9 Şubat 2013 Cumartesi

Demokrasiye geçiş sürecinde iki ülke İnönü ve Esat-Taha Akyol


Suriye ile ilgili son haber, “Baas Partisi dışında parti kurulmasına izin verilmesi” dir. Suriye “Tek partiden çok partiye”  geçiyor...
Osmanlı dönemindeki çok partililiği ve Milli Mücadele Meclisi’ndeki çoğulculuğu saymazsak,Türkiye 1946’da “Tek partiden çok partiye geçmeye”  karar verdiğine göre, Suriye 65 yıl arkadan geliyor!
Ben bu olaya İnönü hayranlığıyla da, İnönü düşmanlığıyla da bakmıyorum.
İki ülkenin siyasi gelişmişliğinde niye böyle yarım asırlık bir fark olduğunu iyi araştırmak gerektiğine inanıyorum.

İsmet Paşa faktörü
 İnönü, İkinci Dünya Savaşı sonrasının dünyasını iyi görmüştür. Rus-Sovyet tehdidine karşı, öteden beri Batı Avrupa ittifakına inanmaktadır ve görmektedir ki artık bunun ön şartı demokrasiye geçmektir.
‘Memleketi Hasolar, Memolar mı?’ idare edecek diyenlere İnönü’nün iki cevabı önemlidir:
-  Dış politika bakımından, “Türkiye İspanya değildir...”  Yani, Türkiye coğrafyasında, Avrupa’nın öteki ucundaki Franko rejimi gibi otoriter bir rejim yürütülemez...
-  İç politika bakımından, “Türkiye artık Atatürk ihtilal metotlarıyla yönetilemez...”  Yani, iç şartlar da demokrasiye geçişimizi gerektirmektedir. Şevket Süreyya gibi yazarlar da ‘Tek Parti’ rejiminde daha 1930’larda “yorgunluk”  başladığını ve giderek “çarkların boşlukta döndüğü”nü belirtmişlerdir.
‘Şartlar İnönü’yü demokrasiye mecbur etti’ demek, yüzeysel bir ifade olur. İnönü değişen ülke ve dünya şartlarını görmüştür, bu bir...
İkincisi, Atatürk Fransız İhtilali’nden çok etkilendiği halde, İnönü’nün Fransız İhtilali’ni öven sözleri yoktur. İnönü ‘İngiliz demokrasisi’ne daha çok ilgi duymuştur. Savaş boyunca bu konuda kitaplar okumuştur.
‘Atatürk’ten ileri bir şey yapmak’ gibi insani bir duygusu da vardı. Demokrasiye geçişin işaretini 1939’da vermiş, tabii savaş şartlarında bu mümkün olmamıştı...
Bu konuda İnönü’yü takdir etmemek insafsızlık olur.

Bizde demokrasinin kökleri
 Bütün İslam dünyasından hatta bir bakıma bazı Doğu Avrupa ülkelerinden önce 1946’da Türkiye’nin demokrasiye geçmesini sırf İnönü’ye bağlamak da yanlıştır.
Demokrasi kültürünü ve temel demokratik kavramların yerleştiğini Osmanlı Mebusan Meclis’i tutanaklarında da görürüz.
23 Nisan 1923’te Ankara’da hür seçimlerle TBMM açılmıştır, kimse ‘acemi’ değildir; çünküparlamento usulleri ve kavramları çoktan özümsenmiştir. Meclis’te İslamcılar da liberaller de, komünistler de, devrimciler ve ıslahatçılar da vardır.
Hür tartışmalar olmaktadır.
Hatta İkinci Meclis dediğimiz 1923-1927 döneminde bile bu tamamen yok olmamıştı.
1927-1946 devresi, demokrasi tarihimizde bir gerileme dönemidir; ama demokrasi birikimi derinlere gittiği için o birikim üzerinde 1946’da demokrasiye geçmek kolay olmuştur.
Suriye ve diğer Arap ülkelerinin ‘modern’ tarihinde böyle bir demokrasi birikimi yoktur, onların birikimi sadece ‘Tek Parti’dir; Baasçı, Arap Sosyalisti tek partiler...
Onun için demokrasiye geçişte zorlanıyorlar, ayaklanmalarla demokrasiye geçiyorlar.
Bizim bile altmış yılda nasıl sıkıntılardan geçtiğimiz meydanda... “Arap baharı”nın da önünde ciddi sıkıntılar var tabii.
Pişmeden çiğlikten kurtulmak mümkün olmuyor.

Hiç yorum yok: