17 Ocak 2013 Perşembe

Necip Fazıl ve örtülü ödenek-Mehmed Nİyazi


Son günlerde  Adnan Menderes’in başbakanlığı döneminde Necip Fazıl’ın örtülü ödenekten para aldığı gazete ve televizyonlarda polemik konusu yapılmaktadır.

Bu konu Yassıada Mahkemesi’nde de mesele edilmişti. Hatta aldığı miktar sorulduğunda Necip Fazıl, “Hayır” deyip daha fazla aldığını söyleyerek kadirşinaslık örneği göstermişti. Mahkeme Başkanı Salim Başol’un “Hangi hizmete mukabil aldınız?”  sorusuna da şöyle cevap vermişti: “Ben örtülü ödenekten methiyeci, kasideci, Eski Roma cenazelerinde sahte ağlayıcılar gibi vicdan kiracısı olarak para almadım. Ve bunların hiçbirisini yapmadım.” dedikten sonra mukaddesatçı, milliyetçi, Anadolucu, ahlakçı bir idealin bu topraklarda yetişmesi için para aldığını söylemişti. Başkan karşı çıkıp; “Üniversite gençliği süt gibi temizdir. Onlar sizi gerici buluyorlar; zaman zaman protesto etmişlerdir.” deyince Üstad’ın cevabı şöyle olmuştu: “Üniversite gençliğinin bana gerici diyen kısmı, sesi fazla duyulan ve önde görünen kısmı. Üniversite gençliğinden on binlerce gencin benim idealime bağlı olduğunu; fakat sesini yükseltemediğini yakinen bilenlerdenim.” Bunun üzerine başkan idealinin ne olduğunu sorunca, Üstad şu çarpıcı cevabı verdi: “Garb’ın bütün müspet bilgilerini Rönesans anlayışı içinde almak ve Şark’ın ruhunu aynen muhafaza etmek, dinin parlaklığını ve saffetini, asaletini, Garb’ın büyük kafasında tekâmül ettirmek ve bu ruha tatbik etmektir.” Bu izahtan sonra herhalde dut yemiş bülbüle dönen Başkan’ın; “Sizden fazla alan gazeteci var mı?” sorusuna jurnalciliği kendisine yakıştıramadığı için şu cevabı verdi: “Onu bilmem; şunu bilirim ki ilk Türk gazetesi olan Takvim-i Vekayi’den bugüne kadar fikre müstenit bir tek gazete mevcut değildir ki, şu veya bu şekilde hükümetten yardım görmesin.”

    Mahkeme başkanı veya bu konuyu mesele edinenler zır cahil değillerse fikir, sanat ve bilim insanlarının dünyanın bütün ülkelerinde korunduklarını bilmelidirler. Yüksek seviyede fikir ve sanat eserleri, ilmî zihniyetle yazılmış kitaplar geniş kalabalıkları ilgilendirmezler; ama cemiyetin ufkuna düşen güneş gibidirler; kalabalıklar onların ışığında yol alırlar. Ülkemizin bu hususta özel bir durumu vardı. Harf devrimi yapıldı; zaten az olan okur sayısı adeta sıfırlandı. Hükümetlerin asli görevlerinden birisi milletin kültür seviyesini yükseltmektir. Bunun için tek parti döneminde imkânsızlıktan dolayı ilaç ithal edilemezken gazete çıkarmak için matbaa makineleri getirmek isteyenlere döviz tahsis edilmiştir. Yine bu dönemde Yakup Kadri, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi, Behçet Kemal gibi sanat ve ilim insanları milletvekili yapılarak adeta koruma altına alınmışlardır.

    Büyük sanatkârlar, mütefekkirler, şalgam gibi istendiği zaman yetişmezler. Bunun şuurunda olan cemiyetler bunlardan en fazla nasıl yararlanacaklarını düşünürler. Goethe, ardında 57 eser bıraktı. Ama Goethe maaşlarını altınla ödediği 15 bilim insanıyla beraber çalışıyordu. Yazdıkları, en son dil aliminin onayından geçmeden matbaaya gitmezdi. Goethe sırtını Weimar Devleti’ne dayamasaydı, Alman milletinin kültür seviyesini etkileyen eserlerine imza atamazdı. Onu finanse eden Weimar Devleti’ni mi suçlayalım, yoksa sırtını ona dayayan Goethe’yi mi?

    Gazetede yazmak yazar için imkândır; fakat basınımız yakın zamana kadar tek zihniyetin hegemonyasındaydı; kendilerinden saymadıklarına yazdırmazlardı. Necip Fazıl uzun süre bir gazetede çalışamadı. Gazete yazılarından ne geçimini temin, ne de fikrine hizmet edebildi. İnancı onu hizmete zorluyordu. Kültür seviyesi düşük ülkelerde desteksiz bir dergiyi yaşatmak imkânsızdır. Hiç değilse bir dergiyi çıkarabilmek için başını taştan taşa vurdu.

    “Bir Adam Yaratmak” piyesini Shakespeare’ın eserleri arasına katıp, yine Shakespeare’ın uzmanına sorulsa, “Hayır, bu onun değildir” diyemez, kanaatimce Sheakspear’ın eserlerinin arasında yıldız gibi parlar; hatta ben farklıyım diye bağırır. O eserinden Üstad kaç kuruş kazanmıştır? Weimar Kralı gibi bir adam çıkıp Üstad’ı destekleseydi, o da dehasını kitaplarına verseydi ne olurdu? İnanıyorum ki yalnız bizim değil, bütün Şark’ın kaderi değişirdi. Her gün para derdiyle boğuşan biri ne yazabilirdi? Ölümüne kadar kirada oturması milletçe ayıbımız değil de nedir? Bu vesile ile milletimizin mazlum evladı Menderes’i de rahmetle anıyorum. 
   

Hiç yorum yok: