5 Mart 2013 Salı

İnönü Atatürk’e neden gitmedi?İnönü’yü kim öldür-Taha Akyol


İnönü Atatürk’e neden gitmedi?

İNÖNÜ Atatürk’e “velinimetim” demiyor muydu? Gerçekten, Ankara’da generaller varken Albay İsmet’i Garp Cephesi kumandanı ve sonra başbakan yapan Atatürk değil miydi? İnkılapları birlikte yapmamışlar mıydı? Peki İnönü niye hasta yatağındaki Atatürk’ü ziyarete gitmedi?İnönü bir değil birkaç defa gitmek istedi. Hatta Başbakan Celal Bayar ve Meclis Başkanı Kazım Özalp, Dolmabahçe’de Atatürk’ün nabzını yoklamışlar, böyle bir ziyaretten memnun olacağını öğrenerek İnönü’ye bildirmişlerdi...


Buna rağmen İnönü ziyarete gitmedi, gidemedi.
Çünkü İnönü’nün bir ‘faili meçhul’ suikasta maruz kalacağı yolunda kuvvetli şüpheler vardı. Hatta ‘İnönücü’ Refik Saydam, “Trenin önüne yatarım, sizi göndermem” diye itiraz etmişti. Mareşal Fevzi Çakmak, İnönü’yü bir suikasttan korumak için Pembe Köşk’ü askeri kordon altında tutuyordu!

‘Gizli polis’ işlemleri

Herkes biliyordu ki, ordunun ve partinin kabul edebileceği, “muhaliflerin” de benimseyeceği tek toparlayıcı isim İsmet Paşa’dır. Fakat polisi elinde tutan Şükrü Kaya ile diplomasiyi elinde tutan Tevfik Rüştü ve çevresi İnönü’ye karşıdırlar.

İçişleri Bakanı Şükrü Kaya özellikle önemlidir. Kazım Karabekir’in evinin basılıp “İstiklal Harbimizin Esasları” adlı kitabının yakılmasında, Karabekir’de ve Rauf Orbay’da suikast şüphesi yaratan ‘derin’ işlerde Şükrü Kaya’nın parmağı vardır. 1930’ların ortalarında yaşanmış bu olayları Karabekir ve Rauf Orbay anılarında yazmışlardır. Sadece onlar değil, İnönü’nün kendisinin Faik Ahmet Barutçu’ya anlattıkları da bu olayları doğrulamaktadır: İnönü, Şükrü Kaya’yı sert sözlerle azarlamış, gidip Atatürk’e şikayet etmiş, suikast şüphesi yaratan ‘sivil polis’ler Atatürk’ün emriyle geri çekilerek olası vahim gelişmeler önlenmişti.

İnönü, Defterler’inde de “Şükrü Kaya... eski muhalifleri çok ayıp ve şiddetli bir surette tâzip ediyor (azap veriyor)” diye yazmıştır. İnönü reisicumhur olduğunda ilk işi Şükrü Kaya ile Tevfik Rüştü’yü uzaklaştırmak olmuştur; iyi de yapmıştır.

Onlar bunu bildiklerinden İnönü’yü engellemek için çok uğraşmışlardı.

İnönü’yü kimler destekledi?

Atatürk’ten sonra orduya, Tek Parti’ye, polise söz geçiremeyecek dirayetsiz biri cumhurbaşkanı olsaydı, neler olurdu bilinmez. İnönü’nün cumhurbaşkanı olması, dönemin şartlarında en akılcı davranıştı. 

Fevzi Çakmak İnönü’yü desteklemiştir... Başbakan Bayar İnönü’yü desteklemiştir. İnönü, Defterler’inde Celal Bayar’dan “Kendini fitneye ve hırslara kaptırmamak ahlak ve zekasını göstermiştir” diyerek övgüyle bahseder.

Ağır bir gizli polis baskısı altında yaşayan Kazım Karabekir ve Rauf Bey gibi Milli Mücadele kahramanlarını İnönü yüksek sorumluluk mevkilerine getirerek itibarlarını iade etmiştir. Böylece Cumhuriyet’teki olası bir çatlağı yapıştırmıştır.

Takrir-i Sükun dönemi veya 1950’lerden söz açılsa İnönü’nün eleştireceğim çok yönü vardır. Bunun yanında İnönü’nün çeşitli kritik olaylarda itidalli ve birleştirici davrandığı da bir gerçektir. Keşke ölmeden önce Atatürk’le görüşebilseydi; bir ihtimal Karabekir ve Rauf Bey’in de görüşüp barışmaları mümkün olabilirdi. Çok da iyi olurdu.

Tarihi takım tutar gibi ak-kara diye değil, böyle bütün renkleriyle görmezsek günümüz için dersler çıkarabilir miyiz?

Benim çıkardığım ders, itidal her şart altında iyidir.

İnönü’yü kim öldürecekti?

İNÖNÜ neden hasta yatağında Atatürk’ü ziyarete gitmemişti?Prof. Celal Şengör’ün tanıklığına göre, meşhur Recep Zühtü, İnönü’yü öldüreceğini söylemişti de ondan! Recep Zühtü’yü aşağıda biraz anlatacağım. Önce, dostum Prof. Şengör’ün bana gönderdiği mektuptaki bilgileri, kendisinin izniyle, okurların ve tarihçilerin dikkatine sunuyorum: “Benim eşim, Recep Zühtü’nün yeğenidir. Anamın babası rahmetli Mehmet (Sipahioğlu) dedem de Recep Zühtü’nün tanıdığıydı.

İnönü, Recep Zühtü İnönü’ye bizzat ‘Gelirsen seni gebertirim’ dediği için (Atatürk’ü ziyarete) gelememiştir. Aynı nedenle, Recep Zühtü Atatürk’ün naaşına trende refakat ederken, Eskişehir’de, Ankara’da olabilecek bir tatsızlığa engel olabilmek maksadıyla trenden indirilmiştir.

Makedonya ekibinin İnönü’den kat’iyyen hoşlanmadığı bizim ailede hep konuşulan konular arasındaydı. Edindiğim intiba, Rumeli ekibinin İnönü’yü dar kafalı ve aşırı kuralcı bulmasıydı, benim görüşlerim de buna yakındır. Buna rağmen her iki dedem de ömürleri boyu İnönü’ye asla laf söyletmemişler, oylarını daima CHP’ye vermişlerdir.”
Sayın Şengör’ün hangi partiye oy verdiğini bilmiyorum ama sıkı bir Atatürkçü olduğunu hepimiz biliyoruz...

Recep Zühtü kimdir?

İnönü’nün öldürülme tehlikesi olduğu için İstanbul’a gidemediği, Atatürk’ü ziyaret edemediği konusunda birçok tarihi bilgiler, tanıklıklar vardır. Bilinmeyen, İnönü’yü kimin ölümle tehdit ettiği idi. Şengör’ün mektubu bunu açıklıyor.

Recep Zühtü’nün kişiliği bu işlere uygundur. Karabekir’e suikast şüphesinde de ismi geçen şahıstır. Karabekir Günlükler’inde bu suikast tertibini yazmış, İnönü de bunu doğrulamıştır. İkisine göre de suikast şüphelisi, Recep Zühtü’dür. 

Ağustos 1933’teki bu suikast tertibi, Başvekil İsmet Paşa ve Reisiclumhur Atatürk’ün müdahalesiyle önlenmiş, Karabekir’in hayatı kurtulmuştur.

Böylece, Şengör’ün verdiği bilgi olaylara uymakta, İnönü’ye yönelik suikast tehdidinin arkasındaki ismin Recep Zühtü olduğunu ortaya koyarak ‘resmin’ eksik kalmış parçasını tamamlamaktadır.

‘Deli’ raporuyla kurtulmuştu

Recep Zühtü (Soyak) sıradan biri değildir. 1925’ten beri milletvekilidir. 9 Şubat 1935 gecesi on yıldır nikâhsız beraber yaşadığı Fatma Medeniye adlı kadını öldürmüş, hakkında İstanbul Savcılığı soruşturma açmıştır. Fakat Adli Tıp’tan 
“cinayeti işlerken aklî hâlette bulunmadığı ve bu itibarla cezai ehliyetinin olmadığı” yolunda rapor almıştır! Bunun üzerine Recep Zühtü hakkında soruşturmaya gerek olmadığı kararı verilmiş, bu karar 6 Mayıs 1935 Pazartesi günü Meclis’te okunmuş ve Recep Zühtü milletvekilliğine devam etmiştir.

Burada ayrıntıya girmiyorum. İsteyenler 6 Mayıs 1935 günlü Meclis zabıtlarında olayın ve raporun ayrıntılarını görebilir. (Zabıt Ceridesi, Devre V, cilt 3, Sf. 83-84)

1939 seçimlerinde Milli Şef İsmet Paşa, Recep Zühtü’yü listelere koymayarak siyaseten tasfiye etmiştir, çok da iyi etmiştir.

Hasta yatağındaki Atatürk’ü son döneminde birilerinin tecrit ettiği, İnönü’yle ve dargın olduğu eski silah arkadaşlarıyla görüşmesini engellediği yolunda yaygın bir kanaat vardı. Prof. Şengör’ün açıklaması bu muammanın bir boyutuna ışık tutmaktadır.

Bunu yapanlar Atatürk’e de Cumhuriyet’e de kötülük etmişlerdir maalesef.

Demokrasiye geçmek

ARAP ülkelerindeki tek parti rejimleri neden kendi rızalarıyla demokrasiye geçemiyor da Türkiye’de 1946’da İsmet Paşa neden bunu yapmıştı?

Son örnek Suriye’deki Beşar Esad’ın demokrasiye karşı direnişidir. Tunus’ta Zeynelabidin, Mısır’da Mübarek tek parti rejimlerinin diktatörleriydi. Libya’da Kaddafi kendi uydurması “cemahiriye rejimi”nin diktatörüydü. Yükselen toplumsal tepkilerle devrildiler.

Kaddafi feci şekilde öldürüldü. Mübarek ve Zeynelabidin yargılanıyor.

Demokrasiye geçiş kararı verseler de bu akıbete uğramasalar olmaz mıydı?

Hesap vermek zordur!

Aklen öyle ama demokrasiye geçilmesi halinde hesap sorulmasından korkuyorlar. Hür seçimlerde mutlaka “karşı taraflar” iktidara gelecektir. Yarım asırlık diktatörlük döneminde yapılan baskılar, işkenceler, hatta katliamlardan mağdur olanlar hesap soracaktır.

Bundan başka, milyarlarca dolarlık serveti olmayan diktatör yoktur. Bunu siyasi kudretin bir vasıtası olarak elde tutarlar. İşte yüz milyarlarca dolarlık gizli banka hesapları ortaya çıkıyor. Destekçilerinin sadakatini sürdürmek için hukuk dışı transferlerle bir ‘resmi burjuvazi’ de yaratmışlardır...<BR>Demokrasiye geçilirse nasıl hesap vereceklerdir?!

İşte Mübarek’e ve Zeynelabidin’e bunların hesabı soruluyor. İlginçtir ki ‘laikçi’ Tunus diktatörü, ancak teokratik Suudi Arabistan’a sığınabilmiştir! Yine oligarşik bir rejime yani...

Beşar Esad’a başlangıçta sempati duyardım. Yeni nesildi, Baas rejimini biraz yumuşatmış, kapıları hafif açmıştı. Fakat bunu devam ettiremedi, klasik diktatörlerin yolunu seçti. Baas’ın hesabını vermeyi göze almak kolay mı?

Türkiye farkı

Türkiye bu kasırgalara maruz kalmadan, sert rüzgârlarla demokrasiye geçti. Bunun, ciltler tutacak iki ana sebebi var:

Türkiye, bugün bile Arap toplumlarının sahip olmadığı demokrasi tecrübesine daha o zaman sahipti. Milli Mücadele’yi “Devrim Komite Konseyi” değil, hür seçimlerle kurulmuş TBMM yapmıştı... Demokrasinin temel felsefi kavramları zihinlere yerleşmişti, demokratik kurumlar şeklen de olsa devam ediyordu... İsmet Paşa da dürüst bir insandı, hatta tek parti devrinde “aferistler” diyerek eleştirdiği siyasi servet oyunlarına karşı mücadele etmişti. Türkiye’nin iç şartlarının ve dünyadaki gelişmelerin demokrasiye geçmeyi gerektirdiğini görerek çekinmeden bu kararı vermişti. 

İkincisi Demokrat Parti’nin rejimi yıkmayı amaçlayan radikal bir hareket değil, demokrasiye geçişi savunan ılımlı bir hareket olmasıdır. Menderes 1950’de hükümet programını okurken “Devr-i sabık yaratmayacağız” demiştir. Bu terimle kastettiği “eski rejim” kavramıdır. Fransız Devrimi’nde Jakobenlerin “eski rejim”e karşı kanlı tasfiyeler yapması gibi bir tavra girmeyeceklerini açıklamıştır, doğru da yapmıştır.

Kırıp dökmeden

Demokrasi ve demokratikleşme belli bir sosyoekonomik gelişme aşamasından itibaren toplumların ve devletlerin kaderidir! Günümüzde demokrasi çok daha geniş ve derin anlamlar kazanmıştır. 

Önünde durmak sadece saçmalık değil, tehlikeli bir maceradır. Beşar maalesef bu macerayı seçmiştir.

Türkiye’ye gelince, demokratikleşme tarihimizin bugünkü aşamasında geçmişle yüzleşme, özgürlükleri genişletme sürecimizi politik olgunlukla, kırıp dökmeden başarmamız mümkündür. Yeter ki, radikal cinnetlere kapılmayalım

Hiç yorum yok: