5 Aralık 2012 Çarşamba

Türkiye'yi yükselten yıllar-ABDULLAH MURADOĞLU


Türkiye'yi yükselten yıllar

  • Prof. Nevzat Yalçıntaş, "Türkiye'yi yükselten yıllar" başlıklı hatıralarında yakın tarihimizin önemli safhalarını anlatıyor. Tek Parti rejiminde mütedeyyinlere yönelik baskılara tanık olan Yalçıntaş hoca 17 yaşında yazdığı makale yüzünden sıkıyönetim mahkemesine çıkarılmış.
  • 'Muhafazakar' ve 'mukaddesatçı' kesimin duayen isimlerinden Yalçıntaş hoca, 1975'de ilk Milliyetçi Cephe Hükümeti'nin kurulmasında "Aydınlar Ocağı"ndaki arkadaşlarıyla birlikte rol oynamıştı. Prof. Yalçıntaş 1991'de RP, MÇP ve IDP ittifakının mimarları arasındaydı.

  • Prof. Nevzat Yalçıntaş hoca hatıralarını "Türkiye'yi yükselten yıllar" başlığıyla yayımladı. Sabahattin Zaim, Hayrettin Karaman ve Ali Özek hocalardan sonra, yakın dostları Yalçıntaş hocanın hatıraları da "tarihi tanıklıklar" dizisine eklenmiş oldu. 1933'te Ankara'da dünyaya gelen Yalçıntaş hocanın annesi Lebibe Hanım, Urfa'nın Birecik İlçesi'nden "Türkmen" kökenli bir aileye mensuptur. Yalçıntaş hocanın babası Hasan Efendi ise Ankara Keskinli'dir. Hem Lebibe hanımın babası, hem Hasan efendinin babası, yani Yalçıntaş hocanın her iki büyükbabası Çanakkale şehididir. Yalçıntaş hocanın annesi de, babası da Nakşi'dir. Baba Hasan efendi Demokrat Parti'nin Ankara teşkilatının da kurucuları arasındadır. Ailevi özellikleri, Yalçıntaş hocanın kişiliğini ve düşüncelerini belirlemesinde büyük rol oynamıştır.
    KUR'AN ÖĞRETMEK CÜRÜM SAYILIYORDU
    "İsmet Paşa devri"nin meşhur muhaliflerinden Osman Yüksel Serdengeçti'nin çıkardığı "Serdengeçti" mecmuasında yazdığı bir makaleden ötürü Yalçıntaş hoca 17 yaşında, lise öğrencisi iken sıkıyönetim mahkemesinde hakim karşısına bile çıkarılmıştı.
    "Eğitimin yaygınlaşması için neler yapmak lazım" ekseninde yazdığı makalede yeni yazı bilen köy imamlarının halka okuma-yazma öğretmelerinin iyi olacağından bahsetmesi "irticai propaganda" mahiyetinde görülmüştü. Tek Parti döneminde mütedeyyinlerin çektiği sıkıntılara tanık olan Yalçıntaş hoca bakın neler söylüyor:
    "Benim neslim ya doğrudan ya da dolaylı olarak o dönemle ilgili birçok nahoş olaya tanık olmuştur. Kur'an kursları ve "İmam-Hatip" mekteplerinin olmadığı, Kur'an öğrenmenin ve öğretmenin uyuşturucu imal etmek ve pazarlamakla eşdeğer bir cürüm sayıldığı, bu cürümü işleyenlerin jandarmayla takip edildiği, ezanın Türkçe okunduğu, dini eğitim namına hiçbir etkinliğe izin verilmediği o günler gerçekten de bugün bize inanılması güç yalanlar olarak görünmektedir. Ne var ki, benim kuşağım bütün bunlara ya bizzat tanık olmuş ya da ilk ağızdan dinleyerek neler olup bittiğini öğrenmiş bir nesildir."
    Ankara'daki sohbet halkalarına katılan Yalçıntaş hoca lise yıllarında Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Hüsnü Lostar hocanın makam odasında verdiği özel derslerde Emsile, Bina, Tefsir, Hadis ve Feraiz de okumuş. Ders halkasına birlikte katıldığı arkadaşlarından biri, "İslam tarihi" eserinin müellifi Asım Köksal hoca idi.
    CEZAYİRLİ ÖĞRENCİLERİN İSYANI
    Ankara Ticaret Lisesi'nin ardından İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret Mektebi'ni bitiren Yalçıntaş hoca doktora çalışmasını Fransa'da, Doçentlik çalışmasını İngiltere'de yapıyor. Paris'te doktora yaparken Cezayirli öğrencilerle kurduğu yakın ilişkiden ötürü Fransız polisi tarafından sorguya çekilmiş ve sınır dışı edilme tehdidiyle karşılaşmış.
    Gittiği her Batı ülkesinde İslam dünyasından çeşitli bölgelerinden gelen öğrencilerle tanışıp kaynaşmaya çalışan Yalçıntaş hoca yüzlerce dost edinmişti. Kurduğu dostluklar ileriki yıllarda mesleki ve diğer kamusal görevlerine müspet şekilde yansıyacaktır.
    hoca Paris'te iken Fransız sömürgesi olan Cezayir'in bağımsızlığı "Birleşmiş Milletler"de gündeme gelmişti. Türkiye'nin bu meselede Fransa'yı desteklemesi Yalçıntaş hocayı ve Cezayirli arkadaşlarını ziyadesiyle üzmüştü. Arkadaşları isyanlarını hocaya şu sözlerle aktarmışlar:
    "Nasıl oluyor da bizim aleyhimizde, kendi kardeşleriniz aleyhine oy veriyorsunuz? Halbuki bizim gelinlik kızlarımızın çeyiz sandıklarında Türk bayrakları var!"
    ABDULLAH GÜL ÖĞRENCİSİYDİ
    Demokrat Parti'nin en sevilen Bakanlarından merhum Tevfik İleri, Yalçıntaş hocanın meslek hayatının şekillenmesinde büyük katkısı olmuştur. Merhum İleri'nin tavsiyesiyle dönemin Su İşleri Müdürü Süleyman Demirel ile tanışan Yalçıntaş hoca bu dairede barajların iktisadi etüdleriyle ilgilenmek üzere uzman olarak göreve başlamış.
    Daha sonra Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde asistanlığa başlayan Yalçıntaş bilahare İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ne geçmiş. Merhum Turgut Özal'ın müşteşarlığı döneminde DPT'de yöneticilik de yapmıştır. Özal ile yakın dostluğu ve sırdaşlığı vefatına kadar sürmüştü.
    İktisat Fakültesi'nden öğrencisi olan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün kariyerinde Yalçıntaş hocanın katkısı vardır. "Türkiye Milli Kültür Vakfı"nın yöneticisi olarak Gül'ün yarı burslu şekilde İngiltere'ye gönderilmesine öncülük etmiş. Abdullah Gül'ün akademik hayata başlamasında merhum Sabahattin Zaim hoca ile birlikte rol oynamış.
    Yalçıntaş hoca Cidde'deki "İslam Kalkınma Bankası" bünyesindeki "İslam Araştırma ve Eğitim Enstitüsü"nün başına geçtiğinde, Abdullah Gül de yardımcısı olarak ona katılmış.
    İTTİFAKLARDA BAŞROL OYNAMIŞTI!
    Yalçıntaş hoca lise ve üniversite yıllarında mukaddesatçı ve milliyetçi(o dönemlerde her iki eğilim içiçedir) düşünce çevreleri içerisinde bulundu. Sağ kesimin lider kadrolarıyla kurduğu yakın ilişkiler, Yalçıntaş hocayı kanatlar arası ihtilafların çözümlenmesinde ve ittifakların kurulmasında aranan bir isim haline getirmişti..
    "Aydınlar Ocağı" mensupları olarak, Yalçıntaş hoca ve arkadaşları 1970'lerdeki ilk "Milliyetçi Cephe" hükümetinin kurulmasında ve 1991'de Refah Partisi, Milliyetçi Çalışma Partisi(MHP) ve Islahatçı Demokrasi Partisi arasındaki seçim ittifakının da mimarları arasındaydılar. hocanın 1975'de TRT Genel Müdürlüğü yaptığını hatırlatmalıyız.
    hocanın hatıralarında 1960'larda ve 1990'larda "Sovyetler Birliği"ne yaptığı geziler geniş yer tutuyor. Hem Sovyetler Birliği dağılmadan önce, hem de dağılma sürecinde "Türki Cumhuriyetler"e düzenlediği gezilere ilişkin gözlemleri birer brifing niteliğindedir. Sovyet sonrası dönemde Kırım'ın yanı sıra Türki Cumhuriyetlerde camiler ve okullar açılmasında hocanın teşvik ve çabaları takdire şayandır.
    Yalçıntaş hocanın neredeyse bin sayfayı bulan Hatıraları, yakın tarihimizin sancılı süreçlerine ışık tutuyor. Mütedeyyin bir aile çocuğu olarak, bütün bu süreçlerin nasıl yaşandığını anlatması bakımından Yalçıntaş hocanın tanıklığı çok önemli. Hatıraları bilhassa yakın ilişki geliştirdiği mütedeyyin, muhafazakar, milliyetçi, mukaddesatçı çevrelerin serüveni hakkında bilgi edinmek isteyenler için başvuru kaynağıdır.
    Osmanlı korkusu neler yaptırmış?
    Prof. Nevzat Yalçıntaş hatıralarında Viyana'daki "Diplomasi Akademisi"nde ilginç bir olayla karşılaşıyor. 'Osmanlı korkusu' yüzünden kurulan akademi Osmanlı askeri gücünün araştırılması için kurulmuş. Bilahare siyaset ilimleri akademisine dönüştürülmüş. Yalçıntaş hocanın daha ilginç bulduğu olay ise, Avusturya hükümet bütçesine konulan bir gider kalemiyle ilgiliydi. Akademi Başkanı, Yalçıntaş hocaya bakın neler söylemiş:
    "O dönemde biz Avusturyalılar, Viyana'da Osmanlı hududuna kadar gözetleme kuleleri kurmuştuk. Osmanlı sınırında bir hareketlilik görülürse, bir kule diğerine haber vererek durumun kısa zamanda Viyana'da haber alınması amaçlanmıştı. Osmanlı birlikleri Belgrad istikametinden harekete geçtikleri an bu kulelerimiz haber faaliyetine geçiyordu. Her kulede 20-30 asker, başlarında ise bir subay bulunuyordu. Ayrıca diğer hizmetleri gören bir kadro vardı. Kaç tane kule varsa o kadar çok insan çalıştırıyorduk. Bu kadar asker ve hizmetlinin ne kadar büyük masraf çıkaracağını takdir edersiniz. Bu masrafı karşılamak için bütçemize,'Osmanlıları gözetleyen kulelerin masrafları' diye bir gider kalemi koymuştuk.
    'Bu durum böylece devam edip geldi. Öyle ki, 18. asır geçti, 19. asır geçti, 20. asır geldi, bu masraf kalemi hala bütçemizde gösterilmeye devam etti. Nihayet 1930'lu yıllarda bazı politikacılar, 'Arkadaşlar; Osmanlılar bitti. Osmanlı yok artık... Türkler yeni bir cumhuriyet kurdular. Siz hala bütçeye Osmanlılara karşı kule masrafları koyuyorsunuz' demeye başladılar.
    'İşin gerçeği şu ki, bizim maliyeciler sene ortasında ekstra bir para lazım olur da kullanırız, diye böyle bir gider kalemini bütçeye koymaya devam ediyorlardı. Planda olmayan ekstra bir gideri karşılamak için de bu kalemdeki parayı ihtiyaçları için transfer ediyorlardı. Yoksa kulelerin çoğu yıkılmış, yıkılmayanı kapanmış, kapanmayanlardan birkaç tanesi de sadece turistik maksatla kullanılır hale getirilmişti. Nihayet politikacılar 'maliye bürokratları bizi kandırıyor. Bu nasıl iştir?'diyerek itiraz ettiler. Böylece 1940'larda bu bütçe kalemi ortadan kaldırıldı."
    Prens Sami Efendi neyi gizlemişti
    Nevzat Yalçıntaş hoca Londra'da eğitim görürken Osmanlı hanedanının sürgündeki üyelerinden merhum Prens Sami Efendi'yle nasıl tanıştığını Hatıralarında şöyle anlatıyor:
    "Merkez Camii ve İslam Kültür Merkezi aynı zamanda Londra'da bulunan Müslümanların bir buluşma ve tanışma merkeziydi. Mesela ben Osmanlı hanedanının son mümessillerinden Prens Sami Efendi'yi orada tanıdım. Prens Sami Efendi yaşlı, uzun boylu, nur yüzlü, kibar, zarif ve yakışıklı bir insandı. Türkçeyi çok güzel konuşurdu.
    (..)Prens Sami Efendi her Cuma günü namaz için merkeze gelirdi. Zamanla iyi dost olmuştuk. Öyle ki , bahsettiğim Pakistanlı arkadaşların evine onu da yemeğe davet ederdik. Çok mütevazi davranır ve davetlerimize icabetten kaçınmazdı. Ancak bir defa bile bize evinin nerede olduğunu, nerede yatıp kalktığını söylememiştir. 'Kendisi söylemeyeceğine göre bari ben öğrenmeye çalışayım!' diye düşündüm ve onu üzmeyecek bir şekilde araştırdım.
    Keşke öğrenmeseymişim. Meğer zavallı adam parasızlıktan Türk dostu yaşlı bir Ermeninin mütevazi otelinde kalıyormuş. Buna karşılık olarak da otelin muhasebesini tutuyormuş. Bunu söyleyenler 'Aman Hocam, sakın gitmeye kalkışmayın! Öğrenirse çok üzülür' diye sıkı sıkı tembih ettiler. Üzülmemek mümkün değildi. Fransa'ya muhacir gitmiş, oradan da Londra'ya geçmiş bir Ermeninin oteli hangi evsafta olabilirdi? Bildiğim, Paris'te , Londra'da çokça karşılaştığım küçük otellere benzer birşey olmalıydı. Böyle bir otelin de bodrum katındaki bir odasında kalıyordu. Bunu bana söyleyen dostlar, Prens Sami Efendinin böyle bir otelde kaldığını Türklerden dahi kimsenin bilmediğini belirttiler.
    Şehzade kaldığı otele kendi soydaşlarını bile davet etmiyor, ancak daha eskiden beri tanışıp dost olduğu Pakistanlılara, Güney Afrikalı müslümanlara, kısaca halini arz etmekten ar etmeyeceği yabancı müslümanlara kapısını açıyordu. Böyle bir durumda yaşamaya mahkum edilmenin ne kadar dramatik bir olay olduğu kolayca takdir edilebilir."
  • Hiç yorum yok: