13 Ocak 2013 Pazar

Türk-İran ilişkilerinin sıkıntılı geçmişi...-Avni Özgürel


Osmanlı ordusu ne zaman Avrupa'ya yönelse ya Anadolu'da mezhep ayaklanması çıktı ya da Safevi orduları Osmanlı topraklarına saldırdı. Avrupalı krallar Osmanlı'ya karşı İran'la ittifak yapma yoluna gittiler. Türkiye İran'la ilişkilerde tarih boyunca ihtiyatı elden bırakmayan geleneğe sahip bir ülke
Türk-İran ilişkilerinin sıkıntılı geçmişi...
Sefevi başkenti İsfahan?da Ali Kapısı Sarayı. Şah İsmail ?in (sağda) Aleviler üzerinde etkisi büyük. Şah Tahmasp Almanya?ya Osmanlı?ya karşı ittifak önermişti.

Safevi hanedanının saltanat yılları boyunca soy beraberliğine rağmen mezhep ayrılığı yüzünden Osmanlı Devleti’nin İran’la ilişkileri şüphe ve tetikte durma ilkesiyle sürdü. Osmanlı ordusu ne zaman Avrupa’ya yönelse ya Anadolu’da mezhep ayaklanması çıktı ya da Safevi orduları Osmanlı topraklarına saldırdı. Avrupalı krallar Osmanlı’ya karşı İran’la ittifak yapma yoluna gittiler.
Türkiye’nin İran’la ilişkileri gündemde ve İran nükleer araştırma programının batı dünyasında uyandırdığı kuşkular karşısında Ankara’nın uzlaştırma çabaları ‘eksen kayması’ iddialarını tetikliyor. Batı, İran’ın imzaladığı ancak kendilerince yeterli görülmeyen taahhütle zaman kazanmayı amaçladığı, Tahran’ın Türkiye’yi kullandığı görüşünde..  
İran önemli diplomasi geleneği ve birikimi olan, kimi durumlarda örtülü şekilde liderlerin ağzından seslendirdiği siyasetle çelişen hatta hasım konumunda olduğu odaklarla ilişkiler kurmakta tereddüt göstermeyen bir ülke. Ancak Türkiye de diplomasi kültürü yanında tarih okuması olan ve İran’la ilişkilerde tarih boyunca ihtiyatı elden bırakmayan geleneğe sahip, tuzakların üzerine gözü kapalı gitmeyecek bir ülke.

Şah İsmail’den Şah Tahmasb’a
Safeviler tarih sahnesine Çağatay hükümdarı Timur’un Orta Asya’dan Batı’ya estirdiği fırtına sonrası Osmanlı Anadolu’nun çözüldüğü tabloyu toparlamaya çalışırken çıktılar. İran’da güçlenen Tebriz’de kurulan Safevi Devleti, Türk asıllı, Erdebil menşeli, Müslüman ama Osmanlı’nın benimsediği Sünni geleneğin aksine Şia’ya bağlı Safevi tarikatının ürünüydü. Yaşamı destanlara, türkülere konu olan, Anadolu Alevileri üzerinde inkar edilmeyecek derecede önemli etkisi olduğu bilinen Şah İsmail sadece siyasi lider değil aynı zamanda dini liderdi. Ve muhtemelen siyasi sebepler dışında Fatih’in tarih sahnesinden sildiği Akkoyunlu hükümdarı uzun Hasan’ın kızı, Rum Pontus İmparatoru IV. Yohannes Komnenos’un torunu olan annesi Katrina’nın telkinleri dolayısıyla da Anadolu’yu gerek askeri gerek dini bakımdan hedef olarak görüyordu. 
Osmanlı’yı uzun yıllar uğraştıran Alevi isyanları ve listelemenin bile zor olduğu savaş yıllarının ardından babasının yerine 1524’te tahta çıkan Şah Tahmasp da aynı siyaseti benimsedi. Tahmasp babasından bir adım ileri gidip Avrupa’da ittifaklar tesis etmeyi başardı. Tahta çıkışını Osmanlı başkentine iletmemesi dolayısıyla Kanuni’nin tehditname gönderdiği Tahmasp, ilk iş olarak babası Şah İsmail’in de elçiler gönderdiği Alman İmparatoru Charles Quint ve Macar Kralı II. Lajos’e Osmanlı karşısında ittifak önerdi. Gerek Charles Quint verekse II. Lajos’un benimsediği ittifak ilk olarak Kanuni’nin Budin seferi sırasında meyvesini verdi. Osmanlı orduları batıda savaşırken İran Van Kalesi başta olmak üzere Doğu Anadolu’da Osmanlı topraklarını ele geçirdi; bu kadarla da kalmadı Anadolu’nun diğer gölgelerinde beylikler döneminden kalma öfkeleri kamçılayıp isyanları yüreklendirdi. Şah Tahmasp’la Charles Quint’in yazışmalarında iki ülkenin elçiler teatisiyle sürekli irtibat halinde olma kararı, birinin Osmanlı saldırısına maruz kalması durumunda diğerinin aksi yönden askeri hareketle baskı yapmasının sağlayacağı sonuçlara ilişkin ayrıntı vardır. Tahmasp’ın II. Lajos’la ilişkisi sonuç vermesi zira Lajos’un Kanuni’nin üzerine gelmekte olduğuna dair mektubu Tahmasp’a ulaştığında Tahmasp’ın Kanuni’ye sığınan kardeşi dolayısıyla başı dertteydi ve Macarlara yardım için hareket edemedi ve sonuçta Lajos Mohaç’ta yenildi.

İsyan... İsyan...
Bu süreçte kayda değer ayaklanmalardan biri Mersin çevresinde patlakveren Baba Zünnun isyanı oldu. Adana çevresinde de Anadolu Alevileri Domuz-oğlan ve Veli-halife liderliğinde, Tarsus çevresinde Yenice Bey önderliğinde isyan ettiler. Eldeki belgeler bu kalkışmalarda Osmanlı kuvvetlerinin önemli oranda zayiat verdiğini gösteriyor. Ancak bunların ardından gelen ve Kalender-Şah İsyanı olarak bilinen ayaklanmanın sarsıntısı daha büyük oldu. Hacı Bektaş Veli soyundan gelen Kalender- Şah çevresinde toplanan 30 bin kişilik kuvvetle Adana’dan Tokat, Sıvas Amasya’ya hâkim oldu ve üzerine gönderilen Osmanlı ordularını yendi. 1527 senesinin Haziran ayı sonunda yenilendiğinde Kalender ayaklanması yüzünden binlerce insan canından oldu. 

Çerçeve
İranlı molla Kaabız krizi
Söz İran’dan açılmışken İranlı bir din alimi olan Molla Kaabız’ın Kanuni’nin saltanat döneminde 1527 senesi Eylül ayında İstanbul’da sebep olduğu zihin karışıklığı ve alimler arası krizden söz edeyim. Molla Kaabız’ın Türkiye’ye Şah Tahmasb tarafından özel görevli olarak gönderildiği rivayetleri de vardır. Nitekim dönemin tarih yazıcıları onu ‘maksadı karanlık kişi’ diye tanımlıyor. Zira Kaabız’ın dini bakımdan en hassas konulardan biri olan peygamberlik meselesiyle ilgili görüş ve iddialarını neden kendi ülkesinde değil de Osmanlı başken-tinde seslendirdiği sorusunun cevabı yok. 
Ulema zümresine nasıl karıştığı bilinmeyen Molla’nın, başlangıçta fazla açık etmeyip zeminini yokladığı, daha sonra yüksek sesle dile getirdiği iddianın özeti: ‘Allah katında Hz. İsa, tüm peygamberlerden, dolayısıyla Hz. Muhammed’den daha efdaldir’ (=mertebece öndedir). Kaabız bu fikrini kendi görüşü olarak ifade etmekle kalmıyor, Kuran’dan ayetlerle bazı hadisleri delil getiriyordu. Mesela, ‘Neden Mesih Hz. Muhammed değil de Hz. İsa...’ ya da ‘Kıyamet gününden önce Hz. İsa’nın yeryüzüne tekrar 
gelerek herkesi İslam’a davet edeceğine inanıyoruz. Neden Hz. Muhammed değil de Hz. İsa geliyor’ diyordu. 
Dinleyenlerde zihin karışıklığına sebep olan, dini bilgisi sınırlı kitleler içinde giderek artan sayıda taraftar bulan Molla bu iddialarını İslam dinini reddedip Hıristiyanlık propagandası için yapmıyor, Müslümanlığı kabul etmekle birlikte İseviliği, yani Hıristiyanlığı üstün tutmuş oluyordu. 
Molla’nın etrafında beliren ilgi üzerine pek çok din adamı hem saraya hem hükümete durumu bildirip zındık kişinin yakalanıp idam edilmesini istediler. Şer’i açıdan ‘fitne’ sayılan söylemin cezası ölümdü. Ancak Osmanlı işlenen suçun fikri mahiyette olması dolayısıyla Molla’yı doğrudan cezalandırmayıp onu Divan’da, yani bakanlar kurulu huzurunda nazariyesini izaha davet etti.. Avrupa’da Hıristiyanlık açısından imanından kuşku duyulan kişinin sorgusuz sualsiz linç edildiği 16. asırda Osmanlı’nın İslam dininin en temel meselesiyle ilgili aykırı fikir açıklayan kişinin görüşlerini savunmasına izin vermesi bakımından da değerlendirilmesi gereken tartışma bildiğimiz kadarıyla iki gün sürdü.. 
Molla Divan’a getirildi. İlk celsede karşısında, ‘Sadreyn’ denilen Anadolu ve Rumeli kadıaskerleri vardı. Sadr-ı Rum yani Rumeli Kadıaskeri Fenarizade Muhyiddin Çelebi, Sadr-ı Anadolu da Kadiri Çelebi çıktılar. Kaabız tüm vezirlerin izlediği oturumda iki din alimine nazariyesini uzun uzadıya izah etti. Ve Kanuni de onun izahlarını divan görüşmelerinin yapıldığı salona bitişik mekanda kafes arkasından dinledi. 
Molla açıklamalarını bitirdiğinde kadıaskerler onunla münakaşaya girmeyeceklerini, zira hazırlıksız olduklarını söylediler, ancak müştereken, ‘Hikemtü bi-katlihi’ hükmünü açıkladılar. Yani ‘katledilmesine hükmettim’ demekle yetindiler. Ancak bu karar, diğer vezirler ve padişah tarafından kabul edilmedi. Molla’ya, serbest olduğu, gidebileceği söylendi. Dönemin tarih yazıcısı Peçevi durumu ‘Mülhid mülzam olmayup Divan-ı Hümayun’dan çekip gitti’ diye naklediyor. ‘Sapkın kişi cevap veremez hale getirilemediği için çekip gitti’ manasında. 
Bu duruma sinirlenen Kanuni’nin sadrazam İbrahim Paşa’ya ‘ Bu ne haldir’ diye çıkışması üzerine Paşa kadıaskerlerin şer’i meselelerde yetersiz olduklarını söylemekle yetinir. 
Mukaddesata dil uzatmış olsa da kişinin ancak fikren mağlup edildiği takdirde cezalandırılabileceği görüşü sebebiyle Kaabız’ın yeniden divana çağrılmak üzere gözaltına alındığı ertesi gün ünlü şeyhülislam Zembilli Ali Efendi’nin halefi Şeyhülislam Ahmed Efendi ve büyük din alimi İstanbul kadısı Sadüddin Çelebi’nin iştirak ettiği celsede hazır edildi. Molla Kaabız yine aynı şekilde iddialarını dillendirdi. Ancak bu defa karşısında sert kayalar vardı. İki alim Kaabız’ın görüşlerini dayandırdığı ayet ve hadisleri çarptırdığını yine ayet ve hadis delilleriyle ispatladılar. Sonunda Kaabız susmak zorunda kaldı. İddialarından vazgeçmesi ve görüşlerini terk ettiğini camide halka ilan etmesi halinde serbest bırakılacağı söylediyse de, teklifi reddeden Kaabız bu nedenle idam edildi.


Hiç yorum yok: