12 Şubat 2013 Salı

Atlarımızın adları bile-Yavuz Bülent Bakiler


AT deyince, aklımıza nedense hep Arap atlarıyla İngiliz atları geliyor. peki ya Türk atları? Ömrünü at sırtında geçiren, atı en iyi bir şekilde evcilleştiren ve Türkistan'danuzak iklimlere at üzerinde giden bir milletin atları olmaz mı?
At, benim içimi ısıtan, yüreğimi ışıklandıran mübarek bir hayvan. Millet olarak bizim genlerimizde at sevgisi de var. bu bakımdan 'At, avrat, pusat!' inancımız, binlerce yıldan beri devam ediyor. Yani biz millet olarak atı, kadını ve silahı vazgeçilmez vemübarek bilmişiz.
Atın, insanla melek arasında bir yaratık olduğunu, galiba Necip Fazıl Kısakürek'in ATA SENFONİ isimli kitabında okumuştum ve atların da insanlar gibi rüya gördüklerini çok kişiden dinlemiştim.

Anadolu Türk'ü gibi, bütün Türk toplulukları da atların ve onların kara gözlü ceylan taylarının, evlerimize uğur getireceğine bereket ve rahmet yağdıracağına inanıyor.
Kendi kendime çok düşünmüşümdür: 'Atı, avradı, pusatı' mübarek bilen milletimizin neden meşhur atları yok? İngiliz ve Arap atları yanında neden Türk atlarından da bahsedilmiyor?
Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinin Anadolu'daki haralarını çok gördüm. Haralar, yani at yetiştirilen ahırlar ve büyük çayırlıklar vardı ama atlar yoktu. At arabalarının sıska, yorgun, zavallı hayvanları ise at olmaktan çıkmışlardı. Gözüm, mağrur küheylanlara hasretti. Ben Türk atlarının güzelliğini ilk defa 1984 yılında Karabağ'da gördüm. 8-10 Karabağ atı, birden bire gözlerimin önünden anlatılmaz güzellikler geçtiler. Hepsi de al kadife rengindeydiler. Yeleleri gür, boyunları uzun, gövdeleri çok biçimliydiler. Bir büyük çiftliğin ahırından, çayıra çıkıyorlardı. Olduğum yerden kıpırdayamadım. İçimden: 'İşte Türk atları bunlar!' diye geçirdim ve o atlar, gözden kayboluncaya kadar arkalarından bakakaldım. Ve inanır mısınız 1993 yılında, güzelim Karabağ/Ağdam düştüğü zaman o zarif, o mübarek Karabağa atlarına da çok yandım.
Benim büyük dedelerim Karabağa toprağında yatıyor. Eskiden Karabağ deyince aklıma dedelerim geliyordu. Şimdi, Karabağ'la ilgili bir haber duysam, bir yazı okusam, cennet ceylanlarına benzeyen o mübarek Karabağ atlarını da hatırlıyorum.
Türkmen atları
1995 yılında bir TV programı dolayısıyle Türkmenistan'a gittim. Aşgabat yakınlarında, Türkmen atlarının bulunduğu bir bölgeye yürüyünce, yüreğim yeniden kanatlanmaya başladı. Kırk yıldan beri aradığım, çok sevdiğim bir dostu karşımda görmüş gibi şaşırdım. Gözlerimi Türkmen atlarından ayıramadım. Biri birinden alımlı atlardı. Durmaları, yürümeleri, koşmaları, şahlanmaları tek kelimeyle muhteşemdi. İçimdeki ses haykırıyordu: 'İşte Türk atları bunlar! İşte aradığın, sorduğun, düşündüğün Türk atları, karşında süzülüp duruyorlar!' Bilmem tavus kuşlarına hiç dikkat ettiniz mi? Bir tavuz kuşu, kendisine baktığınızı fark eder etmez çok mağrur bir şekilde gelip karşınızda durur ve o muhteşem bir renk cümbüşüyle süslü kuyruğunu, büyük bir yelpaze gibi açarak hayranlığınızı daha da artırmaya başlar. O gün benim Türkmenistan'da gördüğüm Türkmen atları da, cennet bahçelerini hatırlatan kuyruklarıyla, karşımızda salınan o tavuz kuşları gibi hareketlendiler. Atların duruşları, yürüyüşleri, kulak dikişleri, kişneyişleri, esinmeleri, şahlanmaları değişti. Bir podyum üzerinde yürüyen mankenler gibi, kendilerini göstermeye başladılar. Sonra öğrendim ki bizim Türkmen atlarımız, dünyanın en güzel, en zarif, en anlayışlı, uzun mesafelere en dayanıklı meşhur atları arasındadırlar.
Meşhur İngiliz seyislerinden birinin hatıratını okudum. Adam diyordu ki: 'Ben 25 yıldan beri, Kraliyet Ailesi'nin atlarına bakıyorum. Bu atlar içerisinde bir Türkmen atı vardır ki, ben ondan daha güzel, daha asil daha müstesna bir at görmedim!'
Atçılık Bakanlığı
DÜNYA devletleri arasında, Atçılık Bakanlığı bulunan tek devlet, kardeş Türkmenistan Cumhuriyeti'dir.
Ruslar, Türkmen ruhunu törpüleyebilmek için, o güzelim Türkmen atlarını kesiyor, etlerini kasap dükkanlarına dağıtıyorlardı. 1991'de Komünist rejim çöktüğünde bin civarında Türkmen atı kalmıştı. Türkmen Cumhurbaşkanı'nın yaptığı ilk iş, bir Atçılık Bakanlığı kurmak, Türkmen atlarını yeniden çoğaltmak oldu.
Türkmen Atçılık Bakanı'nın yardımcısını Türkiye'de de, Türkmenistan'da da çok dinledim. Bana Türkmen atlarıyla ilgili çok dikkat çekici hikayeler anlattı. Türkmen atlarını ayrıca yazmak istiyorum. Geçen gün bizim at yarışlarımız üzerine çıkarılan bir dergi gördüm. Hipodromlarda koşan yüz atımızdan kırksekizinin ismi İngilizce idi. Demek bizim işyerlerimiz gibi atlarımızın isimleri de yavaş yavaş değişmeye başlamış. Atlarımıza konulan 'Alegra-asos-Agapia-Bootx-Barakuda-Candy Cave Ouke of Yorg-Hero-Kings Lady-Latina-Moreno-Neno-Romanart-Sapho-Shama-Scandal-Othara-The Sakal-Zerdap gibi isimler sizin de midenizi bulandırmıyor mu?
Acaba atlar, yabancı isimlerle daha mı iyi koşuyorlar? Yoksa bu isimler de bir köksüzlüğün mü ifadesi? Utanıyorum!

Hiç yorum yok: