30 Nisan 2013 Salı

İki seviyeli kitap-Mehmed Nİyazi


Necdet Bayraktaroğlu “Tarihimizde Muhteşem Mektuplar” adında bir kitap yazdı. Kitap, Mete Han’ın dul kalan Çin Kraliçesi Lü’ye yazdığı mektupla başlıyor.

Devlet başkanlarımızdan diğer devlet başkanlarına, Akşemseddin gibi âlimlerin öğrencileri Fatih gibi devlet adamlarına yazdıkları mektuplar geçmişe doğru önümüzü aydınlatmaktadırlar. Bu mektuplar sadece araştırmalar bakımından önemli değildir; tarihi yapan insanların ruh yapılarını, seviyelerini anlamamızda da çok etkili rol oynamaktadırlar. İnsan psikolojik bir varlıktır; tarihe mal olmuş kişilerin hangi saikle, niçin o işleri yaptıklarını anlamamızda bu mektuplar paha biçilmez değerdedirler. Büyük emeklerle gün ışığına çıkardığı kitabının kapağına Bayraktaroğlu, Şeyh Edebali’nin “Geçmişini iyi bil ki geleceğe sağlam basasın” cümlesini koymuş. Bilgelerimiz tarihin millet hayatındaki önemini eski dönemlerde kavramışlar, bunu çok sık dile getirmişlerdir. Fakat yapılan çalışmalara bakınca, ceddimizin altın harflerle yazılacak sözlerinin şuuruna erdiğimizi söyleyemeyiz.


    Almanların tarihine dair değişik milletlerden bilim insanları araştırmalar yapmışlardır. Fakat Alman tarihine dair en önemli eserleri Almanlar kaleme almışlardır. Diğer milletlere mensup araştırmacılar onların eserlerini rehber edinirler. Bu da gayet normaldir. Çünkü tarihte dil, gelenek, telakkiler, sosyal psikolojiler etkili unsurlardır; bunlar aynı zamanda canlı organizma gibidirler, zamanla değişirler. Bir yabancının bunların seyrini takip etmesi imkânsız değilse de, çok zordur. Bizde ise durum tersinedir; tarihimize dair çalışmaları Hammer, Zirkeisen, Jorga, Lamartin gibi yabancılar yapmışlar; biz de onların izinden gidiyoruz. Tarih sadece geçmişi araştırma ilmi olsa, bu tavır fazla zararlı sonuç vermez; olup bitmiş olayları doğru bilsek ne olur, bilmesek ne olur der geçeriz. Fakat tarih aynı zamanda hali analiz, geleceği inşa etmek ilmidir. İş böyle olunca yabancıların yol göstericiliğine eleştirel bir dikkatle bakmamız gerekmektedir. Bunu sadece onların kötü niyetli olabileceğinden değil; çok girift olan tarih ilmini deneme, test etme imkânımız yok. Bir daha Mohaç Savaşı’nı sahneye koyup değerlendiremediğimizden hüküm verirken kılı kırk yarmak durumundayız. Cihan tarihini yazmaya başlayan Alman tarihçinin, birinci cildini yayınlamış, ikinci cildi üzerinde çalışırken, çarşıdan döndüğü sırada rastladığı bir kavganın sebep ve seyrini anlamakta güçlük çektiği için, planladığı eserini yazmaktan vazgeçtiği rivayet edilir. Tarihin dilini çözmek son derece güçtür; ama onsuz ne millet, ne de şahsiyet olmak mümkündür. Bayraktaroğlu’nunki gibi çalışmalar, o girift ilmi anlaşılabilir hale getirmektedirler.

    Diğer kitap ise Mehmet Emin Gerger’in “Din Eğitimi, İmam Hatipliler ve Başörtüsü Yasağı” adını taşımaktadır. Bu değerli çalışma hukukçularımızın ve aydınlarımızın görmek istemedikleri Peygamber Efendimiz’in yaptığı 52 maddelik anayasa ile başlamaktadır. Batı’da söz konusu anayasa erbabınca bilinmekte, fakat hakkında pek söz söylenmemektedir. Ne hikmetse Batılı ve bizdeki hukukçular, 1215 tarihinde İngiltere’deki Magna Carta ile hukuk devletine adım atıldığını kabul ederler. Yapılan “Büyük şart”a göre Kral Yurtsuz Jean vergi koymak, asker toplamak isterse, ruhban sınıfının, büyük toprak sahiplerinin, Zadegânların tasvibini alacaktı. Böylece Kral’ın yetkilerine sınırlama getirilmesiyle hukuk devleti başlamış oluyordu. İlk anayasalar on sekizinci yüzyılın sonlarına doğru ABD ve Fransa’da yapıldığını kabul ederler. Halbuki bunlardan on iki asır önce Mekke’den Medine’ye göç eden Peygamber Efendimiz, Medine’de yaşayan müşrikler, Yahudiler, Hıristiyanlarla nasıl bir arada yaşayacaklarına dair yürürlüğe bir metin koymuştu. Bu metne rahmetli Muhammed Hamidullah kitabında yer vermiş, Salih Tuğ da dilimize kazandırmıştır. M. Emin Gerger de dikkat edilmesi gereken bir husus olduğunun altını çizmekle önemli bir iş yapmıştır.

    Milletçe geleceğimizde İmam Hatip Okullarının çok ciddi görevler ifa edeceklerine inanıyorum; çünkü bu ilim yuvaları hem metafiziğe hem de müspet bilimlere açık. Hayatın iki asli kaynağını bünyelerinde barındırdıkları için belli çevrelerin şimşeklerini üzerlerine çekmektedirler. Değişik kitaplarından tanıdığımız Gerger, bu okulların lüzumunu, uğradıkları haksızlıkları, çilelerini etkili bir şekilde işlemiş; adeta her idrak ve vicdan sahibini sarsmış.

    Bilhassa gençlerimizin okumalarını istediğim bu iki eserin yazarlarına kültür hayatımıza katkılarından dolayı teşekkür ediyor, sağlıklar diliyorum.

Hiç yorum yok: