Millî Mücadelenin ve devamı mahiyetindeki İstiklâl Harbinin ilk yıllarına dair doğru bilgilere ulaşmak hiç de mümkün görünmüyor.
Zira, o yıllarda neler olup bittiği hakkındaki hatıra notlarındaki bilgiler birbirini tutmuyor. Hatta, anlatılanların çoğu birbirine zıt düşüyor.
Bilhassa, M. Kemal ile Kâzım Karabekir'in anlattıkları...
Karabekir Paşanın kitapları ve hatıra notlarının üzeri, uzun yıllar yasak perdesi ile örtüldü. Meydan, bütünüyle Nutuk'ta anlatılanlara kalmıştı.
Şimdilerde ise, Karabekir'in anlattıkları da birer birer ortaya çıkıyor.
İşte, yakın tarihte basılan Karabekir'in Günlükler'inde yer alan Amasya Tamimi, Erzurum ve Sivas Kongrelerine dair kısa bazı notlar.
Amasya’dan 23’te yazılan üç maddelik şifreyi aldım.
Üçüncü maddesi garip; Bolşevik olmaya karar veriyorlar.
Bereket benim 17 Haziran’daki ikazım bir emniyet sübabı olmuş...
(NOT: Amasya'da meğerse bir ara "Rusya gibi biz de Bolşevik olalım" fikri ağır basıyor ki, bundan Karabekir Paşayı da haberdar edip tepkisini yokluyorlar. Taraf olmadığını anlayınca da, bu fikirden vazgeçiyorlar. Karabekir Paşa, daha sonraki yıllarda Günlük'teki bu hatıraya şu notu düşüyor: "Gazi, Nutkunda bunlardan hiç bahsetmiyor.")
“Kemâlist" tâbirinin devâmının sakatlığını Fevzi Paşanın yanında Kemal Paşaya bir daha söyledim.
Meclis'te Halk Fırkası içtimaı. (CHF toplantısı.)
Gazi Paşa, Nutkunda "Sivas Kongresi esastır" dedi. Erzurum Kongresini Balıkesir Kongresi ile bir tuttu! Muhaliflerin daha Sivas Kongresi’nde Amerika mandası taraftarı olduklarını söyledi! (Nefret ve hayret!)
Erzurum'da bir millî kongrenin düzenlenmesi için, daha evvel bazı hazırlık çalışmaları yapılmıştı. Bilhassa Karabekir Paşa, bu iş için gerekli alt yapı çalışması ve güvenliğin sağlanması yönünde büyük çabalar sarf etmişti.
Son olarak, 22 Haziran 1919 tarihli "Amasya Ta'mimi"nde ifadesini bulduğu üzere, Erzurum Kongresi için tarih belirlendi ve derhal harekete geçildi.
* * *
Mahallî hüviyette görünmekle beraber, Anadolu'nun yaklaşık yarısını temsil eden Erzurum Kongresi, 23 Temmuz 1919'da açılarak faaliyete başladı. 7 Ağustos'a kadar devam eden bu kongreye, toplam 54 delege iştirak etti.
Bu delegelerin ekseriyeti aylar önce (4 Aralık 1918) kurulmuş olan Vilayât–ı Şarkîye Müdafaa–yı Hukuk–u Milliye Cemiyetinin temsilcileri ve mensuplarıydı.
Bunlara ilâveten Kâzım Karabekir, Rauf Orbay ve M. Kemal gibi ordu mensupları da bu kongrede delege sıfatıyla yer aldı.
Kongre, Mekteb–i Sultanî'de yapıldı. Delegelerin mutlak ekseriyeti tam bağımsızlıktan yana tavır aldı. Ayrıca, hiçbir devletin mandası, vesayeti, hakimiyeti altında yaşamaya rıza getirilmeyeceği gibi, hiçbir kuvvetin işgal ve istilâ teşebbüsüne karşı da ilgisiz kalınmayacağı yönünde ortak bir fikir ve kanaate varıldı.
Nitekim, kongrenin nihaî kararları da aynı mânâ ve maksat çerçevesinde alındı.
İşte, "Şarkî Anadolu Vilayetlerinin Erzurum Kongresi Beyannamesi" başlığını taşıyan 7 Ağustos 1919 (Perşembe) tarihli o kararların ruh–u aslisi…
Bismillâh
Mütareke'nin (Mondros, 30 Ekim 1918) akdini müteakib gittikçe artan antlaşmayı bozan muamelat; ve İzmir, Antalya, Adana ve havalisi gibi topraklarımızın fiilen işgali; ve Aydın vilayetinde yapılan tahammülsüz Yunan fecâati; ve Ermenilerin Kafkasya dahilinde hudutlarımıza kadar dayanan katliâm ve imhâ–yı İslâm siyasetiyle istila hazırlıkları; ve Karadeniz sahilinde Pontus hayalini tahakkuk ettirmek gayesiyle hazırlıklar yapılması; ve sırf bu maksatla Rusya sâhillerinden akın akın "muhacir" nâmı altında gelen Rus teb'ası Rumların ve bu meyanda da silâhlı Rum eşkıya çetelerinin sevk û celb edilmesi gibi hadiseler karşısında, mukaddes vatanın bölünme–dağılma tehlikesini gören milletimiz, hiçbir iradei milliyeye istinad etmeyen merkezî (İstanbul) hükûmetimizin bu elim ve fecî duruma çare olamayacağına kani olup, daha vahim gelişmelerin yaşanacağından da ayrıca endişe ediyor.
Binâenaleyh, kendini en yakın ve kanlı tehlikeler karşısında gören Şarkî Anadolu Vilayetlerinin, mukaddesatını bizzat muhafaza gayesiyle, her taraftan vicdan–ı millîden doğmuş cemiyetlerin iştirâkıyle yapılan Erzurum Kongresi, 7 Ağustos 1335 (1919) tarîhinde mesaisine son vererek,
Allah'ın lütfuyla aşağıdaki kararları almış oldu.
1) Trabzon vilâyeti (Rize, Gümüşhane, Giresun, Ordu) ve Canik (Samsun) sancağıyla, Vilâyât–ı Şarkiyye nâmını taşıyan: Bayezid, Kuzey Bingöl, Kiğı, Yusufeli ve Bayburt'u içine alan Erzurum vilayeti; Amasya, Tokat, Şarkîkarahisar'ın dahil olduğu Sivas vilayeti; Siverek, Mardin ve Palu'yı içine alan Diyarbekir vilayeti: Adıyaman, Malatya, Dersim, Harput/Elaziz'i içine alan Mâmûretilazîz vilayeti; Hakkâri ve Van havalisini içine alan Van vilayeti; Siird, Muş ve Güney Bingöl/Genç taraflarını içine alan Bitlis vilayeti ve bu saha dahilindeki Erzincan ve Samsun gibi mustakil vilayetler, hiçbir sebep ve bahâne ile, yekdiğerinden ve câmia–yı Osmâniye'den ayrılmak imkânı tasavvur edilmeyen bir bütündür.
Saadet ve felâkette tam iştirâki kabul ve mukadderâtı hakkında aynı maksadı hedef ittihaz eyler. Bu sâhada yaşayan bilcümle anasır–i İslâmiye, yekdiğerine karşı bir hiss–i fedâkârî içinde olup öz kardaştırlar.
2) Osmanlı vatanının bütünlüğü, millî istiklâlimizin temini ve Saltanat ile Hilâfet makamının mâsuniyeti (dokunulmazlığı) için, Kuvâ–yı Milliye etrafında millî iradeyi hâkim kılmak esastır.
3) Her türlü işgal ve müdâhaleye karşı müdâfaa ve mukavemet esası kabûl edilmiştir. Sosyal ve siyasî hakimiyet dengesini bozacak sûrette, Hıristiyan unsurlara yeni bir takım imtiyazlar verilmeyecek.
4) Merkezî (İstanbul) hükümetin, ecnebi devletlerin tazyiki karşısında almaya mecbur kalacağı muhtemel kararlara (buraların terk ve ihmâli gibi) rağmen, yine de Hilâfet ve Saltanat makamlarının mevcudiyeti korunmaya çalışılacaktır.
5) Vatanımızda öteden beri birlikte yaşadığımız gayr–ı müslim unsurların Osmanlı Kànunlarıyla belirlenmiş olan muktesep hukuklarına tamamiyle riâyetkârız. Mâl, cân ve ırzlarının dokunulmazlığı, zaten dinimizin emri ve millî an'anemizin muktezasıdır.
6) Mondros Mütarekesinin imza olunduğu 30 Ekim 1918 tarihindeki hududumuz dahilinde kalan kahir ekseriyeti İslâmlar teşkil ediyor. Bunlar, birbirinden ayrılmaz din kardeşleri olup, yaşadıkları topraklar üzerinde herhangi bir taksimat/bölünme nazariyesi dahi bilkülliye reddedilmiştir.
7) Milletimiz insânî, asrî gayeleri yüksek görür; fennî, sınâî, iktisadî hâl ve ihtiyâcımızı takdir eder. Binâenaleyh, millî hudutlarımıza riayet eden ve istilâ emeli beslemeyen başka devletlerin fennî, sınaî, iktisadî yardımlarını memnuniyetle karşılarız.
8) Milletlerin kendi mukadderâtını bizzât tâyin ettiği bu târihî devirde, merkezî hükümetin de millî iradeye tâbi olması zarûridir.
Binâenaleyh, milletin içinde bulunduğu zor ve endişeli vaziyetten kurtulmak çârelerine bizzat tevessülüne hâcet kalmadan, hükümet–i merkeziyyemizin Meclis–i Millî'yi bir an evvel toplaması ve bu sûretle millet ve memleketin mukadderatı hakkında yeni kararlar alınması mecburidir.
9) Vatanımızın mâruz kaldığı elim hadiseler sebebiyle, aynı maksatla milletin vicdanından doğan Trabzon Muhâfaza–i Hukuk–ı Milliyye Cemiyyeti, Vilâyât–ı Şarkiyye Hukuk–i Milliyye Cemiyeti ve Diyarbekir Muhafaza–i Vatan Cemiyet adlarındaki cemiyetlerin ittihâd ve ittifakından hâsıl olan umûmi kitle, bu kerre, "Şarkî Anadolu Müdâfaa–i Hukuk Cemiyeti" ünvaniyle isimlendirilmiş bulunmaktadır.
İşbu cemiyet, her türlü fırkacılık cereyanlarından külliyen uzaktır. Bilcümle İslâm vatandaşlar, cemiyetin tabiî âzası/üyesidir.
10) Kongre tarafından seçilen bir "Heyet–i Temsiliye" kabûl, ve köylerden tâ vilâyet merkezlerine kadar, mevcut Teşkîlât–i Milliye tevhîd ve te'yid olunmuştur.
İmza
Kongre Heyeti.............................................
NOT: Burada açıkça görüldüğü üzere, hadiselerin gerçek mahiyeti ile okullarda çocuklarımıza ezberletilen bilgiler arasında bir hayli farklılık var.
Erzurum, Sivas, Ankara güzergâhı (2)
M. Kemal'e kafa tutan Zeki Bey
Karabekir Paşanın tavassutu ve ricasıyla (Erzurum delegesi Cevat Bey istifa ederek) Erzurum Kongresi üyeliği kabul edilen M. Kemal, kongrenin açılış günü (23 Temmuz 1919) resmî üniforması ile kürsüye çıktığında, Zeki Bey (Trabzon, Gümüşhane, Torul delegesi) tarafından şu sözlerle uyarılmıştı: "Paşa! Evvelâ üniformayı ve kordonunu at, ondan sonra kürsüye gel! Millî kuvvet, askerî tahakküm şekline girmesin."
Amasya Tamimi ne derece bir askerî mahiyet arz ediyorsa, ondan daha yüksek mevkide bulunan Erzurum Kongresi de o nisbette bir sivil irade mahiyetini taşıyordu.
Sivil karakterli millî iradenin askerî vesayet altına girmesini doğru bulmayan Zeki Bey, M. Kemal'i sivil kıyafet giymeye mecbur ettiğini daha evvel belirtmiştik.
Bu duruma hayli içerlendiği anlaşılan M. Kemal, Zeki Beyi mimliyor ve bundan sonraki hayatını ona adeta zindan ediyor.
İşte Gümüşhaneli Kadirbeyzâde Zeki Beyin kısa hayat hikâyesi…
* * *
1884'de Gümüşhane'de doğan Zeki Bey, Kadirbeyzâde ailesinden İbrahim Lütfü Paşanın oğludur.
Sultan Selim zamanında Amasya'da bir uç beyi olan Kadir Bey Gümüşhane Kalesi'nin fethine memur edilmiş ve fetihten sonra buraya yerleştirilmiştir.
Zeki Bey, Gümüşhane'de Rüştiye mektebini, İstanbul'da da Galatasaray Sultanisini bitirdikten sonra, o zaman Gazze'de mutasarrıf olarak bulunan babasının yanına gider. Orada bir yıl kaldıktan sonra yedek subay olarak askerliğini yapar ve ticaretle uğraşmak üzere memleketine geri döner.
Gümüşhane'de Trabzon Mühafaza–i Hukuk–i Milliye Cemiyeti Şubesinin açılmasına öncülük yapan Zeki Bey, Erzurum Kongresine de bu meyandaki hizmetiyle ve Gümüşhane sancağının bağlı bulunduğu Trabzon vilayeti temsilcisi olarak iştirak eder.
Daha sonraki dönemde, mebus seçilir, M. Mebusan ile I. ve II. Meclis'te yer alır. Ayrıca, ilk muhalefet hareketi olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasına dahil olur.
1926'da hayalî İzmir Sûikastıyla irtibatlandırılarak idamla yargılanır. Bundan beraat eder, ancak siyasî hayata bir daha dönemeyerek, bu kez İstanbul'a yerleşir ve uzun yıllar ticaretle uğraşır.
7 Temmuz 1952'de vefat eden Zeki Bey, Edirnekapı Şehitliğine defnedilir.
Başına gelenler
Gümüşhane'li Zeki Bey, 1919 yılı sonlarında yapılan son Osmanlı seçimlerinde mebus seçilir. Meclis–i Mebusan'ın 16 Mart 1920'de işgal sebebiyle dağılması üzerine, Anadolu'ya geçmeye karar verir. Deniz yoluyla geldiği İnebolu'da, Damat Ferit taraftarlığıyla itham edildiği için, oradaki polislerle kavga eder.
İzzet–i nefsini kıracak derecede rahatsız edildiği için, bu durumu Ankara'ya geldiğinde Meclis Başkanı M. Kemal'e bildirir ve kendisinden resmen özür dilenmesini talep eder.
M. Kemal oralı olmaz ve durumu geçiştirmeye çalışır. Bunun üzerine, Mecliste çalışamayacağını bildirir ve Ankara'dan ayrılarak tekrar memleketine döner.
1923'teki seçimlere katılması için, yakın dostları onu teşvik eder. Ancak, M. Kemal onu CHP listesinden aday göstermez. O da, bu durum karşısında bağımsız olarak adaylığını koyar.
Bir ara, bağımsızların aday olamayacağı yönünde şayialar yapılır. Zeki Bey buna aldırış etmez ve hemşehrilerinin kararlı desteği sayesinde–M. Kemal'e rağmen–mebus seçilir.
Seçim esnasında da, Gümüşhane merkez ve ilçelerinde akla ziyan askerî baskılar yapılarak, Zeki Beyin adaylığı engellenmeye çalışılır. Bunun da fayda vermediği görülerek serbest seçimlere müsaade edilir.
Zeki Bey, milletvekili seçilir ve Ankara'ya gelir. Ancak, bu kez de mazbata problemiyle karşılaşır. Ona mebus mazbatası verilmez. Gerginlik had safhaya çıkar. Sonunda, geri dönerse durumun daha kötü olacağı mülahazasıyla ona mazbatası verilir.
Zeki Bey, 1923'te yenilenen Millet Meclisinin tek bağımsız milletvekilidir. 1924'te yapılan ara seçimlerde ise, Bursa milletvekili seçilen (Sakallı) Nureddin Paşa da Meclis'te ikinci bağımsız aday hüviyetiyle yer alır.
1924 yılında kurulan Terakkiperver Fırkasına dahil olur. Bir süre sonra Şeyh Said Hadisesi patlak verir. Bu hadise ile irtibatlı belgeler elde etmek maksadıyla, diğer arkadaşları gibi Zeki Beyin evine polis baskını yapılır. Bir şey bulunmadığı halde, yine de tutuklanır. Hatta, çocuklarını pencereden görmesine dahi izin verilmez.
Zeki Bey, Hatırat'ında bütün bu yapılanların "Terakkiperver Fırka'yı hırpalayıp dağıtmak için tertip edilmiş bir plân" olduğu kanaatine varır.
30 Kasım 1925'te türbe, tekke ve zaviyelerin kapatılması kararın alındığı aynı gün içinde Meclis Kürsüsünün arkasına "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" levhasının asılması üzerine, düşüncesini şu sözlerle ifade eder: "Bu levha canlı bir mahlûk değildir ki, yüzü kızarsın." (Zeki Beyin Hatıraları, s. 196)
1926'daki İzmir Sûikastı ile ilgili şiddetli mahkemede idamın eşiğinden dönen Zeki Beyin bundan sonraki hayatı, bütünüyle polis takibi altında geçer.
1952'de vefat eden Zeki Beyin idealini, fikir ve hayat telâkkisini özetlemek gerekiyorsa, şu iki mefhumu kullanmak yerinde olacaktır: Fert için şahsî hürriyet, vatan ve millet için kànun hakimiyeti.
Erzurum Kongresi
Wilson'a istiklâl notası
Erzurum Kongresinin çalışmalarına devam ettiği günlerde, bir yönüyle dünya gündemine damgasını vuran ABD Başkanı W. Wilson'un 8 Ocak 1918 tarihli "14 Prensibi"ne ilgisiz kalınmayarak, buna muhtıra niteliğinde bir beyannâme ile cevap verildi. Zira, Wilson'un ortaya attığı prensiplere (Fourteen Points) göre, Türkiye'nin tam bağımsızlık hareketi şimdilik uygun görülmüyordu.
Kâzım Karabekir'in 1969 baskılı "İstiklâl Harbi" isimli eserinde zikrettiğine göre, Erzurum Kongresi Heyeti adına Başkan Wilson'a 1 Ağustos 1919 tarihi itibariyle şu mânâda bir muhtıra gönderildi:
"Reis Cenapları!
"600 senelik bir saltanata ve 1500 senelik bir hayata malik olan Türk milleti, mevcudiyetleri tarihe karışmış milletlerin bile prensipleriniz sayesinde ihya olunduğu bir sırada, imhadan başka bir mânâ ifade etmeyen kararlara boyun eğmeyecektir...
Artık mahvımızın hedeflendiğini anlıyoruz. Son kararı vermek bize düşüyor. Ve bu son karar ise, şeref ve namuslu ölmek ecdadımızın yiğitlik kanıyla yoğrulmuş olan bu topraklar üzerindeki hakimiyeti bizim ve evlâtlarımızın kanı ile müdafaa eyleyerek cihana yeni bir fedakârlık ve kahramanlık misali vermektir." (Age, s. 100)
Erzurum, Sivas, Ankara güzergâhı (3)
Sivas Kongresi yeminle başlıyor
Yurdun hemen her tarafından gelen millî temsilcilerin katılımıyla gerçekleştirilen Sivas Kongresi, 4–11 Eylül (1919) tarihleri arasında gerçekleştirildi.
Kongrenin son günü, halka açık bir oturum yapıldı ve alınan nihaî kararlar bir "Umumî Beyannâme" şeklinde Türkiye ve dünya kamuoyuna ilân edildi.
Aynı gün ayrıca şu iki mühim karar alındı:
1) Anadolu ve Rumeli Müdafaa–i Hukuk Cemiyetinin kurulması.
2) Millet Meclisi teşkil olununcaya kadar, kongre kararları ile hükümet idaresinin 15 kişilik bir Temsil Heyeti tarafından yapılması.
Umumî Beyannâme şeklinde ilân edilen diğer kararları biraz aşağıda takdim edeceğimizi hatırlatarak, son derece mühim bir noktayı dikkat nazarlarına sunmaya çalışalım.
Anadolu ve Trakya'dan gelen onlarca delegenin iştirak etmiş olduğu Sivas Kongresi, şimdiki Sivas Lisesi binasında yapılan harikulâde bir "Yemin Merasimi"yle çalışmalarına başladı.
İşte, o pek mühim olan yemin metni, ne hikmetse çoğu yerde gizleniyor, yahut görmezden geliniyor.
Oysa, o gün olduğu gibi, bugün ve yarın gelecek nesillerin de bunu bilmesi gerekiyor. Bilinmesi, bu ülkede yaşayan her vatandaşın en temel haklarından biridir diye düşünüyoruz.
Zira, Erzurum ve Sivas Kongreleri, işgalden kurtuluşun ve yeni bir devleti kurmaya giden yolun başlangıcı ve en önemli kilometre taşlarından biridir.
Ayrıca, bu yemin metnini önemli kılan daha başka sebepler de var. Fakat, biz bunların detayına girmeden konuyu toparlamak istiyoruz.
İşte, kongreye katılan delegelerin çalışmaya başlamadan evvel yüksek sesle okumuş olduğu söz konusu yemin metni:
"Makam–ı Celil–i Hilâfet ve Saltanata, İslâmiyete, devlete, millete ve memlekete mânen ve maddeten hizmetten başka bir gaye ve emelimiz olmadığına binaen, kongrenin müzakeresi ve devamı müddetince ihtirasat–i şahsiye ve siyasiyeden ve fırkacılık emellerinden münezzeh bir azim ve imân ile çalışacağıma, ayrıca İttihat ve Terakki Cemiyetinin ihyasına çalışmayacağıma, nâmusum ve bilcümle mukaddesatım namına vallah, billah yemin ederek söz veriyorum."
* * *
Şimdi sıra geldi "millî vicdanın mâkesi" olan Umumî Beyannâmeye...
Daha evvel yapılmış olan Erzurum Kongresinin devamı ve daha da genişletilmiş mahiyetindeki Sivas Kongresi, çok daha geniş bir katılım ile gerçekleştirildi.
Son toplantıda alınan ve 12 Eylül günü umuma ilân eden nihaî kararlar ise, hülâsaten şu şekilde tanzim edildi:
* Millî sınırlar içinde bulunan vatan bir bütündür; ayrılma, bölünme kabul edilemez.
* Kuvâ–yı Millîyeyi selâhiyetli ve millî iradeyi hâkim kılmak esastır.
* Osmanlı ülkesinin herhangi bir kısmına yapılacak müdahale, işgal veya Ermenilik, Rumluk teşkili gayesine matuf hareketlere toptan karşı konulacaktır.
* Azınlıkların her türlü güvenliği sağlandığından, siyasî hakimiyet ve toplum dengesini bozacak ayrıcalıklar verilemez.
* İstanbul hükûmeti, dış baskı karşısında topraklarının herhangi bir parçasını bırakmak zorunda kalırsa, buna karşı bütün tedbirler alınır ve gerekli kararlar verilebilir.
* Mondros Mütarekesi imzalandığı tarihte sınırlarımız içinde bulunan, halkı Müslüman olan topraklar üzerindeki tarihî, ırkî, dinî ve coğrafî haklarımıza saygı gösterilmesini ve bunlara aykırı girişimlerin geçersiz hale getirilmesini bekleriz.
* Devletin bağımsızlık ve bütünlüğü mahfuz kalmak şartıyla, topraklarımızı ele geçirmek isteği olmayan herhangi bir devletin ekonomik, teknik ve sınaî yardımlarını memnuniyetle karşılarız.
* Millî iradeyi temsil etmek üzere, Millet Meclisi'nin derhal toplanması mecburidir.
* Millî vicdandan doğan cemiyetler birleşmiş, Anadolu ve Rumeli Müdafaa–yı Hukuk Cemiyeti adını almıştır. Bu cemiyet her türlü fırkacılık cereyanlarından, şahsî ihtiraslardan uzaktır. Bütün Müslüman vatandaşlar, bu cemiyetin tabiî üyesidir.
* Umumî Kongre tarafından kudsî gayelere erişmek ve bunları takip etmek için bir Temsil Heyeti seçilmiştir.
Heyet–i Temsiliye'nin vazifesi
Heyet–i Temsiliye, "Temsilciler Kurulu" demektir.
Yakın tarihimize damgasını vuran Heyet–i Temsiliye ise, Büyük Millet Meclisinin teşkilinden (23 Nisan 1920) evvel, aynı vazifeyi deruhte eden bir nev'î yürütme kuruludur.
"Heyet–i Temsiliye" ismi, ilk olarak Erzurum ve Sivas Kongreleri esnasında belirlendi. Heyetin son şeklini alması ise, Sivas Kongresinin 7 Eylül 1919 günkü toplantısında gerçekleşti.
Aynı günkü karar gereğince, 15 kişiden müteşekkil olan Heyet–i Temsiliye, güvenli ve merkezî bir şehir olan Ankara'da toplanıp vazife yapacak.
(Ara Notu: Heyet–i Temsiliyede, Doğu Anadolu'yu temsilen 9, Batı Anadolu'yu temsilen de 6 üye bulunuyordu. Bilâhare, Refet (Bele) Bey de nizamnâmeye uygun olarak 16'ncı üye sıfatıyla Heyet–i Temsiliyeye dahil edildi.)
Heyet–i Temsiliyenin vazife ve selâhiyetleri şu şekilde tanzim edildi: Erzurum ve Sivas Kongresinde alınan kararları uygulamak, kongrenin toplantı halinde olmadığı zamanlarda ise, kongre adına karar vermek.
Buna göre özetle:
1) Birleştirilmiş olan Anadolu ve Rumeli Müdafaa–yı Hukuk Cemiyetlerinin bir yıldır devam eden yurt genelindeki direniş hareketini koordine etmek.
2) İşgal güçlerini Misak–ı Millî sınırlarından dışarı çıkartıncaya ve zafere ulaşıncaya kadar her türlü mücadeleyi yürütmek.
3) İstanbul'daki Meclis–i Mebusan'la da temas halinde olmak ve gerekli görüşmelerde bulunmak.
4) Gelişmelerden milleti haberdar etmek ve halkı coşturacak neşriyatta bulunmak.
Bu önemli vazifeler, Millet Meclisinin açılış günü olan 20 Nisan 1923'e kadar Heyet–i Temsiliye tarafından yürütülmeye çalışıldı.
Erzurum, Sivas, Ankara güzergâhı (4)
Heyet–i Temsiliye Ankara yolunda
Erzurum ve Sivas Kongresinin adından Anadolu'daki Millî Mücadelenin temsilcisi konumuna gelen Heyet–i Temsiliye, 18 Aralık 1919'da Ankara'ya gitmek üzere Sivas'tan yola çıktı.
Bu arada, unutulmaması ve hatırdan hiç çıkartılmaması gereken bir husus daha var. O da şudur:
Millî Mücadelenin en önemli komutanlarından ve Sivas Kongresinin de en gözde şahsiyetlerinden biri olan Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, bu tarihten yaklaşık bir hafta önce Ankara'ya gönderildi.
Kaynaklar, onun Ankara'ya geliş gününü 12 Aralık olarak gösteriyor.
Dolayısıyla, Heyet–i Temsiliyeden evvel Ankara'ya gelen Ali Fuat Paşa, Millî Mücadelenin yeni merkezini de, bundan böyle yapılacak çetin çalışmalar için uygun hale getirdi.
Mevcut askerin toparlanarak düzene sokulmasından, Ankara ve civar halkının Heyet–i Temsiliye ile bütünleşmesine varıncaya kadar, hemen her safhada öncülük eden Ali Fuat Paşa, bizzat kaleme almış olduğu "Hatırat"ında da, bütün bu gelişmelerin doğruluğunu teyid ediyor.
* * *
18 Aralık'ta Sivas'tan yola çıkan Heyet–i Temsiliyenin Ankara yolculuğu toplam 9 gün sürdü.
Güzergâh üzerindeki vilayet ve kazalara da uğrayarak konaklayan heyet, Sivas'tan Kayseri'ye, oradan Kırşehir'e, oradan da Ankara'ya gelir.
Bu arada, yol üzerindeki mânevî menzilleri de ziyaret eden heyet, 23 Aralık günü Hacı Bektaş–ı Velî Hazretlerinin türbesini ziyaret eder.
Dokuz–on günlük bir yolculuğun ardından 27 Aralık günü Ankara'ya vasıl olan Heyet–i Temsiliye, yüksek tepeleri beyaz karlarla kaplı soğuk bir kış manzarasıyla karşılaşır.
Ancak, kara yoluyla ve otomobillerle gelen heyeti karşılamak üzere Ali Fuat Paşanın öncülüğünde yollara dökülmüş on binlerce Anadolu halkının coşkun tezâhüratı, o soğuk havayı adeta tersine çevirerek ısıtır.
Heyette kimler vardı?
Heyet–i Temsiliyenin Ankara'ya gelişi, heyetin halk tarafından karşılanması ve bu 15 kişilik heyetin içinde hangi isimlerin yer aldığı hususu, ne yazık ki günümüz gençliği tarafından pek bilinmiyor.
Halbuki, bu hususla ilgili bilgileri çeşitli kaynaklardan öğrenmek mümkün.
İşte, o kaynaklardan biri de, Cumhuriyet'in ilk yıllarında çokça itilip kakılan ve başına gelmedik ezâ–cefâ kalmayan Ali Fuat Paşanın "Millî Mücadele Hatıraları" isimli eseridir.
(Ara Notu: Ali Fuat Paşa, 1925'te zorla kapattırılan TCF'nin kurucuları arasında Karabekir ve Re'fet Paşalarla birlikte yer aldı; yine onlarla birlikte "İzmir Sûikastı" bahanesiyle İstiklâl Mahkemesinde idamla yargılandı. Ardından, siyasetten uzaklaştırıldı.)
Ali Fuat Paşa, adı geçen eserinde 27 Aralık 1919 gününü şöyle anlatır:
"... O günü hatırladığımda, aynı heyecanı daima duyarım. 27 Aralık'ta saat 11'de Temsil Heyetinin üç otomobilden mürekkep kafilesi, Dikmen sırtlarından geçen Kırşehir–Ankara şosesinin Ankara havzasına döndüğü yüksek noktada görünmüştü.
"Burada, yanımda Vali Vekili Yahya Galip Bey olduğu halde, Ankara nâmına kendilerini karşılamıştım. Birinci otomobilde Mustafa Kemal Paşa, Hüseyin Rauf (Orbay) ve Ahmet Rüstem Beylerle yaver Yüzbaşı Cevat Abbas Bey vardı.
"İkinci otomobilde, heyetin diğer azaları Süreyya, Mazhar Müfit ve Hakkı Behiç Beylerle kâtipleri yer almışlardı.
"Üçüncü otomobilden üçüncü ordu müfettişliği karargâhından Paşaya refakat etmiş olan Dr. Binbaşı Refik (Saydam), Erkân–ı Harp Binbaşısı Hüsrev Gerede Beylerle diğer bazı zevât çıkmışlardı.
"Heyettekiler, otomobillerinden inmiş, bulunduğumuz yüksek noktadan birlikte Ankara'yı seyretmiştik. Etraftaki dağlar, karla örtülmüştü. Bizi Ankara şehrine götürecek olan yol, bugünkü Dikmen şosesinin istikametini takip ediyor, beyaz karlı tepelerin üstünde kıvrıla kıvrıla İncesu Vadisine doğru iniyordu.
"İstikbâle (karşılamaya) gelenlerin bir ucu bugün Harp Okulu'nun bulunduğu tepeden başlıyor, dolaşa dolaşa istasyon civarına iniyor ve oradan kıvrılarak hükümet konağına doğru uzanıyordu. Karşılamak için gelenlerin adedini 30–40 bine çıkaranlar olmuştur.
"O zamanlar Ankara şehrinin nüfusunun 22 bini geçmediği hatırlanırsa, bu muazzam kalabalığın etraftan ve uzaklardan geldiği anlaşılır.
"Millî müfrezelerimizin atlı miktarı da bini geçmişti." (*)
..........................
(*) Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, İstanbul, 1959, s. 245–246.)
Sivas Kongresi
Kongre kâtibi idamla yargılandı
Sivas Kongresi çalışmalarına aktif şekilde katılan parlak simalardan biri de gazeteci, yazar ve tarihçi kişiliğiyle tanınan İsmail Hami Danişmend'dir.
Kongreye İstanbul delegesi olarak katılan Danişmend, aynı zamanda kongrenin divan kâtipliği, genel sekreterliği ve istihbarat şubesi şefliği gibi kritik görevlerini de yürüttü.
Kongrenin ardından da, Sivas'ta çıkarılmaya başlanan İrâde–i Milliye gazetesinin başyazarlığını üstlendi.
İşte bu mühim şahsiyet, ne yazık ki, 5 yıl kadar sonra aynı kongrede bulunmuş bazı şahıslar tarafından en ağır şekilde cezalandırılmak istendi.
Şeyh Said Hadisesi sebebiyle bir bahane bulunup İstiklâl Mahkemesine sevk edilen Danişmend, idam edilmekten kıl payı kurtuldu ve ancak 8 Eylül 1925'te beraat edebildi. (Halkçılar, kendilerine muhalif gördüğü hemen her vatanseveri bir bahane ile cezâlandırma cihetine gidiyorlardı.)
Bu kırgınlığından olacak, Osmanlı tarihini kronolojik olarak gün gün yazarak kitaplaştıran Danişmend, Cumhuriyet tarihinin bir tek gününü dahi yazmaya gönlü razı olamamıştır.
Vefat tarihi olan 12 Nisan 1967'ye kadar da, bu tavrını aynı kararlılık içinde devam ettirmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder