâne ile, yekdiğerinden ve câmia–yı Osmâniye'den ayrılmak imkânı tasavvur edilmeyen bir bütündür.
Saadet ve felâkette tam iştirâki kabul ve mukadderâtı hakkında aynı maksadı hedef ittihaz eyler. Bu sâhada yaşayan bilcümle anasır–i İslâmiye, yekdiğerine karşı bir hiss–i fedâkârî içinde olup öz kardaştırlar.
2) Osmanlı vatanının bütünlüğü, millî istiklâlimizin temini ve Saltanat ile Hilâfet makamının mâsuniyeti (dokunulmazlığı) için, Kuvâ–yı Milliye etrafında millî iradeyi hâkim kılmak esastır.
3)  Her türlü işgal ve müdâhaleye karşı müdâfaa ve mukavemet esası kabûl edilmiştir. Sosyal ve siyasî hakimiyet dengesini bozacak sûrette, Hıristiyan unsurlara yeni bir takım imtiyazlar verilmeyecek.
4) Merkezî (İstanbul) hükümetin, ecnebi devletlerin tazyiki karşısında almaya mecbur kalacağı muhtemel kararlara (buraların terk ve ihmâli gibi) rağmen, yine de Hilâfet ve Saltanat makamlarının mevcudiyeti korunmaya çalışılacaktır.
5) Vatanımızda öteden beri birlikte yaşadığımız gayr–ı müslim unsurların Osmanlı Kànunlarıyla belirlenmiş olan muktesep hukuklarına tamamiyle riâyetkârız. Mâl, cân ve ırzlarının dokunulmazlığı, zaten dinimizin emri ve millî an'anemizin muktezasıdır.
6) Mondros Mütarekesinin imza olunduğu 30 Ekim 1918 tarihindeki hududumuz dahilinde kalan kahir ekseriyeti İslâmlar teşkil ediyor. Bunlar, birbirinden ayrılmaz din kardeşleri olup, yaşadıkları topraklar üzerinde herhangi bir taksimat/bölünme nazariyesi dahi bilkülliye reddedilmiştir.
7) Milletimiz insânî, asrî gayeleri yüksek görür; fennî, sınâî, iktisadî hâl ve ihtiyâcımızı takdir eder. Binâenaleyh, millî hudutlarımıza riayet eden ve istilâ emeli beslemeyen başka devletlerin fennî, sınaî, iktisadî yardımlarını memnuniyetle karşılarız.
8) Milletlerin kendi mukadderâtını bizzât tâyin ettiği bu târihî devirde, merkezî hükümetin de millî iradeye tâbi olması zarûridir.
Binâenaleyh, milletin içinde bulunduğu zor ve endişeli vaziyetten kurtulmak çârelerine bizzat tevessülüne hâcet kalmadan, hükümet–i merkeziyyemizin Meclis–i Millî'yi bir an evvel toplaması ve bu sûretle millet ve memleketin mukadderatı hakkında yeni kararlar alınması mecburidir.
9) Vatanımızın mâruz kaldığı elim hadiseler sebebiyle, aynı maksatla milletin vicdanından doğan Trabzon Muhâfaza–i Hukuk–ı Milliyye Cemiyyeti, Vilâyât–ı Şarkiyye Hukuk–i Milliyye Cemiyeti ve Diyarbekir Muhafaza–i Vatan Cemiyet adlarındaki cemiyetlerin ittihâd ve ittifakından hâsıl olan umûmi kitle, bu kerre, "Şarkî Anadolu Müdâfaa–i Hukuk Cemiyeti" ünvaniyle isimlendirilmiş bulunmaktadır.
İşbu cemiyet, her türlü fırkacılık cereyanlarından külliyen uzaktır. Bilcümle İslâm vatandaşlar, cemiyetin tabiî âzası/üyesidir.
10) Kongre tarafından seçilen bir "Heyet–i Temsiliye" kabûl, ve köylerden tâ vilâyet merkezlerine kadar, mevcut Teşkîlât–i Milliye tevhîd ve te'yid olunmuştur.
İmza
Kongre Heyeti
.............................................
NOT: Burada açıkça görüldüğü üzere, hadiselerin gerçek mahiyeti ile okullarda çocuklarımıza ezberletilen bilgiler arasında bir hayli farklılık var.


Erzurum, Sivas, Ankara güzergâhı (2)

M. Kemal'e kafa tutan Zeki Bey 

Karabekir Paşanın tavassutu ve ricasıyla (Erzurum delegesi Cevat Bey istifa ederek) Erzurum Kongresi üyeliği kabul edilen M. Kemal, kongrenin açılış günü (23 Temmuz 1919) resmî üniforması ile kürsüye çıktığında, Zeki Bey (Trabzon, Gümüşhane, Torul delegesi) tarafından şu sözlerle uyarılmıştı: "Paşa! Evvelâ üniformayı ve kordonunu at, ondan sonra kürsüye gel! Millî kuvvet, askerî tahakküm şekline girmesin."
Amasya Tamimi ne derece bir askerî mahiyet arz ediyorsa, ondan daha yüksek mevkide bulunan Erzurum Kongresi de o nisbette bir sivil irade mahiyetini taşıyordu.
Sivil karakterli millî iradenin askerî vesayet altına girmesini doğru bulmayan Zeki Bey, M. Kemal'i sivil kıyafet giymeye mecbur ettiğini daha evvel belirtmiştik.
Bu duruma hayli içerlendiği anlaşılan M. Kemal, Zeki Beyi mimliyor ve bundan sonraki hayatını ona adeta zindan ediyor.
İşte Gümüşhaneli Kadirbeyzâde Zeki Beyin kısa hayat hikâyesi…
* * *
1884'de Gümüşhane'de doğan Zeki Bey, Kadirbeyzâde ailesinden İbrahim Lütfü Paşanın oğludur.
Sultan Selim zamanında Amasya'da bir uç beyi olan Kadir Bey Gümüşhane Kalesi'nin fethine memur edilmiş ve fetihten sonra buraya yerleştirilmiştir.
Zeki Bey, Gümüşhane'de Rüştiye mektebini, İstanbul'da da Galatasaray Sultanisini bitirdikten sonra, o zaman Gazze'de mutasarrıf olarak bulunan babasının yanına gider. Orada bir yıl kaldıktan sonra yedek subay olarak askerliğini yapar ve ticaretle uğraşmak üzere memleketine geri döner.
Gümüşhane'de Trabzon Mühafaza–i Hukuk–i Milliye Cemiyeti Şubesinin açılmasına öncülük yapan Zeki Bey, Erzurum Kongresine de bu meyandaki hizmetiyle ve Gümüşhane sancağının bağlı bulunduğu Trabzon vilayeti temsilcisi olarak iştirak eder.
Daha sonraki dönemde, mebus seçilir, M. Mebusan ile  I. ve II. Meclis'te yer alır. Ayrıca, ilk muhalefet hareketi olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasına dahil olur.
1926'da hayalî İzmir Sûikastıyla irtibatlandırılarak idamla yargılanır. Bundan beraat eder, ancak siyasî hayata bir daha dönemeyerek, bu kez İstanbul'a yerleşir ve uzun yıllar ticaretle uğraşır.
7 Temmuz 1952'de vefat eden Zeki Bey,  Edirnekapı Şehitliğine defnedilir.

Başına gelenler

Gümüşhane'li Zeki Bey, 1919 yılı sonlarında yapılan son Osmanlı seçimlerinde mebus seçilir. Meclis–i Mebusan'ın 16 Mart 1920'de işgal sebebiyle dağılması üzerine, Anadolu'ya geçmeye karar verir. Deniz yoluyla geldiği İnebolu'da, Damat Ferit taraftarlığıyla itham edildiği için, oradaki polislerle kavga eder.
İzzet–i nefsini kıracak derecede rahatsız edildiği için, bu durumu Ankara'ya geldiğinde Meclis Başkanı M. Kemal'e bildirir ve kendisinden resmen özür dilenmesini talep eder.
M. Kemal oralı olmaz ve durumu geçiştirmeye çalışır. Bunun üzerine, Mecliste çalışamayacağını bildirir ve Ankara'dan ayrılarak tekrar memleketine döner.
1923'teki seçimlere katılması için, yakın dostları onu teşvik eder. Ancak, M. Kemal onu CHP listesinden aday göstermez. O da, bu durum karşısında bağımsız olarak adaylığını koyar.
Bir ara, bağımsızların aday olamayacağı yönünde şayialar yapılır. Zeki Bey buna aldırış etmez ve hemşehrilerinin kararlı desteği sayesinde–M. Kemal'e rağmen–mebus seçilir.
Seçim esnasında da, Gümüşhane merkez ve ilçelerinde akla ziyan askerî baskılar yapılarak, Zeki Beyin adaylığı engellenmeye çalışılır. Bunun da fayda vermediği görülerek serbest seçimlere müsaade edilir.
Zeki Bey, milletvekili seçilir ve Ankara'ya gelir. Ancak, bu kez de mazbata problemiyle karşılaşır. Ona mebus mazbatası verilmez. Gerginlik had safhaya çıkar. Sonunda, geri dönerse durumun daha kötü olacağı mülahazasıyla ona mazbatası verilir.
Zeki Bey, 1923'te yenilenen Millet Meclisinin tek bağımsız milletvekilidir. 1924'te yapılan ara seçimlerde ise, Bursa milletvekili seçilen (Sakallı) Nureddin Paşa da Meclis'te ikinci bağımsız aday hüviyetiyle yer alır.
1924 yılında kurulan Terakkiperver Fırkasına dahil olur. Bir süre sonra Şeyh Said Hadisesi patlak verir. Bu hadise ile irtibatlı belgeler elde etmek maksadıyla, diğer arkadaşları gibi Zeki Beyin evine polis baskını yapılır. Bir şey bulunmadığı halde, yine de tutuklanır. Hatta, çocuklarını pencereden görmesine dahi izin verilmez.
Zeki Bey, Hatırat'ında bütün bu yapılanların "Terakkiperver Fırka'yı hırpalayıp dağıtmak için tertip edilmiş bir plân" olduğu kanaatine varır.
30 Kasım 1925'te türbe, tekke ve zaviyelerin kapatılması kararın alındığı aynı gün içinde Meclis Kürsüsünün arkasına "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" levhasının asılması üzerine, düşüncesini şu sözlerle ifade eder: "Bu levha canlı bir mahlûk değildir ki, yüzü kızarsın." (Zeki Beyin Hatıraları, s. 196)
1926'daki İzmir Sûikastı ile ilgili şiddetli mahkemede idamın eşiğinden dönen Zeki Beyin bundan sonraki hayatı, bütünüyle polis takibi altında geçer.
1952'de vefat eden Zeki Beyin idealini, fikir ve hayat telâkkisini özetlemek gerekiyorsa, şu iki mefhumu kullanmak yerinde olacaktır: Fert için şahsî hürriyet, vatan ve millet için kànun hakimiyeti.

Erzurum Kongresi
Wilson'a istiklâl notası
 
Erzurum Kongresinin çalışmalarına devam ettiği günlerde, bir yönüyle dünya gündemine damgasını vuran ABD Başkanı W. Wilson'un 8 Ocak 1918 tarihli "14 Prensibi"ne ilgisiz kalınmayarak, buna muhtıra niteliğinde bir beyannâme ile cevap verildi. Zira, Wilson'un ortaya attığı prensiplere (Fourteen Points) göre, Türkiye'nin tam bağımsızlık hareketi şimdilik uygun görülmüyordu.
Kâzım Karabekir'in 1969 baskılı "İstiklâl Harbi" isimli eserinde zikrettiğine göre, Erzurum Kongresi Heyeti adına Başkan Wilson'a 1 Ağustos 1919 tarihi itibariyle şu mânâda bir muhtıra gönderildi:
"Reis Cenapları!
"600 senelik bir saltanata ve 1500 senelik bir hayata malik olan Türk milleti, mevcudiyetleri tarihe karışmış milletlerin bile prensipleriniz sayesinde ihya olunduğu bir sırada, imhadan başka bir mânâ ifade etmeyen kararlara boyun eğmeyecektir...
Artık mahvımızın hedeflendiğini anlıyoruz. Son kararı vermek bize düşüyor. Ve bu son karar ise, şeref ve namuslu ölmek ecdadımızın yiğitlik kanıyla yoğrulmuş olan bu topraklar üzerindeki hakimiyeti bizim ve evlâtlarımızın kanı ile müdafaa eyleyerek cihana yeni bir fedakârlık ve kahramanlık misali vermektir." (Age, s. 100)

Erzurum, Sivas, Ankara güzergâhı (3)
Sivas Kongresi yeminle başlıyor 

Yurdun hemen her tarafından gelen millî temsilcilerin katılımıyla gerçekleştirilen Sivas Kongresi, 4–11 Eylül (1919) tarihleri arasında gerçekleştirildi.
Kongrenin son günü, halka açık bir oturum yapıldı ve alınan nihaî kararlar bir "Umumî Beyannâme" şeklinde Türkiye ve dünya kamuoyuna ilân edildi. 

Aynı gün ayrıca şu iki mühim karar alındı:
1) Anadolu ve Rumeli Müdafaa–i Hukuk Cemiyetinin kurulması.

2) Millet Meclisi teşkil olununcaya kadar, kongre kararları ile hükümet idaresinin 15 kişilik bir Temsil Heyeti tarafından yapılması.

Umumî Beyannâme şeklinde ilân edilen diğer kararları biraz aşağıda takdim edeceğimizi hatırlatarak, son derece mühim bir noktayı dikkat nazarlarına sunmaya çalışalım. 
Anadolu ve Trakya'dan gelen onlarca delegenin iştirak etmiş olduğu Sivas Kongresi, şimdiki Sivas Lisesi binasında yapılan harikulâde bir "Yemin Merasimi"yle çalışmalarına başladı. 
İşte, o pek mühim olan yemin metni, ne hikmetse çoğu yerde gizleniyor, yahut görmezden geliniyor. 
Oysa, o gün olduğu gibi, bugün ve yarın gelecek nesillerin de bunu bilmesi gerekiyor. Bilinmesi, bu ülkede yaşayan her vatandaşın en temel haklarından biridir diye düşünüyoruz. 
Zira, Erzurum ve Sivas Kongreleri, işgalden kurtuluşun ve yeni bir devleti kurmaya giden yolun başlangıcı ve en önemli kilometre taşlarından biridir. 
Ayrıca, bu yemin metnini önemli kılan daha başka sebepler de var. Fakat, biz bunların detayına girmeden konuyu toparlamak istiyoruz. 
İşte, kongreye katılan delegelerin çalışmaya başlamadan evvel yüksek sesle okumuş olduğu söz konusu yemin metni:

"Makam–ı Celil–i Hilâfet ve Saltanata, İslâmiyete, devlete, millete ve memlekete mânen ve maddeten hizmetten başka bir gaye ve emelimiz olmadığına binaen, kongrenin müzakeresi ve devamı müddetince ihtirasat–i şahsiye ve siyasiyeden ve fırkacılık emellerinden münezzeh bir azim ve imân ile çalışacağıma, ayrıca İttihat ve Terakki Cemiyetinin ihyasına çalışmayacağıma, nâmusum ve bilcümle mukaddesatım namına vallah, billah yemin ederek söz veriyorum." 
* * *
Şimdi sıra geldi "millî vicdanın mâkesi" olan Umumî Beyannâmeye... 
Daha evvel yapılmış olan Erzurum Kongresinin devamı ve daha da genişletilmiş mahiyetindeki Sivas Kongresi, çok daha geniş bir katılım ile gerçekleştirildi. 
Son toplantıda alınan ve 12 Eylül günü umuma ilân eden nihaî kararlar ise, hülâsaten şu şekilde tanzim edildi:

* Millî sınırlar içinde bulunan vatan bir bütündür; ayrılma, bölünme kabul edilemez.

* Kuvâ–yı Millîyeyi selâhiyetli ve millî iradeyi hâkim kılmak esastır.

* Osmanlı ülkesinin herhangi bir kısmına yapılacak müdahale, işgal veya Ermenilik, Rumluk teşkili gayesine matuf hareketlere toptan karşı konulacaktır.

* Azınlıkların her türlü güvenliği sağlandığından, siyasî hakimiyet ve toplum dengesini bozacak ayrıcalıklar verilemez.
 
* İstanbul hükûmeti, dış baskı karşısında topraklarının herhangi bir parçasını bırakmak zorunda kalırsa, buna karşı bütün tedbirler alınır ve gerekli kararlar verilebilir.

* Mondros Mütarekesi imzalandığı tarihte sınırlarımız içinde bulunan, halkı Müslüman olan topraklar üzerindeki tarihî, ırkî, dinî ve coğrafî haklarımıza saygı gösterilmesini ve bunlara aykırı girişimlerin geçersiz hale getirilmesini bekleriz.

* Devletin bağımsızlık ve bütünlüğü mahfuz kalmak şartıyla, topraklarımızı ele geçirmek isteği olmayan herhangi bir devletin ekonomik, teknik ve sınaî yardımlarını memnuniyetle karşılarız.

* Millî iradeyi temsil etmek üzere, Millet Meclisi'nin derhal toplanması mecburidir.

* Millî vicdandan doğan cemiyetler birleşmiş, Anadolu ve Rumeli Müdafaa–yı Hukuk Cemiyeti adını almıştır. Bu cemiyet her türlü fırkacılık cereyanlarından, şahsî ihtiraslardan uzaktır. Bütün Müslüman vatandaşlar, bu cemiyetin tabiî üyesidir.

* Umumî Kongre tarafından kudsî gayelere erişmek ve bunları takip etmek için bir Temsil Heyeti seçilmiştir.

Heyet–i Temsiliye'nin vazifesi

Heyet–i Temsiliye, "Temsilciler Kurulu" demektir. 
Yakın tarihimize damgasını vuran Heyet–i Temsiliye ise, Büyük Millet Meclisinin teşkilinden (23 Nisan 1920) evvel, aynı vazifeyi deruhte eden bir nev'î yürütme kuruludur. 
"Heyet–i Temsiliye" ismi, ilk olarak Erzurum ve Sivas Kongreleri esnasında belirlendi. Heyetin son şeklini alması ise, Sivas Kongresinin 7 Eylül 1919 günkü toplantısında gerçekleşti. 
Aynı günkü karar gereğince, 15 kişiden müteşekkil olan Heyet–i Temsiliye, güvenli ve merkezî bir şehir olan Ankara'da toplanıp vazife yapacak. 
(Ara Notu: Heyet–i Temsiliyede, Doğu Anadolu'yu temsilen 9, Batı Anadolu'yu temsilen de 6 üye bulunuyordu. Bilâhare, Refet (Bele) Bey de nizamnâmeye uygun olarak 16'ncı üye sıfatıyla Heyet–i Temsiliyeye dahil edildi.) 
Heyet–i Temsiliyenin vazife ve selâhiyetleri şu şekilde tanzim edildi: Erzurum ve Sivas Kongresinde alınan kararları uygulamak, kongrenin toplantı halinde olmadığı zamanlarda ise, kongre adına karar vermek.

Buna göre özetle:

1) Birleştirilmiş olan Anadolu ve Rumeli Müdafaa–yı Hukuk Cemiyetlerinin bir yıldır devam eden yurt genelindeki direniş hareketini koordine etmek.
 
2) İşgal güçlerini Misak–ı Millî sınırlarından dışarı çıkartıncaya ve zafere ulaşıncaya kadar her türlü mücadeleyi yürütmek.

3) İstanbul'daki Meclis–i Mebusan'la da temas halinde olmak ve gerekli görüşmelerde bulunmak.

4) Gelişmelerden milleti haberdar etmek ve halkı coşturacak neşriyatta bulunmak.

Bu önemli vazifeler, Millet Meclisinin açılış günü olan 20 Nisan 1923'e kadar Heyet–i Temsiliye tarafından yürütülmeye çalışıldı.

Erzurum, Sivas, Ankara güzergâhı (4)
Heyet–i Temsiliye Ankara yolunda 

Erzurum ve Sivas Kongresinin adından Anadolu'daki Millî Mücadelenin temsilcisi konumuna gelen Heyet–i Temsiliye, 18 Aralık 1919'da Ankara'ya gitmek üzere Sivas'tan yola çıktı.
Bu arada, unutulmaması ve hatırdan hiç çıkartılmaması gereken bir husus daha var. O da şudur:
Millî Mücadelenin en önemli komutanlarından ve Sivas Kongresinin de en gözde şahsiyetlerinden biri olan Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, bu tarihten yaklaşık bir hafta önce Ankara'ya gönderildi.
Kaynaklar, onun Ankara'ya geliş gününü 12 Aralık olarak gösteriyor.
Dolayısıyla, Heyet–i Temsiliyeden evvel Ankara'ya gelen Ali Fuat Paşa, Millî Mücadelenin yeni merkezini de, bundan böyle yapılacak çetin çalışmalar için uygun hale getirdi.
Mevcut askerin toparlanarak düzene sokulmasından, Ankara ve civar halkının Heyet–i Temsiliye ile bütünleşmesine varıncaya kadar, hemen her safhada öncülük eden Ali Fuat Paşa, bizzat kaleme almış olduğu "Hatırat"ında da, bütün bu gelişmelerin doğruluğunu teyid ediyor.
* * *
18 Aralık'ta Sivas'tan yola çıkan Heyet–i Temsiliyenin Ankara yolculuğu toplam 9 gün sürdü.
Güzergâh üzerindeki vilayet ve kazalara da uğrayarak konaklayan heyet, Sivas'tan Kayseri'ye, oradan Kırşehir'e, oradan da Ankara'ya gelir.
Bu arada, yol üzerindeki mânevî menzilleri de ziyaret eden heyet, 23 Aralık günü Hacı Bektaş–ı Velî Hazretlerinin türbesini ziyaret eder.
Dokuz–on günlük bir yolculuğun ardından 27 Aralık günü Ankara'ya vasıl olan Heyet–i Temsiliye, yüksek tepeleri beyaz karlarla kaplı soğuk bir kış manzarasıyla karşılaşır.
Ancak, kara yoluyla ve otomobillerle gelen heyeti karşılamak üzere Ali Fuat Paşanın öncülüğünde yollara dökülmüş on binlerce Anadolu halkının coşkun tezâhüratı, o soğuk havayı adeta tersine çevirerek ısıtır.

Heyette kimler vardı?


Heyet–i Temsiliyenin Ankara'ya gelişi, heyetin halk tarafından karşılanması ve bu 15 kişilik heyetin içinde hangi isimlerin yer aldığı hususu, ne yazık ki günümüz gençliği tarafından pek bilinmiyor.
Halbuki, bu hususla ilgili bilgileri çeşitli kaynaklardan öğrenmek mümkün.
İşte, o kaynaklardan biri de, Cumhuriyet'in ilk yıllarında çokça itilip kakılan ve başına gelmedik ezâ–cefâ kalmayan Ali Fuat Paşanın "Millî Mücadele Hatıraları" isimli eseridir.
(Ara Notu: Ali Fuat Paşa, 1925'te zorla kapattırılan TCF'nin kurucuları arasında Karabekir ve Re'fet Paşalarla birlikte yer aldı; yine onlarla birlikte "İzmir Sûikastı" bahanesiyle İstiklâl Mahkemesinde idamla yargılandı. Ardından, siyasetten uzaklaştırıldı.)
Ali Fuat Paşa, adı geçen eserinde 27 Aralık 1919 gününü şöyle anlatır:
"... O günü hatırladığımda, aynı heyecanı daima duyarım. 27 Aralık'ta saat 11'de Temsil Heyetinin üç otomobilden mürekkep kafilesi, Dikmen sırtlarından geçen Kırşehir–Ankara şosesinin Ankara havzasına döndüğü yüksek noktada görünmüştü.
"Burada, yanımda Vali Vekili Yahya Galip Bey olduğu halde, Ankara nâmına kendilerini karşılamıştım. Birinci otomobilde Mustafa Kemal Paşa, Hüseyin Rauf (Orbay) ve Ahmet Rüstem Beylerle yaver Yüzbaşı Cevat Abbas Bey vardı.
"İkinci otomobilde, heyetin diğer azaları Süreyya, Mazhar Müfit ve Hakkı Behiç Beylerle kâtipleri yer almışlardı.
"Üçüncü otomobilden üçüncü ordu müfettişliği karargâhından Paşaya refakat etmiş olan Dr. Binbaşı Refik (Saydam), Erkân–ı Harp Binbaşısı Hüsrev Gerede Beylerle diğer bazı zevât çıkmışlardı.
"Heyettekiler, otomobillerinden inmiş, bulunduğumuz yüksek noktadan birlikte Ankara'yı seyretmiştik. Etraftaki dağlar, karla örtülmüştü. Bizi Ankara şehrine götürecek olan yol, bugünkü Dikmen şosesinin istikametini takip ediyor, beyaz karlı tepelerin üstünde kıvrıla kıvrıla İncesu Vadisine doğru iniyordu.
"İstikbâle (karşılamaya) gelenlerin bir ucu bugün Harp Okulu'nun bulunduğu tepeden başlıyor, dolaşa dolaşa istasyon civarına iniyor ve oradan kıvrılarak hükümet konağına doğru uzanıyordu. Karşılamak için gelenlerin adedini 30–40 bine çıkaranlar olmuştur.
"O zamanlar Ankara şehrinin nüfusunun 22 bini geçmediği hatırlanırsa, bu muazzam kalabalığın etraftan ve uzaklardan geldiği anlaşılır.
"Millî müfrezelerimizin atlı miktarı da bini geçmişti." (*)
..........................
(*) Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, İstanbul, 1959, s. 245–246.)

Sivas Kongresi
Kongre kâtibi idamla yargılandı
 
Sivas Kongresi çalışmalarına aktif şekilde katılan parlak simalardan biri de gazeteci, yazar ve tarihçi kişiliğiyle tanınan İsmail Hami Danişmend'dir.
Kongreye İstanbul delegesi olarak katılan Danişmend, aynı zamanda kongrenin divan kâtipliği, genel sekreterliği ve istihbarat şubesi şefliği gibi kritik görevlerini de yürüttü.
Kongrenin ardından da, Sivas'ta çıkarılmaya başlanan İrâde–i Milliye gazetesinin başyazarlığını üstlendi.
İşte bu mühim şahsiyet, ne yazık ki, 5 yıl kadar sonra aynı kongrede bulunmuş bazı şahıslar tarafından en ağır şekilde cezalandırılmak istendi.
Şeyh Said Hadisesi sebebiyle bir bahane bulunup İstiklâl Mahkemesine sevk edilen Danişmend, idam edilmekten kıl payı kurtuldu ve ancak 8 Eylül 1925'te beraat edebildi. (Halkçılar, kendilerine muhalif gördüğü hemen her vatanseveri bir bahane ile cezâlandırma cihetine gidiyorlardı.)
Bu kırgınlığından olacak, Osmanlı tarihini kronolojik olarak gün gün yazarak kitaplaştıran Danişmend, Cumhuriyet tarihinin bir tek gününü dahi yazmaya gönlü razı olamamıştır.
Vefat tarihi olan 12 Nisan 1967'ye kadar da, bu tavrını aynı kararlılık içinde devam ettirmiştir.

28 Aralık 2012 Cuma

Atatürk, İnönü, Karabekir -Taha Akyol


MİLLİ Mücadele tarihinde “ilk beşler” Anadolu’ya geçiş sırasıyla Cebesoy, Karabekir, Bandırma vapurunda Mustafa Kemal’le Refet Bele, kara yoluyla da Rauf Orbay’dır.
İsmet ve Fevzi paşalar epey sonra Anadolu’ya geleceklerdir.
Karabekir’in Milli Mücadele yıllarındaki unvanı “Şark fatihi”dir!
Nutuk‘ta Atatürk, İnönü ve Çakmak’tan takdirle bahseder. “İlk Beşler”in dördünün büyük hizmetlerinden bahsetmez; hatta zaferden sonraki dönem için onları “en hain dimağlar” gibi ağır sözlerle suçlar.
Zira Nutuk 1927 tarihlidir, o zaman Atatürk, muhalif parti kurdular diye Karabekir, Orbay, Cebesoy ve Bele’ye çok kızıyordu.
Peki, Nutuk 1927’de değil de 1937’de okunsaydı?!
Bu öfke olmazdı, çoğuyla barışmıştı zaten.
Fakat 1937’de İnönü ile arası açılmaktadır; Kılıç Ali anılarında Atatürk’ün İnönü hakkındaki ağır sözlerini anlatır.
1938 İnönü için çok sıkıntılı bir yıldır... Şu cümle İnönü’ye aittir:
“Lozan gününde kimseye bir kelime yazdırtmadılar!”
Evet, Nutuk 1937’de okunsaydı mutlaka çok farklı olurdu.

Günlük not defterleri

İnönü’nün Defterler‘i ile Karabekir’in Günlükler‘ini Yapı Kredi Yayınları ikişer cilt halinde yayımladı.
Çok ilginçtir: İnönü’nün Defterler‘inden 1938 yılına ait olanı “bulunamamış”tır.
Fakat İnönü 1939 yılına ait Defter‘inin ilk sayfalarında, 1937’nin sonbaharında Atatürk’le aralarının niye ve nasıl açıldığını yazarak tarihe kendi açısından not bırakma gereğini duymuştur.
Karabekir’in Günlükler‘inin ise 1932-1937 yıllarına ait olanları yoktur!
1933’te Karabekir’in evi basılarak belgeleri toplanmış, yazdığı kitap da yakılmıştı! Yıllarca sıkı polis takibi altında yaşayacaktı.
Ele geçer diye çekindiği için o yıllarda notlarını yazmadığını sanıyorum...
Fakat kızı Hayat Karabekir Feyzioğlu bir ihtimalden daha bahsediyor: Karabekir o yıllarda da Günlükler‘ini yazmış ama köşkün bir yerine, belki duvarlarından birinin içine saklamış olabilir.
Bilmem ki bunu araştıracak teknik cihazlar var mı zamanımızda?
Karabekir’in 1938 yılına ait Günlükler‘i çok kısadır, Atatürk’ün hastalığına, dış politikaya ve birkaç insani konuya dairdir.

Zihin açıklığı

İsmet ve Kâzım gençlik yıllarından beri çok iyi dostturlar. Birbirlerinin anı defterlerine dostluk satırları yazmışlardır.
1926’da, Atatürk’e ısrar ederek Karabekir’i ‘siyasi idam’dan kurtaran İnönü’dür; onu polis takibinden kurtarıp Meclis Reisi yapan da İnönü’dür.
Devrim tarihinde İnönü’nün böyle bir ‘itidal’ rolü vardır. İnönü olmasaydı bazı şeyler daha sert ve daha ıstıraplı yaşanırdı.
Fakat hepsinin bir fikir birliği vardı: Lider, sadece Mustafa Kemal’dir.
İnönü görüşerek Gazi’nin mutlak otoritesini bazen frenlemiştir. Karabekir ise liberal bir muhalefet partisi kurarak demokratik bir sınır koymaya çalışmıştı.
Milli Kurtuluş ve inkılap tarihlerinde olur böyle şeyler; bunları öğrenmek bugüne bakışımızda da zihin açıcı olur.
Yanlış olan, tek gözlü ve tasfiyeci bakışlardır.
Murat Yetkin dünkü Radikal‘de Org. Başbuğ’un, Karabekir’i anma geleneğini başlatmasında “iade-i itibardan öte” bir anlam olduğunu, artık Milli Mücadele’ye “Tek Parti tarihi”nin bir parçası gibi bakılmayacağını yazıyordu. Çok önemli...
Tarih açıldıkça zihinlerimiz de açılım yapıyor, özetle..

20 Aralık 2012 Perşembe

“K.Karabekir Paşa, Atatürk’e saygı duyuyormuş!” -Atatürk, Mareşal Fevzi Çakmak, Karabekir, Cebesoy paşalar-Rauf Orbay’ın Kâzım Karabekir Paşa’ya mektubu- Kâzım Karabekir Paşadan korkanlar-Yavuz Bülent Bakiler


“K.Karabekir Paşa, Atatürk’e saygı duyuyormuş!”


Geçen hafta, bir TV programında, Kazım Karabekir Paşa’nın küçük kızı Timsal Hanımefendiyi dinledim.

Bir soruya çok açık, çok kesin bir tavırla cevap verdi: 

-“Babam, Atatürk’e saygı duyardı!” dedi. Doğrusu çok şaşırdım. Bugünkü genç neslin, acaba yüzde kaçı Karabekir Paşa’yı biliyor? Bilmeyenlere, kendi inancımı açıklamak istiyorum: Milli Mücadelemizin bir numaralı kahramanı, kayıtsız-şartsız lideri, elbette Mustafa Kemal Paşa’dır. Kimse bunu inkâr edemez.

Ben, Atatürk’ün NUTUK isimli eserini dikkatle okudum. Ayrıca Atatürk üzerine yazılan kitaplardan seksen yedisini elime aldım. Tabii, Kazım Karabekir Paşa’nın İSTİKLÂL HARBİMİZ isimli çok önemli eserini de inceledim. Dün olduğu gibi bugün de, samimiyetle inanıyorum ki, Milli Mücadelemizin iki numaralı kahramanı Kazım Karabekir Paşa’dır.

Atatürk’ü, Şişli’de oturduğu evde ziyaret ederek, ona Milli Mücadelenin Doğu Anadolu’dan başlatılması gerektiğini anlatan ve M. Kemal Paşa’yı Anadolu’ya davet eden Karabekir Paşa’dır.
Ve İngilizlerin büyük baskısıyla, İstanbul Hükümetinin emirlerine itiraz eden, yani Erzurum’da M. Kemal Paşa’yı tutuklamayan, aksine “15. Kolordumla Emrinizdeyim Paşam!” diyerek ona kol-kanat geren Karabekir Paşa’dır. Kazım Karabekir Paşa, Erzurum’da, Mustafa Kemal Paşa’ya tam destek vermeseydi, Milli Mücadelemiz büyük çıkmazlara saplanabilirdi. Fakat Atatürk, Büyük NUTUK’ta, Karabekir Paşa’nın bu desteğinden bahsetmiyor. Niçin?

Cumhuriyetimiz 1923 yılında kuruldu. Padişahlık rejiminden ayrılmamıza rağmen, bir tek siyasi partimiz vardı. Olur mu? Karabekir Paşa, 1924 yılında, Milli Mücadelemizin diğer kahramanlarıyla birlikte yeni bir parti kurdu: TERAKKİPERVER CUMHURİYET FIRKASI. Bu partinin kurucuları arasında: Rauf Orbay, Refet Bele, Ali Fuat Cebesoy, Cafer Tayyar Eğilmez gibi Milli Mücadele tarihimizin yüz akı kahramanları da var. Terakkiperver Fırka 1925 yılında kapatıldı. Niçin?

Birtakım kimseler, 1925 yılında, İzmir’de, Atatürk’e bir suikast hazırladılar. Tevkifler oldu. İçeri alınanlar arasında, Atatürk’ün en yakın arkadaşlarından: Rauf Orbay, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy... gibi paşalarımız da vardı. Bunlar, hiçbir suç işlemedikleri halde tevkif edildiler. Aylarca tutuklu kaldılar. İdam talebiyle yargılandılar. Az kalsın, siyasi sebepler yüzünden idam edileceklerdi. 1926 yılında serbest bırakıldılar. Ama Kazım Karabekir Paşa, 1938 yılına kadar yani tam 12 yıl evinde gözaltı hapsinde yaşadı. Kapısından 2-3 sivil polis hiç eksik olmadı. Bu süre içinde Karabekir Paşa, çok büyük sıkıntılarla yaşadı. Üç kızının ve eşinin geçiminde çok zorlandı. Eşinin mücevherlerini satmak zorunda kaldı.

Sonra, tamamen belgelere dayanarak İSTİKLÂL HARBİMİZ isimli önemli eserini yazdı. Bir gece yarısı evini bastılar. İSTİKLÂL HARBİMİZ isimli kitabının hepsine el koydular. Götürüp onları hamamların külhânlarında yaktılar. Ayrıca, Karabekir Paşa’nın elindeki bütün resmî belgeleri çuvallara doldurarak alıp gittiler. Paşa, ancak Atatürk’ün ölümünden sonra yeniden siyasete atılarak İstanbul Milletvekili seçildi ve TBMM Başkanı oldu. Sizi bilmem fakat bana, bütün bu baskılara rağmen, Karabekir Paşa’nın, Atatürk’e saygılı olması imkânsız gibi geliyor.

Atatürk, Mareşal Fevzi Çakmak, Karabekir, Cebesoy paşalar

Geçen hafta, Kazım Karabekir Paşa üzerine yazdıklarım, hem Türkiye içinden, hem de Türkiye dışından ses getirdi. Hiç şaşırmadım. Yazımın mutlaka bir münakaşa konusu olacağını biliyordum. İnanıyorum ki bu kabil münakaşalar daha elli yıl devam edecektir. Çünkü biz, çok yanlış bir devlet siyasetiyle, kahramanlarımızı bire indirmiş bir milletiz. Halbuki milletler kahramanlarıyla yaşarlar. Topluluklara şekil ve ruh veren, onların kahramanlarıdır. Bizim her alanda, ne kadar çok kahramanımız olursa, başımız o nisbette dik olur; toprağa o nisbette sağlam basarız. Halbuki biz, anlatılmaz bir cahalet veya korku veya gaflet ve ihanet yüzünden, milletimizi bir tek kahraman etrafında toplamaya çalışıyoruz. Mesela: Cumhuriyet devrindeki ordumuzun iki mareşali vardır. Mareşal Mustafa Kemal ve Mareşal Fevzi Çakmak. Birinci mareşalimiz için 1938 yılından 2010 yılına kadar bütün Türkiye’de belki bin defa anma merasimleri düzenlendi. İkinci mareşalimiz için, aynı yıllar arasında sadece iki program yapıldı. Birincisini 1976 yılında Ankara televizyonunda ben hazırladım ve sundum. Adeta küçük bir kıyamet koptu. 1976 yılında TRT Genel Müdürü Şaban Karataş şahidimdir. Zamanın paşaları arasından bile o programa ateş püskürenler oldu. “Niçin Mareşal programı hazırlıyorsunuz? Atatürk’ü unutturmaya mı çalışıyorsunuz?” diyenler, ölümünden 26 yıl sonra bir büyük Genelkurmay Başkanımızın, bir güzel mareşalimizin anılmasına tahammül edememişlerdi. Mareşalle ilgili ikinci program 2010 yılında Genelkurmay Başkanlığında yapıldı. Böyle mi olmalıydı? Böyle mi olmalıdır?
Birinci mareşalimizin BÜYÜK NUTUK isimli bir önemli eseri var. BÜYÜK NUTUK devlet yayınları arasında belki kırk defa basıldı. Basılmasın mı? Elbette basılsın. İsterim ki Büyük Nutuk’u okumayan kalmasın. Ama dikkat buyurun bu aziz devlet, Fevzi Çakmak Paşa’nın da, Milli Mücadelemizin diğer kumandanlarının da bir kitabını değil, bir tek sahifesini bile bastırmadı. Neden? Niçin? Olur mu? O paşalarımız Bulgar ordusunun mu, Yunan ordusunun mu paşalarıdırlar?
Bu anlatılmaz kayıtsızlığın, gafletin bir tek istisnası var. Ben 1977 yılında, Kültür Bakanlığında Müsteşar Yardımcısı idim. Atatürk’ün doğumunun 100. yıl çalışmaları Kültür Bakanlığına verilmişti. Bakanlık da 100. yıl çalışmalarının başına beni getirmişti. Bütçemiz 120 milyon lira idi. 1977 yılında, Ankara’da bir milyon liraya bir kaloriferli daire almak mümkündü. Bu bütçe Atatürk tüccarlarının gözlerini kamaştırdı. Atatürk’ün resmini, büstünü, heykelini yapan, Bakanlığı adeta ablukaya aldı. Ben onlara, devletin bir tek kuruşunu bile kaptırmadım. Ve milyonların önünde iddia ediyorum. O yüzüncü yıl çalışmalarında en ciddi, en doğru, en kalıcı programı ben yürüttüm!? Yani ben Atatürk’ü ve Milli Mücadelemizi anlatan 100 eserin basılmasını, bütün Milli Mücadele komutanlarımızın eserlerinin, devlet yayınları arasına alınmasını, şiirde, hikayede, romanda, ilmi araştırmada, tiyatroda, senaryoda, resimde, müzikte, heykelde olmak üzere 9 dalda yarışma açılmasını ve Türkiye çapında bir ağaçlandırma faaliyetine başlanmasını bakanlık oluruna bağladım.
Planladığım 100 eserden kırkının tashihlerini kendim yaparak bastırdım. Dokuz dalda açılan yarışmayı neticelendirdim. Beş milyon ağacın dikilmesini sağladım ve Cumhuriyet tarihimizde ilk defa, ama ilk defa Ali Fuat Cebesoy paşanın MOSKOVA HATIRALARI isimli eserini, Bakanlık yayınları arasında bastırdım. O’nun MİLLİ MÜCADELE HATIRALARI’nı baskıya verdim. Tamamlanmasına beş forma kala, 12 Eylül darbesi oldu. Askeri idare derhal beni vazifemden aldı ve Ali Fuat paşanın da, Karabekir paşanın da eserlerinin basılmasını durdurdu. Yanlış yapıldı. Yanlış, yanlış, yanlış yapıldı. Yarın bu konuda yine yazacağım.


Rauf Orbay’ın Kâzım Karabekir Paşa’ya mektubu

Millî Mücadelemizin bir numaralı lideri, kahramanı Mustafa Kemal Paşa’dır. Bu, kesinlikle doğru. O olmasaydı, bugün belki de yüz bin veya iki yüz bin km2’lik bir toprak üzerinde sıkışıp kalacaktık. Bulgaristan’da, Yugoslavya’da, Yunanistan’da olduğu gibi, mutlaka binlerce camimiz, hanımız, hamamımız, sebilimiz, kervansarayımız...yıkılmış gitmişti. Doğru! Doğru! Doğru! Yalnız, Kâzım Karabekir Paşa’mızın da diğer Millî Mücadele kahramanlarımızın da haklarını inkar etmemek lazım. Bana göre, Karabekir Paşa olmasaydı veya 1919 yıllarında, İstanbul hükümetinin tarafını tutsaydı, Mustafa Kemal Paşa da Atatürk olamazdı.
Peki! Kâzım Karabekir Paşa’yı, Rauf Orbay’ı, Ali Fuat Cebesoy Paşa’yı idam etmek talebiyle, neden İstiklâl Mahkemesine verdiler?
Ben de bu soruyu, eski İstanbul Milletvekili Tahsin Demiray’a, Ankara’daki evinde sordum. Bana dedi ki:
-”Millî Mücadele kahramanlarımızı mümkün olduğu kadar bire indirmek istediler. O şanlı mücadeleyi anlatan NUTUK‘tan başka bir kitap olsun istemediler. Nitekim Karabekir Paşa’nın 1.171 sayfalık İSTİKLÂL HARBİMİZ isimli meşhur kitabını bu düşüncelerle toplatıp yaktılar. Paşanın evindeki bütün tarihi belgeleri bunun için çuvallara doldurup götürdüler. Ama gerçekleri gizleyemediler. Yanlış yaptılar!”
Geçen yazılarımın birisinde belirtmiştim. Ben, Atatürk üzerine yazılan kitaplardan sadece 87’sini (seksen yedi) okuyabildim. Katiyyen bir ayıklama yapmadım. Mesela CHP Edirne Milletvekili Şeref Aykut’un KAMALİZM isimli kitabını okudum: Kamalizm, bütün dinlerin üstünde bir yaşamak dinidir!” diyor, 6 oku Kamalizm dininin 6 şartı olarak gösteriyordu. Osman Nuri Çerman’ın KEMALİZM kitabını okudum. “Kur’an’a, NUTUK’tan bölümler ilâve edelim!” diyordu. Eski bakanlarımızdan Rıza Nur’un 4 ciltlik HAYAT ve HATIRATIM isimli kitabını da utanarak, iğrenerek inceledim. vs. vs. 
Bana göre, Atatürk’ün hiçbir dini vasfı yoktur. O bir insandır ama bizim deha derecesinde kahramanlarımızdan biridir. İnsan olduğu için yanlışları da vardır. Nitekim Karabekir Paşa’ya tavrı, baştan sona kadar yanlıştır. Şimdi ben burada NUTUK’la İSTİKLÂL HARBİMİZ’in karşılaştırılmasını nasıl yapabilirim? Sadece bir konu üzerinde durmak istiyorum. Karabekir Paşa’nın 1.171 sayfalık kitabının sonunda Rauf Orbay’ın 4 Temmuz 1941 tarihli bir mektubu var. Rauf Orbay, Atatürk’le birlikte Samsun’a, Erzurum’a, Sivas’a giden çok faziletli devlet adamlarımızdan biri. Eski Bahriye ve Nafia Bakanımız. Eski Başbakanımız. TBMM Başkan vekilimiz. Rauf Orbay’ın o mektubundan anlıyoruz ki, “Mustafa Kemal Paşa’yı Millî Mücadele için şarka davet eden Karabekir Paşa’dır. Erzurum Kongresini, M. Kemal Paşa, daha Erzurum’a gelmeden Karabekir Paşa hazırlamıştır. Rauf Orbay’ı ve Mustafa Kemal’i Kongreye üye olarak kabul ettiren Karabekir Paşa’dır. Gümüşhane temsilcisi Zeki Bey’in M. Kemal Paşa’ya “Kordonunu ve üniformanı çıkar da gel. Diktatörlükten korkarım” itirazını Karabekir Paşa önlemiştir. M. Kemal Paşa’yı ordudan istifaya Karabekir zorlamıştır. Ve İstanbul hükümeti M. Kemal Paşa’nın yakalanıp gönderilmesini istediği ve onu azlettiği halde K. Karabekir Paşa mevcut hükümetin emrini dinlememiştir. Çok üzgün ve çaresiz olan M. Kemal Paşa’nın huzuruna çıkarak:
-”Paşam demiştir. Bundan evvel olduğu gibi bundan böyle de 15. Kolordumla birlikte emrinizdeyim!”
M. Kemal Paşa, sendeleyerek Karabekir Paşa’nın boynuna sarılmış yanaklarından tekrar tekrar öpmüştür!”
NUTUK’ta bunlardan tek satır bile yok. İşte bunun içindir ki, Sivas’ta avukatlık yazıhanemi, yıllarca 2 resim süsleyip durdu: Ergenekon’dan çıkışımızı temsil eden resimle, K. Karabekir Paşa’nın çerçeveli bir fotoğrafı.

Kâzım Karabekir Paşadan korkanlar


Bugün, Kâzım Karabekir Paşamızın vefatının 61. yıl dönümüdür. Bu akşam, saat 18:30’da, Bağdat Caddesi arkasında, Haldun Taner Sokağında, Caddebostan Kültür Merkezinde, bir anma toplantısı yapılacak. Aziz Paşamızı, önce sevgili kızları Hayat Karabekir Feyzioğlu ile Timsal Karabekir Yıldıran’dan dinleyeceğiz. Sonra, değerli yazarlarımızdan Taha Akyol ile Prof. Dr. Nevin Yurtsever konuşacaklar. 
Bana göre Kâzım Karabekir Paşa, İstiklâl Savaşımızda, Mustafa Kemal Paşadan sonra ikinci kumandanımızdır. Çünkü, Erzurum Kongresinden önce, Harbiye Nâzırımız Şevket Turgut Paşa, düşman devletlerin baskısı altında kalarak, Kâzım Karabekir Paşa’ya bir telgraf çekti. Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Orbay’ın faaliyetten men edilmesini istedi. Karabekir Paşa, Şark Cephesi Kumandanı olarak, bu emri dikkate almadı. Şevket Turgut Paşa istifa etti. Yerine gelen Ferid Paşa da Karabekir Paşaya söz geçiremedi. Aksine, Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşanın huzuruna çıkarak selâm durdu. Dedi ki: 
-Kumandam altındaki bütün kuvvetlerle emrinizdeyim Paşam! Siz bundan önce olduğu gibi bundan böyle de bizim muhterem kumandanımızsınız! 
Bana göre, Mustafa Kemal’i zafere götüren yol, Karabekir Paşanın bu asil duruşu ve davranışıdır. Fakat ne kadar garip, aradan 90 yıl geçmesine rağmen, birtakım gerçekler hâlâ ortaya konulamıyor. Bazı kişiler ve çevreler, kahramanlarımızı bire indirmek ihanetindedirler. Atatürk’ten başka, bütün kahramanlarımızı unutturmaya çalışmaktadırlar. Kahramanlarımızdan korkmaktadırlar. Mesela: 
Karabekir Paşa, 1933 yılında İSTİKLÂL HARBİMİZİN ESASLARI isimli bir kitap yazdı. Devrin dalkavukları, derhal Sinan Matbaasını bastılar. Orada beş bin kitabın hepsine el koydular. O kitapların bir kısmını hamamların külhanlarında, bir kısmını da kireç ocaklarında yaktılar. 
Ayrıca Kâzım Karabekir Paşa’nın evini basarak 69 torba içindeki tarihî belgeleri alıp götürdüler. Karabekir Paşa’nın 1960 yılında basılan 1171 sayfalık büyük eserini de, aynı dalkavuklar kalabalığı, şehirlerimizden toplama, yok etme yarışına girdiler. Hatırlıyorum, o tarihte, en namuslu yazıyı Metin Toker yazmıştı. Demişti ki: “Eğer K. Karabekir Paşanın yazdıkları yanlış ise siz, doğrularını ortaya koyun. Yazdıkları doğru ise, onun kitaplarını toplatarak, yakarak gerçekleri saklayamazsınız!“ 
Kâzım Karabekir Paşadan hâlâ ödleri patlayanlar var. 
Niçin? Doğruları belgelere dayanarak yazdığı için. 

9 Aralık 2012 Pazar

Karabekir Paşa’nın yakılan yasaklanan kitabı -Yavuz Bülent Bâkiler


“İmamın Ordusu” isimli bir kitabın, savcılık tarafından yasaklanması, âdeta bir küçük kıyamet kopardı. Konu, Batılı devletlerin siyasîlerine kadar dal-budak saldı. Bana göre bu yasaklamaya en çok sevinen, kitabın yazarı Ahmet Şık olmuştur. Çünkü o, milyarlarca lira harcasaydı bile, daha basılmamış kitabının reklamını böylesine geniş bir dünyada yapamaz-yaptıramazdı...

Bizde kitap yasaklamanın, daha satışa sunulmamış bir kitabı matbaasından alıp külhanlarda yakmanın en zorba temsilcisi, CHP iktidarıdır. CHP, kahramanlarımızı bire indirmenin, en gözü pek mimarlarından biridir. CHP’ye göre, milletimizin en büyük kahramanı yalnız Atatürk’tür. Ben, Atatürk üzerine yazılan kitaplardan sadece 89 tanesini okuyabildim. Bu sayıyı yüze ulaştırdıktan sonra, artık başka bir Atatürk kitabı okumayacağım.

Millî Mücadele tarihimizin lideri, kayıtsız-şartsız Atatürk’tür, Amenna! Ama o savaşta, bizim başka kahramanlarımız da var. Milletler kahramanlarıyla yaşadıklarına göre, devletimiz onlara da, onların eserlerine de kucak açmalıdır. Ama ne kadar yazık çünkü CHP’li Atatürkçüler, bu konuda, anlatılmaz bir geri zihniyetin zorbalarıdırlar. Ağızlarını sadece Atatürk diye açmakta, Atatürk diye kapamaktadırlar. 

Bana göre, Kazım Karabekir Paşa, Millî Mücadele tarihimizin büyük kahramanlarından biridir. O kadar ki, Karabekir Paşa’nın teşviki, desteği ve büyük başarıları olmasaydı, Mustafa Kemal Paşa, Atatürk payesine ulaşamazdı. Peki ama Karabekir Paşa neden yok? Ali Fuat Cebesoy Paşa, Rauf Orbay, Mareşal Fevzi Çakmak, 3. Ordu Kumandanı Salahattin Paşa, Refet Paşa, Cevat Çobanlı Paşa, Dadaylı Halid Beğ... neden yok?

Aziz devletimiz, sadece Atatürk’ün NUTUK isimli eserini basıp yayıyor. NUTUK, bugüne kadar, belki 40 defa basıldı. 140 defa daha basılsın. Ama bizim devletimiz, Millî Mücadele devrimizin başka kahramanlarına da, onların eserlerine de sahip çıkmalı. Bırakın paşalarımızı, Millî Mücadele yıllarında, askerliğini er olarak yapan bir Mehmetçiğimizin yazılı hatıratı varsa, devletimiz o kitaba da kol-kanat germelidir. Ama hayır! Resmî makamlara göre, varsa-yoksa Atatürk! 

Bu görüş çok geri, çok zararlı bir zihniyetin zakkumlarıdır. 

Karabekir Paşa’nın tamamen vesikalara dayanarak yazdığı 1165 sayfalık çok, ama çok önemli bir eseri var. İsmi: İSTİKLÂL HARBİMİZ. Paşa bu hatıratını 1933 yılında yazmaya başladı. Kitap İstanbul’da Sinan Matbaasında basılırken, Atatürk’ün çok yakın arkadaşlarından Kılıç Ali’nin hışmına uğradı.

Kılıç Ali, İstanbul Polis müdürünü de yanına alarak, bir gece yarısı Sinan Matbaasını bastı. İSTİKLÂL HARBİMİZ’in 3000 adedini kamyonlara doldurarak surların dışında yaktırdı. Kılıç Ali, bu kadarla da kalmadı. O gecenin sabahında, Karabekir Paşa’nın evini bastırdı. Tam 4 çuval tarihî belgeleri de aldırıp yok ettirdi. Olur mu? Olur mu? Olur mu? Bu vahşet, Cumhuriyet devrine yakışır mı?

İSTİKLÂL HARBİMİZ isimli eserin yakılması, yok edilmesi dolayısıyla en namuslu yazılardan birini AKİS dergisinde Metin Toker yazdı. Dedi ki: “Karabekir Paşa’nın yazdıkları yanlış ise, siz, belgelere dayanarak doğrularını ortaya koyun. Yazdıkları doğru ise, o kitabı yakarak, yasaklayarak doğruları gizleyemezsiniz!”

Nitekim doğruları gizleyemediler. Uzun ve çileli bir mücadeleden sonra İSTİKLÂL HARBİMİZ beraat etti ve yeniden basıldı. Okumadınızsa gerçekten kayıptasınızdır. Benim de yazacaklarım daha bitmedi...

24 Kasım 2012 Cumartesi

Mustafa Kemal-Kâzım Karabekir-Hulki Cevizoğlu çekişmesi-Yavuz Bülent Bâkiler

Ceviz Kabuğu programlarından tanıdığımız Hulki Cevizoğlu’nu yeni bir TV programında dinledim. Ona ve Ayşe Hür’e dört saat kulak kesildim. Atatürk ve Cumhuriyet konusunun ele alındığı o TV programında gördüm ki, Cevizoğlu, tam bir Cumhuriyet aydını olarak konuşuyor. Yâni cümlelerinin başında da, ortasında da, sonunda da Atatürk var. Onun yanlışlarını noksanlarını birer birer buraya yazmam imkânsız. Ben özetin, özetinin özetini dikkatinize sunmaya çalışacağım. Kâzım Karabekir Paşanın İSTİKLÂL HARBİMİZ isimli 1171 sayfaya yayılan çok önemli bir kitabı var. O kitabı, böyle 40 sütunda bile özetlemek mümkün değil. Bana göre, Mustafa Kemal Paşa’yı Millî Mücadelemize ilk defa dâvet eden ve onu bütün imkânlarıyla destekleyen Karabekir Paşadır. Ve ben inanıyorum ki, K. Karabekir olmasaydı Mustafa Kemal de Atatürk olamazdı. Hulki Cevizoğlu bu fikre “Öyleyse Karabekir Paşa Millî Mücadeleyi neden kendisi yürütmedi?” diye itiraz ediyor. K. Karabekir Paşa Millî Mücadelemizin hiç dışında bulunmadı ki. O, Doğu Anadolusuz bir Millî Mücadele ve Türkiye olamayacağına inanıyordu. Doğudaki 15. Kolordu’nun başından ayrılamazdı. Doğu Anadolu’nun Ermenilere kaptırılmasına göz yumamazdı. Karabekir Paşa, İSTİKLÂL HARBİMİZ‘i Atatürk’ün sağlığında yazdı. Ama kitap daha matbaadan çıkmadan, bâzı yetkililer, aldıkları emirle onu kamyonlara doldurarak İstanbul surlarının dibinde yaktılar. Niçin? Niçin? Niçin? Kırk ayrı sebepten birincisi, kitabın 17. ve 18. sayfalarındadır. Karabekir Paşa diyor ki: “Mustafa Kemal Paşa ameliyat yaptırmış, Şişli’deki ikâmetgâhında yatıyordu. Kendisine gittim, aynen şunları söyledim: Paşam! Ben yarın Erzurum’a hareket ediyorum İstanbul’da, ne vaziyette kalırsanız kalınız; bir şey yapmak imkânsızdır. Behemehal, Anadolu’ya, ordu başına geliniz. Hem de Şarka (Doğuya). Milletin kurtuluş ümidi Şarktır. Orada her şey mümkündür. Ordu da kuvvetlidir. Halk da beraber gider. Benim ahdim tek dağ başı mezar oluncaya kadar uğraşmaktır. 

Mustafa Kemal Paşa şu cevabı verdi: Bu da bir fikirdir. Size muvaffakiyetler dilerim. İyi olayım, size mülaki olmaya çalışırım vaadini verdi. Ben Şark’ta, millî hükümet esasını kurarken, M. Kemal Paşa’nın İstanbul’da, bir padişah hükümetinde, herhangi bir vazife alarak en kıymetli arkadaşları da etrafında toplanması ihtimali beni pek düşündürmüştü.” 


Vahdeddin Hükümetinde bakan olmayı düşünen M. Kemal Paşa’yı ve 18 kurmay arkadaşını, Padişah, Samsun’a gönderdi. “Paşa! Paşa! Devleti kurtarabilirsin!” dedi. Ve Murat Bardakçı’nın ŞAHBABA kitabının 440. sayfasında, Şerif Paşa’nın hatırâtında belirttiği gibi, Vahdeddin, kendi cebinden M. Kemal Paşa’ya 30.000 lira (altın) verdi. 


K. Karabekir Paşa, kitabının 897 ve devamı sayfalarında, Doğu Anadolu’muzda bir Ermeni devleti kurmak isteyen teşkilatlanmış Ermeni ordusunu Kars’ta nasıl yendiğini ve elde ettiklerini şöyle anlatıyor: “Ermeni ordusu 3 saat içinde perişan oldu. Akşama kadar karargâhımda toplanan esirler şunlardı: 3 general, 6 miralay, 12 kaymakam, 16 yüzbaşı, 59 mülazım, 16 sivil memur, 12 zabit namzedi. Esir askerlerin sayısı: 1150 idi. Sayılan Ermeni ölüsü 1100 idi. İstifade edilecek 337 top, tamire muhtaç 339 top, külliyetli miktarda tüfek, her türlü mermi ve mühimmat vesaire. Ermeni başkumandanı ve harbiye nazırı mütareke şartlarımızı kabul ettiler. Mütareke şartı olarak Ankara’nın istediği biner mermisiyle 2000 tüfek, 3 batarya seri ateşli koşulu dağ topu, yine koşulu 40 makineli tüfeği Ermenilerden alarak, şark cephesinin ilk zafer hediyesi olarak Garb cephemize yola çıkardım. Kars telgrafhanesinden Ankara’da Müdafaayı Milliye Vekili Fevzi Paşa ile görüştük. Kars’taki ganimetlerin, 10 yıl, İstiklâl harbimizin devamına yetecek derecede olduğunu bildirdim.” Atatürk’ün NUTUK’unda bu bilgilerden tek satır bile yok. Cevizoğlu da bunları bilmiyor. Bilmeden suçluyor. 

3 Kasım 2012 Cumartesi

Karabekir'in Günlükler'i - Kazım Karabekir


Hem İstiklâl Harbinin en önde gelen kahramanlarından, hem de bu Millî Hareketin lider kadrosunda bulunan şahsiyetleri en yakından tanıyan biridir, Kâzım Karabekir Paşa.
Bugün, Karabekir Paşanın vefat yıldönümü. 26 Ocak 1948'de Meclis Başkanı iken, geçirmiş olduğu kalp krizi sonucu 66 yaşında iken vefat etti.



Karabekir'in hayli renkli sayılabilecek bir kişiliği var: O, daha evlenmeden paşalık rütbesine kadar yükselebilen bir asker, kahramanlık destanları yazan bir kumandan, yetimlere sahip çıkan bir şefkatli idareci, iyi evlât yetiştiren bir baba, iyi bir diplomat (Gümrü Antlaşması), iyi bir yazar, vesaire...

Karabekir Paşanın kaleme aldığı onlarca eseri var. Bir kısmı gasp edildiği için basılamayan bu eserlerin çoğu askerî, siyasî ve tarihî konuları ihtiva ediyor.

Son olarak Yapı Kredi Yayınları arasında çıkan ve 1500 sayfayı aşan iki ciltlik "Günlükler" isimli eserde, Karabekir'in 1906'dan sonra hayat mâcerası kendi kaleminden anlatılıyor.
Bu eserde, bazı yıllara ait notlar ne yazık ki hiç yer almamış. Demek ki, bulunamamış.

Oysa, Karabekir Paşa hem çok tertipli, hem de kalemi velut bir insan. Kendisi günü gününe yazmış, notlar almıştır; fakat, müzmin muhalifleri tarafından bu notlar ya çalınmış, ya da zaman zaman evine yapılan baskınlar neticesi alıp götürülmüş ve muhtemelen imha edilmişlerdir.
Neyse ki, bu tarihî notların önemli bir kısmı kurtarılarak yayın hayatına kazandırıldı. Buna da şükür diyelim...


Kafkas Cephesi'nden Meclis'e

2 Mart 1919'da Erzurum'daki 15. Kolordu Komutanlığına atanan Karabekir Paşa, 12 Nisan günü Gülcemal isimli vapurla Trabzon üzerinden Erzurum’a doğru yola çıkar. Derhal işe koyulur ve kısa bir zaman zarfında işgal altındaki Doğu vilâyetleri geri alır.

Bilâhare, 22 Haziran 1919'da hazırlanan Amasya Tamimini kabul ettiğini, ardından toplanan Erzurum ve Sivas Kongrelerine katıldığını ve bu kongrelerde alınan kararlara bağlı olduğu anlaşılan Karabekir Paşanı, bu tarihten tâ 1924 yılı başlarına kadar da Mustafa Kemal ile müttefik halde görünüyor.

1924 yılı başlarından itibaren, sadece M. Kemal ile Karabekir'in arası açılmakla kalmıyor, Refet Bele, Cafer Tayyar, Rauf Orbay ve Ali Fuat Paşa gibi Millî Mücadelenin diğer kumandanları da M. Kemal ve yeni ekibi tarafından gayet sert ve keskin bir tavırla dışlanıyor.

Dışlanan ekip bir araya gelerek Terakkiperver Fırkasını kuruyor. Ancak, bunda da başarılı olamayıp, hem siyasetten, hem de askeriyeden uzaklaştırılıyor.

Medreselerin kapatıldığı, Hilâfetin lağvedildiği, Şer'iyye Bakanlığının kaldırıldığı 3 Mart 1924'ten itibaren, meydan bütünüyle M. Kemal ve ekibine kalıyor.

1926'da İzmir Sûikastı bahanesiyle kurulan mahkemede canını zor kurtaran Karabekir Paşa, tarassut altındaki kendi dünyasına çekiliyor ve ancak M. Kemal'in ölümünden sonra (Ocak 1939) siyasete geri dönebiliyor. 26 Ocak 1948'de vefat ettiğinde, Meclis Başkanlığı makamında bulunuyordu.


Günlükler'den iktibaslar.

Yazının bu son bölümünü, Karabekir Paşanın "Günlükler"inden yaptığımız iktibaslara ayıralım...
 21 Mayıs 1919: Mustafa Kemal'den ilk şifre: Neden Samsun'a çıkmış? Neden Samsun'da vakit geçiriyor? "Memuriyeti kabul ettim" diyor. Neden daha evvel etmedi? Bu memuriyet nedir? Padişah ve Ferit Paşa'nın birer nefer gibi hizmet edeceğiz diye gazetelerde beyannameleri vardı. Kemal Paşa'yı mukavemet için mi gönderdiler. "Fahrî Yaver–i Padişahî" dediğine nazaran, Padişah tarafından bir vazifedar mı idi?

 19 Ekim 1922: M. Kemal’e, (Lozan'daki) Sulh Konferansına Saltanatı lağv ve Hilâfeti Âl–i Osman’da bırakmak sûretiyle ve tam Türk milliyetçiliğiyle gitmekliğimizin faydalarını anlattım.

M. Kemal “Sulh heyetimize baş murahhas (delege) olarak seni gönderemem. Çünkü, sen kafanla hareket edersin. İsmet Paşayı göndereceğim. Çünkü, o sözümden çıkmaz” dedi.


8 Aralık 1923: İsmet’in İstiklal Mahkemeleri ile işe başlamasına esef ettim.
18 Aralık 1923: İstiklal Mahkemelerinin ve şahısların fena tesir ettiğini, eğer hüsn–i iade edilmezlerle eski hafiyelik devrinin başlayacağını söyledim.

14 Ocak 1924: Muhaliflerden Ali Şükrü Ankara’ya makine getirmiş, Tan gazetesi çıkaracakmış. Gazi yanımda Cevat Abbas’a dedi: “Muhalifler matbaa yapıyor da siz hâlâ uyuyorsunuz. Yakmalı, yıkmalı!”

Dedim: “Paşam bu tarzda mukabele doğru mudur?”


1 Ağustos 1925: Mesele, İstiklâl Mahkemelerinin terörüdür. Yarın kimin tevkif edileceği meçhul... Gözyaşı, elemli dövünmeler, kalplerin kanaması... Ömrümüz terörle mi geçecektir? 
Cumhuriyet, her dimağda munis, cazip, feyiz–nâk bir kelime olmalıdır. Yoksa dehşet, korkunç, hürriyet–i şahsiyeyi tehlikeye kor, bir umacı gibi yeni neslin zihniyetine nakşolunmamalıdır.


 27 Temmuz 1932: İzmir'de Gazi heykeli açıldı. İsmet'in 28 tarihli gezetedeki nutku pek gülünç: "Usûlen her şeyi yapan Gazidir" nakaratıyla dolu! Bir de diyor ki: Fertler milli dâvâya faydalı olmalı ve her halde zararlı olmamaları şartıyladır ki millî rehberden (M. Kemal'den) refah isteyebilirler! (Ne âlâ, Abdülhamid'in prensibini tasvir ediyor, bizim koca İsmet!)

6 Temmuz 1932: Mübadillere (Yunanistan'dan mübadele usûlü ile gelen vatandaşlara) verilen bonoların müthiş ihtikârla (tefecilik, vurgunculuk) kırıldığı söyleniyor. Beş yüz bin liralık bir bonoyu Kılıç Ali Bey elli bin liraya satın almış. Maliyeden tam tahsil etmiş!

24 Şubat 2012 Cuma

Kazım Karabekir'in Gözüyle Yakın Tarihimiz Kitabından Notlar- Mustafa Armağan


Kazım Karabekir'İn Gözüyle Yakın Tarihimiz




"19 Nisan 1919’da Trabzon’a çıktım…"

Kazım Karabekir Paşa İstiklal Savaşı'nın bugüne kadar göz ardı edilen, gösterilmeyen, yazılmayan taraflarını inceliyor. Tarihe yeni bir gözle bakmak isteyenler için muhteşem bir araştırma...

İnkılap tarihlerimizin neden “Tarih” sıfatını hak etmediğini anlamak için Kâzım Karabekir Paşa’nın hayatına bakmak yeterli olacaktır. Sadece bir kaç fersiz cümlede geçer ismi. Resmi bile son yıllara kadar ders kitaplarında hemen hiç yer almazdı. Hatta bazılarına kalırsa “rejim düşmanı, Hilafetçi ve hain”di. İyi ama ne yapmıştı Paşa bu hakaretleri hak etmek için?

Karabekir Paşa’nın askeri ve siyasi hayatında haksızlıklara uğraması yetmiyormuş gibi, tarih kitaplarından da emekleri silinmişti. Doğu Cephesi’nde zafer üstüne zafer kazanarak makûs talihimizi yenen Paşa, Sevr’i yırtan ilk antlaşmanın altına imza atmıştı. Savaş sonunda adına “Şark Arslanı” diye posterler basılıyor, özellikle Doğu’da savaşın gerçek kahramanı sayılıyor, adı efsaneleşiyordu.

Ne olduysa savaş sonunda oldu ve Karabekir önce ordudan uzaklaştırıldı, derken Meclis’te mücadele ederken görüldü, sonra partisi kapatıldı ve ertesi yıl İstiklal Mahkemesi’nde idamla yargılandı. Gözetim altında tam 13 yılını geçirdi. İstiklal Savaşı’nı birlikte başlattığı ve en zayıf anında “Emrinizdeyim Paşam” diye desteklediği Mustafa Kemal Paşa ve çevresine eserleriyle muhalefet etti.

İstiklal Savaşı’nı kardeşlik duygularıyla bağlı bir kadroyla vermiştik. Ancak asıl savaş bundan sonra başlamış, iktidar rüzgârı, İstiklal Savaşı’nın İlk Beş’inden 4’ünü idam sehpasının önüne fırlatmıştı. Suçları neydi? Muhalefet etmek. Peki savaşı esaretten kurtulmak için yapmamışlar mıydı? Şimdi de hem kendi haklarını, hem de milletin haklarını savundukları için darağaçlarının gölgesinde bir hayata mahkûm ediliyorlardı.

İşte herkesin sustuğu bir zamanda Karabekir tek başına muhalefet bayrağını açtı ve basının önüne çıktı. İstiklal Savaşı’nı sanki sadece Mustafa Kemal Paşa yapmış gibi anlatılıyordu. Oysa Karabekir Paşa diyordu ki: “Onu Anadolu’ya gelmeye ben ikna ettim. Hatta bir ay önce, 19 Nisan 1919’da Trabzon’a çıktım…”

MUSTAFA ARMAĞAN, Karabekir’in 1918-1922 dönemini kendi ağzından aktarıyor. Yıllardır susturulmuş olan Paşa’yı konuşturuyor. Onun gözüyle tarihimizi sarsan 4 yılın hikâyesini yazıyor. Konuşan ne de olsa bir kahramandır. Kahraman olmayanlara düşen ise onu saygıyla dinlemektir, diyor.

Kazım Karabekir'in dilinden:
...
İddialarımı şöyle sıralayabilirim:
   İstiklal Savaşı yapma fikrini ilk önce ben ortaya attım. Bunun siyasi ve askeri esas planlarını ben tespit ettim.
   İlk olarak da 29 Kasım 1918 Cuma günü İstanbul Zeyrek'te ağabeyimin Süleymaniye Camii'ne nazır evinin bahçesinde bu meseleyi yakın dostum İsmet Bey'e açtım. Kendisiyle tartıştık. İsmet Bey bana şöyle yakınıyordu:
    '' Gördün mü Kazım? Her şey mahvoldu. Vaktiyle gördüğün gibi bizi savaşa sürüklediler ve bitirdiler. Derdin ki batıracaklar ve hayatımızla didişeceğiz. Fakat benim hiç bir ümidim kalmadı. Ben kararımı söyleyeyim mi Kazım? Köylü olalım. Askerlikten istifa edelim. Senin kaç liran var? Birleşelim,Kazım ağa , İsmet Ağa olalım. Hayatımızı çiftçilikle sürdürelim.''

     Ben de kendisine '' İsmet ne söylüyorsun? '' dedim. ''Zannediyor musun ki bizi yaşatacaklar? Ermeniler,Rumlar doğudan batıdan Türkü boğacaklardır. Bırak ki benim bir tarla alacak param yok. Fakat olsa da ayaklar altında zillet içinde ölmektense milletimizin bu kadar senelik yediğimiz ekmeğini namuskârane ölmekle ödemek daha çok yakışmaz mı bize ? ''

     İsmet şöyle cevap verdi:
  '' Kazım sen ne diyorsun? Sen durumu bilmiyorsun. Ordularımız mahvoldu. Boğazlara itilaf devletleri hakim, bütün güney sınırlarımız açık bir halde. Asıl felaket bizim içimizden Kazım! Tasfiye yapacaklar, tasfiye ! Anlıyor musun? Bugün savaşta kazandığın paşalığı alacaklar, bir belki de iki rütbe kaybedeceksin. Artık bize herşey düşman.(1)  Ben çok düşündüm. Neyimiz varsa birleştiririz, ne mümkünse alırız. Kazım ağa, İsmet Ağa ... Ben başka türlüsünü göremiyorum Kazım. Sen de bir iyi düşün.''

    Cevabım gayet netti :
'' İsmet , ben kararımı verdim. Bütün bu gemileri vaktiyle Çanakkale'den içeri sokmamıştık. Bunları gözünüzde büyütmeyin. Benim gözümde bostan korkuluğundan farkları yok. Biz ölümü göze alınca merak etme hepsini yine dışarı atarız. Milletin mahvolduğunu görmek zilletine düşmektense yaşadığını görerek ölmek daha Türk'e yakışan bir davranış olur. Ben dün boğazdan geçerken yemin ettim : Tek başıma bile kalsam veya tek dağ başı bile kalsa , silahımı ve üniformamı kimseye vermeyeceğim. Azim ve tedbirli her ümide yol açar. Durumu sen de anlarsın.''



...

M.Kamal ın Gayesi Saltanatı ve Hilafeti Üzerine Almaktı

 Büyük Zafer'den sonra saltanat kaldırılmış, hilafet ise yine Osmanlı hanedanında bırakılmıştır. Bu fikir de bana ait olup 1922 Ekim'inde trenle Ankara'dan Bursa'ya seyahat ederken Gazi Mustafa Kemal Paşa'ya bizzat ben teklif etmiştim. Hatta o sırada Refet (Bele) Paşa da vardı.
   Mustafa Kemal Paşa'nın o zamanki gayesi ise hem saltanat hem de hilafeti kendi üzerine almaktı. Bunu önce saltanatı yaşı küçük bir şehzadeye verip kendisi 'naib ' olmakla elde etmek istemişti. Sonra TBMM tarafından ve benim teklifimle (  rıza nur un hatıranda da ,önerge Rıza nur tarafından verilmiş, Karabekir tarafından imzalanmıştır, diye geçer) Saltanatın kaldırılıp Hilafetin Osmanlı Hanedanında bırakılacağı gün (1 Kasım 1922 ) Saltanat ve Hilafeti almaya kalktı. 31 Ekim akşamı teklifim üzerine İsmet Paşa ile birlikte Çankaya köşküne giderek böyle bir hareketin meclisin dağılmasına yol açacağını , halk ile ordunun itiraz ve direnişi ile karşılaşacağını bunun ise felakete sebep olacağını İsmet PAşa'nın ağzından Gazi'ye bizzat anlattık. Teklifimi kabul etti ve aynen kendi eliyle yazarak da belgeledi. Böylece kanunun 6.maddesine Hilafetin Osmanlı hanedanında kalacağı cümlesi eklendi.
   İsmet Bey de şahittir ki , Mustafa Kemal Paşa'nın Hilafeti alması planı ancak böylece engellenebilmiştir.
 ***

Kazım Karabekir'e Yayın Yasağı ve İdamla Yargılanması !!

...
   Gazi Mustafa Kemal Paşa İstiklal Savaşının gerçek seyrini ve bu arada arkadaşlarının hizmet ve fedakarlıklarını millet huzurunda açıkca belirterek Türk tarihine hakkı olan bilgiyi tam ve eksiksiz olarak vermeli hatta siyasi ve askeri planda yüksek görevler başaran arkadaşlarının yaşadıkları değerli hatıralarını millete ve tarihe sunmalarını özellikle teşvik teşvik etmeliydi.
   Oysa o tam tersi bir yol tutturdu. Gerçeklerin bir bölümünü gizledi ve böylece emeği geçmiş kişilerin tarihi haklarını teslim etmedi. Onların emekleri ve değerleri örtbas edildiği gibi şuna buna servet ve makam dağıtılır gibi İstiklal savaşının hizmetleri de etrafına serpiştirildi. Böylece herşeyi kendisi düşünüp yaptı gibi gösterme sevdasına düştü. Bunu millete böyle belletmek için de başka hatıraların ve belgelerin yayınlanmasına izin vermedi.Kendi eseri olan Nutuk dışındaki kaynakları kuruttu. Hükümet kudretini ve gizli kuvvetlerini bu uğurda malesef israf etti.
   Bundan sonra uzmanların fikirlerine danışmaya gerek görmeyerek ve ''Milleti ben kurtardım bundan sonrasını da ben yapacağım '' diyerek tamamen başına buyruk bir kişiliğe büründü.Bütün kendisini seven fedakar ve vefakar arkadaşlarını kötüledi. Onları kırıp döktü. Kendisinden uzaklaştırdı. İşte bu kırılıp dökülen ve uzaklaştırılan fedakar ve vefakar arkadaşlarından biri de benim.
    En güçsüz olduğu zamanlarda yanında duran onu koruyan ,tutan ve fikirlerini destekleyerek milletin başında en şerefli işler görmesini sağlayan ben ve arkadaşlarım gün geldi İstiklal Mahkemesine bile verildik. Hayatımızla oynanmak istendi. Tutuklandım, sorguya çekildim, hatta idamla yargılandım. Evim defalarca basıldı. Yine de istenilen yapılamadı, teslim olmadım.

   Bir takım dalkavuklar ısrarla İstiklal Savaşında benim değersiz işler gördüğümü anlatmaya ve böylelikle genç neslin huzurunda beni manen öldürmeye çalıştılar. Bu yetmiyormuş gibi iş gazetelere döküldü ve benim İstiklal Savaşında tek sepheye sadık kalmadığım gibi acayip şeyler yazılıp çizilmeye başlandı. 
   Nihayet 1933 yılının ilk aylarında benim de sabrım tükenmişti. İleride anlatacağım gibi bu saldıran yayınlara tahammül edemeyip yine basıl yoluyla sert ve acı bir cevap verdim ve bütün gerçekleri canlı şahitleri ve değerli belgeleriyle birer birer ortaya koymaya başladım. Bana saldıran Milliyet in ve diğer gazetelerin ondan alarak yayınladıkları mektup şeklindeki cevaplarımın ortalığı sarsmaya başlaması üzerine hemen yukarıdan yayın yasağı getirildi ve zaten epeydir gözetlenmekte olan Erenköy'deki ahşap köşküm , bu sert çıkışım üzerine neredeyse bir nezarethane haline getirildi. Özgürlüğüm kısıtlandı. Çoluk çocuğuma bile sataşıldı,hizmetçim taciz edildi.
   Bu durumda gazetelerde görüşlerimi yayınlama hakkım engellenmişti. Ben de elim kolum bağlı oturmaktansa İstiklal Savaşı gerçeklerini bu defa kitap haline getirip yayınlama imkanlarını aradım ve kısmen buldum da. Sinan matbaasının sahibi Sinan(omur) Bey'le anlaşıp müsveddeleri teslim ettim. Yazar Feridun Kandemir de getir götür işlerini yapıyordu. Tam kitabımın  tashih ve basım işi tamamlanmıştı ki ileride iç yüzünü ayrıntılı olarak açıklayacağım Kızıl Pençe örgütünden iki milletvekili ile tetikçilerden birisi kitabımın basılmakta olduğu matbaaya baskın düzenleyip kendi paramla 3 bin adet bastırdığımİstiklal Harbimizin Esasları adlı kitabıma el koydular ve alınan formalar çuvallara doldurulup İtfaiye araçlarına konularak Bakırköy kireç ocaklarında yaktırıldı.

  Ardından da Erenköyü'ndeki köşküm polisler tarafından üçüncü defa arandı. Aramaya 70 kadar sivil memur ,polis, hatta İstanbul Emniyet Müdürü Fehmi (Vural) Bey gibi kişiler katıldı. Elemanlar evimde pek çok yakışıksız hareketlerde bulundular. Bir çok belgemi müsadere edip gözümün önünde 4 çuvala doldurdular ve götürüp M.Kemal Paşa ya teslim ettiler.
   İkisi de yakın dostum olan M.Kamal Paşa cumhurbaşkanı, İs

met İnönü başbakan iken bu kötü işler Türk tarihine kaydettirilmiş oldu. HAKİKAT YAZMAK YASAKTI. FAKAT KÂH TARİH, KÂH DA ANSİKLOPEDİ GİBİ ŞAŞAALI İSİMLER ALTINDA OLAYLARI YALAN YANLIŞ YAZMAK SERBEST... !

Bu durum, İsmet İnönünün Cumhurbaşkanlığı zamanında da sürüp gitti. Bu hususta 1939 yılında Tan Gazetesine yaptığım bir açıklama, bir tür yobazların yaygaralarına boğduruldu. Ben bir ropörtajda Nutuk'ta da yanlışlıklar ve haksızlıkların olduğunu söylemiş ve ertesi günkü nüshada bu iddiamı ispatlayacak açıklamalar yapacağımı ifade etmiştim. Ne var ki birileri bir avuç genci sokağa dökerek beni protesto ettirdiler. Tan Gazetesi de protestoları haklı buldu ve ropörtajın devamını yayınlamayacağını iftiharla yazarak gerçekleri söylemek için yapacağım bu önemli çıkışı engellediler.

  Başta İsmet İnönü olmak üzere sorumlu kişileri uyardımsa da , hepsi boşa gitti. Ben de işi en son ve en büyük mahkeme olan zamana bıraktım. Elbette zamanın vereceği hüküm pek yaman olacaktır.
  Daha şahitleri bile sağ olan İstiklal Savaşı'nın gerçeklerini örtbas etmek amacıyla kullanılan bu zorbalıkların gayesi pozitif bilimlerle donanmış olması gereken aydın gençlerimizi sindirerek hipnotize etmek ve İstiklal Savaşını onlara bir bilim olarak öğretmek değil, bir iman olarak belletmek ve inandırmaktır..
---

İstiklal Savaşının Amentüsü !?

...
  Daha şahitleri bile sağ olan İstiklal Savaşı'nın gerçeklerini örtbas etmek amacıyla kullanılan bu zorbalıkların gayesi pozitif bilimlerle donanmış olması gereken aydın gençlerimizi sindirerek hipnotize etmek ve İstiklal Savaşını onlara bir bilim olarak öğretmek değil, bir iman olarak belletmek ve inandırmaktır..
  20.yüzyılda Türk tarihi adına ağır bir leke olan bu çirkin hareketler, hızını Ankara'da yarı resmi sayılan ve adı da üstelik Hakimiyet-i Milliye (Milletin Egemenliği)olan bir gazetede yayınlanan şu öğreti ve işaretten alır :

       İstiklal Savaşı'nın ''Amentü'' sü şöyle bir kanun olmalıdır.:

       Madde 1) Mustafa Kemal düşündü, Mustafa Kemal yaptı ve Mustafa Kemal yazdı.
       Madde 2) Bunu bir nefeste okumayan kişi , Türk vatandaşlığı hakkından mahrumdur!

İşte Cumhuriyet devrinde ortaya çıkan ''Modern Hurafe'' zihniyeti sonucundadır ki bu amentüye uygun düşmeyen aykırı ve farklı yayınlar lanetlenmiş, yasaklanmış hatta yayınlamaya teşebbüs edenlerin de hem mevcut durumları hem de gelecekleri mahvedilmiştir.


***
Birileri Kahramansa, Kazım Karabekir gibiler ne ?

Birileri Kahramansa, Kazım Karabekir gibiler ne ?




Doğu Fatihi olarak bilinen Kazım Karabekir'i kimler tarihten, kitaplardan silmeye çalıştı ? Neden yazdığı kitaplar yakıldı, dosyaları toplatıldı ? Kimler onun tecrübelerinin gelecek nesle aktarılmasını engellemek için yakın tarihi ,nutuk masasında beyin ameliyatı yaptı ?? Öyle ki , bir sonraki resimde göreceğiniz üzre 1931 yılında basılan tarih kitabına koyulacak resimden Kazım Karabekir kesilip atılacaktır ! Tıpkı tüm başarılarının örtüldüğü , zaferlerin imanlı halk ve askerleri bir yana itip, putlaştırılmış bir kişiye mâl edileceği gibi..
Birileri Kahramansa, Kazım Karabekir gibiler ne ?

Kendini Tarihin Merkezine Koyan Kamal Paşa

''19 Nisan 1919 da Trabzon'a çıktım''
    Kazım Karabekir Paşa nın bu sözleri kadar yakın tarihimizi başmbaşka ve çıplak bir ışık altında gösterecek ikinci bir cümle bulmak kolay değildir. Resmi tarihin temel tezine yalın bir itirazı ; öte yandan basitliği içinde son derece net bir iddiayı barındırıyor bu kısa cümle. Hem resmi bir tezi yanlışlaması açısından olumsuz ; hem de pek sesini duyurma imkanını bulamamış , derinlere kaçmış bir suru andıran gayri resmi tezi dillendirmesi açısından olumlu içerikte. Bize paslı kapıları açmayı vaad eden sihirli bir cümle başka deyişle.
    Adeta diyor ki bize :   '' Hakikatin ışığını biraz da başka yerler de arayın! ''
Uzun süredir  geçmişe tek odaktan baka baka reflekslerini yitirmiş olan gözümüzün hareketsizliğine tek yöne bakmaktan tutulmuş boynumuzun ağrılarına sarsıcı bir açıklama getirirken kayıp hakikati bulmak için nerelere bakmamız gerektiğini de şöyle öğütlüyor Karabekir Paşa : 
    '' Vatandaş ! Yanlış bilgi felaket kaynağıdır. Her işin evvela hakikatini ara ve öğren. Sonra münakaşasını istediğin gibi yap.. Birincisi vicdanına, ikincisi seciye ve irfanına dayanır.''

''19 Nisan 1919 da Trabzon'a çıktım''
   Bu kısacık cümle  nutuk un açılış cümlesini akla getiriyor ister istemez. Hatırlayın lütfen, Gazi Mustafa Kemal Paşa da Nutuk una ''19 Mayıs 1919 da Samsuna çıktım'' diye başlamıyor muydu? Samsun a gidişinin öncesinde başından geçenleri, Samsun a neden ve nasıl çıktığını anlatmaktansa doğrudan doğruya konuya giriyor ve İstiklal Savaşının hikayesini oradan başlatıyordu. Yani asıl 1919 dan 1924 e kadarki Osmanlı'dan kopuş ve Türkiye Cumhuriyeti 'nin kuruluş tarihini kendi bakış açısından ve tamamen kendisini merkeze koyarak anlatmaktaydı.
     Böylece bu master anlatı 1927 yılı şartlarında olayların üzerinden henüz 10 yıl dahi geçmeden, yani vakaları daha tarihe mâl olmadan nutukla bir hamlede Tarihin kafesi içine alacak , üstelik farklı anlatılar yasaklanacak veya göreceğimiz gibi bunların yakılması sayesinde diğerleri üzerinde mutlak bir egemenlik kuracaktı. Böylece çoğul bir yapı olan tarih yerini tekil tarih e bir başka deyişle çok erkenden resmi tarihe bırakılacak ve bu dönemde olup bitenler Mustafa Kemal in mutlak Tek Adamlığı etrafında örgülenerek dunulacak, nihayet bu icat edilen gelenek günümüze kadar kesintisiz bir şekilde sürüp gelecekti.
   Bugün dahi böyle değil mi ? Bırakın istiklal savaşını Karabekir gibi bir paşanın başlattığını iddia etmeyi, Çanakkale savaşını bile o tarihte henüz bir yarbay olan Mustafa Kemal Bey in kazandığı gibi abes bir mantığa sürüklenmiş bulunmuyormuyuz? Oysa normal olarak her savaşın bir başkomutanı vardır. Yenilgi de zafer de tabii olarak onun hesabına yazılır. Sarıkamış hezimeti asıl başkomutan olarak Enver Paşa ya mâl ediliyorsa hemen 3 ay sonrasında başlayan Çanakkale Zaferinin de fiili başkomutanı ( gerçekte ise başkomutan vekili) Enver Paşaydı. Ancak dikkat edin lütfen, Enver Paşanın ismi yakın tarihimizin yalnızca olumsuz olaylarına yamanır da, Çanakkale gibi bir zafere zinhar yaklaştırılmaz.
   Keza 18 MArt 1915 günü düşman mermilerine göğsünü siper eden ve İTilaf donanmasına Çanakkaleyi geçirmeyen Müstahkem Mevki nin muzaffer komutanı Cevad( Çobanlı) Paşaydı. O gün Kirte ye askeri birlikleri teftişe gittiği için Cevad (Çobanlı) Paşa nın yerine kurmay başkanı olan Selahaddin Adil Bey bakıyordu. Pek bilinmez ama '' 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi ''  işte bu Selahaddin Adil bey in (sonradan paşa oldu ) komutasında kazanılmıştır. Onun şerefli ismi de tarihimizin bu altın sayfasından jiletle kazınmış ve yerine başkaları ikame edilmiştir.
  Sebep mi ?? Tabii ki , Selahaddin Adil bey in Cumhuriyet'ten sonraki Tek parti rejimine muhalif bir tutum takınmış ve Terakkiperver Cumhuriyet Partisini desteklemiş olması , adının tarihten silinmesi için yeter de artardı bile. Sen misin muhalefet eden? Biz de seni tarihten öyle bir sileriz ki , nâm ü nişânın kalmaz ortada !!!

Böylece yakın tarihimizin Cumhuriyet in ilk resmi tarih metni sayabileceğimiz nutuk un okunup yayınlandığı 1927 yılından itibaren, hatta biraz daha öncesinden başlayarak ciddi bir beyin ameliyatına tabi tutulduğunu ve ameliyatın etkisinin günümüzde de geçmediğini söyleyebiliriz.

Şöyle öğütlüyor Karabekir Paşa

Uzun süredir geçmişe tek odaktan baka baka reflekslerini yitirmiş olan gözümüzün hareketsizliğine, tek yöne bakmaktan tutulmuş boynumuzun ağrılarına sarsıcı bir açıklama getirirken, kayıp hakikatı bulmak için nerelere bakmamız gerektiğini de şöyle öğütlüyor Karabekir Paşa :
'' Vatandaş ! Yanlış bilgi felaket kaynağıdır. Her işin evvela hakikatını ara ve öğren. Sonra münakaşasını istediğin gibi yap... Birincisi vicdanına, İkincisi seciye ve irfanına dayanır. ''