Murat Bardakçı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Murat Bardakçı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Ağustos 2013 Çarşamba

Enver Paşa’nın hazin macerası 90 sene önce bir Ağustos sabahı Rus mitralyözü ile noktalanmıştı-Murat Bardakçı

05 Ağustos 2012 Pazar, 12:12:33Güncelleme: 14:42:13

1922'nin 4 Ağustos sabahı, Pamir Dağları'nın eteklerinde ateş kusan bir Rus mitralyözü, Türkiye'nin seneler boyu en güçlü adamı olan bir askeri, Enver Paşa'yı yere sermişti. Paşa'yı seversiniz veya sevmezsiniz, size kalmıştır ama tarihimizdeki yerini hiçbir şekilde gözardı etmemeniz gerekir. Bu yazıyı Enver Paşa'nın Türkiye'nin kaderindeki önemli rolünü bilmemiz ve ölüm yıldönümünü hatırlamamız için yazdım.

TAM 90 sene önce, bugün, sabahın erken bir vaktinde ve belki de siz tam bu yazıyı okuduğunuz anda Orta Asya'da, Pamir Dağları'nın eteklerindeki Çegan Tepesi'nde bir Rus mitralyözü etrafa ateş kustu ve namluya doğru yalınkılıç dörtnala ilerlemekte olan süvari kanlar içerisinde yere yığıldı.
Henüz, 41 yaşındaydı...

Henüz bir millî marşımızın olmadığı günlerde marş yerine tekbir getirirdik-Murat Bardakçı

04 Ağustos 2012 Cumartesi, 13:40:07Güncelleme: 13:56:09
Türkiye, "millî marş" ile Kurtuluş Savaşı yıllarında tanıştı. Daha önceleri marşın ne olduğunu bilmediğimiz için uluslararası toplantılarda zor duruma düşerdik. Meselâ, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Almanya'da yapılan bir askeri törende sıra bize gelince subaylarımız marş niyetine hep bir ağızdan tekbir getirmiş ve büyük alkış almışlardı.


BİZ, "millî marş" kavramı ile Kurtuluş Savaşı yıllarında tanıştık. Daha önceleri millî marşın ne olduğunu bilmediğimiz için uluslararası toplantılarda garip vaziyetlere düşer, toplantıya başka milletlerden katılanlar kendi millî marşlarını okurlarken biz bakakalırdık.

Müslümanların katledildiği Burma’daki şehitliklerimizde şimdi fasulye ekiliyor-Myanmar ile ilk temas Haziran'da kurulmuş-Murat Bardakçı

Müslümanların katledildiği Burma’daki şehitliklerimizde şimdi fasulye ekiliyor

29 Temmuz 2012 Pazar, 11:26:10Güncelleme: 14:04:02
Müslüman katliamının yaşandığı Burma ile ilişkilerimiz Birinci Dünya Savaşı yıllarına uzanır. İngilizler, Irak’ta esir aldıkları binlerce askerimizi Burma’daki esir kamplarına göndermişler ve esirlerin çoğu orada can vermiştir. Türk şehitlikleri şimdi perişan vaziyettedir ve Mehmetçiğin kemiklerinin üzerinde fasulye fideleri yükselmektedir.

Müftü imzalı bir internet masalı - Murat Bardakçı

Müftü imzalı bir internet masalı


BUNDAN birkaç sene önce okuyanı da işiteni de şaşırtan bir hadise olmuştu:
Hazreti Muhammed'den Veysel Karanî'ye intikal ettiğine inanılan ve Fatih'teki Hırka-i Şerîf Camii'nde muhafaza edilen "Hırka-i şerîf'i perişan etmişlerdi!
Anlatılanlara göre, hırkanın bakımına memur olan görevli hırkaya öylesine muhabbet ve hürmet hissetmiş ki eline ütüyü alıp hemen her gün bir güzel ütülemiş; yakmış, ezmiş, delmiş, hâsılı mahvetmişti!
Sonra, kıyamet koptu! "Bu kadar kıymetli bir hâtıra nasıl olur da böylesine kişilerin eline bırakılır?" tartışması başladı, derken Avrupa'dan restorasyon uzmanları çağırıldı, hırka büyük masraflar yapılıp tamir edildi ve nihayet geçen cuma günü törenle yeniden ziyarete açıldı.
Açılış için bir davetiye bastırılmıştı ve altında İstanbul Müftüsü'nün, Vakıflar Bölge Müdürü'nün, Veysel Karanî'nin 59. kuşaktan torununun ve hırkanın muhafaza edildiği cami için kurulmuş olan vafın başkanının isimleri vardı.

Eyüp’te bırakın birayı, kadınla erkeğin beraberce kaymak yemesi bile yasaktı! Murat Bardakçı

Eyüp’te bırakın birayı, kadınla erkeğin beraberce kaymak yemesi bile yasaktı!


İSTANBUL Bilgi Üniversitesi’nin Eyüp’teki kampusunda geçenlerde yapılan “One Love” müzik festivali ortalığı karıştırdı. Konserde bira ikram edileceğinin duyulması üzerine başlayan tepkiler arttıkça arttı, festival iptal edilmedi ama sponsor şirket çekildi ve bira dağıtımından vazgeçildi. Eyüp’te böyle bir festival yapılmasının makul bir iş olup olmadığı ve yaşanan gerilimin karşılıklı tepkilerin boyutlarını nerelere kadar götürdüğü konusuna temas etmeyecek, işin bu tarafına ileriki günlerde köşemde yer vereceğim; bugün ise bilmediğimiz yahut artık tamamen unutmuş olduğumuz bir başka konuyu hatırlatacağım: Tepki ile karşılaşan “biralı festival” gibisinden işlerin yapılmasına Eyüp’te asırlar öncesinde kalkışıldığını ama hiçbir zaman izin verilmediğini, meseleye bizzat devletin el koyduğunu ve Eyüp ile birarada düşünülmesinin bile imkânsız kabul edildiği bazı işlerin sert şekilde cezalandırılmış olduğunu...

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Üçüncü Mustafa dört cami yaptırdı ama üçünün isim hakkını kaptırdı-Murat Bardakçı

Üçüncü Mustafa, Osmanlı tarihinin en şanssız padişahlarındandı. İktidarı döneminde, 1768’de başlayıp altı sene devam eden Rus savaşında imparatorluğun büyük bir mağlubiyete uğramasının yanısıra, padişahın işleri kültürel alanlarda ve günlük hayatta da rast gitmemişti. Birçok hükümdar tek bir cami bile yaptırmazken Üçüncü Mustafa dört cami inşa ettirmiş ama üçüne adını vermeyi başaramamıştı. Padişahlar savaşlarda kazandıkları zaferlerin yanısıra arkalarında bıraktıkları mimari eserlerle de isimlerini ölümsüzleştirmişlerdi. Meselâ, Süleymaniye ve Fatih camileri, iki muzaffer padişahın eseriydi. 

KUTSAL SU İNANCI 
Osmanlı tahtına 1757’de çıkan Üçüncü Mustafa, 29 Mart 1758’de, annesi Mihrişah Emine Sultan ile ağabeyi Şehzade Süleyman’ın hatırasına Üsküdar’da bir cami inşa ettirmeye başladı. Salacak sırtlarında Ayazma Sarayı’nın bulunduğu yere yaptırılan cami 1761 Ocak’ında bitirildi. Giriş kapısındaki tarih manzumesi dönemin sadrazamı ve Osmanlı edebiyat tarihinin de önemli isimlerinden olan Ragıb Mehmet Paşa’ya, kitabe ise dönemin şeyhülislâmı ve büyük hattatı Veliyüddin Efendi’ye aitti. Herşey güzel gitmiş, inşaat başarıyla tamamlanmıştı ama cami, yaptıran padişahın adı ile değil, yaptırıldığı yerde bulunan ve Ortodokslar tarafından kutsal sayılan sudan dolayı “Ayazma” adıyla anıldı. 

Kemal Bey! Enver Paşa Türkçü veya Turancı değil, İslâmcı idi-Murat Bardakçı

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, geçen gün Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’ndan “Küçük Enver” diye bahsetti... Kişilerin isimlerinin başına ilâve edilen “küçük” sıfatı, mâlûm, bazen pek de nazik olmayan bir başka anlama gelir. Meselâ rahmetli Turgut Özal da bir ara muhalefeti eleştirdiği sırada içerisinde “Küçük Turgut” sözlerinin geçtiği bir cümle kullanmış ama sonradan “Düşündüğünüz şeyi değil, Turgut adındaki torunumu kasdetmiştim” gibisinden bir açıklama yapmak zorunda kalmıştı. Kılıçdaroğlu’nun “Küçük Enver” benzetmesini neden yaptığı ise, mâlûm: Dışişleri Bakanı’nın politikasını geniş imparatorluk hayalleri içerisinde bir yayılmacı olduğuna inanılan Enver Paşa’ya benzettiği ve Davutoğlu’nu Paşa ile aynı çizgide gördüğü için...


Birkaç internet palavrası daha- Murat Bardakçı

    Geçen gün internette dolaşan ve “geyik” denen ama çok kişinin, özellikle de gençlerin inandığı bazı tarihî yalanlardan sözettim ve bu uydurmalara iki de örnek verdim: Fatih Sultan Mehmed‘in Ayasofya Vakfiyesi’nde binayı cami olmaktan çıkartanlara lânet ettiği yolunda ifadelerin bulunduğu iddiası ile Pirî Reis‘in meşhur haritasını tâââ Amerika’ya kadar giderek çizdiği palavrasını... 

Yazımdan sonra yine dünya kadar e-mail aldım. Okuyucularım internette dolaşan ve akıllarına takılan benzer iddiaların doğru olup olmadığını soruyorlardı... 

Başına takke giydirilip mason olduğu iddia edilen Gazi Osman Paşa’nın hazin öyküsü-Birader hiddetlenmiş!-Murat Bardakçı

Başına takke giydirilip mason olduğu iddia edilen Gazi Osman Paşa’nın hazin öyküsü

Ölümünün üzerinden uzun seneler geçmesinden sonra gereksiz yere gündeme getirip de kalitesiz tartışmalara konu etmediğimiz birkaç isim kalmıştı, Gazi Osman Paşa bu kişilerden biriydi ve Paşa’nın adının etrafında da tuhaf ve garip bir kavga koparmayı da en nihayet başardık... Hafta içerisinde çıkan haberleri herhalde okumuşsunuzdur: Balıkesir’de Paşa’nın adını taşıyan bir okulun imam hatibe dönüştürülmesine karar verilince yerel bir gazete, Marmara Bölge Gazetesi kararı “Paşa takke takacak” diye manşet yapmış, Ayna Gazetesi de “Sizi asıl rahatsız eden ...Hür Mason olduğu tescilli Gazi Osman Paşa’nın isminin silinecek olması mı?” diye sormuş...


UCUZ REKLÂM ÇABASI 
Bir imam hatip okulu açmaya karar verildiğinde o okul için yeni bir bina yapılması yerine mevcut bir okulu şeklini değiştirip imam hatibe çevirmenin nasıl bir aklın eserin olduğu konusunu bir tarafa bırakalım... Ama, işin içine tarihimizin en meşhur askerlerinden biri olan Gazi Osman Paşa’nın da karıştırılıp resmine takke monte edilmesinin yahut mason vesaire olduğu iddiasının edebin hangi çeşidiyle ifade edileceğini, bilemiyorum... Öncelikle şunu söyleyeyim: Plevne Kahramanı Gazi Osman Paşa’nın “mason” olduğu konusunda yayınlanmış tek bir belge yoktur! Sadece Paşa’nın değil, tarihimizde 18. asırdan itibaren yeralan daha başka birçok önemli ismin “Türkiye’nin ilk masonları” şeklinde gösterilmesi, o grubun “Bakın, Türkiye’nin en önemli isimleri bizdendi, asırlar boyunca memleketin kaderine sadece biz hâkim olmuştuk” mesajını verebilmek maksadıyla başvurduğu ucuz ve mesnetsiz bir reklâm çabasından ibarettir... Bir örnek daha: Gazi Osman Paşa’nın masonluğu iddiasında bulunan grup, internetteki sitelerinde bundan birkaç ay öncesine kadar “İzzeddin Efendi” adında bir Şeyhülislâm’ın da kendilerinden, yani “mason” olduğunu iddia ediyordu ama Osmanlı tarihinde bu isimde bir şeyhülislâm hiçbir zaman vârolmamıştı! Bu hayâlî şeyhülislâm tantanası birkaç sene boyunca devam etti, yani uydurma isim o sitenin başköşesinde kaldı ve böyle bir hayalî şeyhülislâm yaratanlar, daldıkları uykudan uyanıp listelerinden bu uydurma adı çıkartmayı birkaç ay önce akıl edebildiler!

Suriye ile aramızdaki soğukluk, 1915’te yayınlanan bu isyan bildirisiyle başladı- Sokak çocuğu-55 Yıl öncesinden bir Suriye Yazısı-Murat Bardakçı

    Suriye ile aramızdaki soğukluk, 1915’te yayınlanan bu isyan bildirisiyle başladı

    Suriye ile aylardan buyana zaten gergin olan ilişkilerimiz, nihayet bir savaş uçağımızın düşürülmesi noktasına geldi! Bu yazıyı hazırladığım sırada hadisenin ayrıntıları henüz tam olarak aydınlanmamıştı, pilotların aranmasına devam ediliyordu ve Suriye “Düşürülen uçak hava sahamıza girmişti, uçağın Türkiye’ye ait olduğunu düşürdükten sonra farkettik...” gibisinden açıklamalar yapıyordu... İşin nereye kadar gideceğini, ateşle ciddî şekilde oynamaya başlayan Beşşar Esed yönetiminin Şam’ın meşhur rakkaselerini bile kıskandıracak şekilde başka ne gibi açıklamalar yapacağını ve bu işin hesabını Suriye’den nasıl soracağımızı yakında hep beraber göreceğiz... Ama, Suriye ne derse desin, nasıl kıvıracaksa kıvırsın, söyleyecekleri bir grup Suriyeli tarafından 1915’te Şam’da hakkımızda yayınlanmış olan isyan ve hakaret bildirisinin yanında eminim zemzemle yıkanmış, nezih ifadeler gibi kalacak!
KAHİRE’DEN ŞAM’A NAKİL

21 Mayıs 2013 Salı

Valide sultanların oğullarının mezarı başında yaptıkları gizli ritüel neydi?- Murat Bardakçı


Ayasofya’nın ibadete açılması çabaları, bana ayrıntılarını bilmediğimiz ve hakkında bugüne kadar yazılı hiçbir bilgi bulunmayan bir ritüeli hatırlatır: Tahtta bulunan oğulları kendilerinden önce vefat eden valide sultanların oğullarının mezarının başında yaptıkları, “Valide Sultan Duası” denen bir çeşit zikri...

AYASOFYA’nın cami olarak yeniden ibadete açılması için son aylarda birkaç kampanya birden başladı. Bu yazıyı yazdığımsırada, Anadolu Gençlik Derneği’nin çağrısı üzerine bazı gruplar Ayasofya’nın önünde öğle namazı kılma hazırlığındaydı... Burada, 1934’te hâlâ tartışılan bir bakanlar kurulu kararnamesi ile ibadete kapatılan Ayasofya’nın ibadete tekrar açılmasına taraftar bulunduğumu ama böyle bir kararı vermenin çözümü son derece zor birmilletlerarasımesele olduğunu da bildiğimi söylemekle yetineyim... Meselenin bu tarafını bir tarafa bırakacak ve bin küsur senelikmâbedin avlusundaki ve şehrin diğer yerlerindeki padişah türbelerinde birkaç asır boyunca yapılan ama ayrıntıları artık bilinmeyen gizli bir ritüelden bahsedeceğim. Sözünü ettiğimritüele, eskiler “Valide Sultan Duası” derlermiş... 

Çek kadın politikacıyı astıran kadın savcı davadan 58 yıl sonra, 88’inde hapse girdi-Murat Bardakçı


28 Şubat’ın ardından 27 Mayıs darbesinin de yargılanması talepleri ve zamanaşımı tartışmaları, bana bundan dört sene önce Çek Cumhuriyeti’ndeki bir yargılamayı hatırlattı:

Çekler’in, ülkenin demokrat liderlerinden olan kadın politikacı Milada Horakova’yı 1950’de darağacına yollayan kadın savcı Ludmila Brozova-Polednova’yı idamdan 58 yıl sonra, 88 yaşında yargılayıp hapse atmalarını! 12 Eylül ve 28 Şubat soruşturmaları ile tutuklamalar devam ederken, son günlerde “27 Mayıs darbesinin de yargılanması gerektiği” söyleniyor. Meselâ, Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin eski genel başkanı Ufuk Uras, 27 Mayıs sonrasında iktidarda bulunan Millî Birlik Komitesi’nin dokuz üyesinin hayatta bulunduklarını duyurdu ve yargılanmalarını istedi. İhtilâl sırasında İstanbul emniyetinde görevli olan Faruk Oktay’ın oğlu Emre Oktay da babasının 27 Mayıs sonrasında Yassıada’da işkence ile öldüğünü söyleyip ölümünün soruşturulmasını ve Yassıada kumandanı Albay Tarık Güryay’ın emir subayları olan emekli Orgeneral Teoman Koman ile emekli Korgeneral Akay Şakman’ın da yargılanması talep etti. 

18 Mayıs 1944-Murat Bardakçı


TÜRKİYE, birkaç seneden buyana, 1910'lardan 1950'lerin sonuna kadar yaşanan bazı tatsızlıklarla yüzleşme merakında...

"Tatsızlık" derken Anadolu'da meydana gelen toplu göçlerin, azınlıkların ve harekâtlarda can veren sivil vatandaşlarımızın kaderinin tartışılmasını kastediyorum...

1915 olayları, Edirne hadiseleri, Dersim'de olup bitenler ve 6-7 Eylül rezaleti gibisinden dramları...

Şimdi bütün bu hadiselerin dosyaları yeniden açılıyor, devletin vakti zamanında böyle yapmasına gerek olup olmadığı konuşuluyor ama karar, ayrıntıların daha tam olarak belirlenmesinden önce hemen, ânında veriliyor: "Sürdük, kestik, öldürdük, kaçmaya zorladık... Biz, bildiğiniz gibi eli kanlı bir milletiz... Aaaah ah! Görüyorsunuz ya, ne kadar berbat bir geçmişimiz var...".

Bizdeki ilk ‘veda seksi’ni, Muhteşem Yüzyıl’daki Bâlî Bey’in karısı yapmıştı!Murat Bardakçı


Şeyh Abdülbâri Zemzemî’nin ortalığı birbirine katan “ölen eş ile ölümden sonra seks yapılabileceği” fetvası ile gündeme getirdiği “veda seksi”nin bizde bilinen ilk ve tek kayıtlı örneği Yavuz Sultan Selim zamanına aittir ve rezaletin kahramanı da “Muhteşem Yüzyıl” dizisindeki Bâlî Bey’in mezardan çıkarttığı sevgilisi ile birşeyler yaptığı bilinen karısıdır.

FASLI Şeyh Abdülbâri Zemzemî’nin “erkeklerin ölen eşleriyle ölümden sonraki ilk altı saat boyunca seks yapabilecekleri” yolunda bir fetva verdiği veMısır’da parlamentonun fetvayı kanun haline getireceği iddiaları üzerine Kahire’de ortalık karıştı... Kanun teklifi sadeceMısır’ı değil bütün İslamdünyasını ayağa kaldırdı, kadın kuruluşları şimdi kıyametleri kopartıyorlar, Mısır parlamentosu ise gündemde böyle bir tasarının bulunmadığını duyuruyor... Zemzemî’nin fetvasını destekleyen bazı Arap fıkıhçılar ise, fetvada sözü edilen cenaze ile ilk altı saat içerisindeki cinsel ilişki hakkının sadece erkeğe değil, kadına da ait olduğunu söylüyorlar. 

12 Eylül'ün musallat ettiği asıl dert-Murat Bardakçı


TÜRKİYE 12 Eylül'ü gündemine almış ve o günler ile tartışma mı, yüzleşme mi, artık ne derseniz deyin, hesaplaşma benzeri bir işe hazırlanıyor...

12 Eylül'e yönelik suçlamalar ve iddialar hakkında fikir yürütecek yahut taraf olacak değilim ama 1980 darbesinin pek dikkat çekmemiş, üzerinde gereği kadar durulmamış ve hemen hemen hiç tartışılmamış bir boyutunu hatırlatacağım: Genç neslin kültürüne vurduğu darbeyi...

Gençler 1980 darbesi gelinceye kadar sokaklarda kavga eder, dövüşür, vuruşur ve maalesef birbirlerinin kanlarını da dökerlerdi ama sağcısının da, solcusunun da ortak bir tarafı vardı: Okumayı severlerdi ve okurlardı! Öğrenci sadece ders kitaplarıyla yetinmez, başka konularda da okuyup birşeyler öğrenmeye çalışırdı ve çok daha önemlisi, merak sahibiydiler!

27 Nisan 2013 Cumartesi

Adından başka hiçbirşeyi bilinmeyen Itrî hakkındaki ilk belgeyi yayınlıyorum-Murat Bardakçı


UNESCO, bu seneyi “Itrî Yılı” ilân etti ama yapılan bütün faaliyetler ve kutlamalar, Itrî konusunda asırlardan buyana söylenegelen yanlış bilgileri tekrardan öteye geçemedi. Itrî ile ilgili olarak bugün bir ilke imza atıyor ve Türk Müziği’nin bu çok önemli bestekârına ait bir belgeyi yayınlıyorum...

UNESCO, 2012’yi “Itrî Yılı” ilân etti. Bugün tedavüldeki yüz liralık banknotların üzerinde hayâlî bir resmi bulunan “Itrî”, yahut tam adı ile “Buhûrîzâde Mustafa Itrî Efendi”, 17. yüzyılın meşhur bestecisidir. Zamanımıza gelebilmiş olan bazı eserleri klasik konserlerde sık sık icra edilir ama hayatı sadece bir efsaneler yumağından ibarettir. Itri’nin eserlerinden bazılarını, meselâ “Tutî-i mucize-gûyem, ne desem lâf değil” sözleri ile başlayan Segâh’ını mutlaka işitmişsinizdir. Ama, kayıtlı bir belge bulunmamasına rağmen, musikimizdeki çok daha meşhur iki eser daha Itrî’ye mâledilir: Meşhur “tekbir” ile “salât-ı ümmiyye”! Bu 17. asır bestecisinin hayatı hakkında bugün bilinen ama hiçbir kaynağa dayanmadan ortaya atılan söylentilerin bir kısmını nakledeyim: 1640’ta doğmuş, imparatorluğun “esirciler kethüdalığı”nı yapmış, kendi adını verdiği “Mustabey” diye bir armut çeşidini yetiştirmiş ve 1712’de vefat etmiştir, mezarı da Edirnekapı’dadır!

Moskova'daki tören bizde yapılsa 'gericilik' olurdu! Murat Bardakçı


RUSYA'nın modern çarı Vladimir Putin, devlet başkanlığını yeniden devraldı.
Kremlin'e üçüncü defa yerleşen Putin, söylentilere ve tahminlere bakılırsa, ne yapıp edecek ve 2024'e kadar Rusya'nın başında kalacak...
Putin için Moskova'da önceki gün yapılan devir-teslim törenini bilmem seyrettiniz mi? Merasim, Kızıl Meydan'da çarlık zamanının üniformalarını giymiş bir kıt'a askerin yürüyüşü ile başladı, sonra toplar ateşlendi, eski başkan ile yeni başkanın meydanda buluşmasından sonra Kremlin'in içerisindeki kiliselerden birine gidildi ve asıl tören orada yapıldı.
Baş köşede Moskova Kilisesi'nin sakalları eteklerine kadar inen en baba rahipleri ve merasim için hazırlanmış platformun dört bir yanında çar zamanının merasim üniformalarını giymiş askerler vardı; üç renkli Rus bayraklarının gerisinde de Bizans'tan Ruslar'a kadar gelmiş olan meşhur çift başlı kartal sembolleri...

Whitney Houston ve ezik kültür-Murat Bardakçı


WHITNEY Houston geçen cumartesi günü Los Angeles'taki bir otel odasında tek başına can verdi...

Ne diyeyim; dinince dinlensin, toprağı bol olsun ama akıbetinden diğer uyuşturucu müptelâları da kendilerine ders çıkartsınlar!
Whitney'in Amerikalı, Avrupalı ve dünyanın dört bir yanındaki her milletten hayranı günlerden buyana hüngür de hüngür... Hele hele Ertuğrul Özkök öylesine yıkılmış ki, Houston'un göçüp gitmesinden dolayı nasıl perişan olduğunu ifade edebilmek için ertesi günün gazetesini bile bekleyeme-miş, hissiyatını Hürriyet'in internet sayfasında yıldırım baskı yaparcasına ifade etmiş!

Mustafa Kemal'e muhtırayı veren Fener'in başkanını Ankara'da astılar-Murat Bardakçı


Futboldaki deprem, şike, tutuklamalar ve mahkeme konuları gündemi işgal ederken, sizlere Fenerbahçe’nin ilk zamanlarındaki eski başkanlarından biri hakkında ve ayrıntıları pek bilinmeyen bir olayı anlatayım... 

1918’in 1 Kasım gecesi, İstanbul’dan demir alan bir Alman torpidosu Kırım’a doğru son sür’at yolalmaya başladı... Torpidoda, Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Türkiye’yi on sene boyunca idare etmiş olan İttihad ve Terakki Partisi’nin lider kadrosundan sekiz kişi vardı. Kırım’a çıktıktan sonra dağıldılar ve bazıları Almanya’ya gitti. Gidenlerden biri, aynı zamanda Fenerbahçe Spor Klübü’nün de başkanıydı: Doktor Nâzım Bey!

Sembol nedir bilmeyen bir milletiz, vesselam! - Murat Bardakçı

LİRA'nın yeni sembolü dün açıklandı. Ama şimdilik sadece beğenmeyenler konuşuyor, sembolü güzel ve şık bulanlardan ise pek ses yok...
Maksat tenkid etmek olunca "Çirkin" diyenleri mi ararsınız, "Euro'ya benziyor" diye hipermetropi derecesinin yüksekliğini beyan edenleri mi, işi "Başbakan için yakında tuğra çekilebileceği" iddiasına getiren yorum fukarası muhalefeti mi...
TL'nin sembolü hakkında en tuhaf yorum, dün bu sembol ile Ermeni parası arasında bağlantı kurularak yapıldı. Söylendiğine göre Ermeni para birimi "Dram"ın sembolü ters çevrilince, ortaya lira için tasarlanana benzer bir şekil çıkıyordu...
Öküzün altında buzağı aramaya merak salan, komplo teorilerinden başka birşey düşünemeyen ve yaratıcılıktan gittikçe uzaklaşan bir millet olmaya başladığımızın farkındasınız değil mi?