12 Ocak 2013 Cumartesi

Milleti Tarih Meydana Getirir-Bekir Fuat


Bu topraklar bizim için ne ifade ediyor? Salt bir coğrafya mı, yoksa bir vatan mı? Ya bizler? Neyiz, kimiz? Dünyanın kuruluş hikâyesindeki “Big Bang” olayı gibi, bizim de millet olarak, devlet olarak bir “Big Bang”imiz, bir büyük patlamamız var. O Big Bang şudur: Osmanlı yüzyıllardır savaştığı Batı’yla son bir savaşa daha girdi ve “kaybetti.” Yedi düvele yenik düştü. Parçalandı ve ne olduysa ondan sonra oldu.

Cumhuriyetin “yaban” nesilleri
Millet can havliyle bir istiklâl mücadelesine girdi, yokluk ve yılgınlıkla da olsa, kalan son Osmanlı toprağı üzerinde bir cumhuriyet kuruldu. Egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olacağı bir cumhuriyetti bu. Fakat devletin yönünün ne olacağı belirginleştikçe milletin egemenliği hayali de suya düşüyordu. Müslüman ahali cumhuriyeti tam anlamıyla Yakup Kadri’nin romanındaki gibi “yaban” hissetti.

Devlet-i ebed müddet…
Bugün Türkiye’de, cumhuriyetin kuruluşundan tevarüs edilmiş bir kafa karışıklığını bütün ağırlığıyla üzerimizde hissediyoruz. Ece Ayhan, birkaç yazısında Cemal Süreya, Sezai Karakoç ve İsmet Özel için “cumhuriyetle yaralanmışlardır” der. Bugüne bakınca, ister istemez şöyle düşünüyorum: Hepimiz cumhuriyetle yaralandık.
Osmanlı haritasının parçalanması, bizim zihin haritamızın parçalanmasıydı. Cumhuriyet, maalesef, bu parçalı zihinleri toparlayamadı. Milletin aidiyet duygusu da zedelendi. Yüzyıllardır milletin içinde var olan “devlet ebed” duygusu dumura uğradı. Zirâ bütün devrimler jakoben, yani tepeden inmeciydi. Bir halk devrimi değil, bir elitler devrimiydi.
Akira Kurosawa’nın filmi “Düşler”de, şöyle bir sahne vardır: Adamın biri, ünlü ressam Van Gogh’a kulaklarını neden kestiğini sorar. Van Gogh, hatırladığım kadarıyla şöyle cevaplar: “Kendi portremi yapıyordum, kulakları oturtamayınca, kesip attım.” Cumhuriyetin durumu bana hep bu hikâyeyi çağrıştırır. Kulakların yerine pek çok şey konulabilir: Kürtler, İslamcılar, Aleviler, Hilafet vs. Sanki şu günlerde, devlet yeniden kendi portresini yapmaya girişmiş ve bu kez Türk’ü o portreye bir türlü oturtamıyormuş gibi geliyor bana. Ve elde neşter… (Bu mevzu derin mevzu.)

Millet aslına rücû edecek mi?
Aslına bakarsanız, cumhuriyetin resmetmeye başladığı portre hala yapılamamış, hâlâ üzerinde çalışılan bir portredir. Bu portre birçok renkten, birçok unsurdan, birçok kokudan oluşuyor. Er geç bu portre de zamanla tek bir renge, tek bir unsura, tek bir kokuya dönüşecek; sözün kısası bu portre de kaçınılmaz olarak aslına rücû edecek. O vakit, bugün adına Türkiye dediğimiz coğrafya üzerinde yaklaşık bin yıl içinde farklı etnik kökenlerden unsurların müştereken oluşturduğu bu millet aslî kimliğine kavuşacak, kafa karışıklığı dağılacak.
Nedir aslına dönülecek olan? Elbette, bu milletin hem birleştirici harcı, hem ortak değerleri, hem de dünya görüşü olan İslâm inancı ve kültürüdür. Çerkezler, Boşnaklar, Araplar, Arnavutlar gibi Kürtler de bu milletten gayrı değil.

İslâm kimliği bize yeter
Millet dediğimiz varlıklar günlük kararlarla, halk oylamasıyla falan kurulmaz. Milleti tarih meydana getirir. Tarihin birbirinin içinde erittiği, “bir”leştirdiği etnik unsurların hiçbiri o milletten gayrı düşünülemez. İslâm kimliği elbette bize yeter, bin yıl boyunca nasıl yettiyse bugün de yeter. Üstelik İslâm kimliği etnik kimliklerin inkârını da gerektirmez. Büyük, geniş, bereketli coğrafyamızda Türkmen’le Kürt, Kürtle Boşnak, Boşnakla Çerkez aynı milletin çocukları. Aynı kaderi paylaşan insanlar...
İçinde bulunduğumuz şu zaman diliminde daha gür sesle söylemek lâzım; bu ülkede Müslümanlık dışı bir dünya ve hayat tasavvur eden her kim olursa olsun, ne türden bir kavmiyetçilik güderse gütsün emperyalist-kâfir sistemin hizmetinde demektir. Çünkü İslâm, bu ülkenin çocuklarını bir arada tutan tek değer. İslâm bu ülkeyi vatan kılan tek şey aynı zamanda.

Hiç yorum yok: