İlber Ortaylı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İlber Ortaylı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Mart 2013 Cumartesi

Berrak hafızalı, bilgili, titiz yazar; Cahit Kayra-İlber Ortaylı


Yetenekleriyle Varlık Vergisi uygulamalarını düzenleyen bakanlıktaki üst kurulda yer almıştır.
Cahit (Kayra) aşırı milliyetçi değildir, cumhuriyetçidir. Dolayısıyla onun Varlık Vergisi üzerine yazdığı  kitapta yetkili uzmanın verdiği yorumları, açıklamaları bulursunuz
Cahit Kayra gibi ölçülü ve titiz bir tarih yazarının anlattıklarının ve yazdıklarının yakın tarihçiliğimiz için bir kazanç olduğu kanısındayım.

Hind seyahatnamesi-İlber Ortaylı


Hindistan gözlemekle bitecek gibi değil. Benim için bir gayya kuyusu; acısı ve hoşluğu ile beşeriyetin profili. Süratle kalkınan bu ülkede fakirlik ve eşitsizlik bitecek gibi değil

Bu sefer Haydarabad’da Feleknuma Sarayı’nda kaldım. Haydarabad Nizamı’nın yaptırdığı bu saray 19’uncu yüzyıl Avrupa etkisindeki kişiliğini koruyan ve aynı zamanda da
“art nouveau” dediğimiz tarzın şaheserlerinden sayılır.

Padişahın ölümü; II. Abdülhamid-İlber Ortaylı


Bir tarihçinin deyişiyle; “Dünya tarihinin en hadiseli otuz küsur yılı onu yormuştur”. Kontrol edemediği 31 Mart olaylarında bir iç harp yaratacak müdahaleden çekindi.  II. Abdülhamid bundan tam 95 yıl önce vefat etti. Cenazesinde bütün devlet protokolü ve halk vardı
1842 ağustosunda doğdu. Amcası Abdülaziz Han’ın hali, ardından tahta çıkan ağabeyi Sultan
V. Murad’ın ancak üç ay tahtta kalabilmesi ona saltanatın yolunu açtı. Bu tıpkı Almanya-Prusya tarihinde olduğu gibi (orada üç imparatorlar yılı vardı), bizim tarihimizde de “üç padişahlar yılı” diye anılabilir; bir yıl içerisinde darbeler geleneği yine başlamıştı. Sultan Hamid’i iktidarı boyunca sert tedbirler almaya yönelten olaylar bunlardır. Osmanlı-Rus Savaşı’nı takiben Ali Suavi’ninİstanbul’daki perişan halde yaşayan Rumeli göçmenleri ve mollalarla Çırağan Sarayı’nı basıp tahttan indirilmiş olan V. Murad’ı yeniden tahta geçirme isteği onu daha da otoriter yönetim biçimine ve polis rejimine sürükledi.
Hayatının başında tahta geçme ümidi olmayan bir şehzadeydi. Annesi Tirimüjgan Kadınefendi müteverrimdi ve o çocukken öldü. Sultan Abdülmecid Han çocuğu olmayan kadınefendisi Perestz’yu ona bakmakla görevlendirdi. Perestz Kadınefendi şefkatliydi. Genç şehzadenin muhabbetini kazandı, görülmeyen kendisini iyi yetiştiren analığını tahta çıkınca valide sultan ilan etti. Aralarında neredeyse bütün saltanatın tarihinde çok yakın bir ana-oğul ilişkisi vardır. Her öğle yemeğini validesiyle yediği biliniyor. Aralarındaki konuşmaları kaydeden olsa kim bilir fikir iklimimizde neler değişirdi.

Kaçınılmaz sonu kabul etti
İkinci veliahtken amcası Sultan Abdülaziz Han onu da meşhur Avrupa gezisine götürdü. GerekLondra, gerek Paris ve Viyana’da veliahd-ı saltanat, Şehzade Murad Efendi herkesi büyüledi. Boylu poslu, Fransızcası mükemmel, zeki, güzel dans eden, musikiden iyi anlayan ve ressamlığı malum bir hükümdar adayıydı.
O gezide Sultan Abdülaziz Han da bizdeki bazı sözde tarih yazarlarının çiziminin aksine başka bir hükümdar portresi ile ortaya çıkmıştı. Padişah ayak bastığı Fransa ve İngiltere’de kendi bestelediği marşlarla karşılanıyordu (İmparatorluğun adı konmuş bir saltanat marşı yoktu).
II. Abdülhamid gençliğinde de bir kenarda durup gözlemesini bilirdi; para piyasalarını tanıyordu, bilgi getirecek insanları tanıyordu. Batı müziğini alaturkadan daha çok severdi ama Türk müziğine toplum önünde gereken saygıyı
ve teşviki göstermiştir. Yıldız Saray Tiyatrosu’nda operet temsilleri yanında tiyatro oyunları da sahnelenirdi. Hayret edilecek bir şey; Friedrich Schiller’in “Haydutlar” oyununu çok beğenmesidir. Malum bu oyun Schiller’in zamanında sansürlüydü. Muhtelif dini grupların başındaki insanların sadakat ve yeteneğini ölçecek nitelikteydi. Musevilerin hahambaşı kaymakamı Moşe Levi, bilgisiyle tanınan Ermeni patriği Ormanyan Efendi yakından tanıdığı ve ona bağlı cemaatreisleriydi.
Bir tarihçinin deyişiyle; “Dünya tarihinin en hadiseli otuz küsur yılı, onu yormuştur”. Rumeli’yi artık kontrol edemedi. Meşrutiyet patladı. Kontrol edemediği 31 Mart olaylarında uzun bir iç harp yaratacak müdahaleden de çekindi. İstanbul’daki
1. Ordu’yu düzeni kendi çıkarına sağlamak için kullanmadı. Ne olursa olsun, Osmanlı hükümdar tipi Beşar Essad değildir.
Kaçınılmaz sonu kabul etti. Selanik’e sürgün hazindi. Yıldız yağması maalesef doğrudur; hatta Hakan-ı Sabık sürgün vagonuna binerken elindeki mücevher çantasını uzattığı eller çantayı geri vermeden kaybolmuş derler. O ellerin sahibi hakkındaki çokça tekrarlanan rivayeti belgelemeden nakletmek mümkün değildir.

Ev kadınları onu ağıtlarla yolladılar
Alatini Köşkü o zamanki Selanik’in doğusunda hoş bir binaydı. İkamet uzun sürmedi. (Husisi doktoru Atıf Hüseyin Bey’in tuttuğu notlar o günlere ışık tutar. “Sultan
2. Abdülhamid’in Sürgün Günleri”, Atıf Hüseyin Bey, Timaş) Balkan Savaşı’nda Tahsin Paşa’nın liyakatsiz savunması yüzünden en çabuk düşen koca şehir Selanik oldu. Herhangi bir Osmanlı’nın Selanik’siz bir Türkiye tasavvur etmesi mümkün değildi. Alatini’yi İstanbul’a doğru terk ederken gözlerine ve kulaklarına inanamamıştır. Beylerbeyi Sarayı’nda mecburi ikamete tabii tutuldu. Tabii ki tanıdığı yerdi. Sarayın yemek odası takımını şehzadeliğinde kendi usta marangozluğunun eseri olarak yapmış ve babası Abdülmecid Han’a hediye etmişti.
I. Dünya Savaşı’na girildi. İttihat Terakki liderleri Hakan’a başka gözle bakıyorlardı; savaş boyu görüşmeye ve danışmaya başladılar.

Örneği az görülen, ciddi tarihçilerden; Gilles Veinstein-İlber Ortaylı


Sadece Fransa değil tüm Türkoloji dünyası 70 yaşını tamamlamadan uzun süren bir hastalıkla bu dünyadan ayrılan Gilles Veinstein gibilerinin eksikliğini hissedecektir
Ankara’da 1970’lerin sonunda sıkça tertiplenen beynelmilel tarih kongrelerinden birinde tanıştık. Güler yüzlü ve nazikti. Dostluğumuz ilerledikçe her zaman çok kibar olmadığını gördüm; amagenellikle haklıydı. Kıvırmacılık ve hata konusunda dil sürçmesine bile tahammülü yoktu. En yakın dostlarıyla bile bu yüzden kırıcı olabilirdi. Dürüstlüğü angaje değildi, üniversaldi. Yahudi’ydi, laik Fransız’dı. Hiçbir tezin kuru gürültüsünü sevmiyordu. Bugün Türkiye’de dünyadan bihaber Bernard Lewis’e laf atmaya kalkanlar bile var, bilgisizliklerinin derinliğinde bu cesareti gösteren bazı Amerikalılar da var. Gilles Veinstein çoğumuzun dikkatinden kaçan olayda Bernard Lewis’i savundu. Fransız hâkimi herhalde çok derin bilgili olmalı ki (!) ünlü şarkiyatçı hocayı Ermenitehciri konusundaki hükmü yüzünden 1 Frank cezaya mahkum etmişti. Gilles onu savunmaktan ve ilgili makalelerinden dolayı sakin ve karakterine rağmen birden platformda kavga etmek durumunda kaldı.

Romanovların 400’üncü yılı-Romanovlardan bugüne Kırım-İlber Ortaylı


Romanovların 400’üncü yılı
Bu yıl Rusya’da bir takım kitleler huşu ile Romanovların 400’üncü taht yılını kutlayacaklar. Böyle olaylar, yaşanan müşterek tarihi anmak için bir vesiledir. Bizde de Türk-Rus tarihiyle ilgili bir iki konferans ve küçük toplantının yapılması gereklidir
Devlet-i Aliyye, Moskova Devleti’yle 1490’larda ilişki kurdu. Rusya’nın o zamanki savaş ve barış muhatabıKırım Hanlığı idi. Bir mümtaz eyaletin hükümdarları olan yani vasal statüdeki KırımHanları dış ilişkiler kurabiliyorlardı. Moskova sefirleri de Kırım’ın merkezi sayılabilecek Akmescit’te mukimdi. Kırım Hanlığı, Moskova Rusyası’na karşı Osmanlı Devleti’nin ilişkilerini yönetmeseler de yönelttiler. Moskoflara karşı müttefikleri Polonya’ydı. Devlet Giray Han’ın Moskova’yı kuşattığı hatta şehri tahrip ettiği biliniyor. Bu uzaktaki steplerin merkezini uzun boylu elde tutmak mümkün değildi. Devlet-i Aliyye, Rusya’yla ancak Romanovlar devrinde temasa geçmiştir. ViyanaMuhasarası’ndan sonra uzun süren savaşlar sırasında Rusya; Almanya, Polonya ve Venedik’in müttefikiydi.
1699 Karlofça Barışı’ndan sonra 1700 İstanbul Barışı’yla İstanbul’da bir elçilik kurdu. İlk büyükelçi, büyük yazar Lev Tolstoy’un büyük büyük dedesidir.
Pyotr Andreyevich Tolstoy, Petro’nun donanmasındaki ilk amirallerdendi. Yazdığı uzun raporlar (Rus arşivlerindeki) henüz değerlendirilmedi ama o dönemin Osmanlı tarzı için birinci derecede öneme haizdir.
Rusya tarihinin kutsal sayılan hanedanı Ruriklerdir. Ne var ki Korkunç Ivan öldükten sonra onun başmüşaviri aslen bir Tatar olan Boris Godunov tahtı gasp etti. Gaspedilen bu taht Rus tipi bir sahnelemeyle dolduruldu. Halk anarşiye düşen devletin içinden bir kurtarıcı aradı. Bunun da uzun bir saltanatı çok yakında bulunduğu Çar Korkunç Ivan’la birlikte götüren ve Rusya’yı tanıyan bir adam olması gerekliydi. Boris Godunov’un ilk işi Çar’ın reşit olmayan masum küçük oğlunu katletmek oldu. Küçük Çareviç Dimitri’nin Çar tarafından ortadan kaldırdığı söylentisi hemen yayıldı. Kutsal Hanedan Ruriklerin hanedanı böylelikle bitmişti.
İnanan, inanmayan
herkes Dimitri’ye katıldı
Ardından sahte bir Dimitri ortaya çıktı. Polonyalılar onu Boris’in elinden kurtulan hakiki Çareviç gibi allayıp pullayıp Rusya’nın üstüne saldılar, muhalif çoktu; inanan, inanmayan herkes Dimitri’ye katıldı ve Moskova düştü. Türkçe’ye de çevrilen Puşkin’in eseri “Boris Godunov” adlı dram okunursa, tiyatro, tarihi nasıl anlatıp yorumluyor canlı örneğiyle görülebilir. Polonya’nın ve sahte Dimitri’nin işgalindeki Moskova ve Rusya 13 yıllık bir fetret dönemi yaşadı. Rusya’yı yabancı istilasından Moskova halkı ve tüccarların reisi Kuzma Minin ve asilzadelerin önderi durumundaki Knez Dimitri Pojarski’nin öncülüğündeki bir isyanla kurtardılar.
Bu ülkenin tahtı hiç de istenen bir nimet değildi. Zemsky Sobor’un (yani bütün asilzadeler ve şehir temsilcilerinin meydana getirdiği büyük meclis) en sakin ve uyumlu üyesi Michael Romanov adeta yalvar yakar tahta çıkarıldı.
21 Şubat 1613, yeni Rusya tarihinin başlangıcıdır. Romanovlar tahta çıkışlarının 300’üncü yılını, 1913 Şubat’ında bayramlar, açılış törenleriyle oldukça kendilerinden emin en azından istikbale umutla bakan bir havada kutluyorlardı. Avrupa’nın üzerinde geniş bir harbin kara bulutları dolaşmaktaydı. Milletler nasıl bir yıkımın geleceğinin henüz farkında değillerdi, Rusya da değildi. Tarihçi Vernadsky savaşın sonunda demokrasinin geleceği kehanetinde bulunmuştu. Sosyal Revolüsyonerler ve Bolşevikler de haklı olarak umutlanıyorlardı. Bütün gayri Rus milletlerbağımsızlık umudu içindeydiler. Boş bir ümit... Mülteci bir tarih bilgini 1960’larda babama dert yandığında yanındaydım; “O çarlığı yıkmak için neler yaptık, arkasından gelecek kabusu ne bilelim!” Romanovlar Japon Savaşı’nın getirdiği hayal kırıklığı ve yenilginin utancını telafi ederiz diye düşünüyorlardı.
En pahalı bedeli
bu hanedan ödedi
1913 Rusya seçkinlerinin ve milliyetçilerin kutladığı bir yıldı. Dört yıl sonra koca imparatorluğun yere yıkacağı bir kavim yeni bir umutla Şubat İhtilali’ni yaptı. Romanov Hanedanı’nın sonu gelmişti. Çok geçmedi, devrilen Çar’ın iltica talebini kabul etmeyen Avrupalı müttefikler utanılacak bir olayı gözlediler; Çar ve ailesi, Yekaterinburg’da gaddarca kurşuna dizildi. “Yıkılan tahtlar ve devrilen taçlar” savaştan önce Rusya maliye nazırı Sergei Witte’nin kehanetiydi. O, Rusya’da savaşı istemeyen akıllı liberallerdendi. En pahalı bedeli Romanov Hanedanı ödedi. Efsane yayıldı; “Ruriklerin tahtı başkasına uğursuzluk getirir, Büyük Petro varisini kendisi cellata verdi, kızlarıyla hanedan aslında tükendi. Gelen Alman karışımı Rus çarların da hiçbiri yatağında ölmedi” dediler. Birinci Alexander’ın meçhul bir inzivaya çekildiği yazıldı. I. Nikola Kırım Savaşı üzerine fücceten gitti. II. Alexander suikastla gitti. III. Alexander ise aile uğradığı bir suikasttan zor kurtuldu ve olayın kalıntılarıyla ömrü tamamlandı. II. Nikola ve ailesinin akıbeti ise en korkuncu oldu. Romanovların bugünkü varisleri bile gurbette birbirleriyle didişmekle meşgul. Ortada tahtın varisi olduğunu iddia eden iki aile üyesi var.

Romanovlar Rusya’sı zengindi, savaşçıydı
Romanovlar Rusya’sı bir bakıma bir imparatorluktu, bir bakıma da Rusya Devleti’nin en ulusal biçimiydi. Devamlı kalkınan bir devletti, zengindi, savaşçıydı. Ama ülkenin sefaletini Hindistan’ın önderlerinden İsmaili mezhebinin lideri Aga Han bile esefle gözlemişti; “Hind’teki işçiler daha iyi durumda. Hiç değilse berbat fabrikalarından çıkıp temiz hava alabilirler. Rusya’nın soğuğunda bu dahi imkansız” diyor. Yenilgisinde ve zaferlerinde dahi bir yolsuzluk ve kitlelere karşı bir acımasızlık vardı.
Rusya bir bakıma Romanovlar devrinde muasır Avrupa medeniyetinin içine girdi. Bir yönüyle de el’an acımasız şartların sürdüğü bir Doğu devletiydi. Uzak Kafkasya’da ve Orta Asya’daki köylüler bile Rusya’nın milyonlarca serf statüsündeki köylüsünden daha iyiydi. Polonya ve Finlandiya gibi
ilhak edilen toprakların halkı ise yaşadıkları uygarlık düzeyi bakımından Rusya’nın hep önündeydiler.
18’inci asırdan itibaren Napolyon istilası ve Japonya Seferi hariç tutulursa Rusya’nın savaştığı başlıca devlet Osmanlı Türk İmparatorluğu’ydu. Rusya, Türk İmparatorluğu içindeki Slav kardeşleriyle Türk İmparatorluğu ise Rusya’daki Müslümanları ile uğraşıyordu. Tarihteki bu gerilimin aslında gelecekteki bir kültürel alışveriş ve sentez için işe yarayacağı açıktır.
Bu yıl Rusya’da devlet bir görev olarak ama birtakım kitleler ise huşu ile Romanovların 400’üncü taht yılını kutlayacaklar. Böyle olaylar yaşanan müşterek tarihi komşu devletler ve milletlerle birlikte anmak için bir vesiledir. Bizde de Türk-Rus tarihiyle ilgili bir-iki konferans ve küçük toplantının yapılması gereklidir.

Romanovlardan bugüne Kırım


Ticaret sihirli bir değnek. Karaman ordularından ve 100 binlerce kolonizatörden bile daha etkili. Son gezimde gördüm ki TürkiyeKırım ile imparatorluk devrinde dahi görülmeyen yoğun bir ilişki ağı içinde

11 Mart 2013 Pazartesi

Büyük Constantin ve İstanbul-İlber Ortaylı


Bu yıl Rusya’da bir takım kitleler huşu ile Romanovların 400’üncü taht yılını kutlayacaklar. Böyle olaylar, yaşanan müşterek tarihi anmak için bir vesiledir. Bizde de Türk-Rus tarihiyle ilgili bir iki konferans ve küçük toplantının yapılması gereklidir

Bir asır sonra Trablusgarp Savaşı-İlber Ortaylı


Osmanlı’nın Afrika’daki son vilayeti Trablusgarp’ı kaybettiğimiz savaşın kararı, 1911 yılının eylül ayında alınmıştı. Muharebeyi kaybettik ama örgütlenme yeteneğimizi ve savaşçılığımızı gösterdik

Yüz yıl önce eylül ayı sonunda İtalya, Trablusgarp’a çıkmaya karar vermişti. Yani Osmanlı’nın Afrika’daki son vilayeti Trablusgarp ve müstakil Bingazi sancağından oluşan, bugünkü Libya’ya... İtalya 29 Eylül 1911’de bir notayla savaş şartlarının oluştuğunu belirtti. Doğru dürüst cevabı beklemeden, müzakereye girişmeden, bütün büyük devletlere Trablus’tan başka yere çıkmaya niyeti olmadığını belirterek 4 Ekim 1911’de savaş ilan etti. Bütün İtalya ordusunun her sınıfı vilayete saldırmıştır. Bir ay içerisinde batıdaki Trablusgarp’tan doğudaki Bingazi’ye kadar bütün kıyıları işgal etmişlerdi. Fakat içerilere bir-iki kilometreden fazla nüfuz etmeleri mümkün olmadı. Açıktır ki İtalya, güçlü bir kolonyanist devlet değildi. Hazırlığı yoktu, daha evvel Somali’de bir parça ele geçirmiş, Habeşistan’da ise fena yenilmişti.

Türkiye’nin anayasaları nasıl hazırlandı?İlber Ortaylı


Başbakan Erdoğan’a göre yeni anayasa bir yıldan kısa sürede tamamlanmalı diyor, muhalefet karşı çıkıyor. Uzayabilir tabii ama Türkiye iki-üç aydan bile daha kısa sürelerde anayasalar hazırlamıştır

Saro Dadyan’ın ilginç makalelerinin derlemesi olan son kitabında (“Osmanlı’nın Gayrimüslim Tarihinden Notlar”, Yeditepe Yayınevi) 1863 tarihinde Ermeni milletine verilen Millet Nizamnamesi bir anayasa olarak niteleniyor. Aynı şeyi ondan evvel merhum Bülent Tanör yapmıştı; bunu imparatorluğun anayasasından evvel çıkarılan bir ilk anayasa olarak değerlendiriyorlar. Kuşkusuz Ermeni milletinin nizamnamesi geniş Ermeni- Ortodoks cemaatinin idaresinde sadece ruhanilerin değil, kuvvetlenmeye başlayan zengin Ermenilerin ve yüksek bürokrasinin üyeleri olan amira sınıfının da rol almasını düzenler. Bu iç nizamnameyi Ermeni milleti için esas teşkilat diye nitelendirebiliriz ama anayasa olmaktan uzaktır.

Bizim emperyal prensesimiz-İlber Ortaylı


Neslişah Sultan güzelliği, zekası, bilgisi ve sportmenliğiyle yurtdışında bizi en iyi şekilde temsil etmişti. Murat Bardakçı onu son zamanların en iyi biyografi kitabında anlatıyor

4 Şubat 1921’de son padişah VI. Mehmed Vahdettin’in kızı Sabiha Sultan ve o sırada veliaht olan son Halife Abdülmecid’in oğlu Şehzade Ömer Faruk’un ilk çocukları olarak dünyaya geldi. Doğumu resmi tebliğ ile ilan edildi, top atışıyla selamlandı ve tarihin gidişi itibarıyla hanedanının resmi defterine son üye olarak kaydedildi.

İstanbul’un uzun tahribat listesi-İlber Ortaylı


Demokrat Parti’nin 1950’li yılların ortalarında başlattığı çılgın imar bütün kültür tarihimiz için bir kara sahifedir. Bu tahribat bugüne kadar sürdü


1946’dan beri bu şehrin profili, büyük abidelerin etrafı, mezarlıklar ve birtakım eserlerin bulunduğu yerler ağır tahribat geçirdi. Türkiye’de “Bizans mirasının sistematik tahribi” gibi bir slogan bazı kimseler tarafından tekrarlanagelir ki boş bir sözdür. İstanbul’da hiçbir tahribin hiçbir sistemle hiçbir alakası yoktur ve Bizans katmanı Osmanlı’nın altındadır. Yani Bizans’ın tahribinden önce Osmanlı’nın tahrip edilmesi gerekiyordu ki,   elhak yerine getirilmiştir. İkinci büyük savaşın sonuna kadar imar bütçeleri kısıntılı olduğu için yapılan tahribat kısmidir ve daha çok  kendiliğinden olmuştur. 

6 Mart 2013 Çarşamba

En nitelikli ama en etkisiz hükümet-İlber Ortaylı



12 Mart muhtırasından sonra 19 Mart 1971’de başbakan olarak atanan Nihat Erim’in kabinesi bilgili ve yetenekli isimlerden kuruluydu ama hiçbir temel soruna el atamadı
Bundan 40 yıl önce, 12 Mart 1971’de Türkiye bir askeri darbe daha yaşadı. Sultan Abdülazizdöneminden beri yaşanan darbelerin aksine, tamamıyla emir ve komuta zinciri içinde bir darbe yapılmıştı ve hatta bu hiyerarşinin dışında bir darbe planlayanlar kısa zamanda saf dışı bırakıldı ve hapsedildiler. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay da darbeyi yapanlarla bir uyum içindeydi. 

Türk-Arap ilişkisi bir ‘düşünsel afyon’dur-İlber Ortaylı


Arap dünyasında Türkler hakkındaki kanaatler birbirinden farklıdır, Araplardaki Türk algılamasını tarif etmek kolay değildir


Bu iki kavim arasındaki muhabbet veya münaferet (sevgi ve ya nefret ilişkisi) İslam medeniyetinin klasik çağından beri dedikodunun ötesinde bilimsel eserlere bile konu olmuştur ve aslında beşeriyet tarihinde kavimlerin birbirleri hakkında bu kadar ayrıntılı yazma alışkanlığına daha önceki devirlerde nadir rastlanır. 

3 Mart 2013 Pazar

İstanbul’u Rönesans tekniğinde savaşan bir orduyla aldı-İlber Ortaylı


Bunda 557 yıl önce İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmed’in askeri ve entelektüel yet29 Mayıs 1453 yani 557 yıl öncesinin son yıllarda tarih edebiyatımızda münakaşa konusu olduğu görülüyor. Bazı yazarlar fethin gerçek bir kuşatma ve zafer olmadığını, Konstantinopolis’in savunmasının çok yetersiz olduğunu, hatta çocuk ve kadınlara kaldığını bile söylüyorlar. Bu arada karadan gemi yürütme olayını tamamen reddediyorlar. Her şeyi bilenler (!) bu konuda sadece ve sadece okul tarih kitaplarındaki bilgileri ele alıp sözde çürütmekle meşguller. Fransızın tabiriyle “Bu açık kapıları omuzlamak” beş buçuk asır evvelki tarihin anlaşılması için hiçbir katkı sağlamaz. 

Güya tabu düşünceyi değiştirecek olanlar ne tarih yazımını, ne 15’inci asır vesikalarını ne Türk ne Ceneviz ne Papalık arşivleri ve ne de Bizans Helen tarih yazıcılık kaynaklarını inceleyecek durumdadır. Hatta bu kaynakların modern örneklerini bile takip edemezler. 
İkincisi; dönemin Osmanlı kaynakları üzerinde bilgi edinecek durumda değiller. Hatta bu yazarlardan birinin tamamen modern Türkçe kitaplar ve ecnebilerin çevirilerine dayandığını gördüm. Mesela kuşatma günlükleri ve gemilerin karadan çekilmesi gibi konularda Runciman ve Schlumberger gibi Türk milliyetçi ekolünü beslemeye niyeti olmayan, hatta fetih karşıtı Avrupalı yazarları bile pek kullanmadıklarına şahit oldum. 
Tabuları yıkma gibi işlem tarih yazıcılıkta çok zordur; devamlı tetkik ve muhakeme gerektirir. Moda diye yapılacak iş ve izlenecek yöntem değildir. 

50’nci yılında 27 Mayıs-İlber Ortaylı


27 Mayıs’ın silinmesi için çok gayret gösterildi ama temel hastalıklardan kurtulamadığımız için yan etkileri hâlâ sürüyor




27 Mayıs sabahı Avusturya Lisesi’ndeydim. Tabii o gün gündüzlüler okula gelemedi; biz de öğleden sonraya kadar okulda kaldık. Radyolarda en çok tekrarlanan bildiri şuydu ve Albay Alparslan Türkeş’in sesinden veriliyordu: “NATO’ya bağlıyız ve inanıyoruz. CENTO’ya bağlıyız ve inanıyoruz.” Sonraki yıllarda Menderes’in Amerikan kredisi alamadığı için Rusya’ya yanaştığı ve bu yolla cezalandırıldığı söylendi. Tarihi hakikatin Amerikan arşivlerinden çıkması için daha birkaç yıl ister. Şimdilik yapılan araştırmalar Hikmet Özdemir ve Çağrı Erhan’da olduğu gibi 
1960 öncesi dönemi kapsıyor. 

Demokrasinin 60’ıncı yılı-İlber Ortaylı


Bugünkü dünyanın büyük çoğunluğu için başlıca dert olan sağlıklı seçim yapma, Türk demokrasisi için büyük sorun değildir. 14 Mayıs 1950’den beri bunu yürütmeyi başardık

Bugünkü dünyanın büyük çoğunluğu için başlıca dert olan sağlıklı seçim yapma, Türk demokrasisi için büyük sorun değildir. 14 Mayıs 1950’den beri bunu yürütmeyi başardık

14 Mayıs 1950 seçimleri Türkiye tarihinde “Demokrasinin zaferi, demokratik hayata geçiş” gibi başlıklarla anılır. Benim gençliğimde çok yaygın olan bir görüşe göre, bu İsmet Paşa’nın bir hatasıydı ve zamansız olarak çok partiye geçiş nedeniyle rejim ve inkılaplar darbe yemişti. Taraftarlarına halen tek tük rastlanmakla birlikte bu görüş zaman içerisinde hayli değişmiştir; aksine 1950 seçimlerinin tarihi rolünü olağanın üstünde abartarak yorumlayanların da sayısı artıyor. 
Türkiye’de sol 14 Mayıs 1950 geçişini tek partici bazı Kemalistler gibi ağa-kapitalist-kasaba tüccarının iktidarı olarak değerlendirme eğilimdeydi. Hatırlıyorum; 1960’larda Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki anayasa hukuku seminerlerinde Deniz Baykal bürokrasinin iktidarına karşı DP’nin bazı anti-bürokratik açılımlar getirdiğini ve halkın bu hareketi desteklemesinin neden gerekli olduğunu söylediğinde sınıfta itiraz edenler olurdu. 
O tarihlerde Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin Sosyalist Fikir Kulübü başkanı olan ve Marksist çizgiyi izleyen Hüseyin Ergün de olayı benzer şekilde tahlil ettiği için sosyalist arkadaşlarının hücumuna uğramıştı. 
Değişiklik bütün toplumların en masum isteğidir. İmparatorluğun bedelini Anadolu ödedi. Arabistan çöllerinde, Kafkas eteklerinde, Galiçya’nın kışında şehit düştüler. Yoklukta çizilen vatan sınırı içinde iktisadi sıkıntıların ve asırların getirdiği birikimsizliğin bedelini ödediler. Tek parti iktidarının 20 yıl içinde insanlara refah ve aydınlık getirmesi düşünülemezdi. Türkiye mevcudu korumak için önce devlet olmak zorundaydı. 
Devletin devlet olamamasının ne demek olduğunu 1950’li ve 60’lı yılların başında SuriyeÜrdüngibi ülkelere gittiğiniz zaman görürdünüz. Kanun ve nizamın yerleşmesi, bürokrasinin varlığını hissettirmesi, üretim yaptıramasa ve artıramasa bile bölüşümü kontol edilebilmesi küçümsenecek şeyler değildir. 

Dünya şartları CHP’yi değişmeye çağırdı
Tabii ki hiçbir toplumun böyle bir düzeni mutlulukla benimsemesi söz konusu değildi. 1930’larda, hele 1940’larda harp içindeki devletin ana görevi nizamın koruyucusu olduğunu hissettirmekti. Savaş boyu Türkiye halkı çok sıkıntı çekmişti. Karaborsacılığa karşı, fakir köylünün üretimi ceberrut bir denetim altında tutuluyordu. O zamanın genç savcılarından merhum Şinasi Akgönenç bana şunu söylemişti: “Köylünün sakladığı beş-on teneke buğdayı müsadere ediyorsun, sonra onları silosuz ve katarların uğramadığı demiryolu istasyonlarında çürütüyorsun.” II. Dünya Savaşı’nın şartları buydu. Öte taraftan da karaborsa gene devam ediyordu. 
Fakat İçişleri Bakanlığı’nın arşivlerinde tesadüfen bulduğum yazışmalarda tespit etmiştik. Türkiye çok az sayıdaki emniyet kuvvetiyle ağır dünya şartlarında asayişi sağlayabilmiş; isyan ve yağmayı önlemiştir. Köylüler mecburi çalışma düzeniyle madenlere indirilmiştir. Ama ülke kendi iptidai şartları içinde işleyebilmişti. Hayatını sıkıntısızca sürdürebilenler az sayıdaki memurlar ve çok daha az sayıdaki harp zenginleriydi. 
Cumhuriyet Halk Partisi kadrolarını yenileyemeyen bir partiydi; partiye girip çalışmak bile bir nepotizm yani akraba ve yakın kayırıcılığı, imtiyazdı. II. Dünya Savaşı sonrası değişen dünya şartları, CHP’yi değişikliklere uymaya çağırdı ve itiraf etmeli ki; İsmet İnönü ve CHP bunu başardı.
Demokrat Parti CHP’nin çocuğudur. Celal Bayar Atatürk’ün sevdiği iktisat vekili ve son başvekildi.Adnan Menderes 1930 Serbest Fırka deneyimi sırasında Aydın il başkanıydı. En başta Atatürk’ün hiddetini celbetmiştir. Ama Atatürk onun sözlü ve yazılı raporlarından çok etkilenmiş ve onu CHP listesine aday koymuştu. 




Milliyet gazetesinin seçimlerle ilgili 1950 yılındaki manşeti.

Burası bir lale ülkesidir -İlber Ortaylı


Türkler laleyi sever. Bu çiçeğin adıyla anılan dönem de Osmanlı’da güzelliğin yayıldığı bir dönemdir. Bundan dolayı İstanbul’un lalerle donatılması taraftarıyım


Türkler laleyi sever. Bu çiçeğin adıyla anılan dönem de Osmanlı’da güzelliğin yayıldığı bir dönemdir. Bundan dolayı İstanbul’un lalerle donatılması taraftarıyım

Cumartesi günü Emirgan Korusu’nda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş en iyi lale yetiştirenlere ödüllerini verdi. Çoğu İstanbul ve civarındaki illerden olmak üzere 39 kişi en güzel laleleri yetiştirdiler. Hepsini saymam imkansız ama bu kimselerin daha iyi tanıtılması gerekiyor. Gene 23 kişinin yetiştirdiği laleler de satın alınmaya layık görüldü. Emirgan Korusu artık yurt içinde olduğu kadar yurtdışında da tanınmaya başladı. 

Osmanlı’yı yenen tek Avusturyalı-İlber Ortaylı


Şu sıralar Viyana’da adına bir sergi açılan Prens Eugen, 18’inci yüzyılın askeri dehası idi. Osmanlılara mağlubiyet tattıran tek Avusturyalı oldu




Şu sıralar Viyana’da adına bir sergi açılan Prens Eugen, 18’inci yüzyılın askeri dehası idi. Osmanlılara mağlubiyet tattıran tek Avusturyalı oldu

Milyon dolara Türk resmi-İlber Ortaylı


Hayatım boyunca şunu gözlemledim: Türk ressamının kazanç umudu yoktu ve çilekeşti. O nedenle, spekülasyonlar sanatçıyı ve sanatsever çevreleri irkiltse de bugün ulaşılan düzey sevindiricidir


Akyavaş’ın “Kuşatma” resmi, Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan ve Matrakçı Nasuh’a ait “Estergon Kalesi” minyatürünü hatırlatıyor.



Hayatım boyunca şunu gözlemledim: Türk ressamının kazanç umudu yoktu ve çilekeşti. O nedenle, spekülasyonlar sanatçıyı ve sanatsever çevreleri irkiltse de bugün ulaşılan düzey sevindiricidir 

Topkapı’da Kremlin günleri-Rusya tarihine devam-İlber Ortaylı


Topkapı’da Kremlin günleri

Kremlin’den gelecek hazineleri üç ay boyunca Topkapı Sarayı’nda görebileceksiniz


Kremlin’den gelecek hazineleri üç ay boyunca Topkapı Sarayı’nda görebileceksiniz


Kremlin eski Rus şehirlerinde saray ve bürokrasinin ve asker kışlasının bulunduğu hisar kısmıdır. Nadiren taş surlarla, genellikle ahşapla çevrilidir. Moskova Kremlin’i ise 13’üncü asırdan beriRusya’nın yükselen yıldızıdır. Altın Ordu devletinin fetihleri döneminde eski Rusya’nın parlak şehri Kievsöndü. Kuzeydeki Veliki Novgorod, Altın Ordu hanları ile anlaşarak ayakta kaldı ve Batı Avrupa ile ticari ilişkilerini sürdürerek zenginleşti. Moskova ise Altın Ordu’nun Rus şehirleri üzerinde bağlantısı ve denetçisi mevkiine çıktı. 

Evliya Çelebi gibisi gelmedi -İlber Ortaylı




Seyahat sevmeyen Türklerin içinden çıkan büyük seyyah Evliya Çelebi’nin doğumunun 400’üncü yıldönümü yaklaşıyor. Onu gerektiği biçimde anmamız şart

Doğum tarihi 10 Muharrem  H. 1020 yani 25 Mart 1611 olarak tespit edilmiştir. Unkapanı’nda doğmuştur. Büyük seyyahımızın bu hesapça gelecek yılın mart ayı sonunda 400’üncü doğum yılını kutlamamız gerekir. Bu kutlama Evliya Çelebi gibi bir milli anıtımızı anmak için boynumuzun borcudur. Lakin gördüğümüz kadarıyla hiçbir kutlama hazırlığı çalışması yok; üniversitelerin sempozyum, PTT’nin pul ve Fatih Belediyesi’nin heykel çalışmasına girmesi gerekir.