27 Mart 2013 Çarşamba

Kudretin gölgelediği din-Avni Özgürel


Sünni itikadına bağlı hilafetin beş merkezi oldu. Medine, Şam, Bağdat, Kahire ve İstanbul.

Sünni itikadına bağlı hilafetin beş merkezi oldu. Medine, Şam, Bağdat, Kahire ve İstanbul. Medine döneminden sonra hilafet makamı dini olmaktan ziyade siyasi bir vasıf kazandı ve saltanat makamının ya da onu güçlendirmenin aracı oldu.

Hz. Muhammed'in ölümünden sonra, Bağdat ve Şam'ın İslam dini ortaya çıkmadan Mekke Arapları arasında var olan kabile rekabetinin doruğa tırmandığı merkezler haline geldiğini birkaç kere yazdım. 

İki şehirde hüküm süren Abbasi ve Emevi hükümdar-halifelerinin kendi iktidarlarının bayrağını yükseltmek ve itibar kazanmak amacıyla da olsa çevrelerine topladıkları aydınların İslam düşünce dünyasına kattığı zenginliği inkâr etmek haksızlık olur. Ancak İslamiyet adına saltanat süren iki hanedanın saraylarının da, dinin emrettiğiyle alakasız bir hayata beşiklik ettiğine şüphe yok. Emevi saltanatının Muaviye ve Yezid'le başlayan macerasını daha önce yazmıştım. Fırat'ın öte yakasında Bağdat'ta hüküm süren Abbasoğullarının iç dünyasının da ilginizi çekeceğini sanıyorum. 

Harun Reşid

21 yaşında halife seçilen ve 23 yıl hilafet tahtında oturan, adı neredeyse zenginlik kavramına özdeş olarak dilden dile nakledilen birisi Harun Reşid. Abbasi halifeleri içinde hâkimiyetini geniş coğrafyada kabul ettirmiş, ihtişam içinde, ancak peygamber ailesine mensup olmanın gerektirdiği sorumluluğun sınırlarını fazla gözetmeden yaşadığı da gerçek.

Harun Reşid ülke yönetimini ünlü veziri Yahya Bermeki ve onun oğulları Fadıl ve Cafer'e bırakmıştı. Fadıl zaten sütkardeşiydi, Cafer'le de aralarından su sızmazdı. Harun Reşid, onların topladığı servet içinde 
adeta yüzüyordu denilebilir. 
Bilimadamları ve sanatkârlar

Sarayları devrin bilim adamlarının ve sanatkârlarının 'hacet kapısı'ydı. Düzenlediği eğlenceler de çalgı ustalarının ve şairlerin gösterisi haline gelirdi. Güzel bir şiiri binlerce altın hediyeyle ödüllendirir, 'cennet kaçkını' diye isimlendirilebilecek güzellikte cariyelerini ikram ederdi. 

Onun dönemini kayda geçiren İslam tarihçileri Harun Reşid'in her gün 6 bin dirhem sadaka verdiğini yazıyorlar. Bugünün ölçüleriyle 10 milyar lirayı aşar bu rakam.

Saltanatının son yıllarında ani bir kararla siyasi nüfuzundan korktuğu Bermeki ailesini tutuklatıp idam ettirdi. Bazı Arap kaynakları Harun Reşid'i esas öfkelendiren şeyin, kız kardeşiyle Cafer'in arasındaki 
ilişki olduğunu söylüyorlar. Abbasoğullarının en fazla önem verdikleri şey kızlarının ve erkeklerinin aile dışından biriyle resmi evlilik yapmalarıydı. Reşid amcasının kızı Melike Zübeyde'yle evlenmişti. Rivayete göre, Harun Reşid kardeşi Abbase ile Cafer Bermeki'nin evlenmelerine izin vermiş ama çocuk sahibi olmalarını yasaklamış. 

Abbase hamile kalıp üstelik ikiz çocuklar dünyaya getirince durum halifeden saklanmış. Harun Reşid bir süre sonra çocukların varlığını öğrenince Cafer'i ihanetle suçlamış ve onun hilafet makamına göz koyduğunu düşünerek idam ettirmiş...

Muhammed el Emin

Harun Reşid'in ikinci oğluydu Muhammed el Emin. Annesi Melike Zübeyde'nin asleti dolayısıyla ağabeyi El Me'mun'un varlığına rağmen veliaht ilan edildi ve babasından sonra Bağdat tahtına o çıktı. Halife olduğunda henüz 24 yaşındaydı ancak dört sene saltanat sürebildi.

İçki düşkünü ve homoseksüeldi. Her hareketinde taşkınlık gösterir, durumunu saklamak ihtiyacı hissetmezdi. 

Cariyelerine erkek kıyafeti giydirdiği, erkek hizmetkârlarını da kadın kıyafetinde dolaştırdığı biliniyor. Kendisi de sarayda süslenir, kokular ve boyalar sürer, kadın kıyafetinde gezinirdi. Arap tarihçiler dört yıllık saltanat döneminde eğlence geceleri için 60 milyon altın harcadığını yazıyorlar. 

Aslan, fil, kartal, yılan ve at şeklinde saltanat gemileri yaptırıp Dicle'de dolaştığı biliniyor. Kardeşi El Me'mun'un bir gün saltanatı elinden alacağı korkusu içindeydi. Durduk yerde onun üzerine ordu gönderdi. 

Annesi ordunun uğurlanması sırasında, "Ne de olsa Harun Reşid'in oğludur. Yakaladıklarında onu adi mahkûm gibi demir zincire vurmasınlar" diyerek yaptırdığı altın zinciri vermiş ve onun kullanılması istemişti. Ama beklenenin aksine El Emin'in ordusu yenildi ve yolladığı kumandanı da El Me'mun tarafından öldürüldü. 

Bu hezimet haberi geldiğinde El Emin, Bağdat'daki sarayının Dicle kıyısında
bir erkek sevgilisiyle balık tutuyordu. Durumu nakleden haberciyi, "Şu oğlan bir tane tuttu ben daha hiç tutamadım, gelip balıkları kaçırttınız" diye azarladığı söylenir.

Ağabeyi ordu toplayıp Bağdat'a dayandığında hazinesinde para kalmamıştı. Ordusu da savaşmak istemeyince hapishaneleri açtırıp şehrin savunmasını mahkûmlara yaptırmaya kalktı. Serbest kalan mahkûmlar El Me'mun'un üzerine yürüyecekleri yerde Bağdat'da evleri bastılar ve yağma başlattılar. Emin bütün bunlar olurken satranç masasının başından kalkmadı. 

Kardeş kavgası ve El Me'mun

Şehrin düşmesi üzerine ağabeyinin kumandanlarından 'en yakışıklısına' teslim olmayı tercih edeceğini söyledi. 

Onun gece yarısı sarayın bahçesine yanaştırdığı tekneye çırılçıplak bindi. Çevresindekilere, "Gemi batarsa yüzmem kolay olsun diye böyle yapıyorum" dedi.

Korktuğu başına geldi. El Me'mun'un bir başka kumandanı onun bindiği gemiyi Dicle'de çevirip Emini kıyıya indirdi ve halifeyi oracıkta cellada teslim etti.

Harun Reşid'in siyahi cariyesinden doğmuş melez oğluydu El Me'mun. 29 yaşında halife oldu ve 20 yıl bu makamda oturdu. 

Bağdatlıların isyanı

Kardeşi El Emin'in öldürülmesinden sonra uzun süre Bağdat'a gelmedi, veziri Tahir'in kardeşini vali olarak gönderdi. Ancak veziri de kardeşi Fadıl da Şii'ydi. 

El Me'mun onların baskısıyla Hz. Ali'nin ailesinden gelen birini veliaht ilan etmek zorunda kaldı. Bunun üzerine ayaklanan Bağdatlılar, Me'mun'un amcası İbrahim'in halifeliğini ilan etti. El Me'mun bunun üzerine Fadıl'ı ortadan kaldırmak için plan yaptı ve suikast için adamlar tuttu. 

Düşüncesi adamlarının valiyi hamamda savunmasızken bastırıp öldürmeleriydi.

Fadıl fal meraklısı, hatta ustası biriydi. Kendi falına bakıp 'ateşle su arasında kan' görünce bunu, "Ateşle su arası hamamdır, aradaki kan ise hacamat manasına gelse gerek" diye yorumladı ve El Me'mun'un tuzağına düştü. El Me'mun bu olaydan habersizmiş gibi davrandı, katilleri yakalattırıp sorgusuz sualsiz idam ettirdi ve Fadıl'ın çıplak bedenine sarılıp uzun uzun gözyaşı döktü. Ardından eski veziri Tahir'i benzer bir şekilde ortadan kaldırttı El Me'mun. 

İbrahim can derdinde

Bu durum karşısında Bağdat'ta tutunamayacağını anlayan Halife İbrahim, canını kurtarmanın derdine düştü ama bir gece kadın kıyafetinde şehirden kaçmak isterken Me'mun un nöbetçilerine yakalandı. 

El Me'mun veziri Hasan'ın kızı Boran'a âşık olunca onunla evlenmek için Bağdat'a yerleşti. Tarihler dününde Boran'a her biri serçe yumurtası büyüklüğünde bin adet Hürmüz incisi hediye ettiğini yazıyorlar. Gelinin oturacağı tahtın altına, altın ve incilerle bezeli bir hasır serildiğini de.. Düğünün davetlileri de şanslıydı. Sofrada dağıtılan somun ekmeklerin her birinin içinden bir çiftliğin ya da köşkün mülk beratı çıktı.

Dini yorumlarını ulemaya zorla kabul ettirmeye kalkmış birisiydi El Me'mun. 
Hanbeli mezhebinin kurucusu Ahmed bin Hanbel ve Muhammed bin Nuh gibi büyük âlimler onun saltanat döneminde zincire vurulup hapsedildi.

El Mutasım ve El Vasık

El Me'mun oburluğunun kurbanı oldu. Yediği ham hurmalardan dolayı 'mide fesadı'ından öldü. Yerine geçen El Mutasım Billah'ın 10 yıllık saltanatı da (833-842) kargaşa içinde geçti. Kuran'ın 'kelamullah' yani Allah'ın kelamı olduğunu inkâr etti ve bunu ulemaya zorla kabul ettirmeye uğraştı. İçkiyi ve kadınlarla serbest ilişkiyi mubah gören Rafızilik onun zamanında ortaya çıktı. Bu yeni mezhebin kurucusu Babek'le mücadelesi dışında El Mutasım döneminde kayda değer bir olay yaşanmadı. Babek'in önde gelen taraftarlarıyla birlikte yakalanıp fillere bağlı olarak Bağdat'a getirildiği ve işkenceyle ölüme mahkûm edildiği biliniyor. Ardından iki yıl içinde ona inanan 60 bin kişi daha idam edildi.

El Mutasım'dan sonra yerine geçen oğlu El Vasık da babasını aratmadı! 

O da Kuran konusunda babasının kabul ettiği yorumları benimsiyordu ve buna karış çıkan âlimlere baskıyı sürdürdü. Hatta daha ileri gidip yorumunu 'küfür' olarak değerlendiren Ahmet Bin Hanbel'i cellat kırbaçları altında parçalatarak öldürttü.

Hiç yorum yok: