12 Şubat 2012 Pazar

Anıtkabir Mason Projesinin Ürünüdür - Cezmi YURTSEVER


İlk kez 1996 yılı içinde ziyaret etmiştim Anıtkabir’i. Ailem ile birlikte Adana’an yola çıkıp, Pozantı-Niğde-Ürgüp yolunu izleyerek gelmiştim Ankara’ya. Mesleğim gereği Tarih öğretmeni olmanın verdiği duygularla sevgi ve saygılarımı sunacak ve dua edecektim Türkiye’’nin kurucu lideri Gaz Mutafa Kemal’e.
Anıtkabir’e adım attığımda yürüyüş yolunun kıyısına arslan başlı heykelleri gördüm. Sanki gelenlere “hoş geldin” der gibiydiler. Sonra ağır ağır ilerleyerek Mozolenin bulunduğu sütunlar içinde bulunan asıl Anıtkabir bölümüne yaklaştım. Eşim ve çocuklarım da benimle beraber idi.
Atatürk’ün mezar taşı olarak kabul edilen mermer bir lahitin yanına geldiğimde herkesin sessizce yürümekte olduğunu gördüm. Askerler nöbette ve gelenleri e gözlemci olarak izliyorlardı. Lahit yakınında iken inandığım değerler uğruna hayattan göçmüş (vefat etmiş) Mustafa Kemal için dua ettim.
Sonra Anıtkabir’de bulunan Atatürk’ün okuduğu kitapları, kullandığı eşyaların bulunduğu salonları da gezdim. Ve kafamda hep bir soru işareti kaldı:
- Atatürk ölmemiş miydi?
- Aynı zamanda İslam ülkesi olan Türkiye’de Atatürk’ün islam inancına bağlı gösteren en küçük bir işaret veya sözcük neden yoktu!
MISIR TAPINAKLARI ÖRNEĞİNDE
Görev yaptığım Adana Fen Lisesine gelip de tarihi kitapların bulunduğu kütüphanede balık istifi atılmış kitaplar arasında 1930’lu yılların başlarında yayınlanmış Orta mektepler için Tarih kitabını buldum. Bütün dünya milletleri Ortaasya’dan göç etmişlerdi. Eski Mısırlılar, Yunanlılar, Sümerler, Romalılar, Hintlier, Çinliler Türk asıllı gösteriliyordu. Bu düşünce esas alınarak Mısır firavunu II. Ramses aynı zamanda bir Türk hakanı idi. Atarımız Yunanlı idi. Truvalılar, Aristo, Eflatun hep Türk asıllı düşünür ve aynı kökten geldiğimiz insanlardı. O zaman karar verdim: Atatürk’ün ölümünden yılar sonra onun adına Anıtkabir yapmaya karar verenlerin neden eski Mısırlılara ait Karnak ve Luksor tapınakları modelini esas aldıklarını.
ANADOLU’DA 64 BİN KAFATASI NEDEN ÖLÇÜLDÜ!
1930’lı yılarda düzenlenen Türk Tarih kurumu Toplantı tutanakları olan kitapları buldum Fen Lisesinin tarihi kitaplığında. Tarihçiler Türk’ün tanımını yaparken özellikle Atatürk’ün sarı saçlı mavi gözlü ve beyaz ırk formuna benzer ve Brakisefal örneğinde olduğu hakkında tebliğler vermişlerdi. Bahsi geçen tebliğ metinlerini hayretler içinde okudum. Atatürk dalkavukları onun öve ve göklere çıkarıyor ve onun kafatasını Türk ırkının en iyi örneği kabul ediyordu.
Afet İnan adındaki şakşakçı bir hanımın harita üzerinde Alaiye şehir ismini bir çırpıda değiştirip Alanya yaptığını öğrenince tarihi tersinden araştırmaya ve sorgulamaya karar verdim. Atatürk’ün kafatasında ilahi özelik arayanlar Belçikalı kafatası profesörü PİTTARD’a Türk ırkının kafatası formülü bile çıkarmışlardı. 1930’lu yıların sonlarında önce Atatürk’ün kafatası ölçülmüş, daha sonra Anadolu’nun her yerinden mezarlar açılarak kafatasları ölçülmüştü. Adana Türkocağı’nın davetlisi olarak konferans vermeye gelen Reha Oğuz Türkan ile özel bir sohbet ortamında “Anadolu’da kaç kafatası ölçüldü?” sorusunu sordum. Ve orada “Ben dahil 64 bin kafatası ölçüldü” cevabını vermişti.
Afet İnan ve Atatürk
Atatürk’ün 10 Kasım 1938’de ölümü ve onu izleyen günlerde yaşananları araştırdım. 11 Kasım 1938 günü askeri darbe ile İnönü Cumhurbaşkanı oluvermişti. İnönü ekibinin perde arkasında ilk yaptığı icraat Atatürk’ün cenazesinin bulunduğu Dolmabahçe salonundaki Atatürk heykelinin demir vidalarını sökerek bir kamyona yükleyip bir depoda paramparça etmeleri belgelerine ulaştım. Atatürk’ün cenaze töreni ayrıntılarını inceleyince Cenaze namazının kılındığını gösteren 1 adet fotoğraf bulamadım. Sonra öğrendim ki Hükümet laiklik inancı gereği cenaze namazının halk ile birlikte camide değil hiç kılınmamasından yana bir politika izlemişti. Atatürk’ün kız kardeşi Makbule hanımın isyan edercesine kavgası sonucu cenaze yerinden alınarak bir odada ve kapılar kapatılarak namazın kılındığı kamuoyuna açıklanmıştı. Kılınıp kılınmadığı da tam belli değildi.
Atatürk’ün cenazesi Dolmabahçe’den alınarak önce vapura sonra da trenle Ankara’ya taşınmış, Etnoğrafya müzesine konmuştu. Cenaze töreni ile ilgili çok sayıda fotoğraf ve kısa film vardı. Ancak bir kare eler havaya kalkarak dua sahnesi yoktu.
Sistemi kurgulayanlar kendileri için bir ilah (tanrı) bulmuşlardı, adına da ATATÜRK denilen. O’nun fotoğrafları, heykelleri, ayakkabıları velhasıl her şeyi kutsallaştırılıyordu. Ve o atık konuşmalarda “Ulu önder” idi. O’nun adına insanlar yargılanıyor ve cezalandırılıyordu.
Atatürk’ü kutsallaştırıp ilahlaştırmak isteyen aktörlerin ortak kimliğini araştırdım: Büyük çoğunluğunun mason olduğunu gördüm.
ABD’deki Mason devlet başkanları için yapılan mozole tarzı mezarların 1953 yılında Atatürk için de örnek alındığı bilgisine ulaştım. Ama Washington’daki mason tapınak modeli loca ile Anıtkabir’in tıpatıp benzer olduklarını görünce kararımı verdim: Atatürk, onu ilahlaştırmak isteyen mason düşünce çerçevesinde mason tapınağı örneği olan Anıtkabir’de yakmaktadır. Oysaki Atatürk’ün peşinden giden Türk milleti vatan mücadelesinde ölenler için Türk bayrağı veya kur’anda alınma “Külli nefsin zaikat’ul mevt” yazılı “Her can ölümü tadacak ve toprak olacaktır” sözleri yazılı olan semboller altında toprağa veriliyor ve o anda da Kur’an okunuyordu. Merak ettim: Acaba Atatürk, 1953 yılında toprağa verilirken başında kur’an okundu mu! Yoksa laiklik inancı gereği dini törene önem verilmedi mi.
Washington Mason Tapınağı
Velhasıl sistem “Atatürk” adında yaratmak istediği ilahı ile övünmeye devam etti, yılardır. Oysa o ilahın cansız bedeni ve ondan kalan eşyaları sadece birer hatıranın yansıması idi. Ama onu asıl önemli kılan Çanakkale savaşında bu ülke insanlarının imanı ve inancına seslenmesi ve zafere gitmesi idi.




Hiç yorum yok: