14 Kasım 2012 Çarşamba

Sürgünde ölen bir yalnız adam: Napolyon - M.Latif Salihoğlu,

Fransa'nın efsanevî kahramanı olarak kabul edilen Napolyon Bonapart, sürgüne gönderildiği Atlantik'teki Helena Adası'nda 51 yaşında öldü. (5 Mayıs 1821)
Napolyon'un hayatı bir ibret tablosudur.


Hayatında öylesine iniş–çıkışlar, öylesine düşüş ve yükselişler yaşadı ki, hayret etmemek elde değil.
Meselâ, Büyük Fransız İhtilâli (1789) zamanında sıradan bir genç subay iken, kısa zamanda en gözde asker konumuna geldi. Generalliğe kadar yükseldi ve ordunun başına geçti. Ardından, "Birinci Konsül" yapıldı. 1804'ten itibaren de, aynı anda hem Fransa'nın İmparatoru, hem de İtalya'nın Kralı sıfatını kazandı.
Ve, hayatının son demini ise, okyanusta küçük bir adada yalnız geçirmek durumunda kaldı.
İşte, "Nereden nereye..." dedirten bir hayat mâcerasının dönüm noktaları..
Zirveye tırmanış süreci
İmparator olduktan sonra "Napolyon I" unvanını kazanan Bonapart, 1769'da Korsika'da doğdu.
1785'te askerî akademiyi bitirerek, topçu alayına üsteğmen rütbesiyle atandı.
Fransa'ya karşı bağımsızlık mücadelesi veren Korsikalıları mağlup eden jakobenlerin içinde yer aldı.
İhtilâl döneminde ve sonrasında eski kralcılar ile İngiliz kuvvetlerine karşı bir topçu komutanı olarak başarılı bir mücadele vermesi, onun tuğgeneral rütbesine terfi etmesini sağladı. (1793)
1796'da İtalya'daki Fransız ordusunun başkomutanı oldu. Buradaki Avusturya kuvvetleriyle mücadele etti.
1798'da ise, Fransa'da "Direktörler dönemi" başladı. Tam bu esnada, Napolyon  İngilter'nin istilâ edilmesiyle görevlendirildi.
Napolyon ise, farklı bir strateji uygulamayı tercih etti. Ona göre, İngiltere'yi zaafa uğratmanın yolu, Akdeniz'deki ticaret yolunu kesmek ve Ortadoğu'daki hakimiyetini sona erdirmek, en etkili yöntem olacaktı.
Nitekim, aynısını yapmaya yöneldi. Donanmayla meşhûr "Mısır seferi"ne çıktı. Önce Malta'yı İngilizlerden geri aldı. Ardından, İskenderiye bölgesi ve Nil Vadisindeki İngiliz kuvvetleriyle şiddetli çatışmalara girdi.
İlk büyük yenilgi
Napolyon, Mısır'daki İngiliz kuvvetlerine karşı giriştiği ilk taarruz harekâtında kısmen başarılı oldu. Ama, istediğini tam olarak elde edemeyince, bu kez Suriye taraflarına yöneldi.
Hedef ve maksadı, Asya'nın içlerine doğru ilerlemek ve dünya hakimiyetini elde etmekti.
Ne var ki, Suriye'de karşılaştığı mukavemet, bütün hesaplarını alt üst etti.
Şubat 1799'da, Akka’da Cezzar Ahmet Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetleriyle şiddetli bir çatışmaya girdi.
Napolyon, hayatındaki ilk ağır ve kesin yenilgiyi işte burada tatmış oldu.
Perişan bir vaziyette Mısır'a geri dönmek zorunda kalan Napolyon'un tarihe geçen şu sözü, orada yaşamış olduğu hayal kırıklığını veciz bir şekilde özetliyor: "Şayet Akka’da durdurulmamış olsaydım, belki de bütün Doğu coğrafyasını ele geçirecektim."
Ordusunu Mısır'da bırakan ve aynı yıl içinde Paris'e dönen Napolyon, 9 Kasım 1799'da yaptığı bir hükümet darbesiyle Fransa tarihinde yeni bir dönemi başlatmış oldu.
Anayasayı değiştirdi. Kendini I. Konsül ilân etti. Bununla iktifa etmedi. 1801'de İtalya'yı da tümüyle ele geçirince, imparatorluğa giden yoldaki en güçlü adımı atmış oldu. Nitekim, 1804'te kendini I. Napolyon olarak hem Fransa İmparatoru, hem de İtalya Kralı olarak ilân etti.
Böylelikle, Fransa'daki "Birinci Cumhuriyet" dönemi kapanmış oldu.
Çöküşe doğru
Napolyon'un bu konumundan ciddi şekilde endişeye kapılan İngiltere, Rusya'nın da dahil olduğu Avrupa devletleri arasında ittifaklar teşkil ederek, Fransa'nın önünü kesme hesaplarını yapmaya koyuldu.
Her iki tarafta da yeni kuvvet dengeleri ve koalisyonlar kurularak, yıllarca sürecek savaşlara zemin hazırlandı.
Bu arada, Fransa ve müttefiklerine mukabil olarak, Rusya'nın yanı sıra Prusya (Almanya) da İngiltere'nin müttefiki oldu.
Taraflar arasında yaşanan kanlı savaşlar neticesinde, Napolyo'nun güçleri günden güne erimeye başladı.
Öyle ki, 1814'teki savaşlarda, düşman orduları Paris kapılarına kadar gelip dayandı. Bu esnada Napolyon, imparatorluk tahtını bıraktı ve hemen ardından Elbe Adasına sürgüne gönderildi.
Bir ara sürgünden kaçarak tekrar Paris'e gelerek kuvvet toplayan Napolyon, 7 Mart 1815'te tahtına geri döndü.
Bu gelişmeden şiddetle rahatsız olan İngiltere, Napolyo'nun üzerine büyük bir kuvvet göndererek, onu Waterloo'da bozguna uğrattı.
Oradan Paris'e dönen ve Amerika'ya kaçma hazırlığı yapan Napolyon, İngiliz kuvvetleri tarafından yakalandı ve bu kez Atlas Okyanusu üzerindeki Helena Adası'na sürgüne gönderildi. Napolyon, işte bu ikinci sürgün adasında son nefesini verdi.
Said Nursî'nin mezarı
Değişik vesilelerle gündem konusu olagelen Bediüzzaman Said Nursî'nin "kayıp mezarı", bilmem kaçıncı kez olmak üzere tekrar gündeme gelmiş bulunuyor.
Öyle anlaşılıyor ki, bu konu tekrar betekrar gündeme gelmeye devam edecek.
Şimdiki vesile, ABD kuvvetleri tarafından öldürülen ve cesedi denize atıldığı söylenen Usame bin Ladin hadisesi.
Bazı kimseler ortaya çıkıp şu mânâda ahkâm kesiyor: "1960 darbesinden sonra askerler tarafından Urfa'daki mezarından alınan Said Nursî'nin cesedi, uçaktan Akdeniz'e atılarak kaybedildi."
Eldeki bilgiler, belgeler ve şahitlerin söyledikleri, bu uydurma rivâyetle hiçbir şekilde örtüşmüyor, bağdaşmıyor.
Evvelâ, elde resmî belge niteliği taşıyan "nakil ve defin" raporları var ki, bu belge Said Nursî'nin naaşının Isparta'daki bir mezarlığa taşındığını gösteriyor.
Cesedin naklinde hazır bulunan Bediüzzaman'ın kardeşi Abdülmecid Efendinin görüş ve kanaati ded aynı yönde.
Definden dokuz sene sonra (1969) ise, hiç hesapta olmayan bir gelişme yaşanıyor.
Kaderin mânidar tecellisiyle, aynı kabristanda bir çocuk mezarı açma çalışması esnasında, Üstad Bediüzzaman'ın has talebeleri, onun lehimle kapatılmış galvanizli tabutunu buluyor, tabut içinde yüzünü görüp tanıyor ve tam bir gizlilik içinde naaşını oradan alıp bir başka meçhûle götürüyorlar. (Şahitlerden Tahirî Mutlu, Bayram Yüksel, Ali İhsan Tola ve Mustafa Pestil'in anlattıkları bu yönde.)
Şu anda da, mezarı çok az sayıdaki Nur Talebesinin bilebildiği yerde bulunuyor.
Hadisenin özeti budur; söylentilere aldırış etmemeli.
Napolyon'un yükseliş dönemini gösteren bir harita.

Hiç yorum yok: