9 Şubat 2013 Cumartesi

50. yılında bir darbenin anatomisi-27 mayis ve yargi-İnönü ve ihtilal-Hukuk ve yargı açısından 27 Mayıs-Yassıada cinayetleri-Taha Akyol


Nazlı Ilıcak’ın 27 Mayıs’ı savunan ve karşı çıkan 37 kişinin ‘sözlü tanıklığını’ tarihe aktaran “27 Mayıs Yargılanıyor” adlı kitabı, darbenin 50. yılında yeniden raflarda.


Nazlı Ilıcak Türkiye’de 27 Mayıs’ı ‘yargılayan’ ilk gazetecilerden biridir; diğeri de rahmetli Tekin Erer’di. Nazlı Ilıcak’ın “27 Mayıs Yargılanıyor” adlı kitabının özelliği, mülakatlardan oluşması, belge niteliğinde olmasıdır.

Önce 1974’te Tercüman’da tefrika edilmiş, 1975’te iki cilt halinde kitap olarak yayımlanmıştı. Şimdi Doğan Kitap tek cilt halinde yeni baskısını çıkardı. 

Ilıcak kitabında hem darbecilerle ve darbe yanlılarıyla hem darbenin mağdurlarıyla görüşmüş; onun için belge niteliğinde.

Toker’in yazdıkları
Ilıcak’ın kitabında görüyorsunuz; zaman içinde görüşler nasıl değişip olgunlaşıyor. Metin Toker, 1974’te Ilıcak’a yaptığı açıklamalarda ateşli bir DP düşmanı ve 27 Mayıs yanlısı... Ama sonra “Kantarın topuzunu kaçırmıştık” diye özeleştiri yapacaktır. 1974’te Metin Toker’e Menderes dönemindeki kalkınmayı soran Nazlı Ilıcak Toker’den şu cevabı alıyor:
“Normal bir seyir içinde kalkınma zaten olacaktı, hangi hükümet gelirse gelsin kalkınma meydana gelecekti...” (Sf. 38)
Halbuki merhum Metin Toker, on beş yıl sonra kaleme alacağı kitabında şunları yazacaktır:
Adnan Menderes ‘bütün memleketin bir şantiye haline geldiğini’ söylüyordu. Doğruydu. DP yöneticilerinin, özellikle Adnan Menderes’in CHP’lilere nazaran daha büyük düşündükleri, daha geniş ufka sahip oldukları reddedilemez...” (“DP’nin Altın Yılları”, Bilgi Yayınevi, 1990, sf. 240-241.)



Darbe meşru mudur? 

Nazlı Ilıcak’ın kitabındaki tarihsel belgelerden biri, medeni hukuk profesörü Muammer Aksoy’un söyledikleridir. Merhum Aksoy, ihtilal mahkemelerinin kurulabileceği, geriye yürüyen ceza kanunu çıkarılabileceği yolunda fetva verenlerden biriydi. Ilıcak’ın bu konulardaki sorusuna cevap verirken hâlâ aynı görüşü savunuyor. Hukukun bu temel ilkelerinin “demokratik düzenin normal işlediği zamanlarda tatbik edilecek bir kural olduğunu” söyleyebiliyor! 

Darbe meşru mudur? Aksoy “Hitler’in rejimini veya Stalin’in rejimini tasavvur edelim” diyerek başlıyor darbeyi savunmaya!
Çok ilginç bir yön, Aksoy’un bu fikirleri 27 Mayıs günlerindeki kadar ateşli ve coşkulu savunmayışıdır. Hatta suçu darbecilerden Orhan Erkanlı’ya yüklerken, darbecilerin nasıl baskı yaptıklarını da ‘ifşa’ ediyor:
“Cezaların ağır olması ve mümkün olduğu kadar çok kişinin cezalandırılması için olağanüstü çabalar göstermiş, adeta çırpınmış bir kişiydi. Durmadan fetva toplamak için çalışmış ve aradıklarının çoğunu elde edemedikçe kızmış, lisan-ı münasiple tehditlerde bulunmuştur.” (Sf.129)
Aksoy keşke yaşasaydı, görüş değiştirmez miydi?



Tahkikat Komisyonu

27 Mayıs’ın en önemli gerekçesi olarak Tahkikat Komisyonu gösterilir. Menderes Meclis’te Tahkikat Komisyonu kurarak CHP’yi kapatıp diktatörlüğünü ilan etmek istemişti. Komisyon’a yargı yetkisi bile vermişti! İddia böyle.

Ilıcak’ın kitabında DP’lilerin bu konudaki görüş ve savunmaları var.
Mesela Ahmet Hamdi Sancar DP hakkındaki korkunç iddiaları anlatıyor: “Menderes ve arkadaşları çaldıkları milyonları Avrupa bankalarına yatırmışlardı. Gençleri öldürtüp kıyma makinelerine göndermişlerdi. Türk kadınlarını Amerikan askerlerine peşkeş çekiyorlardı. Anadolu’yu parselleyip Ruslara satıyorlardı! Harp Okulu öğrencilerini imha edeceklerdi...(Sf. 292)”
Tahkikat Komisyonu, bu yalanların gerçek yüzünü ortaya çıkarıp seçimlere gitmek için kurulmuştu. “Anayasa ihlali, vatan ihaneti gibi iddialar işte budur!” (Sf. 293)
Tahkikat Komisyonu’nda görev yapan Nusret Kirişçioğlu, komisyonun raporundan uzun alıntılar yaparak CHP’yi kapatma gibi bir düşüncenin olmadığını kanıtlıyor. Raporda İnönü’ye itidal tavsiye edilerek seçime gidileceğinin vurgulandığını ortaya koyuyor. Komisyonun sadece ‘soruşturma ve tedbir’ yetkisinin olduğuna, yargıya ait ‘hüküm’ yetkisinin komisyonda bulunmadığına dikkat çekiyor. Demek ki Komisyon Anayasa’ya aykırı değildi. (Sf. 387-394)
27 Mayısçı ve 27 Mayıs’a karşı 37 kişinin ‘sözlü tanıklığını’ tarihe aktaran bu fevkâlade değerli belge-kitap için Nazlı Ilıcak’ı tebrik ediyorum. 

27 Mayıs ve yargı


Turkiye 27 Mayıs’a nasıl geldi? Hem Menderes ve Bayar’ın hem İsmet Paşa’nın büyük hataları oldu. Siyasi tercihlere göre ‘öbürü’nü daha kusurlu bularak tartışmak mümkündür.
Ama iki husus var ki, olaylarla doğrulanmış gerçeklerdir:
-  27 Mayıs, kendisinden sonraki cuntalara, darbe teşebbüslerine, darbelere, hatta ‘silahlı devrim’ hareketlerine yol açtı. Çünkü meşruiyetin kaynağını “seçim” kavramından “devrim” kavramına kaydırdı.
-  27 Mayıs, yargıyı politize etti; yargıyı ideolojisine göre yapılandırdı. Demokrasi üzerinde ‘yargısal vesayet’i 27 Mayıs kurdu. Ben bugün bunun üzerinde duracağım.


‘Devrim hukuku’

27 Mayıs’ın “devrim” sayılması, klasik darbelerin ötesinde bir ‘devrim hukuku’ anlayışına yol açtı: Masumiyet karinesi, doğal hâkim, cezaların geriye yürümezliği gibi temel hukuki prensipler “devrim dönemleri”nde geçerli olmazdı! Bunu koca koca profesörler söyledi!
Merhum Abdi İpekçi’nin anlattığı gibi, bu ‘hukuk profesörü’ne göre:
-  DP’lilerin hepsi, aksi ispat edilene kadar suçludur! Masumiyet karinesi normal zamanlarda geçerlidir, şimdi “devrim” zamanıdır, DP’liler bu kuraldan yararlanamaz! İmza: Ünlü medeni hukuk, idare hukuku, anayasa hukuku prof.ları!
İhtilalciler serbest bıraktıkları DP’lileri de bu ‘fetva’ üzerine yeniden tutuklayacaklardı!
-  Doğal hâkim ilkesi normal zamanlarda geçerlidir, şimdi devrim zamanıdır! DP’lileri yargılamak için özel mahkemeler, devrim mahkemeleri kurulabilir! Yassıada Divanı böyle kuruldu. Bu görüşe sadece ceza hukukçusu Prof. Tahir Taner karşı çıkmış, medeni hukuk Doçenti Muammer Aksoy ise Prof. Taner’i ‘inançsız’ diye suçlamıştı; devrime inançsız!
-  Devrim dönemlerinde geçmişe yürüyen ceza yasası çıkarılabilir! DP’lilere yüklenen suç ‘anayasayı ihlal’di ve cezası idamdı. Yargılanan 588 kişiye bu ceza verilebilir miydi?! Anayasayı ihlal suçuna ikinci derecede (fer’an) iştirak diye bir suç uydurdular ve bunu geçmişe yürüterek 400 kadar DP’liye bu suçtan ceza verdiler!
Bu korkunç ‘fetva’lardaki imzalar birer kara lekedir. İsimleri merak edenler Abdi İpekçi ile Ömer Sami Coşar’ın “İhtilalin İç Yüzü” adlı kitabına bakabilirler! (Sf. 276, 316-323) 



‘Bağımsız’ yargı

Yassıada Mahkemesi bu fetvalarla kuruldu; başkanlığını Yargıtay Başkanı Recai Seçkin kabul etmedi çünkü hukuka aykırı buluyordu. Mahkeme başkanlığına getirilen Salim Başol’un şu sözü yargılamanın niteliğini göstermeye yeterlidir:
- Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor.
Darbeciler, evet Anayasa Mahkemesi’ni kurmakla iyi ettiler ama Salim Başol’un üye yapılması ve Anayasa Mahkemesi’nin 27 Mayıs’la ve DP’lilerle ilgili konularda verdiği birçok karar, bu mahkemenin nasıl kadrolaştırıldığının kanıtıdır.
Bununla yetinmediler! Danıştay üyelerinin yarısını, vatandaşın günlük işleriyle ilgili davalara bakan Yargıtay’da ise üyelerin altıda birini ve adli yargıda 520 hâkim ve savcıyı ‘emekliye sevk’ yoluyla tasfiye ettiler. Böylece “27 Mayıs Devrimi”ne uygun bir yargı yapılanması yarattılar.
Hizaya getirdikleri bu yargıya da sözüm ona ‘bağımsızlık’ verdiler.



‘Devrimci yargı’

Yargıtay başkanlarının Adli Yıl açış konuşmalarında geleneksel olarak sadece ‘hukuki’ konuşma yaptıkları halde, 1960’ların ortalarından itibaren ‘devrimci’ siyasi konuşmalar yapmaya başlamaları tesadüf değildi.
Dostlar arasındaki sohbette bile “Menderes iyi adamdı” demenin suç olduğuna hükmeden Yargıtay, bu ‘yapılandırılmış’ Yargıtay’dı.
Merhum Ecevit’in 1970’lerde “Yargı devrimcilerin elindedir” sözleriyle tanımladığı da 27 Mayıs’ın yapılandırdığı yargıydı! (Atatürk ve Devrimcilik, sf. 106)
Şu iki eseri okumadan 27 Mayıs’ın günümüze kadar uzanan tahribatını anlamak mümkün olmaz:

- Nazlı Ilıcak, 27 Mayıs Yargılanıyor, Doğan Kitap 2010.
- Dr. Osman Doğru, 27 Mayıs Rejimi, İmge Kitabevi 1998.


İnönü ve ihtilal


İSMET Paşa 27 Mayıs darbesinin neresindedir?    İsmet Paşa’nın ordu üzerindeki etkisini anlatmaya gerek yok. Böyle bir şahsiyetin, Adnan Menderes’i, 1954’te petrol ve yabancı sermaye kanunları yüzünden ‘vatanı satmakla’ suçlaması elbette subayları etkilemiş, cunta çalışmaları o sıralarda başlamıştır.

Fakat Güneri Cıvaoğlu’nun haklı olarak belirttiği gibi, İsmet Paşa hiçbir zaman askere “ihtilal örgütü kur” demiş değildir.
Ancak bu gerçek, İnönü’nün, üstelik ordu üzerindeki büyük nüfuzuyla, “ihtilale yeşil ışık yaktığı” gerçeğini ortadan kaldırmaz.



Karşılıklı paranoyalar
Türkiye’nin 27 Mayıs felaketine sürüklenmesinin sorumlusu hem muhalefet hem iktidardır. Erdal İnönü ile birlikte SODEP’i kuran değerli araştırmacı Tevfik Çavdar’ın da belirttiği gibi, İsmet Paşa ve CHP yıkıcı, tahrikçi bir muhalefet yapmıştır.

Menderes’in bakanlarından Rıfkı Salim Burçak’ın yazdığı gibi de Menderes ve Bayar buna sertlikle, baskıyla karşılık verme hatasını işlemişlerdir.
DP’nin paranoyası, İnönü’nün orduya darbe yaptıracağıdır. Önlemek için muhalefete, basına ve yargıya ağır baskılar uygulamışlardır!
CHP’nin paranoyası ise DP’nin diktatörlük kuracağıdır. Önlemek için gençliği ve orduyu tahrik etmişlerdir!
Birbirlerini körükleyerek 27 Mayıs’a gelinmiştir!



İhtilale yeşil ışık
Olayların en yakın tanığı olan rahmetli Metin Toker, “İsmet Paşa’yla On Yıl” adlı kitabının ilk baskısında, “Ordu+CHP=İktidar” formülünün gerçek olduğunu yazar! (Cilt 3, sf. 101)
Yine Metin ağabeyin yazdığı gibi:
“İhtilale yeşil ışığı onun (İnönü’nün) yaktığı bir gerçektir...” (Cilt 2, sf. 237)
Askerlere emir vererek değil elbette... 
İki tarafta da karşılıklı paranoyalar zirveye tırmanırken, İsmet Paşa’nın “Şartları gerçekleşirse ihtilal meşru olur” sözünün subaylar üzerindeki etkisini tahmin etmek zor değildir.
O dönemde meşhur bir “kıyma makineleri” fısıltısı vardır. Menderes yüzlerce genci öldürtmüş, izlerini yok etmek için cesetlerini kıyma makinelerinden geçirtip hayvan yemi yaptırmıştı!
İnönü bunu araştırmak için CHP bünyesinde bir komisyon kurdurur! Komisyon haftalarca çalışıp raporunu hazırlar: Bu fısıltı tamamen yalandır!
Komisyon Başkanı Kamil Kırıkoğlu, raporu İsmet Paşa’ya takdim eder... İsmet Paşa’nın tepkisi:
“Olmaz! Yoktur demeyeceksiniz! Vardır imajı vereceksiniz!” (K. Kırıkoğlu, Anılar, sf. 103)



Tarihte İnönü
İsmet Paşa Cumhuriyet tarihinde şiddet kanunu olan Takrir-i Sükun’un uygulayıcısıdır ama demokrasiye geçiş gündeme geldiğinde her zaman Atatürk’ten daha istekli oldu. Takrir-i Sükun’u ve İstiklal Mahkemeleri’ni kaldırmaya Atatürk’ü ikna eden İnönü’dür.
1946’da demokrasiye geçişte iç ve dış şartların rolü çok önemlidir ama İnönü bunu isteyerek de yapmıştır.
Albay Talat Aydemir’in 1962 ve 1963’teki darbe teşebbüslerinin ancak Başbakan İnönü’nün tarihi şahsiyetinin ağırlığıyla bastırıldığı bir gerçektir. Zaten kendisine karşı yapılacak bir darbeye “yeşil ışık” yakması düşünülemezdi.
Bunlar doğru ama 27 Mayıs darbesine yeşil ışık yaktığı, hatta siyaseten ortamını hazırladığı da bir gerçektir. Menderes’in idamını önlemek için Komite’ye mektup yazmakla yetinmiş olmasını bile ben ‘kusur’ sayarım.
Netice: Bütün darbeler yanlıştır; bütün baskı politikaları yanlıştır!


Hukuk ve yargı açısından

27 Mayıs


27 MAYIS darbesinin de Menderes’le arkadaşlarının idam edilmesinin de temel gerekçesi “anayasayı ihlal” iddiasıdır: Menderes Meclis’te CHP hakkında Tahkikat Komisyonu kurmuştu, bu şekilde CHP’yi kapattırarak diktatör olacaktı... 27 Mayıs demokrasiyi kurtarmıştı!

27 Mayıs’ı savunanların tezi budur.
Şimdi Demokrat Partililerin yargılandığı Yassıada Mahkemeleri’ne gidelim. 18 Mayıs 1961 günlü duruşma... Tahkikat Komisyonu Başkanı DP’li Nusret Kirişçioğlu sorgulanıyor.
Kirişçioğlu, Tahkikat Komisyonu’nun nihai raporunu anlatıyor: CHP’nin kapatılması falan yok, sadece yıkıcı muhalefet yaptığına dair örnekler veriliyor, İnönü’nün bunları önlemesi isteniyor.
Fakat Yassıada’daki ‘devrim mahkemesi’nin Başkanı Salim Başol, diyor ki:
“İddiaya göre bu raporda varılan neticeler yumuşaktır. Kamuoyunun baskısı altında yumuşak olmuştur. Daha sert neticelere varılacaktı!” (Yassıada Zabıtları, Anayasa Davası, cilt I, sf. 440)



Adaleti hukukçular katletti!
Mahkeme Başkanı Başol’un sözleri utanç vericidir! Toplam üç bin sayfa tutan mahkeme zabıtlarında böyle yüzlerce örnek vardır.
Bugün hiçbir hukukçu yüzü kızarmadan bunu savunamaz.
Yassıada Mahkemesi, delillere göre değil, İstiklal Mahkemeleri gibi, “olacaktı, yapılacaktı” tasavvuruyla, ‘niyet okuma’ metoduyla idam kararları vermiştir.
Menderes, Zorlu ve Polatkan bu yolla ‘siyaseten katl’ edildiler.
27 Mayıs darbesinin hukuk tarihimizdeki korkunç tahribatı, Yassıada faciasından ibaret değildir.
Hukuk profesörlerinin utanmadan “devrimler normal hukuk kurallarıyla bağlı olmaz” diyerek verdikleri fetvalarla İhtilal Mahkemeleri kuruldu, bu fetvalarla geriye yürüyen ceza kanunları çıkarıldı. Merhum Abdi İpekçi “İhtilalin İç Yüzü” adlı kitabında hukuk profesörlerinin bu utanç verici fetvalarını anlatmıştı. (Sf. 276, 317, 322)
Dahası, 27 Mayıs Danıştay ve Yargıtay’da hâkim ve savcı kıyımı yaptı. Anayasa Mahkemesi’ni de kendi kafasındaki yargıçlardan oluşturdu. Sonra da “yargı bağımsızdır” denildi!
Böylece adaletin en önemli ilkelerinden biri olan “yargının tarafsızlığı” da 27 Mayıs’ta katledildi!
Adalet, hâlâ çıkamadığımız bir dehlizin içine atıldı böylece.



Karşılıklı saplantılar
Ben Menderes yanlısıyımdır ama bugün tarihten ders alınması için şunu belirtmeliyim: 27 Mayıs’a sürüklenmemizde Menderes ve Bayar’ın da İnönü’nün de veballeri vardır.
İnönü’nün ‘vatanı satıyorlar’ propagandası daha 1955’te orduda cuntaların kurulmasına yol açtı. Aynı sebepten Kemalist gençlik ve Kemalist üniversite militanlaştı.
Metin Toker “İnönü ihtilale yeşil ışık yaktı!” diye yazmıştı. (İsmet Paşa’yla On Yıl, Cilt 2,  sf. 237)
Çünkü İnönü, Bayar ve Menderes’in diktatörlüğe gittikleri saplantısına kapılmıştı...
Bayar ve Menderes ise “yalan haberleri, ihtilal tahriklerini önleyeceğiz” diye basın ve muhalefete gittikçe ağırlaşan baskılar yaptılar. Çünkü İnönü’nün daha 1950’lerin başından itibaren ihtilal hazırladığı saplantısına kapılmışlardı...
Karşılıklı vehim ve sert kavgalarla yuvarlanan kartopu çığa dönüştü, Türkiye 27 Mayıs darbesinin altında kaldı, seçimlere gideceğini açıklamış meşru iktidar süngüyle devrildi! Adalet katledildi!
Elli birinci yılında 27 Mayıs’ı kınıyorum.

Yassıada cinayetleri

KÜLTÜR  ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ı telefonla kutladım, kamuoyu önünde de açıkça kutluyorum; “Yassıada Demokrasi Müzesi”  projesi için...
Daha önce bu köşede birkaç defa yazdığımız dileğimi, Günay’a da ilettim:
Adnan Menderes’in sekiz ciltlik konuşmalarını, üzerinde akademik bir çalışma yaparak yeniden yayımlamak...
 Bu konuşmalar yirmi yıl önce Demokratlar Kulübü tarafından yayımlandı. O günün tekniğiyle yapılmış bir baskı... İndeksi yok, açıklayıcı notları yok... Üstelik çoktan tükendi.
‘Akademik edisyon’ niteliğinde yeni baskısının yaptırılması fikrini Sayın Günay çok olumlu buldu, fakat haklı bir tereddüdü var:
- Nihayet siyasi bir liderin konuşmalarını bizim yayımlamamız doğru olur mu, bakmam lazım. Ama belge yayını, akademik araştırma, müzenin çeşitli materyallerle zenginleştirilmesi gibi çalışmaları muhakkak yapacağız.

 Meclis yayımlasın
 Bu durumda, aynı dileğimi TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek’e iletiyorum. Nitekim İsmet İnönü’nün konuşmalarını TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu 1993 yılında üç büyük cilt halinde yayımladı; muhalefet lideri olarak yaptığı konuşmalar dâhil... Çok da iyi oldu.
Üstelik, Menderes artık bir parti lideri değildir; milli iradenin üstünlüğünün simgesidir...
Darbelere karşı olmanın simgesidir...
Yassıada’daki idamların, daha doğrusu “siyaseten katl”  cinayetinin bu sene 60. yıl dönümüdür. Menderes’in bütün konuşmalarını yayımlamak ‘zamanın ruhu’na da TBMM’nin işlevine de yakışır.
İnönü’nün TBMM tarafından 1993’te yayımlanan konuşmalarının önsözünü Hüsamettin Cindorukyazmıştı, iyi de etmişti...
“Menderes’in Bütün Konuşmaları” nı da TBMM yayımlamalı, önsözünü Cemil Çiçek yazmalıdır.
Metinleri yayına hazırlamak için gereken akademik çalışmayı Adnan Menderes Üniversitesi’ndeki akademisyenler yapabilir; çok da anlamlı olur.

Hukukun düşkünlüğü
 Bu meseleyi böylesine önemseyişimin tek sebebi, siyasi görüşlerim değildir. Daha önemlisi, “Yassıada yargılamaları” nın korkunç bir hukuk cinayeti olmasıdır.
‘Devrim’ adına hukukun en temel kuralları olan “tabii hâkim”  ve “geçmişe yürüyen ceza kanunu çıkarılamaz”  ilkeleri çiğnenmiştir! Avukatlar tutuklanmış, savunmalar kısıtlanmış, belgeler tahrif edilmiştir!
Demokrasi dönemimizde yargının yaptığı hiçbir hukuk ihlali, bu boyutlarda olmamıştır.
Fransa’da Binbaşı Dreyfüs’ün siyasi husumetle mahkûm edilmesine yazar Emile Zola isyan bayrağını açmış, çığ gibi büyüyen adalet mücadelesi sonunda Dreyfüs beraat ettirilmişti.
Bu, Fransa’da ‘devrimin hizmetindeki yargı’ geleneğinden, hukukun üstünlüğüne geçişin en büyük virajı olmuştu...
Celal Bayar’ın Kayseri Günlüğü ’nde yazdığı gibi, Yassıada’da yüzlerce Dreyfüs faciası icra edildiği halde bizde bir tane Zola çıkmamıştı! Aksine bu hukuk cinayetlerinin altında “hukuk profesörleri” nin ve “Yargıtay yargıçları” nın imzaları vardı! Aydınlar da alkışlamışlardı!
Şimdi idamların 60. yıl dönümünde, Türkiye’de Zola’ların artık mevcut bulunduğunu göstermenin zamanı çoktan gelmiştir.
Menderes’in konuşmaları yayımlanmalı... Yassıada Müzesi açılmalı... Altmış yıldır üç maymunu oynayan Hukuk Fakülteleri Yassıada yargılamalarını akademik araştırma konusu yapmalıdır...
Düzeltme notu:  TBMM elbette 23 Nisan 1920’de açıldı, dünkü yazımdaki “1923”  kaydı, düzeltmeyi gerektirmeyecek kadar açık bir ‘sehiv’dir.

Hiç yorum yok: