Kitaplar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kitaplar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ağustos 2013 Cumartesi

İSTİLA DEVİRLERİNİN KOLONİZATÖR TÜRK DERVİŞLERİ VE ZAVİYELER Prof. Dr. Ömer Lütfi BARKAN Barkan, Ömer Lütfi, Vakıflar Dergisi, s. II, Ankara, 1942, sf. 279-304.

Selçuk-Bizans hudutlarında yaşayan bir uç beyliğinin, diğer emsalinin mazhar olmadığı bir talihle, pek kısa bir zaman içinde tarihin seyrini asırlarca değiştirecek kuvvetli bir imparatorluk haline girivermesi hâdisesi, son zamanlara kadar birçok malûmları noksan bir muadele şeklinde vazedildiği veyahut Türk ırkının tarihî varlığı hakkında mevcut ve an’ane halinde müesses dar ve kısır noktai nazarlara esir kalındığı için, içinden çıkılmaz bir mesele teşkil etmekte idi.

Filhakika, koskoca bir imparatorluğun kuruluşu nev’inden muazzam bir hâdise, bizde uzun zaman, sadece Padişahların dirayet ve şecaati veya Allah’ın bu saltanatın kurucularına karşı gösterdiği lütuf ve inayet ile izah edilmek istenilmiştir. İlk Osmanlı membalarında kaydedilmiş görülen Sultan Osman’ın rüyası, mucize nevinden vukua gelen bu hâdisenin izahını ancak ilâhî takdir ile yapmak mümkün olduğuna inanışın bir ifadesidir.

Türkiye ve Erdoğan neden kilit? Sözümüz bizleri bu topraklarda misafir sananlara-Yğit Bulut

Elimde bir kitap var, ismi “Dünyaya neden şimdilik Batı hükmediyor?”... Çok güzel bir çalışma, yazarı Ian Morris, özellikle 1800’lerin başından akışı ele alarak bugün neden kendine “BATI” diyen emperyal yapının dünyaya hükmettiğini analiz ediyor. Çok ilginç bir detayla başlıyor ve 1800’lerin başında Çin limanlarını yakıp yıkan İngiliz donanması ile zorla Çin ticaretinin İngiliz tacirlerin eline nasıl geçtiğini ortaya koyuyor, bir detay da ben ekleyeyim; 1839 Baltalimanı anlaşması ile Osmanlı da aynı sonuca katlanmak zorunda kalıyor ve Osmanlı ticareti ve yerli üretimi çökertiliyor... Sonrası zaten malum; BATI hayranı kafaların ürünü bir Osmanlı ve Çin-Osmanlı çizgisindeki çöküş ile ortaya çıkan Emperyalizm!

22 Ağustos 2013 Perşembe

Darbeyi biz yaptık, kızı da biz öldürdük...Fehmi Koru

Aman ne güzel, ne güzel... İran’ın seçimle işbaşına gelmiş başbakanı Muhammed Musaddık’ı düzenledikleri bir darbeyle devirdiklerini ABD’nin gizli istihbarat örgütü CIA nihayet açıkladı.
Güzellik bu haberle bitmiyor: İngiltere’nin seçkin SAS komando birliğinden bir askerin, “Prenses Diana’yı ben öldürdüm” diye övündüğü eski eşinin ailesi tarafından bir ihbar mektubuyla fâş edilince askeri polis tâkibat açtı.
Tek güne iki güzel haber... Kıymetini bilelim.

7 Ağustos 2013 Çarşamba

Hizmetkâr ve demokrat-Doğu Ergil

Ama şöhretinin başlangıcı, 1938 yılında yönetmenliğini yaptığı H. G. Wells'in "Dünyaların Savaşı" adlı eserin radyo uyarlamasıdır. Yayın o kadar etkili olmuştur ki; TV öncesi dönemde Mercury Radyo Tiyatrosu'nun bu  dramasını izleyenler, dünyanın gerçekten Marslılar tarafından işgal edildiğini sanmışlardır. Sonradan antropoloji ve sosyal-psikoloji derslerine konu olan bir kitle paniği yaşanmıştır. Panik, program sonrasında ağızdan ağıza çok daha geniş bir kesime yayılmış, aksine yayınlar yapılmasına rağmen insanlar bir süre gerçekten bir uzaylı istilasının olup, resmi çevrelerce saklandığını sanmışlardır. Öyle ki kitle histerisi ve korkuya dayanan propagandanın gücüne örnek gösterilen bu olay Hitler'in dikkatini çekmiş ve Nazi yönetimi tarafından parti propagandasında yararlanılmıştır.

26 Mayıs 2013 Pazar

O paşaların, paşalar da onun peşinde!/ CEMAL A. KALYONCU

19 Mart 2012 / CEMAL A. KALYONCU
Turizm Bakanlığı’ndan emekli olduktan sonra Türkiye’nin derin mevzularında 21 kitap yazan Süleyman Yeşilyurt, aleyhinde yazdığı hiçbir asker tarafından dava edilmedi. Son kitabı Paşaların Saltanatı’nda da askerlerin icraatlarını ele alacak.
‘Bana gelen bilgiler dâhilinde başlıkları belirliyorum önce. Mesela, OYAK’ta Ergenekoncu ve ‘Çürük’çü paşalar var. Havelsan’da bütün paşa çocukları üst düzey maaşla işe girmiş. Aselsan’a da girmişler. Yakınları terör örgütünün dağ kadrosunda olan paşalar ve albaylar var; binbaşı, yarbay ve yüzbaşıların isimlerini versem herhâlde ansiklopedi olur. Bunları nasıl almışlar Türk ordusuna böyle?”

‘Gök Sultan’ ile Devr-i Hamid’e yolculuk / MESUT ÇEVİKALP

26 Mart 2012 / MESUT ÇEVİKALP
Erciyes Üniversitesi’nin yayımladığı 5 ciltlik Devr-i Hamid Külliyatı, II. Abdülhamid Han ile dönemini, 75 uzmanın kaleminden sunuyor. 90 makaleden oluşan 2250 sayfalık çalışma ‘Gök Sultan’ ile ilgili tüm merak edilenleri yeni belgelerle gün yüzüne taşıyor.

‘Sultan Hamid, ‘Kızıl’ değil, ‘Gök Sultan’dır… Türkiye, dört sınırında yangınlar olan bir ev, Sultan Hamid, o yangınların eve bulaşmaması için hızla koşarak ateşe su serpen, kum döken ve keçe kapatan bir savunucu idi. Bu koşuşmaları sırasında yoluna çıkan bir-iki çocuğa çarpıp düşürdüyse, suç onun değildir. Çünkü yurdun çevresindeki yangınlar göğe yükseliyor ve Gök Sultan, alevleri içeri sokmamak için didiniyordu. Ve sokmadı da. Ne diyelim? Durağı cennet olsun.”

2 Mayıs 2013 Perşembe

İki facia: Struma ve Boraltan-Taha Akyol


1942 Şubat’ında Struma adlı gemide Romanya’daki Nazi zulmünden kaçan sivil Yahudiler, Boğazlar’dan geçerek Filistin’e gidecekti. Fakat Türkiye, 72 gün süreyle Sarayburnu önlerinde tuttuğu gemiyi tekrar Karadeniz’e çıkardı ve gemi orada torpille batırıldı...103’ü çocuk olmak üzere 768 Yahudi boğularak öldü! Korkunç bir faciadır bu.

Kurtulan tek kişi, David Stoliar, gemiyi Türkiye’nin batırdığını tahmin ettiğini söyledi. 
Yetmiş yıl sonra saygıya layık bir insani hassasiyetle İstanbul’da Struma kurbanları için anma tören yapılmıştı. Törende bazı konuşmacılar geminin batırılmasını “Ankara’nın emir verdiği bir cinayet” diye nitelemişlerdi! (Hürriyet, 25 Şubat 2012)

30 Nisan 2013 Salı

İki seviyeli kitap-Mehmed Nİyazi


Necdet Bayraktaroğlu “Tarihimizde Muhteşem Mektuplar” adında bir kitap yazdı. Kitap, Mete Han’ın dul kalan Çin Kraliçesi Lü’ye yazdığı mektupla başlıyor.

Devlet başkanlarımızdan diğer devlet başkanlarına, Akşemseddin gibi âlimlerin öğrencileri Fatih gibi devlet adamlarına yazdıkları mektuplar geçmişe doğru önümüzü aydınlatmaktadırlar. Bu mektuplar sadece araştırmalar bakımından önemli değildir; tarihi yapan insanların ruh yapılarını, seviyelerini anlamamızda da çok etkili rol oynamaktadırlar. İnsan psikolojik bir varlıktır; tarihe mal olmuş kişilerin hangi saikle, niçin o işleri yaptıklarını anlamamızda bu mektuplar paha biçilmez değerdedirler. Büyük emeklerle gün ışığına çıkardığı kitabının kapağına Bayraktaroğlu, Şeyh Edebali’nin “Geçmişini iyi bil ki geleceğe sağlam basasın” cümlesini koymuş. Bilgelerimiz tarihin millet hayatındaki önemini eski dönemlerde kavramışlar, bunu çok sık dile getirmişlerdir. Fakat yapılan çalışmalara bakınca, ceddimizin altın harflerle yazılacak sözlerinin şuuruna erdiğimizi söyleyemeyiz.

26 Nisan 2013 Cuma

Bisiklete tutunan hayatlar-Akif Emre


Bisiklete tutunan hayatlar

Batı kültürünü göstergeler üzerinden anlamlandıran, 'Görme Biçimleri'nin yazarı John Berger'in en iyi okuma parçalarından birinin 'Bento'nun Eskiz Defteri' adlı kitabı olduğunu söylesem abartmış sayılmam herhalde. Basit, sıradan, hayatın içinden olaylar, objeler üzerinden bir kültürün şifrelerini göz önüne seriyor adeta. Sıradan insanların sıradan hayatlarına nüfuz ederek, hayatın akışına adeta sizin de dahil olduğunuz gündelik hayatın ayrıntılarıyla tanışıyorsunuz. Burada zevkler, alışkanlıklar, ilişkiler, eşya ile kurulan ilişkiyle anlamlandırılan hayatın katmanları… her şey o kadar basit ve yalın ki, sanki yabancı olduğunuz bir kültürle tanıştırmaktan çok sizi ona dahil ediyor. Dahil olunan kültür, hayat tarzını, dünyayı algılayış biçimini, evrensel olma iddiasını da beraberinde getiriyor. Bu mütevazı, yalın anlatım içinde Batı'nın evrensellik iddiasını, hatta küreselleşmeyle daha da yaygınlaşan hayat ve düşünme biçiminin evrenselci üslubunu fark etmiyorsunuz bile.

20 Nisan 2013 Cumartesi

Türkiye'de en nefret edilen adam - Aziz Üstel


Tarih bize, mütareke döneminde yüzlere Müslüman Osmanlı vatandaşının canını yakan kara listeleri, İngiliz Yüksek Komiserliği içindeki Ermeni-Rum Şubesince hazırlandığını söyler. Ama gerçek bu kadar basit değildir.
General Sir George F. Milne, İngiliz Karadeniz Orduları Başkomutanı, “Türk’e çok sert bir ders vermek gerekir!” telgrafını çekerken Londra’ya, Amiral Richard Webb, İngiliz Yüksek Komiser Vekili,”cezalandırmanın hem Türk İmparatorluğunu parçalayarak milleti, hem de benim hazırladığım listedeki gibi yüksek görevlileri ibret için yargılayarak kişileri (Müslümanları) cezalandırma biçiminde olmasını öneriyorum.” yazısını yollar.

16 Nisan 2013 Salı

İslam Ansiklopedisi ile bir çığır açıldı / AYŞE ADLI


Türkiye akademisinin Cumhuriyet tarihinde hazırladığı en nitelikli çalışma, şu günlerde tamamlanmak üzere. İslam Ansiklopedisi’nin en büyük başarısı, ilim adamlarına yeni bir vizyon vermiş olması belki de…
Ansiklopedi denince Meydan Larousse, Britannica, Gelişim Hachette’i hatırlar 70’ler, 80’ler nesli. Ne akla gelirdi o günlerde, ne ihtimal verilirdi içeriği ve menşei itibarıyla yerli bir kaynağın olabileceğine. Bilgi üretmeyeli çok zaman olmuştu. Olaylar, kavramlar, şahıslar başkaları tarafından tarif edilir, biz de kabul ederdik… 1980’lerin başlarında dinî ve sosyal konuları içerecek bir çalışma gündeme geldiğinde yaşanan tereddüdün temel sebebiydi bu. Biz yapamazdık! Türkiye Diyanet Vakfı, kendinden beklenmeyen, altından kalkacağına ihtimal verilmeyen bir işe soyunuyordu telif bir ansiklopedi hazırlığına girişerek… Yaşı müsait olanlar, İslam Ansiklopedisi’nin ilk cildini ellerine aldıklarında duydukları heyecanı, tedirginliği hatırlıyor hâlâ.

15 Nisan 2013 Pazartesi

Murdoch'un Tayyip Bey'e hediye getirdiği kitabın yazarının ve ailesinin tuhaf öyküsü-Murat Bardakçı


Başbakan Tayyip Erdoğan'ı geçen gün Ankara'da ziyaret eden İngiliz basın patronu Rupert Murdoch, Tayyip Bey'e 1933'te basılmış, kıymetli ama Türkiye ile hiç alâkası bulunmayan bir kitap hediye etti. Kitabın yazarı John Philby'nin hayatı ise, yazdığı kitaptan çok daha renkli ve tuhaftı: İstihbaratçılık, işadamlığı ve kâşiflik yapmış, sonra da Müslüman olarak ölmüştü. Oğlunun öyküsü ise, daha da karmaşıktı...

DÜNYA basınının en güçlü patronlarından olan Avustralya doğumlu Rupert Murdoch, Başbakan Tayyip Erdoğan'la görüşmek için geçen gün Ankara'ya gitti...

30 Mart 2013 Cumartesi

Atatürk döneminde iktisat ve hukuk-Taha Akyol


YILDIZ Teknik Üniversitesi’ndeki panelin konusu “Atatürk Döneminde İktisat ve Hukuk Zihniyeti”, konuşmacılar Prof. Ahmet Güner Sayar ve ben...Prof. Ahmet Güner Sayar bu konuda en yetkili birkaç isimden biridir. Osmanlı İktisat Düşüncesinin Çağdaşlaşması adlı eseri, sahasında ‘tek’tir. Konuşmasında klasik Osmanlı insan tipinin, piyasa ekonomisinin gerektirdiği “rasyonel iktisadi birey”yani girişimci zihniyetine sahip olmadığını anlattı. Avrupa karşısında Osmanlı ekonomisinin bu yüzden çöktüğünü belirtti.Tanzimat’ın ekonomik liberalizmi aynı sebepten olumsuz sonuçlar vermişti. Abdülhamit’ten itibaren “Müslüman girişimci” yetiştirme siyaseti izlenmiş, liberal ekonomi yerine “himayeci” politikalar önem kazanmıştı.Cumhuriyet devletçiliği bu gelişimin sonucudur, cumhuriyetle iktisadi liberalizm tasfiye edilmiştir. 1930’ların devletçi ekonomisi başarılı olmuştur. Fakat devletçiliğin uzun süre devam ettirilmesi de “rekabetçi insan” tipinin yetişmesini engelleyebilirdi. İktisadi gelişmede temel sorun “girişimci” sınıf sorunudur. 

28 Mart 2013 Perşembe

Ve 12 Mart muhtırasının 42. yıldönümüne geldik - Aziz ÜSTEL


Tarihler 12 Mart 1971’i gösterdiğinde kimi çevreler, büyük bir özlem içinde sol bir darbe bekliyordu. Aslında “sol darbe” dedikleri, Atatürk’ü siper yapmışların düzenlemek istediği Jakoben bir devrimdi. Yani asker bürokratlar, sivil bürokratlar ve her darbenin şakşakçıları kimi basın el ele vermiş 9 Mart 1971’de iktidara el koymak için hazırlanmıştı ki, “bunlar bir tür Baas düzenini savunuyorlardı aslında solculuktan ya da Marxist-Leninist bir düzenden çok” (Emre Aköz), Mahir Kaynak her şeyi açığa çıkardı ve Türkiye’yi saplanacağı ciddi bir bataktan kurtardı.

24 Mart 2013 Pazar

Tarhan'dan gençlere altın tavsiyeler dizisi... Prof. Nevzat Tarhan

Prof. Dr. Nevzat Tarhan hayatın baharında olan, henüz daha yeni yeni hayata atılma gayretindeki gençlere en büyük hazineyi sunuyor. Onlara yaşamlarının her anında fayda sağlayacağı altın değerinde tavsiyelerde bulunuyor.
Timaş Yayınları’ndan okuyucusuyla buluşan “Var mı beni anlamak isteyen” isimli kitabından yararlandığımız Prof. Dr. Nevzat Tarhan gençlere sesleniyor.

İnanca iman sendromu-Prof. Nevzat Tarhan


Prof. Dr. Nevzat Tarhan kitabında insanın inandığı konunun gerçek olup olmadığını merak etmemesi olarak tanımlıyor “İnanca İman Sendromu” nu. Çünkü Tarhan’a göre inanan bir insan, inandığı şeyin gerçekliğini merak etmiyor ve araştırmıyorsa bu inancı temel bilimsel ilkelere uymayacaktır. İnanma ancak sorgulayarak gerçekleştiğinde kalıcı oluyor.
Timaş Yayınlarından okuyucusuyla buluşan “İnanç Psikolojisi” isimli kitabında Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan,” Dünyanın yaradılış gayesi nedir? İnanç geni var mı? Din bir takıntı mı? Ruh nasıl bir programdır? Bilim ne zaman dinin alanına müdahale eder?…vs. birçok konuya açıklık getiriyor.
Rektör Tarhan bunun yanında bir de inanca iman sendromuna dikkat çekiyor. İnanan bir insanın, inandığı şeyin gerçekliğini merak etmiyor ve araştırmıyorsa; bu inancı temel bilimsel ilkelere uymayacağından bahseden Tarhan, inancın hakikatine dair sorgulama olmadan o bilginin yaşamı şekillendirmesinin zor olacağına vurgu yapıyor.

İnanca İman Sendromu başlığında Tarhan;
“Bu konuda Tanrı Yanılgısı kitabının yazarı Evrimsel Biyolog Richard Dawkins’n haklı bir yaklaşımı vardır: Dawkins, “Hıristiyan inanışlarının gerçek olup olmadığına dair en ufak bir ilgi duymadığını” söyleyen İngiliz politikacı Tony Benn için, Filozof Daniel Dennett’in “İnanca İman Sendromunun tipik bir örneği”, demektedir. Bu sözle kastedilen mananın, insanın inandığı konunun gerçek olup olmadığını merak etmemesidir. Dinî inanışları yalnızca ahlakî boyutuyla değerlendiren, etik açıdan rehber edinilemeyecek bir inancın bilimsel dahi olsa değersiz kılınacağı bu görüş; geleneksel, klasik diyebileceğimiz din anlayışıdır.

21 Mart 2013 Perşembe

Tanrı parçacığı-Murat Bardakçı


AVRUPA Nükleer Araştırma Kurumu CERN'in "Tanrı parçacığı"nı bulabilmek için Cenevre'de kilometrelerce uzayan bir yeraltı tünelinde senelerden buyana devam eden deneyi Türkiye'de de merakla takip ediliyor.

Deney hakkında gazetelerimizde yazılıp çizilenlere dikkat ettiğinizde, konunun birbirinin tamamen aksi iki görüşte ele alındığını farkedersiniz.
Fizikçilerden daha fazla bilgi sahibi olan bazı yazarlarımız, CERN'deki faaliyeti işin tâââ en başından bu yana yakından takip ediyor ve sağolsunlar bizleri deneyin her aşamasında derinlemesine aydınlatıyorlar.

18 Mart 2013 Pazartesi

Asker günlüklerinde ‘gerçek savaş’/ BUKET DAVULCU


27 Ağustos 2012 / BUKET DAVULCU
Prof. Dr. Tamari’nin Çekirgenin Yılı kitabı; biri Türk, ikisi Filistinli Arap üç Osmanlı askerinin günlüklerine dayanıyor. Günlükler, Türk-Arap ilişkilerini yalnızca etnik, kültürel ve dinsel olarak ele almanın ne kadar yanlış olduğunu ortaya koyması açısından önemli.

Çanakkale ..ah Çanakkale-Ahmet Müfit KUTLU


Balıkesirli Hattat oğlu Mustafa Çanakkale’de Hamidiye Tabyasında ihtiyat zabitidir. Çok değerli Hemşerimiz Aydın Ayhan’ın “Çanakkale Ah..Çanak kale” isimli harika eserinde yazdığına göre bizzat Aydın Ayhan’a anlatıyor:

“Bu gözler gördü. Hani kan gövdeyi götürüyor derler ya. İşte bu gözler ka nın şırıl şırıl akıp gövdeleri sürüklediğini gördü..İkindiden sonra geç vakit ateşkes yapıldı. Muharebe sahasına doğru gittim. Dağ taş yaralı doluydu. Bir de baktım vadi aşağıya doğru dolaşmış bir yün yumağı gibi insan cese di dolu. Bir de denize doğru baktım. Aşağılarda akan kan, cesetleri, kolla rı, bacakları ve gövdeleri götürüyordu.Vadinin denize kavuştuğu yer adeta yarım ay şeklinde kıpkırmızı olmuş denizin rengi değişmişti.”

Hattat oğlu Mustafa Efendi anlatıyor: "Bir gün bizim birliğe takviye Balıke sir gönüllüleri geldi. Gittim. 120 kişiydiler, hemen hepsi tanıdıktı. Sarıldık, hasret giderdik. Başlarında da o zamanların Balıkesir’in ünlü kabadayısı Üçpınarlı Ali vardı. Ali sancaktar olmuş. (Balıkesir’de köy geleneğidir, bay rağı delikanlıların başı taşır). Tüfeği çapraz asmış, sancağının üzerine de sırma ile “Karesi Gönüllüleri” yazdırmıştı. Kabadayılığı gene elden bırak mamış askerlikte pek hoş olmamasına rağmen belinde kamasını sallandır mıştır. Beni görürü görmez yanıma geldi: 'Kumandan efendi. Biz buraya beklemeye gelmedik. Hadi düşman basalım'dedi. Ben, 'burada her şey emirle olur. Hücuma sadece biz geçersek kendimizi gereksiz kırdırırız. Her şeyin zamanı var' deyince 'peki öyleyse hücuma geçmeden yarım saat ön ce bize söyle de şu sırt çantalarını emniyetli bir yere koyalım. Şöyle rahat rahat doyasıya dövüşelim..!'

Hücuma yarım saat kala Üçpınarlı Ali’ye haber verdim. Balıkesirlileri aldı siperlerin gerisinde bir vadide kayboldular. Hemen gelirle sandım. Bekle rim gelmezler, beklerim gelmezler. Bir çavuşa; 'Şu bizim hemşerilere bir bak bakalım' dedim. Gitti. Biraz sonra önde Üçpınarlı Ali arkada arkadaş ları çıktılar geldiler. Şaşırdım, hepsi süslenmişler, hanımlarının, nişanlıları nın verdikleri ayrılık mendillerini kimi boynuna dolamış, kimi alnına çatmış kimi bileğine dolamıştı. Çoğu yakalarına artık kurumuş gül veya karanfil takmıştı. (Balıkesir’in köy geleneğidir delikanlılar düğünde bayramda yaka sına, şapkasına, kulağının üstüne gül, karanfil takarlar.) Ali’ye sordum: "Neden geç kaldınız?" “-Komutan bey, biraz sonra Cenab-ı Rabbül Alemi nin huzuruna çıkacağız.Temiz çıkalım dedik. Ola ki bir pislik bulaşmıştır diye çamaşırlarımızı değiştirdik. Abdest aldık. Biz buraya oynamaya değil düğüne geldik, bayrama geldik. Bu gün bizim bayramımız onun için süslen dik. Ayrılık hediyelerini taktık. Birazdan bayramımız var. Aman sen bize hücumdan beş dakka önce gene haber ver.”

Sonra büyük bir sessizlik oldu. Herkes kendi dünyasına dönmüş dua edi yordu. Gözler yumulu, avuçlar açılmış, sadece dudaklar kıpırdıyordu. Saa time baktım. Ali’ye beş dakika kaldığını bildirdim. Birden bire ortalık kay nayıverdi. Herken birbiriyle sarılıyor, öpüşüyor, helalleşiyordu. Üçpınarlı Ali arkadaşlarına hem sarılıp helalleşiyor, hem de tek tek tembihliyordu: “Dendi ha..utandırmayın ha..iyi dövüşün ha..gün bu gündür..anamız bizi bu gün için doğurdu. Hakkınızı helal edin..!”

Kısa süre sonra dişler kenetli, süngülerini takmış, tüfeklerinin dipçiklerine parmaklarını geçirircesine yapışmış bölük hücuma hazırdı. Ölüme hazırdı.“Hücum!” deyince sanki siper sarsılıverdi. Hepsi “Allah Allah” diye düş manın içine bir hançer gibi daldılar. Dövüştük, dövüştük..Akşama doğru savaş durdu. Ateş kesildi. Her iki taraf da yaralı ve cesetlerini topluyordu. Yanıma birisi geldi: "Komutan Efendi! Üçpınarlı Ali sancağı vermiyor!" dedi. Gittim baktım. O yüz yirmi Balıkesirli gönüllüden sadece on üç kişi sağ kalmış. Ali de şehitler arasında idi. Ama sancağı öyle bir kavramıştı ki parmakları kenetlenmişti. Çekeyim dedim olmadı. Orada üç top çam ağacı vardır.O gün şehit olanları o ağaçların arasına gömdük. Gömülen şehitlerin en üzerine de Üçpınarlı Ali’yi sancağına sararak yatırdım..”

16 Mart 2013 Cumartesi

Fatih ve fetih-Taha Akyol



FATİH Sultan Mehmed’in Topkapı Sarayı’ndaki kütüphanesinde Türkçe, Arapça ve Farsça’dan başka İtalyanca, Rumca, Latince eserler vardır.İstanbul’un fethi konusunda Hz. Peygamber tarafından müjdelenen Fatih’in Georgios Amirutzes’e İncil’i tercüme ettirdiği, Rönesans ressamlarına portreler yaptırdığı bilinmektedir.

Fatih İslam tarihindeki en büyük felsefe tartışmasına büyük ilgi duymuş, felsefeyi eleştiren Gazali ile ona karşı felsefeyi savunan İbni Rüşd arasındaki karşılıklı Tehafüt (reddiye) tartışmasını yeniden ele almıştı. Devrin büyük alimlerinden Hocazade ve Tusi, Fatih’in isteğiyle tehafüt konusunu yeniden tartışmışlardır. Bu konuda merhum Prof. Mubahat Türker’in “Üç Tehafüt Bakımından İlim Felsefe ve Din Münasebeti” adlı muhteşem bir kitabı vardır.

Fatih ve Rönesans

Fatih’in doğuştan dehası ne olursa olsun, ona bu kültürel ilgiyi kazandıran bir “yetiştiği çevre” olmalıydı.

Tarihçi Denis Hay, Bizanslı bilgin Gemistus Plethon’un Hıristiyanlığa karşı eski Yunan pagan inançlarına bağlı bir felsefeci olduğunu, Bizans’taki baskılardan Sultan Murad’ın sarayına sığındığını, felsefi çalışmalarını orada sürdürdüğünü anlatır (Denis Hay, Europe in the Fourteenth and Fiveteenth Centuries, s. 473).

Halil İnalcık ve İlber Ortaylı Fatih’in “Rönesans hükümdarı” olduğunu belirtirler. Steven Runciman, Fatih’ten kaçan bilginlerin İtalyan Rönesansını başlattığı şeklindeki iddianın zırva olduğunu belirtir (The Fall of Constantinople, s. 188).

Rönesansı doğuran dinamikler çok daha önce başladığı gibi, belli başlı Bizanslı bilginlere Fatih sahip çıkmıştı, İtalya’ya gidenler Rönesans başlatacak çapta insanlar değildi.

Devlet adamı Fatih

Fatih’in bu evrensel bakışı bugün dünyaya açılmamızda iyi bir esin kaynağı olduğu gibi, onun devlet adamı yönü de bir o kadar önemlidir. Fatih, Osmanlı’nın Türkmen beyliğinden merkezi imparatorluk yapısına geçişini kurumlaştırmıştır.

Avrupa’da 17. yüzyılda başlayacak olan “otoritenin bölünmezliği” prensibini, yani siyasi ve hukuki merkezileşmeyi Fatih bizde 15. yüzyılda kurumlaştırdı. Bu sayede Anadolu’da göçebelik ve aşiret yapılarını tasfiye ederek tamamen yerleşik medeniyete geçmemiz mümkün olmuştur. ‘Kardeş katli’ bu siyasetin araçlarından biridir. Halil İnalcık hocamızın “Osmanlı Hukukuna Giriş” adlı akademik makalesi bu konuyu çok iyi anlatır.

Günümüzden iki yapım

Bugün Fatih’ten bahsetmemin iki sebebi var; biri Faruk Aksoy’un “Fetih 1453” filmidir. Sinema tarihimizin en büyük yapımı... Teknik eleştiriler yapılabilir ama kutlanması, teşvik edilmesi gereken başarılı bir prodüksiyon. Ben seyrettim, beğendim, tavsiye ederim.

İkincisi, Topkapı Kültür Parkı’ndaki Panorama 1453 Tarih Müzesi’dir. Geçenlerde Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın nazik rehberliğiyle gezdim, çok etkilendim.