24 Mayıs 2013 Cuma

“Balık baştan kokar!”“Vezir” ile “bakan” arasındaki fark -“Vezarette kemalât aranır!”Bugün de muhtaç olduğumuz bazı ilkeler Yavuz Bahadıroğlu


“Balık baştan kokar!”


“Kimsesizlerin kimsesiyiz!”

“Devlet insan için vardır!”

“İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın!”
“Nil kıyısında kuzuyu kurt kapsa, hesabını Ömer’den (yani ülkeyi yöneten sorumlulardan) sorarlar!”
Sondan bir önceki söz Şeyh Edebali’ye, sonuncu söz ise Hz. Ömer’e aittir.
Sayın Başbakan bu sözleri sık sık tekrarlar. Bunda samimi olduğuna da hiç kuşku yok. Ne var ki, bazı yaklaşımlar bu sözlerle paralellik arz etmiyor.
Geçtiğimiz Cuma günü Edirne’de yaşanan bir olayı hatırlayalım… Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, Cuma namazı kılmak üzere Selimiye Camii’ne girmek üzereyken, kanser hastası 23 yaşında bir kız yolunu kesiyor…

Üniversite öğrencisi olduğunu, kanser tedavisi gördüğünü, ancak yurtdışından gelmesi gereken bazı ilaçlar konusunda çaresiz kaldığını söylüyor ve bu konuda bakandan yardım istiyor… Bakan, araya Cumaya yetişme telaşı da eklenince, olayı yanlış anlıyor…
“Yardım” denince, çoğumuzun ilk aklına gelen şey, onun da aklına geliyor: “Para!” Genç kızın para talebinde bulunulduğunu zannederek, cebine bir miktar para koyuyor… Genç kız aşağılandığını düşünüyor. Ağlıyor, isyan ediyor. Dilenci olmadığını, ilaç getirtmek için yardım istediğini söylüyor ve cebine tıkıştırılan parayı iade ediyor…
Sayın Bakan namaz çıkışında olayı ancak kavrıyor. Genç kızı teselliye çalışıyor, ama nafile: Genç kız ağlayarak oradan kaçıyor.
Kanser çaresizliğini bilirim: Bu yüzden bu olay beni ziyadesiyle etkiledi: “Keşke” diye düşündüm, “devlet, vatandaşını dinlemekte biraz daha sabırlı davransa…”
Ayrıca bu olay bana, Kanuni ile yaşlı bir kadın arasında geçen olayı hatırlattı…
Bir sefer sırasında yaşlı bir kadın Osmanlı ordugâhına geliyor. Padişahla görüşmek istiyor.
Bunun mümkün olmadığı söylenince de, Otağ-ı Hümayun (padişah çadırı) çevresinde öyle bir şamata koparıyor ki, Padişah merak edip kapıya çıkıyor. Kadını bırakmalarını söylüyor. Kadın Padişah’ın yanına geliyor.
“Padişah sen misin?” diye soruyor kadın Kanuni’ye, hesap sorar gibi.
“Beli, Padişah benim.”
“O zaman dinle ey Padişah!.. Dün gece evime hırsız girdi. Neyim var neyim yok çalındı.”
“Karakolhaneye gitseydin, yahut Kadı Efendi’ye haber verseydin, neden bana geldin?”
Kadın hâlâ öfkeli gözlerle Kanuni’ye bakıyor:
“Çünkü balığın baştan kokup kokmadığını görmek istedim!”
Kanuni sabırla soruyor:
“Peki hırsızları fark etmedin mi?”
“Etmedim, uyuyordum.”
“Tıkırtıları da mı duymadın?”
“Uyuyordum dedim ya, duymadım.”
“Be hey kadın, bu ne derin uykudur!”
Yaşlı kadın dik dik Padişah’a bakıyor:
“Yaşlılık uykusu Padişahım. Ne bileyim, sizi ve devletinizi uyanık zannettiğimden mışıl mışıl uyumuşum. Geldim gördüm ki, gaflet içindesiniz. Gayri damla uyku girmez gözüme, artık uyuyamam!”
Padişah donup kalıyor, yaşlı kadın feracesini savura savura Otağ-ı Hümayun’dan çıkıyor.
Zararı karşılanıyor, hırsızlar bulunup cezalandırılıyor, ama bunlar Kanuni’yi tatmin etmiyor. “Balık baştan kokar” sözünü de hayatı boyunca unutamıyor.
Yarın başka bir örneğe bakalım inşallah.


“Vezir” ile “bakan” arasındaki fark


Eskiden “vezir” derlerdi, şimdi “bakan” diyorlar…
“Kelime” deyip geçiyoruz, ama kelimeler arasındaki fark, içeriğe de sinmiş durumda: Dolayısıyla içerik de farklılaşmış…
“Vezir”, Arapça “vizr” kökünden gelir. “Vezr” kelimesinden alınırsa; “halkın sığınağı” demek olur.
Yani “vezir”, “halkın sığınağı”dır!
“Bakan” ise, adı üstündedir: Bakar…
Bakar, ama kimi zaman görür, kimi zaman görmez…
Kimi fark eder, kimi etmez…
Yani “bakmak” için ille de “bakan” olmak şart değil!
¥
Osmanlı padişahlarının zaman zaman “tebdil” çıkmalarının bir hikmeti var: Halkla direkt temas ederek, çevrenin kendisinden sakladıklarına ulaşmak…
Bir bakıma “halkın gündemi” ile bizzat yüzleşmek…
Sıkıntılarını, dertlerini, problemlerini bizzat görmek, kendi ağızlarından dinlemek…
Çünkü halk her zaman “saray”dan (şimdi Ankara’dan) göründüğü gibi olmayabiliyor. Hallerini görüp anlamak, dertlerine deva olmak lâzım…
Malum:
“Halka hizmet Hakk’a hizmettir!”
Osmanlı yöneticilerini bu ilke üzerinde tutmak için, hem din adamları, hem ilim adamları, hem devlet adamları sürekli çaba gösterirler, kimi vasiyetleri, kimi öğütleriyle onlara Cennet’in yolunu gösterirlerdi.
Osmanlı Devleti’nin temeline yüreğini koyan Hayme Ana’nın, oğlu Ertuğrul Gazi’ye vasiyetine bir de bu nazarla bakar mısınız?
Özetle, şöyle diyor:
“Boyundan, soyundan olsun olmasın insanlara âdil davran; adâletten ayrılma ki insanlar (halk) birlik ve dirlik kazansın…
“Bu dünya dinlenme yeri değildir. İyi ve doğru işler yaparsan, insanların gönlünde taht kurarsın!..
“Yüreğinden imanı, dilinden duayı, içinden fazileti eksik etme…
“Bir de sabırlı ol. Ekşi koruk sabırla tatlı üzüm olur…
“Daima açık sözlü ol. Her sözü üstüne alma, gördün söyleme, bildin bilme, sevildiğin yere sık gidip gelme ki, itibarın zedelenmesin.”
Gelelim şimdi Osman Gazi’nin oğlu Orhan Gazi’ye öğütlerine…
“Bak oğul, Allah’ın emirlerine aykırı işler işlemeyesun…
“Bilmediklerini ulemadan sorup öğrenesun…
“Farklı inançlara mensup olanları hoş tutasun…
“Askerlerine in’amı, ihsanı eksik etmeyesün kim, insan ihsanın kulcağızıdır…
“Zalim olmayasun, âlemi adâletle şenlenduresun…
“Ulemaya riayet eyleyesun, âlimleri el üstünde tutasun…
“Askerlerine ve dünya malına gurur getirip doğru yoldan ayrılmayasun…
“Bizim mesleğimiz Allah yoludur, maksadımız İ’la-yı Kelimetullahdır. Dâvamız kuru gavga ve cihangirlik dâvası değildir.
“Milletin-memleket işlerini noksansız gör, herkese ihsanda bulun.“

¥

Yöneticinin görevi hava atmak, gurur saçmak değil, halkı memnun etmektir… Zira yöneticinin Cenneti, “vatandaş memnuniyeti”dir…
Sorumlu makamda oturan herkes, Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye tavsiyesini yüreğine emzirmelidir:
“Oğul Osman, artık beysin; insanı yaşat ki, devlet yaşasın!”
Son söz: “bakan”larımız, sadece “bakan” olmaktan çıkıp, eskiden olduğu gibi “sığınak” haline gelmeli, yani bir parça “vezir”leşmelidirler.


“Vezarette kemalât aranır!”


Fatih Sultan Mehmed, Mahmut Paşa’yı vezir-i âzamlıktan (başbakanlık) uzaklaştırdıktan birkaç sene sonra, tekrar aynı makama getirmek isteyince, Mahmud Paşa dayanamıyor, Padişah’ın affına sığınarak, sebebini soruyor:

“Devlet aynı, Hünkâr (Padişah) aynı, fakir (kendisi) aynı; peki bu azledup tekrar nasbetmenun (önce kovup tekrar tayin etmenin) hikmeti n’ola?”
Padişahın cevabı ibret vericidir:
“Arnavutluk’ta Nasuh Beyin ahaliye zulm ve gadr ittüğün duyduk. Eğer bundan haberin yoğ ise, memalik ef’alinden (memlekette olup bitenlerden) gaflettesün (habersizsin) dimektur. Haberin var da def’i yolun tutmamış isen, (haberdar olduğun halde tedbir almamışsan) zulme rıza ittün sayılur. Ne gaflet, ne de zulm ile vezarette (bakanlıkta) muvaffak olunamaz. Vezir olana kemâl (fazile-iyilik-mükemmellik-ahlâk-terbiye-edeb) lâzımdır. Vezarette kemalât olmazsa, umran (medeniyet) ve imâret (mamur etmek, şenlendirmek) de olmaz. Seni anın içün azlettuk. Lâkin senden elyak (daha lâyık) vezir bulamaduğumuzdan, tekrar nasb eyledük (atadık).”
Mahmud Paşa bu cevap karşısında Padişah’ın haklı olduğunu kabul ediyor ve uzatılan mührü alıp tekrar sadrazam oluyor.
Kısacası: “Vezarette kemalât” aranır! “Vezarette kemalât olmazsa, umran ve imâret de olmaz.”
Sadece “zeval” olur!
Bu yüzden önce vezirlerde (bakanlarda), sonra da tüm vatandaşlarda “kemalât” olmalı. Kemalât olmadan fazilet olmaz!
“Kâmil vezir” vatandaşın derdini dinlemede sabırsız davranmaz…
“Cuma namazı geçiyor” yahut “çok işim var” gibi mazeretlere sığınmaz!
Zira yöneticinin birinci görevi vatandaşı memnun etmektir…
Cenneti de vatandaş memnuniyetidir…
Sorumlu makamda oturan herkes, Başbakan’ın sık sık tekrarladığı ilkelere kulak vermek ve buna göre davranmak durumundadır…
“Kimsesizlerin kimsesiyiz!”
“Devlet insan için vardır!”
“İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın!”
“Nil kıyısında kuzuyu kurt kapsa, hesabını Ömer’den (yani ülkeyi yönetenlerden) sorarlar!”
Kansere yakalanmış bir genç kız, bir bakana ulaşıp yardım istemişse, hayatla ölüm arasındaki çizgide çaresiz kalmış demektir…
Elbette bu çaresizliğini, “Kimsesizlerin kimsesiyiz!” diyen, her vesile ile “Devletiniz yanınızdadır” mesajı veren bir Başkan’ın yönetimindeki devletine arz edecektir.
Geçtiğimiz Cuma günü, Selimiye Camii avlusunda, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’a derdini anlatmaya çalışan kanser hastası genç kızımız, aslında bir şahsa değil devletine sığınmış demektir.
Yapılacak şey, onu dikkatle dinlemek ve sorununu çözmek için talimat vermekten ibarettir.  
Esasen sayın Bakan’ın bu karakterde biri olduğunu da biliyorum. Bu yüzden cebine para tıkıştırıp camie girmesini hiç anlayamadım.
Neyse sonunda olay tatlıya bağlandı sanırım. Genç kız bulundu ve sorunu halledildi.


Bugün de muhtaç olduğumuz bazı ilkeler


Resmi tarihe göre padişahlar milletin işiyle ilgilenmezler, milleti umursamazlar, sarayın dört duvarı arasında, milletten habersiz olarak, zevk-safa içinde yaşarlar…

Bakalım öyle mi?

Fatih Sultan Mehmed, Mahmut Paşa’yı vezir-i âzamlıktan (başbakanlık) uzaklaştırdıktan birkaç sene sonra, tekrar aynı makama getirmek isteyince, Mahmud Paşa dayanamaz, Padişah’ın affına sığınarak, sebebini sorar:
“Devlet aynı, Hünkâr (Padişah) aynı, fakir (kendisi) aynı; peki bu azledup tekrar nasbetmenun hikmeti n’ola?”
Padişahın cevabı ibret vericidir: “Arnavutluk’ta Nasuh Beyin ahaliye zulm ve gadr ittüğün duyduk. Eğer bundan haberin yoğ ise, memalik ef’alinden (memlekette olup bitenlerden) gaflettesün (habersizsin) dimektur. Haberin var da def’i yolun tutmamış isen, (haberdar olduğun halde tedbir almamışsan) zulme rıza ittün sayılur. Ne gaflet, ne de zulm ile vezarette (bakanlıkta) muvaffak olunamaz. Vezir olana kemâl (olgunluk-beceriklilik) lâzımdır. Vezarette kemalât olmazsa, umran ve imâret de olmaz. Seni anın içün azlettuk. Lâkin senden elyak (daha lâyık) vezir bulamaduğumuzdan tekrar nasb eyledük (atadık).”
Mahmud Paşa bu cevap karşısında Padişah’ın haklı olduğunu kabul etti ve uzatılan mührü alıp tekrar sadrazam oldu.
Kısacası “Vezarette kemalât” aranır! “Vezarette kemalât olmazsa, umran ve imâret de olmaz.” Sadece “zeval” olur.
“Vezarette kemalât ”bugün de muhtaç olduğumuz bir husustur.
Kâmil insan, “maslahat icabı” makamını kaybettiğinde, bunu olgunlukla karşılayabilen insandır.
Oysa günümüzde görevden alınan bazı bakanların bunu sorun yaptıklarını ve haksızlığa uğradıkları yolunda bir izlenim vermeye çalıştıklarını görüyoruz.
Oysa ortada haksızlık yok, görev değişimi vardır. Malum: “Mahkeme kadıya mülk değildir!”




Hiç yorum yok: