21 Ocak 2013 Pazartesi

‘İntihar saldırıları’nı yeniden konuşmak-Taha Kılınç


‘İntihar saldırıları’nı yeniden konuşmak

Tarih 9 Ağustos 2001. Yer Kudüs. 23 yaşındaki intihar bombacısı İzzeddin el Mısrî, bedenine sardığı 10 kiloya yakın patlayıcıyı şehrin merkezindeki Sbarro adlı bir pizza restoranında ateşledi. Olayda, el Mısrî ile birlikte, aralarında 2, 4 ve 8 yaşlarında üç çocuğun da bulunduğu 16 kişi hayatını kaybetti. 

İsrail polisi, hızlı şekilde tamamladığı soruşturma sonucunda, saldırının ardında Ahlam Temimi adında Hamas mensubu bir genç kızın bulunduğunu tespit etti. Temimi henüz 20 yaşındaydı, ama sahip olduğu gazeteci kimliğiyle Kudüs'ün her yerine rahatça girip çıkabiliyordu. Nihayet, pizzacıyı hedef olarak belirledi ve saldırıyı planladı. Hatta Yahudi bir turist kılığında el Mısrî'yi restorana kadar getiren de o idi. 

Ahlam Temimi, bir son dakika aksaklığı olmazsa, esir takası anlaşması kapsamında yarın serbest bırakılarak Ürdün'de yaşayan babası ve kız kardeşlerinin yanına dönecek. Hapisteyken nişanlandığı kuzeni ise hâlen İsrail'de tutuklu bulunuyor. 

2006 yılında verdiği bir röportajda söylediklerine bakılırsa, Ahlam, eyleminden hiçbir şekilde pişman değil. Hatta aynı röportajda sarf ettiği "Bir gün özgür kalacağım" inancı da aynıyla gerçekleştiğine göre, yaptığıyla gurur duyması bile mümkün. 

Ahlam henüz son dönemdeki düşüncelerini açıklamadığı için, pişmanlık duyup duymadığını, özeleştiri yapıp yapmadığını bilemiyoruz. Ama bu, Hamas'ın bir dönem yoğun şekilde İsrail'deki Yahudilere karşı düzenlediği intihar saldırılarını konuşmamıza engel değil: 

İntihar saldırılarının İslâm'daki yeri hep tartışma konusu oldu. Hamas'ın tezlerine yakın duranlar, meseleyi birkaç açıdan ele aldılar: 

Öncelikle, üzerine bombaları sarıp pimi çekebilmenin hiç kolay bir şey olmadığı, Filistinlilerin son çare olarak bu yönteme başvurdukları iddia edildi. "Sizin gözlerinizin önünde yatak odanıza buldozerlerle girilse, sahip olduğunuz her şey acımasızca yok edilse, ülkeniz işgal altında kalsa siz de benzer eylemleri yapardınız" cümlesi sıklıkla tekrarlanır oldu. Buna, 22 Mart 2004'te Gazze'de bir hava bombardımanıyla öldürülen Hamas'ın kurucusu ve efsanevi lideri Şeyh Ahmed Yâsin'in şu sözleri de dayanak olarak kullanıldı: "Eğer elimizde İsrail'inki gibi silahlar olsaydı, biz de onları kullanırdık. Ama şimdilik tek silahımız bu saldırılar." 

İsrail'in 'düşman' bir devlet olduğu, düşmanla mücadele ederken her türlü imkânın seferber edilmesi gerektiği de bir diğer tezdi. İslâm dünyası Filistinlileri yalnız bırakmıştı. Araplar zaten uykudaydı. O halde eldeki bütün imkânlarla İsrail'e saldırmak gerekiyordu. Etkili, korkutucu, İsrail'e göç etmek isteyen Yahudileri caydırıcı bir yöntem bulunması lâzımdı ve bulunmuştu. 

Bu düşünceye bağlı olarak, Yahudilerin Filistin topraklarını işgal ettikleri, bütün Yahudilerin acımadan öldürülebileceği söylendi. İntihar saldırılarında ölenlerin neredeyse tamamının sıradan siviller olması, hatta aralarında çocukların da bulunması, bu defa 'sivil'in tanımını da yeniden yapma zorunluluğunu doğurdu: "İsrail'de kadın-erkek herkes askerlik yaptığından, sivil yoktur. Çocuklar da ileride zaten birer Siyonist olacaklarından, onlar da öldürülmelidir." 

Türkiye'de Hamas'ın tezlerine destek verenler, Türk tarihinden oldukça ilginç bir figürü de ortaya sürdüler: Ulubatlı Hasan. "Eğer Hamaslı mücahitlerin intihar ettiğini söylüyorsanız, bu mantığa göre Ulubatlı Hasan da intihar etmiştir. Surların üzerine çıkıp da bayrağı dikmeye çalışırken öldürüleceğini biliyordu zahir." Gerçekten de zordu Ulubatlı Hasan'a "intihar etti" demek. Bu, bu kıyası yapanlara kendilerinin haklı olduğunu düşündürdü. 

Hamas'ın bu yöntemini İslâmi açıdan aklayan kişilerin başında ünlü Arap âlimi Yusuf el Karadâvi geliyor. Karadâvi, intihar saldırılarını ısrarla 'el ameliyyetu'l-istişhâdiyye' (Şehit olmayı isteme eylemi) olarak adlandırdı. Onun bu tavrı, el Cezire gibi televizyon kanallarını da aynı şekilde davranmaya itti. 

(Aynı şey, 'İsrail' ismi için de geçerliydi uzun yıllar boyunca. İsrail'in kurulmasını asla hazmedemeyen Araplar, İsrail'in adını andıklarında başına mutlaka "sözde" takısını getirdiler: "İsrail el-mez'ûme". Ancak bu da yitip gitti sonraları. Şimdi en radikal ağızlar bile İsrail'in adını anmaktan kaçınmıyor.)

Karadâvi, çıktığı birçok canlı yayında "Bu eylemlere intihar diyenler, Filistin davasına ihanet ediyor" mealinde cümleler de sarf etti. Arap dünyasında Hamas'ın eylemleri bir dönem öylesine kuvvetli bir kamuoyu desteği buldu ki, birçok noktada iktidarların sözünden hiç çıkmamasıyla ünlenen Ezher'in eski Şeyhi Tantavi bile intihar saldırılarında ölenleri "şehit" ilan etmek zorunda kaldı. 

Yusuf el Karadâvi ve benzerleri, intihar saldırılarını böylesine canhıraş savunurken, hep işin 'haram' olmadığı yönüne vurgu yapıyordu. Belki kitâbî anlamda fetva bulunabilirdi bütün saldırılara, tarihte daha önce yaşanmış benzer eylemlere de atıf yapılabilirdi. Filistinlilerin yaşadığı acıklı durumlardan duygusal çıkarımlarda da bulunulabilirdi. 

Ancak Karadâvi ve benzerlerinin hiç üzerinde durmadığı bir husus vardı: İntihar eylemlerinin Filistinlilerin haklı davalarına etkisi ve eylemlerin 'siyasal' boyutları. 

Şimdiden Hamas'ın en önemli kahramanlarından biri olmaya aday Ahlam Temimi özgürlüğüne kavuşurken, bu nokta üzerinde önemle durmak, geriye doğru yaşananları konuşmak, bazı şeylere kitaplarda fetva bulmuş olmanın, o şeyleri gerçek anlamda 'meşru' ilân etmeye yetip yetmeyeceğini tartışabilmek gerekiyor. 

Bu tartışma, sağlam argümanlarla, tutarlı tarihsel delillerle ve duygusallıktan uzak bir şekilde yürütülebilirse, İslâm toplumları için 'sahih bir izlek'in çıkarılabilmesine de hizmet edecektir.

Hiç yorum yok: