28 Ocak 2013 Pazartesi

Poker- Ergün Diler


Yeni Ankara'yı tanımak için Eski Ankara'yı bilmek gerekir.

Anlatacak ve söylenecek çok şey var.
Ama günün anlamına yakıştığı için bir örnek vermek istiyorum...
Lütfen iyi okuyun. Düne kadar içinde bulunduğumuz durumu çok iyi anlattığını düşünüyorum... 
"Eskişehir Özel Tip Cezaevi'nde tutukluydum. Bir heyetin gelip beni ziyaret edeceği söylendi. Başsavcılığa götürülmem için hazırlanan kağıdı imzaladım... 
Cumhuriyet Başsavcısı Ali Turan'ın odasına vardığımda ABD Büyükelçiliği güvenlik müsteşarlığından olduklarını söyleyen 4 kişiyi karşımda buldum.
İki bayan, iki erkek beni sorgulamak istiyordu. CIA mensubu olduklarını hissettiriyorlardı. Önlerinde sayfalarca soru vardı. Kaş, göz, mimik, kafa hareketleri ve tehditkar bakışlarla psikolojik baskı altına alındım. Güvenlik Müsteşarı olduğunu söyleyen bayan ısrarla 'Ne iş yapıyorsun?''Kaç çocuğun var?' 'İran'a gittin mi?','ABD Büyükelçiliği'nin yerini biliyor musun?' gibi sorulara cevap istedi...
Dün başsavcılığa götürüldüm. Karşımda CIA ajanlarını buldum. 
Yarın yine "Savcılığa gideceksin" derlerse karşımda kimi bulacağımı bilmiyorum. Güvenliğimi kimin sağlayacağı hakkında bir fikrim yok. Bugün ABD Büyükelçiliği Güvenlik Müsteşarı sorguladı, yarın da İsrail isterse ne olacağını düşünemiyorum. Canı isteyen her ülke beni sorguya alacaksa bağımsızlığımız nerede kaldı?
Türkiye'nin üstünlüğü nerede? Şunu sormak istiyorum; Türk heyetleri, Türk istihbarat teşkilatları Amerika'da, İsrail'de ya da bir başka ülkede bir sanığı alıp o ülkenin savcısının makam odasında sorgulayabiliyor mu? Gerçekleşmiş bir tek örnek var mı?
CIA tarafından psikolojik baskıya uğramam mahkemeyi etkilemek değil midir?..."
Bu sözler UMUT DAVASI'nın sanıklarından Rüştü Aytufan'a ait... 
Aytufan, 07.09.2001 tarihinde verdiği ve dava dosyasına konulan dilekçesinde Amerikalılar tarafından nasıl sorgulandığını anlattı... 
Mumcu davasının da içinde olduğu 22 olayın faili olarak gösterilen Aytufan, yabancılar tarafından sorgulanmayı kendine yedirememişti! 
Peki Uğur Mumcu olayında yabancı parmağı tek bu muydu?
Elbette hayır..
Bir gün HOPKINS isimli bir bayan, Güldal Mumcu'yu arayıp görüşmek istedi. Ancak sekreteri Aynur Hanım "Evde yoklar" cevabını verdi. Bunun üzerine Bayan Hopkins, "Ben ASHOKA isimli bir kuruluşun yetkilisiyim. Uğur Mumcu'nun çocuklarının yurtdışında eğitim harcamalarını üstlenmek istiyoruz.
Ayrıca hanımefendiye ömrünün sonuna kadar yetecek desteği vermek niyetindeyiz" dedi... 
Aynur Hanım bu notu Güldal Hanım'a iletti.
Bayan Mumcu hiç düşünmeden "Buna ihtiyacımız yok" dedi. Galiba, kocasını öldürenlerin şimdi yardım etmek istemesini anlamsız bulmuştu.
Aradan bir süre geçtikten sonra Hopkins, tekrar aradı. Güldal Mumcu'nun cevabını öğrenince çılgına döndü:
"Neyi reddettiğinin farkında mı?"
Bunları anlatmamın sebebi yarın Uğur Mumcu'nun ölüm yıldönümü... 
24 Ocak 1993'ten bu yana! Yani tam 20 yıl... O'nu kimin ortadan kaldırdığını hala bilmiyoruz.
Bilme şansımız da yok!
Neden mi?
Atatürk öldükten sonra İsmet İnönü ile devam eden CUMHURBAŞKANLIĞI seçimleri hep zor ve sancılı olmuştur. İsmet Paşa bile o koltuğa otururken, hiç olmadığı kadar sıkıntı yaşamıştır. Daha sonra gelen cumhurbaşkanları da öyle... 
Ya darbe ürünü olarak gelmiş ya da dayanılmaz gerilimlerin sonucu Köşk'e çıkmıştır.
Bu neden böyledir? Bilmeyiz... Söylemezler!
Hep dediğim gibi, Londra ülkenin anahtarını Amerika'ya bıraksa da tamamen çekilmemiştir.
Dehlizlerde hep vardır! Aklını kullanıp perde arkasından yumruğu çakmıştır.
İşte bizim için son nokta olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin tartışmalı ve sancılı geçmesinin en büyük nedenlerinden biri aslında bu iki gücün çarpışıyor olmasıdır!
Ankara ara sıra sözünü dinletse de, yabancıların aldığı maçlar daha çoktur...
Yani Türkiye'yi elinden kaçırmak istemeyen bu iki güç, kendi çıkarları için TÜRK'ün gözünün yaşına bakmamıştır!
Ne gerekiyorsa yapmıştır! ASALA da PKK da bunların ürünüdür. Eşref Bitlis ve Cem Ersever de Mumcu ile aynı yıl öldürüldü. Bitlis ve Ersever, Özal'ın çözüm planına inanmakla birlikte önce büyük bir operasyonla PKK'yı silmeyi tasarlıyordu. "Dağlar boşalırsa çözüm olur" düşüncesindeydiler!
O dönem de, bugün de böyle düşünen az değil.
Özal ise "af" ve "masa"yı işaret ediyordu. Araya kan davasının girmesini istemiyordu... 
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün...
Devlette çözüm için herkesin bir fikri vardı. Ama ÇÖZÜM isteyenler karşılarında bu iki gücü buluyordu!
Silahlı çözüm isteyenler Amerika tarafından bombayla, silahla, C-4'le ortadan kaldırılıyordu...
Özal gibi "aklı" kullanmak isteyenler ise Avrupa tarafından zehirleniyordu!
Yani Cumhurbaşkanımız, askerimiz, aydınımız KÜRT sorunu yüzünden öldürülüyordu! 
Çünkü iki güç, çözümün kendi kuralları ile gelmesini istiyordu! Amerika "Kürtler'i öldürmeyin. Gelin Kuzey Irak'a yerleşin benim çıkarlarımın bekçisi olun", Avrupa ise "Sorunu çözmeyin, gerekirse bölünün" diyordu! İki yol daANKARA'nın istediği yol değildi!
Kürt kartının devlet hafızasındaki yeri hiç HOŞ değildi.
Ama Ankara'daki akıl da eski akıl değildi! Hem kendi gücünü, hem yeni dengeleri çok iyi okuyordu! Sadece iki güç arasında sıkışıp kalamayacağını anlattı. Londra ve Washington, başta bunu anlamak istemedi. IMF ile diz çöktürülen bir ülkeden bunu beklemiyorlardı. Ankara'nın sesini "boş ve anlamsız nara" sandılar. Ama yanıldılar...
Özellikle Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan'ın ÇİN ziyaretlerinden sonra pabucun pahalı olduğunu gördüler! 
Çünkü zaten İran'la yakın temasta olan ÇİN aynı yakınlığı Türkiye'den gördüğü an Ortadoğu ve Afrika, Amerika ile Avrupa'ya kapılarını kapatırdı!
Artık masada POKER oynayan Türkiye vardı!
Ankara, Kürtler'i kucaklayacaktı. Ama kendi isteği ve yöntemiyle... 
Bu nedenle yıllarca KANDİL'e çıkış izni vermeyen Amerika ile içeride PKK'yı besleyen Avrupa'nın ne söylediğinin önemi yoktu!
Dün liderlerin grup toplantılarını izleyince Kemal Kılıçdaroğlu ve Devlet Bahçeli'nin oyunu tam göremediklerini düşündüm. Zaten DIŞARISI bizim kavga etmemizi, bölünmemizi, ayrışmamızı istiyor...
Kısır tartışmaları görünce benim aklıma hep Kraliçe Elizabeth'in o fotoğrafı geliyor... 
Yeşil elbise ve beyaz eldivenler içindeki Kraliçe, kuzenini öldüren IRA eski liderlerinden Martin McGuinness'in elini sıktığı anı unutamıyorum! Kraliçe BARIŞ için çekinmeden bunu yapıyordu! Gelin biz de TÜRK gibi başladığımız işi İNGİLİZ gibi bitirelim...
Kendi oyunumuzu kendimiz kuralım...
Fırsat var çünkü!

Hiç yorum yok: