24 Haziran 2013 Pazartesi

Ayyaşlar bayramı -İskender Pala

Neyzen Tevfik
İstanbul sokaklarından hatıraları hiç silinmeyecek iki ayyaş vardır. Osmanlılar devrinde Bekri Mustafa, Cumhuriyet devrinde Neyzen Tevfik. Her ikisi de kalender meşreb, rind adamlar imiş.
Bekri Mustafa'nın adı etrafında pek çok fıkra vardır, bilirsiniz; ama şimdi anlatacaklarımız doğrusu bize de ilginç geldi.


Eskiden ramazan ayı girdiğinde halkın dini hassasiyetlerine saygı için meyhaneler kapanır ve ayyaşlar iyiden iyiye gizli kalmaya gayret ederlermiş. Buna mukabil bazı meyhaneler daha bayramın kör sabahında açılır ve hatta kapıdan ilk giren birkaç müşteriye verilmek üzere surre (bahşiş kesesi) hazır ederlermiş.

İstanbul ayyaşlarının bayram namazından sonra icra ede geldikleri bir merasimleri vardır. Buna göre şehirde ne kadar alkolik var ise oruçlarını tutar; ama bayramın ilk günü perhizi bozup kuşluk vakti Edirnekapısı dışındaki kahvelerde sessiz sadasız buluşurlar ve burada birer ikişer tek attıktan sonra topluca güle oynaya Otakçılar'a giden caddeye revan olurlarmış. Burada onları ilgilendiren iki mezar vardır. Biri Bekri Mustafa'nın, diğeri de ahret yoldaşı Urfalı Afyonkeş el-hac Ahmet Ağa'nın. Bunlardan ilki müskiratın, diğeri mükeyyifatın piri olup Osmanlı dünyasında isimlerini bilmeyen yoktur. Ayyaşlar bu iki mezarı bir türbe vecdiyle ziyaret ederlerken içki alemlerinin bütün ritüellerini yerine getirmeyi de asla ihmal etmezlermiş. Bu türbe ziyaretinin raconu kalabalıkta kesilir ve Edirnekapısı'ndaki ictimadan sonra kimisi yatmış, kimisi yıkılmış mezar taşlarının arasındaki yoldan, önde ayyaşlar, arkada esrarkeşler olmak üzere iki grup halinde Silivrikapı'ya doğru yürümeye başlayınca şişeler ve afyon hapları da zulalardan çıkmaya başlar, sessizlik yavaş yavaş nüktelere, fıkralara, hatıralara dönüşürmüş. Birkaç yüz metre sonra artık yürüyenlerin ayyaşlar değil, topyekun bir içki aleminin kendisi olacağını bilmem söylemeye gerek var mı?!. Kafileye yeni katılan gençler ve sırf merak saikiyle onları takip eden bir kalabalık ile arkalarındaki haylaz çocuk alaylarının da merasime ihtişam kattığını düşününüz. Bu arada bayram sabahı kabristan ziyaretine giden halkın bir kısmı da durup bunları seyretmekten kendilerini alamazlar. Kafile bu minval üzere Bekri ile Urfalı Ahmed Ağa'nın mezarları başına ulaştığında önce, mevsimine göre getirilen çiçeklerle, defne ve taflan dallarıyla mezarlar süslenir, sonra yeni şişeler çıkarılır, merasimi idare eden meşhur kabadayı ve ayyaşlar şişelerin ağızlarını biribirine vurarak maharetle kırarlar, bu maharete herkes tezahürat yapar ve sonra pirlerinin ruhlarını taziz için şişedeki rakıları mezarın üzerine boşaltırlarmış. Hatta bunu o kadar ciddiyetle yaparlarmış ki, uzaktan bakanlar bunları, mübarek bir zatın mezarı üzerine gülsuyu yahut zemzem serpen müridler sanabilir, bu zat için de bir Fatiha okumadan kabristanı terk etmezlermiş.

Günün mana ve ehemmiyetine binaen ayyaşların elebaşılarından biri çıkıp Bekri'nin yahut Urfalı'nın fıkralarından birkaç tanesini anlatır, hep beraber gülerlermiş. O kadar ki geçmişlerinin ruhuna Yasin okumak üzere gelmiş çevredeki ziyaretçilerden bazılarının bile okuduğu Kur'an'ı şaşırıp bu fıkralara güldüğü olurmuş. Fıkralardan sonra sıra esrarkeşlerindir. Onlar da bir ayine gelmiş gibi genişçe bir halka teşkil ederek "çifte kağıtlı" denilen kalın esrar sigaralarını sıra ile ağızdan ağıza çekiştirir dururlarmış.

Birkaç saat süren bu merasimin finalinde yine ayyaşlar vardır ve bu sahne doğrusu bütün seyircileri gülmekten kırar geçirirmiş. Merasim başından itibaren içtikleri halde taşların arasında, mezarlara kapaklanmış olarak, bir köşeye büzülmüş vaziyette hala sızıp kalmayanlar, yüzleri birbirilerine dönük olarak iki saf halinde sıra olur ve ellerindeki son şişeleri de karşılıklı birbirilerinin ağzına yapıştırıp yekdiğerine bayram ikramı yaparlarmış. Amma ne var ki eller titrediği yahut ağızlar yerinde durmadığı için karşılıklı birbirinin burnuna veya gözüne şişe sokanlar mı; yahut hiç bir yudum isabet ettiremeden bütün rakıyı baştan aşağı boca edenler mi, varın seyredin şenliği.

1908 inkılabına kadar devam eden bu kutlamalardan dolayı Silivrikapısı ile Mevlanakapısı arasındaki bölgeye o vakitler Harabatkapı denir ve ayyaşlar bayramı çevre semtlerin insanları tarafından seyrine doyum olmaz manzaralar meydana getirirmiş. Hatta bu merasimlerde, esrar yasak olduğu halde resmi elbiseli polis ve askerler de bulunur; ama kimseye bir şey denilmezmiş. Bayramın en iyi yanı, sabah sessizce toplanan kalabalığın sur kapılarından şehre girdikleri vakit yine sessizce dağılmaları imiş. O kadar ki, sabahleyin şehrin sokaklarında bunların gittiklerini görenler, cenaze arkasından giden cemaat; dönüşlerini seyredenler de bir köy düğününden dönen eğlence düşkünleri olduklarını sanırlarmış, o kadar.

İçinizden, "Bugün ne o ayyaşlar var, ne de ayyaşlıkta böyle bir neş'e?" diye hayıflanan olur mu bilmeyiz, amma anlaşılan o ki Osmanlı medeniyeti ayyaşına bile sahip çıkmış ve Bekri, ayyaşlığı ve fıkralarıyla bir kültür ve medeniyet malzemesi olarak asırlarca yaşamış. Oysa biz bugün Neyzen Tevfik'in, bırakınız ayyaşlığını, şairliğini ve neyzenliğini bile unutmak üzereyiz.

Urfalı Hacı Ahmed Efendi

Okuyucularımızdan bazıları hatırlayacaklardır, birkaç hafta evvel karı dırdırından ölen Halil Ağa'nın kitabe metnini vermiştik. Şu da Urfalı Ahmed Efendi'nin yedi satırlık celi sülüs hatla yazılmış mezar kitabesidir. (Bir fotoğrafından istinsah ediyoruz):

"Meşhur / Yevmiye elli dirhem / sülümen ve afyon ekl eden (yiyen) / yüz otuz dört yaşında / fevt olan (ölen) Ruhavi (Urfalı) ey-seyyid / el-hac Ahmed Efendi / ruhuna Fatiha/ Sene 1216 (1801-02)."

Kitabenin üçüncü satırındaki sülümen kelimesi aksülümen yerine kullanılmıştır. Aksülümen, civa ile klor karışımı bir tür zehirleyici tuzdur. Bedeni zehire şerbetlenmiş Ahmed Efendi muhtemelen afyon bulamadığı, yahut esrarın kesmediği zamanlarda aksülümen yutuyordu. Çünki afyon yutanlar her geçen gün dozu artırmadıklarında rahat etmezlermiş.

Bugün Bekri Mustafa ile Ahmed Efendi'nin mezar taşlarının ne olduğu bilinmemektedir. Muhtemelen mozayıkçıların, maden eriticilerin, mermerbürlerin, eski inşaat müteahhitlerinin, tarihi eser kaçakçılarının, turistlerin, yahut da kötü emelli kişilerin ellerinden onlar da kurtulamamışlardır. Zaten böyle giderse XXI. yüzyılın yarısında Osmanlı mezarlarının hepsine elveda etmiş olacağız. Yazık, çok yazık. Mezar taşlarıyla birlikte bir kültürün de yok olduğunun farkında değiliz.

BERCESTE

Öğme şarabı zemmedip afyonu sakiya
Açtırma ehl-i keyfe kutunun kapağını

Fenni

Hiç yorum yok: