27 Mart 2013 Çarşamba

Abdülhamid düşerken!..Avni Özgürel


2. Meşrutiyet ve Abdülhamid'in tahttan indirildiği süreç yakın tarihimizin en çok tartışılan konuları arasında. Sadece bizdeki tartışmadan söz etmiyorum.

2. Meşrutiyet ve Abdülhamid'in tahttan indirildiği süreç yakın tarihimizin en çok tartışılan konuları arasında. Sadece bizdeki tartışmadan söz etmiyorum. Batı dünyasında da hakkında en çok kitap yazılmış Osmanlı padişahı Abdülhamid. İzlediği siyaseti doğru ve gerçekçi bulanların gözünde, 'Ak Sultan' Ulu Hakan' o. Aksini düşünenlerin nazarında ise 'Müstebit Kızıl Sultan'dan başka bir şey değil.

Türkiye içinde Abdülhamid'ten övgüyle söz etmek uzun yıllar gericiliğin, Cumhuriyet aleyhtarlığının hatta Atatürk düşmanlığının ölçüsü sayıldı. Tersi de demokratlığın, ilericiliğin göstergesiydi. Osmanlı tarihinin son dönemini iyi incelemiş bir bilim adamı olan Prof. Kemal Karpat'ın Abdülhamid'le ilgili çalışması öğretim üyesi olduğu Visconsin Üniversitesi tarafından yayımladı.

Bilgi Yayınevi Türkçesini yakında piyasaya çıkaracak sanırım. Hoca'nın geçen yaz bana söylediği iddialı hüküm şuydu: "Abdülhamid olmasaydı Atatürk çıkmazdı."

Parlamenter sistem

Hiç kuşku yok ki Abdülhamid parlamenter sistemin Osmanlı Devleti için yararlı olacağına inanmıyordu. Milliyetçilik hareketlerinin alabildiğine tırmandığı bir dönemde meclis idaresi sistemine geçmenin imparatorluğun parçalanma sürecini hızlandıracağı kanısındaydı. Nitekim baskılara dayanamayıp 1908 sonunda yapılmasına izin verdiği seçimin ardından Talat Paşa'ya söyledikleri bu kanaatinin ifadesi. Paşa hatıratında yeni milletvekilleri şerefine verilen ziyafette Abdülhamid'in cebinden çıkardığı parlamento üyeleri listesini kendisine göstererek, "Bunun böyle olacağını ben biliyordum, sizler bilmiyor muydunuz?" dediğini nakleder. Daha sonra Meclis Başkanvekilliğine Yuhanidis Aristidi'in seçildiği notunu padişaha sunan Talat Paşa onun bir şey söylemesine fırsat bırakmadan, "Zatı şahaneleri emin olsunlar ki, ben kulları hayattayken ne Artin Harbiye Nazırı olur, ne Dimitri Bahriye Nazırı" dediğinde, Abdülhamid'in tepkisi farklı olmaz: "Size inanıyorum Talat Bey. Ama devletlerin kaderi şahısların vatanperverliğine emanet edilemez.." 

Cemaat politikaları

Abdülhamid mutlakiyet yönetiminin çokuluslu Osmanlı toplumunu gerektiğinde tehditle bir arada tutma imkânı vermesi bakımından da gerekli görüyordu. 

Arnavut, Arap, Kürt, Ermeni cemaatlerinin önde gelenlerinin erkek çocuklarını bir vesileyle Yıldız Sarayı'nda yanına almıştı. Yaver rütbesi verilen bu gençlerin sayısı o tahttan indirilirken 390'dı.

Abdülhamid bu toplulukların kendi iç çekişmelerini ve hizipleşmelerini yakından takip eden, ihtilaflarının halline değil çatışmaya dönüşmemesine gayret eden bir hükümdardı. Balkan kiliselerinin ileri gelenlerinin çocukları onun gözetiminde milliyetçilik duyguları güçlendirilerek eğitilir, gençlere her vesileyle bağımsız kimliklerini diğer kiliseler karşısında korunmaları telkin edilirdi. Aslında hepsi rehineydiler. Babaları İstanbul için tehdit haline geldiği takdirde onların hayatlarının tehlikeye girmesi kaçınılmazdı.

31 Mart

İttihatçılar, Abdülhamid engelinden kurtulunca, "Balkanlar'da barışı sağlayacağız" diyerek kiliseler arasındaki ihtilafları giderince gerçekle yüz yüze geldiler. Birbiriyle çekişmeyi bırakan patrikler birleşip Avrupa'da Osmanlı'ya savaş ilanı düşüncesinin öncüsü oldular. Talat Paşa pişmalık içinde anlatıyor: "Yaver sayısını 30'a indirince büyük iş yaptığımızı sanmıştık. Facia üzerimize çökünce isyancıları zapturapta almak için onları aradık. Hepsi aşiretlerine dönmüşlerdi. Anadolu'da Ermeniler için Sultan Hamid'e duydukları kin ikinci bir din olmuştu adeta."

31 Mart Vak'ası'nın klasik anlatımı olayın, 'Padişahın kışkırtmasıyla ortaya çıkmış bir gerici ayaklanma' olduğudur. 

Hadiselerin ne başlangıcında ne gelişiminde onun dahlinin bulunduğunu kanıtlayacak delil yok. Aksine çatışmaları yatıştırmak için çırpındığını gösteren işaretler var. Abdülhamid aleyhtarlarının, onu hiç alakası olmadığı halde Derviş Vahdeti'yle yan yana göstermekte başarılı oldukları da gerçek. Hadisenin özünün alaylı-mektepli subay çekişmesi olduğuna şüphe yok. Dini okullarda eğitim görmüş eski subayların ordudan tasfiyesi, yerlerine İttihat Terakki'nin de desteklediği harb okulu mezunu genç subayların getirilmesi, 'alaylıları' isyana sevk ediyor. 'Şeriat isteriz' bağrışlarının manası da, 'Dini düzen isteriz' değil, 'Adalet isteriz.' 

O dönemde 'şeriat' günümüzde kelimeye yüklenen anlamdan çok farklı mana ifade ediyor. Onlarca genç subayın katledildiği, cesetlerinin sokaklarda günlerce kaldığı bir gerçek. Ardından gelen yargılama ve idamların ise olayın müsebbiplerini cezalandırmaktan çok zevahiri kurtarmaya dönük olduğu açık. Ama 31 Mart hadisesi o zamana kadar akıllarının kenarından bile Abdülhamid'i tahttan indirmek düşüncesini geçirmemiş olan İttihat Terakki kadrosunu padişahı 'hal etmek' için harekete geçirdi. Mebusan ve Ayan Meclisi üyeleri yani halk meclisi ve senato Yeşilköy Yat Klübü'nde, 'Meclis-i Milli' adı altında toplantıya çağrıldı.

'Sadede gel...'

Said Halim Paşa'nın başkanlığında toplanan üyeler uzun uzadıya nutuk dinleyecek durumda değillerdi. Hatiplerin sözleri hep, "Sadede gel... Sadede gel..." bağrışlarıyla kesildi; "Yeter artık hal... hal..." diye tempo tutulmaya başlandı. İttihat Terakki bu talebin önüne geçmedi sadece. Geçse netice alabilir miydi meçhul. Devrin din âlimi Elmalılı Hamdi Efendi padişahın tahttan indirilmesine dair fetva taslağını yazmıştı. Meclis gizli oturuma geçti, din adamları komisyon halinde toplandılar.

Şeyhülislam Mehmet Ziyaettin Efendi fetvayı imzalamaktan kaçıyordu. Fetva Emini Hacı Nuri Efendi de. İstanbul Mebusu Mustafa Asım Efendi odaya girip, "Bunu imzalamazsanız Sultan Hamid'i öldürecekler. İki dünyada da mes'ul olursunuz" deyince problem çözüldü. Herkes onayladı metni.

Hal kararının tebliği

Meclis üyeleri ayağa kalkarak oy kullandılar. İki üye, ayandan Sahip Molla ve yine ayandan Yorgiyadis Efendi aleyhteydiler. Said Halim Paşa onları işaret ederek, diğer üyeleri, "Bu kararı oybirliğiyle almalıyız, arkadaşları ikna edin" diye yönlendirince herkes yumruklarını sıkıp iki üyenin üzerine yürüdü ve zorla ayağa kalkmaları sağlandı...

Hal kararı alınmış ancak bu defa da kararı padişaha kimin tebliğ edeceği meselesi çıkmıştı. Kimse saraya gidecek heyette bulunmayı istemiyordu. Sonunda bu görev ikisi mebusandan ikisi ayandan dört gayrimüslime düştü. Rum, Yahudi ve Ermeni vekiller dahi isimlerini sildirmek için uğraşıyorlardı.
İttihat Terakki Merkez Komitesi de aynı anda toplanıp padişahın Selanik'te gözaltında tutulması kararını aldı. Abdülhamid tahttan indirildikten sonra İttihatçıların ilk işi Yıldız Sarayı'nı basıp ünlü jurnalleri ele geçirmek ve kendi imzalarını taşıyan belgeleri imha etmek oldu.

Hiç yorum yok: