30 Nisan 2013 Salı

Sanat eserinin oluşması-Mehmed Nİyazi


Bir sanat ürünü olaylarla beraber insani özelliklerle dokunmalıdır. Yaşanılanlarda zaman, kullanılan eşya, ekonomik düzey, coğrafya ve benzeri hususlar etkilidir. Mesela elli yıl önce ülkemizde köy romanları revaçta idi; ama artık o köyler yok; söz konusu ortamlarda geçen olaylar da hayattan silindiler; tabii bunlara oturan romanlar, hikâyeler de kayboldular.


Hâlbuki olaylar ikinci planda bırakılıp insani özellikler öne çıkarılarak işlenselerdi, o eserler günümüzde ve gelecekte de yaşarlardı. Socrates de bir insandır; dolayısıyla hırslı, kıskanç, cimri, cömert olması tabiidir. Günümüzde ve gelecekte insanlar bu vasıfları yaşayacaklardır. Eserler bunlar göz önünde bulundurularak kaleme alınsaydı, arka planda kalan olayların eskimeleri önemli olmazdı. Shakespeare Cezar’ı yazdı; artık Roma İmparatorluğu’nun bulunmaması eserini gündemden düşürmedi; çünkü Cezar’ı Cezar yapan vasıflar bugün ve yarın da insanlığın gündeminde olacaktır. Pek çok Roma imparatoru gelip geçti; ama Cezar’ı günümüzde yaşatan insani vasıflarıyla günışığına çıkmasıdır; onlarla örülen eserin yaşaması kadar normal bir şey olamaz.

    Canlılar arasında ahlak bir tek insanda görülür; insan şahsiyetini oluşturan unsurların başında gelir. Fakat ahlaki değerler dini kaynaktan kopunca, sadece alışkanlığa dönüşürler. Çok geçmeden anlamsız alışkanlıklar topluma yük haline gelir, bu yükten kurtulmak isteyen toplum onu sırtından attığı ölçüde özgürlüğe kavuştuğunu zanneder ve sonra hayatı kuralsızlaşır. Kuralsızlık kargaşa doğurur. Toplumun sürüklendiği bu kaostan kurtulması yeni kuralların konulmasına bağlıdır. Ama bu kuralların dini temeli yoksa onlar da toplumda yük olarak telakki edilirler. Bu da gösteriyor ki, metafizik, toplumun olmazsa olmaz şartıdır. Bundan dolayı edebiyatçı, toplumun geleceğinden de kendisini sorumlu hissettiği için dini canlı tutmayı görev bilmelidir. Fakat bu görevi ifa ederken eserini dinin propagandası haline dönüştürmemelidir; zira her türlü propaganda gibi o da ürünü katleder. Ciddi, sorumluluğunun idrakinde olan bir yazar, belli bir din şuuru taşıdığı halde, onu öne çıkarmayıp varlığını eserinin tamamında sezdirir.

    Tarihi birikim edebiyatın can damarıdır; tarih şuuruna sahip olması yazarın dimağını olgunlaştırır. Bir romancı ne eskiye çakılıp kalmalı, ne de şimdinin ihtirasıyla geçmişe sırt dönmelidir; geleceği kucaklamayı da ihmal etmemelidir. İyi bir sanat eseri, sahip olduğu öz ve biçimiyle çağını aksettirirken, geleneğin derinliğinden de mahrum olmamalıdır. Zaten azıcık dikkat sahibi, seviyeli bir sanat ürününün ancak gelenekle mümkün olacağını görür. Bir sanatkâr ne kadar yetenekli olursa olsun, mevcut birikimden yararlanmıyorsa, ilkel bir cemiyette gözünü açmış gibidir. İşin alfabesinden başlayanla, binlerce yıllık birikimin üstüne bir tuğla koymak durumunda bulunanı mukayese etmek elbette mümkün değildir. Tabii gelenekten yararlanacağım diye körü körüne öncekileri aynen taklit etmek de anlamsızdır; ürünü sanat eseri olmaktan çıkarır. Onlardan yararlanırken, eserine kimlik kazandıran ayırıcı vasıflarına bir sanatkâr dikkat etmelidir. Aksi takdirde o eseri niçin kaleme aldığının anlamı kalmadığı gibi okumak isteyen de sebep bulamaz.

    Yararlananın, mutlaka yararlandığı eserden daha güzelini ortaya koyması gerekmez. Homeros, Shakespeare gibi büyük sanatkârlar kuyruklu yıldızları andırırlar; toplumlarında benzerleri bir daha görülmemiştir. Fakat bunları okuyan ile okumayan sanatkârların arasındaki fark bu büyük ruhların önemini bize anlatmaktadır.

    Anlatıya dayalı sanatların ilmikleri kelimelerdir. Sanat eseri dokunarak günışığına çıkarılırken kelimelerin sadece anlamına değil, musikisine, çağrışımlarına da dikkat edilmelidir. Musiki ve çağrışımlar anlamı güçlendirirken, sanatın özünü de renklendirip zenginleştirirler; varlığına lezzet katarlar.

    Bütün bu özelliklere sahip olan eser, hem uzun ömürlü, hem de okunmaya değer olur.

Hiç yorum yok: