9 Ağustos 2013 Cuma

Biri bizi gözetliyor- Ahmet Anapalı

MEHMET ŞİMŞEK’İ DİNLEYEN İNGİLİZLER İNÖNÜ’YÜ DE DİNLEMİŞTİ
Mehmet Şimşek’in İngilizler tarafından dinlenmesi, tarih konusunda detay bilgiye sahip olmayanlar için sanki eşi benzeri görülmeyen bir habermiş, skandal bir hadiseymiş gibi algılandı. Hâlbuki Cumhuriyet tarihimizde bu durum daha önce de yaşanmış ve Türk heyetleri İngilizler tarafından dinlenilmiş, gizli telgrafları deşifre edilmiş ve Türk tarafı köşeye sıkıştırılmıştır.

Geçen hafta bomba gibi bir haber, skandal niteliğinde Türkiye’nin gündemine düşüverdi. Ülkelerarası politika sınırları dâhilinde, yenilir yutulur cinsten olmayan bu habere göre, İngiltere istihbaratı 2009 senesinde Londra’da gerçekleştirilen G20 toplantılarına giden Türkiye Cumhuriyeti’nin Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve beraberinde bulunan bürokratları gizlice dinlediği, raporlar düzenlediği ve bu bilgileri arşivlediği ortaya çıktı. Maliye Bakanı Şimşek, bu skandal iddianın Türk Dışişleri ve istihbaratı tarafından incelendiğini ifade etti.


Dört sene önce gerçekleşen ve bugüne kadar sadece ilgililerin bildiği, onların dışında kimse tarafından bilinmeyen, Mehmet Şimşek’in İngiltere Devlet İletişim Birimi GCHQ tarafından dinlendiği haberi, ilk önce İngiltere’de yayınlanan Guardian gazetesinde şok haber olarak verildi.  

Guardian gazetesinde verilen habere göre, 2009 senesinde o günlerde İngiltere Başbakanı olan Gordon Brown ile Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan arasında gerçekleşen ve iki ülke arasındaki ilişkilerin iyiye doğru gittiğini ifade eden bir haberin devamında sanki ağzından kaçırıp büyük bir gaf yaparcasına kendilerine sızdırılan GCHQ raporunu ifşa eder. Sonra da çalınan minareye kılıf aranırcasına bu dinlemenin herhangi bir istihbari faaliyet çerçevesinde savunma ve güvenlik amacıyla gerçekleştirilmediğini, “sadece Ankara’nın mali denetim ve reformlara bakışının keşfedilmesinin yanı sıra, Türkiye’nin diğer G20 ülkeleriyle işbirliği yapıp yapmayacağının anlaşılması” için dinlenildiğini yazmış.

Hiç beklenmeyen bir anda kamuoyu ile paylaşılan bu bilgi, tarih konusunda detay bilgiye sahip olmayanlar için sanki eşi benzeri görülmeyen bir habermiş, skandal bir hadiseymiş gibi algılandı. Hâlbuki Cumhuriyet tarihimizde bu durum daha önce de yaşanmış ve Türk heyetleri İngilizler tarafından dinlenilmiş, gizli telgrafları deşifre edilmiş ve Türk tarafı köşeye sıkıştırılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin Suriye, İran ve Irak sınırı hariç diğer sınırlarını belirleyen (başka hangi sınır kaldı ki, deyişinizi duyar gibiyim) ve başlangıç noktası olan Lozan Antlaşması, 21 Kasım 1922 ile 24 Temmuz 1923 tarihleri arasında 9 ayda tamamlandı. Çok çetin görüşmeler yapıldı ve hatta bir kez de görüşmeler yarıda kesilerek heyetler kendi ülkelerine döndüler. Kurtuluş savaşından galip olarak çıkan Türkiye ile dünyaya ve bilhassa Ortadoğu bölgesine patron olmaya çalışan İngiltere’nin çıkarları Lozan masasında pek çok kez çatıştı. İşte bu esnada İngiltere’nin o meşhur Avrupalı kurnazlığı daha doğrusu tilkiliği devreye girdi.

Ankara Hükümeti Lozan barış görüşmelerinin İzmir’de yapılması gerektiğini galip devlet sıfatıyla tüm katılımcı ülkelere duyurdu. Fakat bu masumane istek, başta Yunanistan olmak üzere tüm rakip devletlerce, “deplasmana gitmek” psikolojisi ile reddedildi. İngiltere’nin bir diğer Lozan temsilcisi Horace Rumbold; “Eğer bu görüşmeler, bizim istediğimiz gibi bir Avrupa kentinde değil de Türklerin istediği gibi Anadolu’da yapılacak olursa Türkler psikolojik olarak görüşmelere galip başlayacak bu da genel havayı Türklerin lehine değiştirecektir” dedi. Lozan’daki İngiliz heyetinin başkanı Lord Curzon, Rumbold tarafından dile getirilen bu sakıncalara tamamıyla katılıyordu ve bu nedenle Türk topraklarında bir barış konferansı toplanması fikrini hiç düşünmeden reddetti. Bu tür öneriler “kesinlikle kabul edilemezdi.” Çünkü bu durum Yunanistan Devlet Başkanı Elefterios Venizelos’un duygularını incitebilirdi.1  Bir haftalık görüşmeler neticesinde İngilizler İzmir’i kabul etmedi ama Türkiye Lozan’ı kabul etti ya da etmek zorunda bırakıldı.
Türk orduları tarafından tartışmasız bir şekilde kazanılan bir savaşın neticesinde yapılan barış konferansının nerede, ne zaman yapılacağı ve neden orada yapılacağı meselesi bile İngilizler tarafından psikolojik savaş ayrıntıları olarak görülüyor ve bu yüzden her şartı Türk heyetinin aleyhinde olması için uğraşılıyordu. 

İsviçre’nin Lozan kenti konferans yeri olarak seçildi ama bu durum ülkesinden binlerce kilometre uzakta bulunan Türk tarafına iletişim konusunda büyük zorluklar yaşattı. Türk tarafı müzakereler ilerledikçe, yeni ortaya çıkan durumlarla başa çıkmakta giderek daha fazla zorlandı. Heyet, Ankara’dan yola çıktığında hükümet tarafından kendisine verilen 25–30 sayfalık talimatların yetersizliği fark edildi. Bu yüzden sık sık TBMM Hükümeti’nden yeni talimatlar istemek zorunda kalıyordu. Dolayısıyla telgraf trafiği muazzam ölçüde arttı ve Ankara’dan Lozan’a gönderilen telgrafların Lozan’dan Ankara’ya gönderilenleri aştığı bir noktaya gelindi. Bu telgraflar ayrıca İnönü ile Başbakan Rauf Orbay arasında gerginliğe de sebebiyet veriyordu. Haberleşme zorluklarından kaçınmak amacıyla Rauf Bey, Romanya-Köstence hattını önerirken, İsmet Paşa, daha güvenilir ve hızlı olduğu ve Köstence hattına göre telgrafların daha düzgün geldiği gerekçesiyle Doğu hattını tercih ediyordu.2  Eksik ve bozuk gelen telgraflar ve gecikmeler nedeniyle her iki taraf da zamanında cevap alamamaktan yakınıyordu. Dolayısıyla İsmet Paşa, bir sonraki oturum için hızlı cevap almak üzere birçok kez Başbakan Rauf Orbay’ı atlayarak doğrudan Mustafa Kemal’e telgraf göndermeyi tercih etti. Böylelikle yaptıklarına itiraz eden ve Başbakanlığı münasebeti ile emir vererek nasıl davranması gerektiğini söyleyen Başbakan Rauf Orbay problemini de ortadan kaldırmış oluyordu. İsmet Paşa’nın Rauf Bey’i devreden çıkartarak doğrudan Mustafa Kemal Paşa ile irtibata geçmesi, İsmet Paşa’nın Türk Hükümeti karşısındaki konumunun zedelenmesine de yol açtı.3

Lozan’ın seçimi Türkleri istihbarat açısından da dezavantajlı bir konuma getirdi. İngiliz istihbarat görevlilerince tutulan birçok rapor, Türklerin bakış açısı konusunda çok ayrıntılı bilgiler vermekteydi. Ama konferanstaki en önemli katkı ‘İngiliz Haberalma Servisi’ tarafından gerçekleştirildi. Türk heyetinin Ankara ile yaptığı çok gizli telgraf görüşmelerini ele geçiren İngiliz Haberalma Servisi bu telgrafları Lord Curzon’a ulaştırdı. Böylelikle İngilizlerin görüşmeler boyunca Türklerin ne düşündüklerini ve ne yapmak istediklerini daha iyi değerlendirilmesini sağladı. Uluslararası ilişkilerde istihbaratın çok büyük yararı olduğuna inanan Winston Churchill, politikalarını belirlerken istihbarat raporlarına ayrıca önem verdiğini ifade etmiştir. Bu konuda tıpkı Churchill gibi düşünen Curzon şöyle diyordu; “Yabancı hükümetlerin şifresi kırılan telgrafları, onların politikalarını ve eylemlerini değerlendirmede kuşkusuz bizim en kıymetli bilgi kaynağımızdır.”4

Bu açıdan Lozan Konferansı “gizli istihbaratın” kullanımı ve değeri konusunda en önemli vaka incelemelerinden biridir. İsmet Paşa’nın tercih ettiği ve Türkler tarafından kullanılan Doğu telgraf hattı İngiltere’nin denetimi altında olduğundan, deşifre edilen telgraflar İngilizlere Türklerin pazarlık konumunu değerlendirme fırsatı vermişti. Curzon, ele geçirilip İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na aktarılan Türk telgraflarını düzenli bir şekilde inceleyerek, Lozan’da İsmet Paşa ve Ankara’da Türk Hükümeti’nin karşı karşıya bulunduğu zorlukları öğreniyordu. Böylece Curzon, İsmet Paşa’nın konferansın kabul edebileceği şartlar ile Ankara Hükümeti’nin arzuları arasında sıkıştığı gerçeğinin son derece farkında idi. Konuları nereye kadar zorlayabileceğini biliyordu. Çünkü Türk heyetinin müzakereleri hangi noktada keseceği konusunda birinci elden bilgi sahibi idi. Türklerin hangi konularda hassas olduklarını bizzat Lozan Ankara arasında çekilen Türk telgraflarından öğreniyordu.
Curzon, bu telgraflardan yalnızca Türkiye’nin değil, diğer müttefiklerin politikaları hakkında da bilgi sahibi oluyordu. Bu da onu güçlü bir konuma yerleştiriyor ve karşı politikalar oluşturmasını sağlıyordu.  İngiltere’nin sahip olduğu bilgi ve verilere bakılırsa, hazırlıkları son derece yetersiz olan Türklere karşı tam bir üstünlüğe sahip olduklarını söylemek abartılı olmaz.5  İngilizlerin, Türkler arasında çekilen telgrafların şifrelerini çözerek günü gününe sabah kahvaltı sofralarında okuduklarını, kendi aralarında değerlendirdiklerini o zamanın İngiltere Dışişleri Bakanı Churchill, son yıllarda yayınladığı hatıralarında bizzat anlatmaktadır.6

Tüm bu yan unsurlara rağmen İngiltere, Lozan masasına hakimâne ve tarihi İngiliz küstahlığı ile oturduğunda esasında çok kötü ve yılgın bir vaziyetteydi. Nitekim bu durum İngiliz askerî ve politik arşiv belgeleri ve o günün savaş bakanlığının raporlarında açıkça belirtilmiş ve “içinde bulunduğumuz bu zor durumu çaktırmayın” denmiştir. Bunun yanı sıra İngiliz heyetinin başkanı Lord Curzon, okuduğu Türk telgrafları sayesinde Türkiye’nin içinde bulunduğu zor durumu çok iyi tahlil etti ve kullanmayı başardı. Türk telgraflarının İngiliz istihbaratının elinden geçip, yetkili İngiliz makamlarınca değerlendirildikten sonra adımlarını ona göre atmasına dair, devrin Başbakanı Rauf Bey hatıralarında şunları söyler; “Biz Bakanlar Kurulu olarak, o günlerde ilk iş edindiğimiz Lozan görüşmelerini gece gündüz gereken hassasiyetle dakikası dakikasına takip ettiğimizden herhangi bir sualin geç cevaplandırılması bir ihmalimiz kesinlikle söz konusu olamazdı. İsmet Paşa tarafından bize sorulan şeylerin hiçbirisinin cevabı geciktirilmiyordu. Ancak henüz barış ile istikrara kavuşturulmamış olan Avrupa’da olduğu gibi, memleket içinde şehirlerarası telefon ve telsiz gibi muhabereyi süratle sağlayan vasıtaların bulunmadığı o günlerde, bilhassa İsviçre, yani Lozan ile tek muhabere hattımız, Köstence yolu ile olandı. Bu yol da o sırada duruma hâkim olan İngilizlerle Fransızların kontrolü altında idi. Şuracıkta söz gelişi olarak söyleyeyim ki, bu yoldan yaptığımız haberleşmeleri, İngilizlerin ellerine geçirip, şifrelerini de çözerek okuduklarını, bizzat o zaman ki İngiltere Dışişleri Bakanı W. Churchill, son yıllarda yayınladığı hatıralarında anlatmaktadır. Şu halde, Lozan’daki heyetimiz başkanlığının benden beklediği cevapların gecikmesi sebebi, kendiliğinden meydana çıkmış oluyor.”7

Kapitülasyonlar, Dış Borçlar, Patrikhane gibi meselelerde Türk tarafı ve Ankara çok kararlıdır. Bu da İngiliz istihbaratının ele geçirdiği ve Curzon tarafından okunan Türk telgraflarından belli oluyor. Ankara tarafından çekilen telgraflarda, İnönü’ye kesinlikle bu konularda taviz vermemesini, gerekirse görüşmeleri keserek Ankara’ya dönmesi talimatını vererek, ordunun henüz dağılmadığını ve savaşa devam edebilecek güçte olunduğunu hatırlatıyordu. Bu telgrafları okuyan Curzon, bu konularda daha fazla ileri gidemeyeceğini anlar ve geri adım atar. Yani anladığımız kadarıyla Lozan’da Lord Curzon’u Kapitülasyonlar, Dış Borçlar ve Patrikhane konularında geri adım attıran ve kendisine Türk tezini kabul ettiren unsur, masada karşısında oturan Türk heyetinin bu konudaki ısrarı, dik duruşu ve azmi değil, Ankara’nın Lord Curzon tarafından okunduğunu bilmeden Lozan’a, İsmet Paşa’ya çektiği telgraflardaki taviz vermez dik duruşu, bu konularda gerekirse savaşı göze alır halidir. Ne tuhaftır ki, bugünlerde mevzunun bu kısmını bilmeyen bir kısım ‘çağdaş’ tarihçiler, araştırmacılar ve yazarlar, bu üç mesele hakkındaki başarıyı İsmet İnönü’ye mâl etmekte ve işin İngilizler tarafından okunan Türk telgraflarındaki kesin ve net tavrın, İngiliz ve Fransızlar üzerinde nasıl tesir ettiğini görmezden gelmektedirler.

Lozan Antlaşması görüşmeleri esnasında Ankara ile Lozan arasında çekilen telgrafların, tıpkı bugünlerde Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in dinlenmesi gibi deşifre edilerek çözülmesi esasında Türk tarafı açısından bir skandal ve acziyet ifadesidir. İngiltere heyeti, bu telgrafları okuyarak Türk heyetinin zaaflarını çok iyi öğrenmiş, nereden ve hangi konularda saldırabileceğini ve hangi tavizleri kopartabileceğini hesaplayabilmiş ve ona göre siyaset belirlemiştir. Cennet mekân Sultan Abdülhamit Han’ın istihbarata verdiği önemi eleştiren ve “istibdat” iftirasını kendisine yakıştıran dar görüşlü ve sadece eleştirmeyi bilen nasipsiz güruh, gelişmiş bir istihbaratın ne demek olduğunu bu hadisede acaba anlayabilmiş midir?

KAYNAKLAR:
1) İngiliz Dışişleri Bakanlığı, 371/7903/E11024/27/44, sayılı tutanak belgesi, 13 Ekim 1922, Curzon’dan Harding’e
2) Bilal Şimşir, Lozan Telgrafları 1, 1922-23, Ankara Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Ankara, 1990, s.15.
3) Rauf Orbay, Rauf Orbay’ın Hatıraları, Yakın Tarihimiz, 2. Cilt, İstanbul, !962, s.53
4) Christopher Andrew ve Jeremy Noakes, İstihbarat ve Uluslararası İlişkiler 1900–1945, University of Exeter, Exeter, 1987, s.16.
5) Sevtap Demirci, Belgelerle Lozan, s. 62-64, Alfa Tarih, Birinci Baskı, İstanbul, 2011.
6) Taha Akyol , Ama Hangi Atatürk , s.356-358, Doğan Kitap, İstanbul 2008
7) Rauf Orbay’ın Hatıraları, yakın Tarihimiz, cilt 4, s. 80-83

Hiç yorum yok: