27 Mayıs 2013 Pazartesi

Gençlik sorunumuz!- Doğu Ergil

Hani şu "Keşke bu mektepler (okullar) olmasaydı... Maarifi ne güzel idare ederdim" diyen. Bu sözü doğrular biçimde son zamanda "Bu gençler olmasa memleketi ne güzel idare ederdik" kıvamında bir siyaset anlayışı gözlüyoruz. Aynı anlayış, "şu Kürtler olmasa" veya "şu Aleviler olmasa" önermelerinde kendini gösteriyor. Ama bunlar var ve toplum denen kolektif olgunun ayrılmaz parçaları. Bütün mesele onların varlığını tarihsel ve sosyolojik (olağan) bir olgu olarak kabul edip etmemek. Bu tavır her şeyden önce siyasi.

Toplumu oluşturan unsurlar arasında ayırımcılık veya sakınca sıralaması yapılmadan hepsinin eşit birer yurttaşlar kümesi olduğu kabul edildiğinde toplumun yönetimi teknik bir olgu haline geliyor ama kimine ayrıcalık kimine ayırımcılık uygulandığında ülke bir çatışma alanı haline geliyor. Her şeyden önce de yönetim ile halk karşı kutuplara savruluyor. Kutuplaşan bir siyaset, kamplaşan bir toplum istikrar üretmediği gibi özgürlük ve refah da üretmekte zorlanıyor.


1971 ve 1980 darbeleri, köhnemiş bir sistemin ısrarla sürdürülmesine direnen gençlerin eylem ve söylemlerini bir iyileşme ve reform talebi olarak değil rejim, hatta ulusal güvenlik meselesi olarak yorumlayanların yasa dışı müdahaleleriydi. Önce gençleri vuruşturdular, sonra da her iki kampı da ezerek iktidara geldiler. Güçlerinin ve toplum üzerindeki denetimlerinin kalıcı hale gelmesi için öyle bir yasal (hukuksal demiyorum) ve idari yapı oluşturdular ki hâlâ bu deli gömleğinden kurtulmaya çalışıyoruz.

YÖK (Yüksek Öğretim Kurumu), oluşturulan vesayet sisteminin bir parçasıdır. Yapısı ve işlevi açısından özgür ve özerk olması gereken üniversiteleri aynı çatı altında topladı ve çok atlı bir araba gibi dizginleri aynı sürücünün (yürütmenin) eline verdi. Ülkeyi yönetecek gençleri yetiştiren kurumu kendini yönetemez hale getirdi. Aşağıladı ve kimliğini elinden aldı. Bugünün üniversite gençliği, bu aşağılanmış ve kişiliksizleştirilmiş, rektörlerini bile siyasi otoritenin seçtiği bir kurumun ürünleridir. Yaratıcılığı, özgürlüğü ve kendini yönetme yetisi iğdiş edilmiş bir kurumdan özgür, düşünen ve olumsuz gördüğü her şeyi değiştirme coşkusu taşıyan insanlar yetiştirmesi beklenebilir mi? Bu mu "ülkenin yarınlarını emanet etmeyi vadettiğimiz gençler?" Bu kurum ve usullerle dinamik bir gençlik değil, itaatkâr bir koyun sürüsü türeteceğimizin farkında mı değiliz yoksa aslında bunu mu istiyoruz?

Son iki darbenin ve onların devam eden yasal ve kurumsal gölgesi altında yetişen kuşaklar için hayıflanarak "a-politik bunlar" derdik. Ülke sorunlarıyla ilgilenmeyen, siyasetten uzak duran, otoriteye itaatkâr bir gençlik çoğumuzun beğendiği bir gençlik değildi. Ee, no oldu sonra? Gençler yine kıpırdanıp seslerini duyurmaya, sorunlarını dile getirmeye başladılar. Sevineceğimize dehşete kapıldık. Acaba rejim mi elden gidiyordu? Bunları kim sokağa döküyordu? Kim bilir hangi sinsi güçler gençleri kullanarak ülkemizin altını oymaya çalışıyorlardı?

Tabii meseleye böyle bakınca bu gençlerin ne istediklerini, sorunlarını ve şikâyetlerini dinlemek aklımıza gelmedi. Olaya bir komplo (ne kadar da yatkınızdır komplo algısına) gözüyle bakınca gençleri yine potansiyel düşman olarak görüp "hafif silahlı güçlerimizi" (ağır silahlı olanı -orduyu- bu kez kışlasında tutuyoruz) üzerlerine sürdük.

Haa içlerinde kışkırtıcılar, ajanlar yok mudur? Tabii vardır; tıpkı hocaların, bürokratların, asker ve polislerin arasında olduğu kadar ama artık Emniyet onları ayıklayacak olgunluğa geldi. O kafalarına cop, kasık aralarına tekme indirdiğimiz insanlar bizim geçmişimiz, bizim çocuklarımız. Bir dinleyelim bakalım ne diyorlar. Belki bizden daha güzel bir geleceğin teklifleri ile gelecekler. O gelecek ki biz olmayacağız.

Hiç yorum yok: