ı, yabancı ülke temsilcileri ve yöneticileriyle ilişkilerinden dolayı her dönemde kuşkulu bakışların, eleştiri oklarının hedefi oldular.
Basın mensupları, yabancı ülke temsilcileri ve yöneticileriyle ilişkilerinden dolayı her dönemde kuşkulu bakışların, eleştiri oklarının hedefi oldular. Diplomatlar, bulundukları ülkenin gazeteci ve yazarlarıyla iyi ilişkiler geliştirmek, onları etkilemekle görevli; basın mensupları da haber almak için sefaret mensuplarıyla dostane ilişkiler geliştirme peşinde.
Buna karşılık günümüzde artık kimse eskiden olduğu gibi pervasız değil. Kamuoyu hassas; büyükelçilikler de gazeteciler de duyarlı. Oysa bir buçuk asır önce gazeteler yabancıların iltifatına mazhar olup onlardan hediye aldıklarında bunu saklamaz, aksine övünç vesilesi sayıp açıklarlardı.
Berlin'e davet...
Almanya'yla Fransa'nın savaşa tutuşması Avrupa'da 1870 yılının en önemli olayıydı. Osmanlı başkentinde de harp yakından izlendi. Tanzimat döneminin Osmanlı basını her konuda olduğu gibi bu konuda da hemen iki kampa ayrıldı. Bir yanda Almanya yanlıları vardı, diğer yanda Fransa yanlıları. Taraftarlık yarışı öylesine kızıştı ki, atlatma haber ve karşı kampın moralini bozmak için yalan haber üretmek 'ahval-i adiyeden' oldu.
Basiret, Alman yanlısı gazeteler içinde en ateşli olandı. Gayretkeşliği daha savaş sürerken çatışmaların Berlin'in ezici zaferiyle sonuçlandığını ve Fransız ordusunun teslim olduğunu yazacak kadar ileriye vardırdı. Telg- rafla aldığını söylediği öylesine inandırıcı ayrıntılar ekliyordu ki haberlerine Basiret, Türkiye'de yaşayan Almanlar da dahil pek çok yabancı kendi gazetelerinden önce Basiret'in ne yazdığını merak eder hale geldi.
'Yazı-tura' oyununda talih Basiret'in sahibi Ali Efendi'den yanaydı. Savaşı Almanya kazandı. Ve doğal olarak Ali Efendi'ye itibar arttı. Gerisini kendisinden okuyalım:
"Bir gün matbaada otururken sefaret kavaslarında biri içeri girip üzeri kırmızı mumla mühürlü bir mektup verdi. Kıraat olundukta bunun Basiret gazetesi sahib-i imtiyazının bir maddeyi görüşmek üzere Büyükdere'deki Almanya sefaretine azimetine dair davetname olduğu anlaşıldı. Almanca mütercimimiz Tevfik Bey'i yanıma alarak pazartesi günü sefarethaneye gittim... Sefaret tercümanı Baron Testa'yı gördük ve birlikte sefirin
odasına girdik. Sefir hazretleri bizi kapıda karşıladı ve konuşmaya başladığımızda çantasından Prens Bismark'tan gelmiş bir mektubu çıkararak okudu. Meali şöyleydi:
'Basiret gazetesinin sahibini bulup görüşünüz, savaş esnasında devlet ve milletimiz hakkında yazdığı makalelerden dolayı bizi minnettar bıraktığını,
Alman milleti adına teşekkürlerimi sunmak istediğimi söyleyiniz. Yol masrafı sefarethaneden karşılanmak üzere kendisini ağırlamak imkânını bulursam daha da memnun olacağımı söyleyiniz.'
Meğer koskoca prens hazretleri dahi harp gailesi ve siyasi meşguliyet arasında fırsat bulup bizim Basiret'i okurmuş...
Sefir hazretlerine, davetten sadareti haberdar etmem gerektiğini, kendisine iki gün içinde haber vereceğimi söyleyerek ayrıldım."
'Aman hemen gidin'
Ali Efendi'nin sefarethaneden çıkar çıkmaz soluğu sadaret binasında aldığını söylemeye gerek yok sanırım. Ali Efendi'nin heyecanını tahmin etmek de zor değil. Dönemin sadrazamı Ali Paşa'yı makamında bulamayınca kâtiplere, 'konunun ehemmiyetli, mahrem ve acil' olduğunu söyleyip paşayla Bebek'deki yalısında görüşmek için randevu aldığı ve oraya faytonla ulaştığı biliniyor.
"Keyfiyeti arzettim. Çok memnun oldu ve bunun milli bir görev olduğunu söyledi. Hemen hareket ediniz ve alafranga hareket etmeyip alaturka davranırsanız onları daha fazla memnun edersiniz, dedi. İzin isteyip ayrıldım. Mühürdar Mustafa Bey beni odasına götürdü, sadrazam paşa hazretlerinin bana yardım olarak verilmesini istediği bir çıkın para uzattı. Saydım 500 liraydı. Tercümanımla birlikte birinci sınıfta seyahat masraflarımın sefaretçe karşılanacağını paşaya söylemiştim. Ertesi gün Alman sefaretine gidip seyahatime izin verildiğini, üç güne kadar Tuna yoluyla hareket edeceğimi bildirdim. Sefir seyahat harcamalarımıza destek olmak üzere 10 bin Franklık çek verdi. Almak istemedimse de, 'Prensin emri böyle, talimatının dışına çıkamam' denilince mecburen kabul ettim."
Ali Efendi iki dil bilen Serafim Efendi'yi yanına tercüman alarak vapura bindi ve üç günde Tuna yoluyla Viyana üzerinden Berlin'e ulaştı.
Ayağının tozuyla Bismark tarafından kabul edildi. Ali Efendi'nin yerlere kadar eğilerek temenna etme arzusunun Bismark'ın tokalaşma için onu doğrultmaya çalışmasıyla yarıda kesildiği, onunla karşılıklı koltuklarda oturup Türk kahvesi içtikleri, prensin Türk tütününden yapılmış sigara ikram ettiği vs. işin teferruatı... Bismark kabulde Basiret'in her nüshasını özel olarak getirtip tercüme ettirdiğini, haber ve yazılarda Alman devleti ve milletinden yana tutumun kendisini memnun ettiğini söyledi. Ali Efendi işittiği iltifatlara cevap yetiştirmeye çalıştı. Yarım saat süren bu görüşmeden sonra da Basiret sahibinin Berlin sefası başladı.
Ali Paşa'nın ölümü
Oturup kalktığı, yiyip içtiği hiçbir yerde ona para ödetmedi Almanlar. Her yerde el üstünde tutuldu. Bir hafta sonra, Bismark yeniden davet etti Ali Efendi'yi. Bu sefer çağrının sebebi Berlin'e ulaşan acı bir haberi iletmekti. Ali Paşa ölmüştü. Bismark, sadrazamın şahsında Avrupa'nın çok kıymetli bir diplomat yitirdiği söyledi, "Almanlar üzüntü içinde" dedi. Bismark gerçeği söylüyordu aslında; Almanlar üzülmüşlerdi gerçekten.
Ama bunun sebebi paşanın ölümü değil,bu haberle, satın aldıkları Osmanlı tahvillerinin değerinin yarı yarıya düşmesiydi.
Bismark, Ali Efendi'nin hemen dönmek isteyeceğini sanıyordu, "İsterseniz en çabuk şekilde yola çıkmanızı sağlayabilirim" dedi.
Ali Efendi ise "Gelmişken, mektepleri, fabrikaları gezmek istiyorum, buradan matbaa makineleri almak istiyorum, zaten cenazeye de yetişemem" deyince ziyareti iki hafta daha uzadı. Bismark'ın laflarının arasına sıkıştırdığı, "Matbaa makinelerinin imalatçısı ahbabım, fahiş para almamaları için mektup yazayım" sözü mutlu etmişti Ali Efendi'yi. Mektubu alıp istasyona hareket etti Ali Efendi. Uğurlayıcıları tren perondan hareket ederken eline bir zarf daha tutuşturdular:
"Tercümanım, 'Almanlar, ahbaplarından ayrılırken ona yolda okuması için kitap hediye eder, herhalde zarfta bir roman var' dedi. Kompartmana geçip zarfı yırttım. İçinden beheri 100 liralık 10 banknot çıktı. 'Ne âlâ' diyerek parayı cüzdanıma yerleştirdim. Gece Münih'e vardık, ertesi sabah da Augsburg'a vasıl olduk. Ayrılan otelde istirahat edip ertesi sabah matbaa makineleri fabrikasının sahibine gittim. Görüşmeye başlar başlamaz prens Bismark'ın mektubunu verdim."
Ali Efendi'nin neredeyse komple yeni bir matbaa için sipariş verdiğini tahmin etmişsinizdir herhalde. Parasını düşünmeden beğendiği ne alet varsa işaret etti Basiret sahibi. "Kaç para tutuyorsa, hesabedin; yarısını burada ödeyeyim, yarısını da İstanbul'da" dedi. Fabrikatör atıldı: "Aman efendim paranın lafı mı olur. Bunların bedeli prensin hesabına geçirilmiştir. Bana emirleri böyle. Sizden beş para alamam. Burada numuneleri gördünüz, bir ay sonra Galata gümrüğünden aynı makineleri teslim alın..."
Ver elini Mısır...
Ali Efendi'nin Augsburg'da tifoya yakalanması seyahatinin tek tatsızlığı oldu. Bir ay matbaa makineleri fabrikası sahibinin malikânesinde özel doktor ve hemşire gözetiminde tedavi gördü Ali Efendi.
Fabrikatörün ailesi onun sağlığına kavuşması için seferber olmuştu adeta.. iyileştiğinde önce Viyana'ya geldi, oradan Trieste'ye geçti. Almanların gözünde kazandığı itibar dolayısıyla davet üstüne davet alıyordu.
Mısır Hidivi İsmail Paşa, kızının düğününde onu Kahire'de görmek istediğini söyleyince rotasını İskenderiye'ye çevirdi.
Hidiv davetiyeyi ulaştıran özel temsilcisi aracılığıyla Ali Efendi'ye kabarık bir zarf göndermişti. Zarfta ne olduğunu artık merak etmiyorsunuzdur umarım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder