19 Ağustos 2013 Pazartesi

İstiklâl kahramanı Karabekir -M.Latif Salihoğlu

İstiklâl kahramanı Karabekir (1)

Millî Mücadele hareketinin (İstiklâl Harbinin) en cesur, en dindar, en hamiyetli ve en hazırlıklı kumandanlarından biri olan Kâzım Karabekir, 26 Ocak 1948'de Meclis Başkanlığı makamında bulunduğu esnada vefat etti. 

Bu vesileyle, burada onun hayatı, hatıratı ve takdire şâyân hizmetlerinden biraz daha genişçe söz etmek istiyoruz. (NOT: Daha evvelki bölümlerde, 1919 yılı kronolojisi içinde İstiklâl Harbini ilk başlatan “ordu komutanı” sıfatıyla ondan bir derece bahsetmiştik.)
Zira, Üstad Bediüzzaman’ın da “merdane meslek” sahibi diye ondan söz ettiği (EL, s. 156) Karabekir Paşanın “resmî tarih” sahasında hakkıyla tarif edildiği ve lâyıkı vechiyle anlatıldığı kanaatinde değiliz.

Dahası, M. Kemal, İsmet ve Fevzi Paşalarla fikren ve mizacen uyuşmadığı için, hayatının sonlarına yakın bir zamana kadar da hep dışlanmış, itilmiş, kakılmış ve en acısı karalanmaya dahi tevessül edilerek, vatan ve millet hizmetinden hep uzak tutulmaya çalışılmıştır.

İşte,  bu kahraman kumandana  karşı yapılan bunca haksızlıklar sebebiyle, yeni nesiller onun hakiki hüviyeti gibi, fedakârane hizmet ve gayret yönünü de maalesef tam olarak bilemiyor, tanıyamıyor.

Meselenin ehemmiyetini böylece nazara verdikten sonra, şimdi asıl konuya geçebiliriz.

İstiklâl kahramanı, istiskal edildi

23 Temmuz 1882’de İstanbul’da dünyaya gelen Kâzım Karabekir, 1948’de 66 yaşında Ankara’da vazife başında iken vefat etti.

Çok temiz ve ahlâklı bir hayat yaşadı. Hem bir ordu komutanı, hem bir aile babası, hem de “yetimler babası” sıfatıyla, örnek bir şahsiyet olarak tarihteki yerini aldı.

Dost-düşman hemen her kesimden insanların ortak görüş ve kanaati şudur ki: Karabekir Paşanın, bilhassa 1905–1924 tarihleri arasındaki 20 yıllık muvazzaf askerlik hayatı takdire lâyık başarılarla doludur. 

Bu süre zarfında meydana gelen büyük savaşlar dahil, daima tehlikeli ve çok riskli görevlerde bulunduğu halde, yine de başarısızlığa hiç düşmemiş ve her defasında yüzünün akıyla vazifesini ifa etmiş olmanın huzurunu yaşamıştır.

Onun son olarak 1917–1924 yılları arasında deruhte etmiş olduğu Şark Cephesi Kumandanlığı vazifesi ise, madalyalı takdirlerle karşılanmış ve dillere destan olan muzafferiyet örnekleriyle süslenmiştir. 

Karabekir Paşanın, 1922'den sonra askerlikle birlikte mebusluk görevi de olmuştur. Edirne ve İstanbul milletvekili olarak Meclis'te yer almış ve mühim hizmetlerde bulunmuştur. 

1924'te ise, gördüğü lüzum üzerine askerlik görevinden istifa ile siyasî hayata atılmış ve 17 Kasım 1924'de kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının (TCF) başına geçmiştir. 
İşte, özellikle bu tarihten sonra Karabekir Paşa ve yakın arkadaşlarının başına gelmeyen belâ, musîbet, sıkıntı kalmamış gibi... 

Zira, Cumhuriyet sonrası Meclisteki ilk ciddî anamuhalefet partisi konumunda bulundukları için, memlekette yaşanan hemen her sıkıntıdan, her kargaşadan Karabekir ve arkadaşları sorumlu tutuluyor. 
* * *
Bilindiği gibi, TCF kurulduktan birkaç ay sonra (Şubat 1925) patlak veren en büyük gaile, Şark vilâyetlerini etkisi altına alan Şeyh Said Hadisesidir. 

Ne gariptir ki, Karabekir Paşa ile TCF'li arkadaşları bu hadiseden sorumlu tutulur ve 5 Haziran 1925 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile partileri kapatılır. 

Böylelikle, memlekette demokrasinin canına okunmuş ve tek partili dikta rejimi devrine geçilmiş olur. 

Ne var ki, Karabekir Paşa ve arkadaşlarının başına gelenler, bununla da sınırlı kalmıyor. 

Yaklaşık bir yıl kadar sonra (1926) İzmir'de vâki olduğu iddia edilen İzmir Sûikastı bahanesiyle, diğer dâvâ arkadaşlarıyla birlikte Kâzım Karabekir de idam talebiyle yargılanır ve öldürülmekten kılpayı kurtulur. 

İşin çok garip bir tarafı şudur ki: İstiklâl Mahkemesindeki sorgulama esnasında, kendisine hadise ile hiç alâkası bulunmayan şu suâl soruluyor: "Zâtıâliniz Millî Mücadele esnasında büyük hizmetler görmüş olduğunuz halde, bilâhare neden muhalefete geçtiniz?" 

Evet, görüşülmekte olan dâvâ konusuyla hiç alâkası bulunmadığı halde, Karabekir'e 1924'te niçin CHP karşısında bir muhalefet partisi kurduklarının hesabı soruluyor. 

Yine çok acip ve gariptir ki, Karabekir Paşa bu suâlin cevabını verirken, yaşanmış öylesine acı vak'alardan bahsediyor ki, duyunca cidden inanası gelmiyor insanın. 

Meselâ, Cumhuriyetin ilânından kısa bir süre önce ve ilândan hemen sonra Ankara'da bulunan siyasî ve askerî zevâtın birbiriyle çekişmeye başladığını, bilhassa İsmet Paşa ile Rauf Orbay arasında ciddî kırılmalara yol açan kavgaların yaşandığını, bazı paşaların gizlice grup oluşturarak diğer bazı paşaları hepten dışlamaya yöneldiğini, hatta bu esnada kendisinin de dışlandığını, hiç sayıldığını ve çok defa istiskale mâruz kaldığını mahkeme huzurunda beyan ediyor. 

Muhayyel İzmir Sûikastı dâvâsıyla alâkalı neşredilmiş birçok kaynakta (Kılıç Ali, M. Müftüoğlu, K. Karabekir...) yer alan bilgi ve nakillere baktığımızda, Karabekir Paşa, yapmış olduğu o uzun müdafaa esnasında nesillerin mutlaka bilmesi gereken önemli noktalar var. 

Bunları iki–üç noktada şöylece hülâsa etmek mümkün: 

* Karabekir Paşa, Cumhuriyet'in ilânı (29 Ekim 1923) esnasında Trabzon'da bulunduğunu ve kendisine bu hususla alâkalı hiçbir bilginin verilmediğini hayret ve taaccüple ifade ediyor. Yani, kendisi hem milletvekili, hem de Şark Cephesi Komutanı olmasına rağmen, böylesine mühim bir gelişmeden hiç haberdar edilmediğini, aynı durumun daha başka şahsiyetlerden de özellikle gizli tutulduğunu, bunun da şüphelere ve sûizanlara yol açtığını nazara veriyor. 

* Bir başka husus, M. Kemal'in 1923'ten sonra kendisine karşı farklı bir tavır içine girdiğiyle ilgili. Meselâ, bir defasında randevu alıp makamına gittiğini, buna rağmen tam bir saat müddetle kendisinin kapıda bekletildiğini ifade ile, bu gibi istiskallere daha evvel hiç mâruz kalmadığını anlattıktan sonra şunu ekliyor: "Gördük ki, eski samimiyetten eser kalmamış..." 

Kâzım Karabekir, mahkemede son iki–üç yıl içinde marûz kaldığı bed muameleden daha başka misâller de verdikten sonra, yaşanan aykırılıkların kendisinden kaynaklanmadığını, bilâkis bu uyumsuzlukları gidermek için samimane çalıştığını ifade eder. 

Neticede o mahkemede beraat eder ve 1927'de emekliye ayrılarak, hem askerî, hem de siyasî hayata vedâ eder. Ayrıca, Ankara'dan ayrılarak İstanbul'a yerleşir. Fakat, yine de rahat bırakılmaz ve adeta baskı–tarassut altında bir hayata mahkûm edilmeye çalışılır. 

Karabekir, Erenköy taraflarında büyük mahrumiyetler içinde yıllarını geçirir. Ankara'daki siyasîlerden ümidini keser ve başının çaresine bakar. Ailesini zar–zor geçindirmeye gayret eder. 
Onun, yeniden siyasete ve dolayısıyla Ankara'ya dönmesi, M. Kemal'in ölümünden sonra mümkün olur. 1939 seçimlerinde milletvekili olarak girdiği Millet Meclisinin 1946–48 yıllarında başkanlığını yapar ve bu vazifede iken Hakk’ın rahmetine kavuşur. 

Millî Mücadele komutanlarından en fazla eser sahibi olan Kâzım Karabekir'in mezarı Ankara'daki Devlet Mezarlığındadır.

İstiklâl kahramanı Karabekir (2)

İstiklâl Harbinin en önde gelen kahramanlarından olup Millî Mücadele Hareketinin lider kadrosundaki şahsiyetleri en yakından tanıyan biri olan Kâzım Karabekir Paşanın günü gününe tuttuğu notlarından hareketle, yakın tarihimizin karanlıkta kalmış fevkalâde önemli bazı hadiselerine projeksiyon tutmaya devam ediyoruz.
* * *
Karabekir'in hayli renkli sayılabilecek bir kişiliği var: O, daha evlenmeden paşalık rütbesine kadar yükselebilen bir asker, kahramanlık destanları yazan bir kumandan, yetimlere sahip çıkan bir şefkatli idareci, iyi evlât yetiştiren bir baba, iyi bir diplomat (Gümrü Antlaşması), iyi bir yazar, vesaire...

Karabekir Paşanın kaleme aldığı onlarca eseri var. Bir kısmı gasp edildiği için basılamayan bu eserlerin çoğu askerî, siyasî ve tarihî konuları ihtiva ediyor.

Son olarak Yapı Kredi Yayınları arasında çıkan ve 1500 sayfayı aşan iki ciltlik "Günlükler" isimli eserde, Karabekir'in 1906'dan sonra hayat mâcerası kendi kaleminden anlatılıyor.

Bu eserde, bazı yıllara ait notlar ne yazık ki hiç yer almamış. Demek ki, bulunamamış.

Oysa, Karabekir Paşa hem çok tertipli, hem de kalemi velut bir insan. Kendisi günü gününe yazmış, notlar almıştır; fakat, müzmin muhalifleri tarafından bu notlar ya çalınmış, ya da zaman zaman evine yapılan baskınlar neticesi alıp götürülmüş ve muhtemelen imha edilmişlerdir.

Neyse ki, bu tarihî notların önemli bir kısmı kurtarılarak yayın hayatına kazandırıldı. Buna da şükür diyelim...


Kafkas Cephesi'nden Meclis'e

2 Mart 1919'da Erzurum'daki 15. Kolordu Komutanlığına atanan Karabekir Paşa, 12 Nisan günü Gülcemal isimli vapurla Trabzon üzerinden Erzurum’a doğru yola çıkar. 

19 Nisan’da Trabzon’a vasıl olur ve derhal işe koyulur. Ermenilerin işgal altındaki Doğu vilâyetleri geri almak için canla başla çalışır. 

Kısa zaman zarfında büyük başarılara imza attı. Şark’ta vazife yapdığı dönemde zafer üstüne zafer kazandı.
* * *
Öte yandan, 22 Haziran 1919'da hazırlanan Amasya Tamimini kabul ettiğini, ardından toplanan Erzurum ve Sivas Kongrelerine katıldığını ve bu kongrelerde alınan kararlara bağlı olduğu anlaşılan Karabekir Paşanın, bu tarihten tâ 1924 yılı başlarına kadar da Mustafa Kemal ile müttefik halde göründüğü anlaşılıyor.

1924 yılı başlarından itibaren ise, Ankara merkezli fikirler ve dengeler büsbütün değişmeye başlıyor.

Bu dönemde, sadece M. Kemal ile Karabekir'in arası açılmakla kalmıyor; Refet Bele, Cafer Tayyar, Rauf Orbay ve Ali Fuat Paşa gibi Millî Mücadelenin diğer kumandanları da M. Kemal ve yeni ekibi tarafından gayet sert ve keskin bir tavırla dışlanmaya çalışılıyor.

Dışlanan ekip, neticede bir araya gelerek Terakkiperver Fırkasını kuruyor. Ne var ki, çok geç kalınmış olan bu son hamlede başarılı olamıyorlar. 

Muhalif olarak görünen kadronun hemen tamamı siyasetten de, askeriyeden de uzaklaştırılması cihetine gidiliyor.

Bir dönüm noktası olarak, medreselerin kapatıldığı, Hilâfetin lağvedildiği, Şer'iyye Bakanlığının kaldırıldığı 3 Mart 1924'ten itibaren, meydan bütünüyle M. Kemal ve ekibine kalıyor.

1926'da İzmir Sûikastı bahanesiyle kurulan mahkemede canını zor kurtaran Karabekir Paşa, Erenköy’de tarassut altındaki mütevazi hanesine ve hususî dünyasına çekiliyor.

İstiklâl Harbinin en başarılı ve en güvenilir bir kahraman kumandanı olan Karabekir Paşanın takip ve tarassut altındaki hayatı 13 sene kadar devam ediyor ve ancak M. Kemal'in ölümünden sonra (Ocak 1939) siyasete geri dönebiliyor. 26 Ocak 1948'de vefat ettiğinde, Meclis Başkanlığı makamında bulunuyordu.


Günlükler'den iktibaslar

Şimdi de, Karabekir Paşanın "Günlükler"inden konumuzla ilgili bazı bölümleri iktibas ederek, yakın tarihte olan biten gerçekleri bir görgü şahidinin nazarıyla takip etmeye çalışalım.

İşte, Karabekir Paşanın kendi kaleminden önemli bazı günlerin kısacık bir panoraması.


 21 Mayıs 1919: Mustafa Kemal'den ilk şifre... Neden Samsun'a çıkmış? Neden Samsun'da vakit geçiriyor? "Memuriyeti kabul ettim" diyor. Neden daha evvel etmedi? Bu memuriyet nedir? “Padişah ve Ferit Paşanın birer nefer gibi hizmet edeceğiz” diye gazetelerde beyannâmeleri vardı. Kemal Paşayı mukavemet için mi gönderdiler? "Fahrî Yaver–i Padişahî" dediğine nazaran, Padişah tarafından bir vazifedar mı idi?

 19 Ekim 1922: M. Kemal’e, (Lozan'daki) Sulh Konferansına Saltanatı lağv ve Hilâfeti Âl–i Osman’da bırakmak sûretiyle ve tam Türk milliyetçiliğiyle gitmekliğimizin faydalarını anlattım.

M. Kemal “Sulh heyetimize baş murahhas (heyet başkanı) olarak seni gönderemem. Çünkü, sen kafanla hareket edersin. İsmet Paşayı göndereceğim. Çünkü, o sözümden çıkmaz” dedi.


8 Aralık 1923: İsmet’in İstiklâl Mahkemeleri ile işe başlamasına esef ettim.

18 Aralık 1923: İstiklâl Mahkemelerinin ve şahısların fena tesir ettiğini, eğer hüsn–i iade edilmezlerle, eski hafiyelik devrinin başlayacağını söyledim.

14 Ocak 1924: Muhaliflerden Ali Şükrü Ankara’ya makine getirmiş, Tan gazetesi çıkaracakmış. Gazi yanımda Cevat Abbas’a dedi: “Muhalifler matbaa yapıyor da siz hâlâ uyuyorsunuz. Yakmalı, yıkmalı!”

1 Ağustos 1925: Mesele, İstiklâl Mahkemelerinin terörüdür. Yarın kimin tevkif edileceği meçhul... Gözyaşı, elemli dövünmeler, kalplerin kanaması... Ömrümüz terörle mi geçecektir? 

(NOT: Şeyh Said Hadisesi sebebiyle, muhalif ya da şüpheli kim varsa, iktidar ekibi tarafından hemen ihanetle damgalanıp okkanın altına sokuluyor. MLS)

Cumhuriyet, her dimağda mûnis, cazip, feyiz–nâk bir kelime olmalıdır. Yoksa dehşet, korkunç, hürriyet–i şahsiyeyi tehlikeye kor, bir umacı gibi yeni neslin zihniyetine nakş olunmamalıdır.


 27 Temmuz 1932: İzmir'de Gazi heykeli açıldı. İsmet'in 28 tarihli gazetedeki nutku pek gülünç: "Usûlen her şeyi yapan Gazidir" nakaratıyla dolu! Bir de diyor ki: Fertler milli dâvâya faydalı olmalı ve her halde zararlı olmamaları şartıyladır ki millî rehberden (M. Kemal'den) refah isteyebilirler! (Ne âlâ, Abdülhamid'in prensibini tasvir ediyor, bizim koca İsmet!)

6 Temmuz 1932: Mübadillere (Yunanistan'dan mübadele/takas usûlü ile gelen vatandaşlara) verilen bonoların müthiş ihtikârla (tefecilik, vurgunculukla) kırıldığı söyleniyor. Beş yüz bin liralık bir bonoyu Kılıç Ali Bey elli bin liraya satın almış; maliyeden tam tahsil etmiş!

İstiklâl kahramanı Karabekir (3)

Pekçok okuyucumuz, bilhassa Cumhuriyet'in kuruluş öncesi ve sonrasına ait sisler arasında kalmış konuların aydınlatılmasını istiyor.

Biz de, elimizden geldiğince hemen her vesileyle bu talebi karşılamaya çalışıyoruz. 

Bu yazıdaki vesilemiz ise şudur: Kâzım Karabekir Paşa gibi tarihî bir şahsiyetin 1948 yılı başlarında dünyaya vedâ etmesi dolayısıyla, onun geride bırakmış olduğu hizmetleri takdir ile hatıralarını yâd etmek ve bilhassa yakın tarihe ışık tutacak notlarını bir kez daha dikkat nazarlarına takdim etmek...

Yakmalı, yıkmalı Ali Şükrü Matbaasını

Türk Tarih Kurumuna ait kaynaklardaki bilgiler ve bunları doğrulayan Karabekir Paşanın "Günlükler"indeki notlar, M. Kemal öncülüğünde üst düzeydeki bir heyetin 14 Ocak 1923'te trenle Ankara'dan Eskişehir'e doğru yola çıktığını gösteriyor.

Tâ İzmir’e kadar gidecek olan bu heyetin içinde, M. Kemal'in yanı sıra Fevzi Paşa, Karabekir Paşa ile Yzb. Cevat Abbas da vardır.

1920 seçimlerinde milletvekili olarak Meclis'e gelen Cevat Abbas, aynı zamanda M. Kemal'in Başyaveridir. 1916 yılı sonlarında yüzbaşı olmuş, kendi ifadesiyle 24 yıl müddetle asker ve politikacı olarak M. Kemal'in yanında ve yakın hizmetinde bulunmuştur.
Yapı Kredi Yayınları arasında "Günlükler" ismiyle çıkan Kâzım Karabekir'in hatıra notlarının 14 Ocak 1923 tarihli kısmında aynen şu ifadeler yer alıyor:

“Muhaliflerden Ali Şükrü Ankara’ya makine (matbaa) getirmiş... Tan gazetesini çıkaracakmış...

"Gâzi, yanımda Cevat Abbas’a dedi: 'Muhalifler matbaa yapıyor da, siz hâlâ uyuyorsunuz. Yakmalı, yıkmalı...' 

"Dedim: Paşam, bu tarzda mukabele doğru mudur?” (Age, s. 840.)
Diyaloğun devamı, ne yazık ki Günlükler'de yok. 
* * *
Heyetin seyahati günlerce, haftalarca devam ediyor.

17 Şubat'ta (1923) toplanan İzmir İktisat Kongresinin açılışından sonra, M. Kemal, bir aylık eşi Lâtife Hanımla birlikte Ankara'ya dönerken, Karabekir ise, tâ 1 Nisan gününe kadar yurt seyahatine devam ediyor. 

(Ara notu: Ali Şükrü Bey, 27 Mart günü katledilerek cesedi gizleniyor. Kayıp ceset, bir hafta sonra bulunuyor. Ceset aramaları üzüntü, ürküntü, hayret ve hararetle aranmaya devam ederken, 1 Nisan günü erken seçim kararı alındı. Dikkatler, bir anda câniden, cinayetten ve cinayetin arka plânından çekilip tümüyle seçim telâşesine çevrilmeye çalışıldı.)

Yeni bir dönemin başlamakta olduğunu haber veren çarpıcı gelişmelerin devamını, yine Günlükler'den takip edelim...

1 Nisan 1923 Pazar: “Saat 9.30 Ankara'ya vardık. Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey kaybolmuş. Giresunlu Osman Ağadan biliniyormuş."

4 Nisan Perşembe: “Öğle vakti Meclis'e gittim. Ali Şükrü Beyin cenaze merasimi yapıldı. Otomobil ile İnebolu tarikiyle Trabzon'a hareket etti... Akşam, Osman Ağanın cesedini Meclis–i Millî'nin kararı mûcibince asmışlar." (Age, s. 856–57)
* * *
Meclis'teki muhalefet cephesinin liderlerinden ve bu cephenin fikriyatını neşreden Tan gazetesinin sahibi olan Ali Şükrü Beyin boğdurulmak sûretiyle katledildiği ve şehir dışında bir bağ evi yakınlarında toprağa gömüldüğü, ancak 3 Nisan günü netlik kazandı.

“Halife olmak istiyor” yanılgısı

Mustafa Kemal ile birlikte 1923 senesinin ilk aylarında Batı Anadolu seyahatine çıkan Kâzım Karabekir, kaleme almış olduğu günlükler ile hatıra notlarının gerek bizim elimizde bulunan ve gerekse Uğur Mumcu’nun araştırmasında yer alan muhtevasından aşağıdaki hususlar açıkça anlaşılmış oluyor.

Karabekir Paşa, tâ 1924 senesine kadar da Mustafa Kemâl’in kendi şahsını saltanat misali yetkilerle donatmak istediği, dahası bir punduna getirip Hilâfeti üzerine almak, hatta halife olmak istediği fikir ve kanaatini taşıyor.

Meselâ, şu ifadelerinde görüldüğü gibi: “El yazısıyla imzasını taşıyan sarıklılar arasındaki sarıklı resmi, Mustafa Kemal Paşanın Hilâfet ve Saltanatı kendisine almak mefkûresinde olduğu neticesinde karar kılıyordu. (12 Mayıs 1922 tarihli el yazılarını ve imzalarını taşıyan “mefkûre hatırası” isimli fotoğraf, buna işarettir).”

Şimdi de, Karabekir Paşayı böylesi bir  kanaati taşımaya sebebiyet veren—ve doğrusu kendisini tamamıyla yanıltan—M. Kemal’in muhtelif konuşmalarından bazı notlar:

18 Ocak İzmit

“… Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti şer-i şerif ahkâmından ibaret olan şûrâ, adalet ve ulu’l-emre itaat esasına tevfikan teşekkül etmiştir. Türkiye Devleti için Hilafet mevzubahis, zaman varit olabilir. Çünkü makam-ı hilafet yalnızca Türk’e değil, yüce âlem-i İslâma aittir.

“Âlem-i İslâmın elyevm (bugün) hal-i esarette bulunmasına binaen, Hilâfet meselesini hal ve tesbit edecek seviyeye vasıl oluncaya kadar, Türkiye Büyük Millet Meclisi, makam-ı hilâfeti bir nokta-i ümit olarak muhafaza edecektir.”

22 Ocak 1923 Bursa

“… Hilafetin yalnız Türkiye halkına değil, bütün İslâm âlemine şümûlü olması hasebiyle, bu makam hakkında bir karar vermek Türk milletinin selâhiyeti haricindedir.”

31 Ocak 1923 İzmir

“… Bizim dinimiz en makul ve en tabiî bir dindir. Bundan dolayıdır ki, son din olmuştur. Bir dinin tabiî olması  için akla, fenne, ilme ve mantığa tetabuk etmesi lâzımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen mutabıktır.”
* * *
Bir sonraki yazıda, Karabekir Paşanın bu seyahat esnasında kayda geçirmiş olduğu fevkalade önemli diğer notlarını aktarmaya devam edelim.

İstiklâl kahramanı Karabekir (4)

Kâzım Karabekir Paşanın, M. Kemal ve sair hükûmet erkânıyla birlikte 14 Ocak-2 Nisan 1923 tarihleri arasında gerçekleşen Batı Anadolu seyahati esnasında kayda geçirmiş olduğu fevkalâde önemli diğer notlarını aktarmaya devam ediyoruz.

“İzmir’de iken, 29 Ocak’ta M. Kemal Paşa ile Lâtife Hanımın nikâhları yapılmıştı. Fevzi Paşa ve ben, Gazi’nin şahidi olarak iki yanında oturmuştuk.”
* * *
“5 Şubat’ta Akhisar’da iken, (Lozan’da bulunan) İsmet Paşadan 4 Şubat’ta sulh müzakeresinin inkıtaa uğradığı hakkında şifreli telgraf geldi.

“Yine bu arada Ankara’dan Meclis İkinci Reisi Ali Fuat Paşadan mühim bir şifreli telgraf geldi: ‘Gazi’nin geçen yıl millete verdiği söz mucibince, bir tarafa çekilmesi şartıyla, kendisine bir saray ve ayda 10 bin lira verilmiştir, müzakereye koyalım mı?’ 

“Gazi buna çok kızdı. Rengi kaçtı. Şifreyi bana da okuttu. Mütalâamı sordu.

“O, hâlâ Hilâfeti uhdesine almaya ve eski mefkûresine kavuşmaya uğraşırken, kendisine bu tavsiye çok acı geldi. 

“Mütalâamı şöylece söyledim: ‘Henüz sulhumuz takarrür etmediğinden (Lozan Barış Antlaşması kesinleşmeden) hal-i harpteyiz demektir. Bunun için, bu meselenin ortaya çıkması mevsimsizdir. Sulhun akdinden sonra bu kararı kimsenin teklifine lüzum kalmadan siz verirsiniz.’

“Cevabımı beğendi. Şifreyi getiren yaveri Mahmut Beye (Siirt mebusu. Milliyet gazetesi sahibi) şu emri verdi: ‘Paşanın dediği gibi bir cevap yaz.’

“Mahmut Bey gittikten sonra M. Kemal Paşadan bazı mütalâalarımı söylemekliğime müsaade alarak dedim ki: ‘Görüyorum ki, Başkumandanlık uhdenizde bulunduğu halde, siyasî bir fırka (Halk Fırkası) kurmakla meşgul olmanız aksi tesirler yapıyor. Bunun memleket dışındaki akislerinin daha fena olacağını tahmin ederim. Bunun için, sulhun akdine kadar bu gibi hareketle meşgul olmaktan sarf-ı nazar buyursanız. Bunu, Ankara’da fırkayı tesis kararınız matbuata aksetmeden önce de rica etmiştim.

“Gazi mütalâama cevap vermedi. O hâlâ Ankara’daki havanın halini düşünüyordu... Benim bu son mütalâamı kabul etmediğini mefkûresine daha şiddetle sarıldığını Balıkesir’de gördüm.

“7 Şubat’ta (1923, Çarşamba günü) Ulucami’de (Zağnos Paşa Camii) öğle namazını kalabalık bir cemaatle kıldık. Sonra mevlüt okundu. Bundan sonra da M. Kemal Paşa minbere çıkarak hutbe okudu. En mutaassıp bir hocanın söyleyemeyeceklerini söyledi: ‘Dinimiz son dindir. Ekmel dindir. Kànun-i Esâsî (Anayasa) Kur’ân-ı Azimüşşân’daki nüsûstur.’”
* * *
Uğur Mumcu, kendi elinde bulunan nüshadaki Karabekir’in notlarına istinaden, M. Kemal’in hutbe esnasında kurmayı düşündüğü Halk Fırkasının lüzumundan da uzun uzadıya söz ettiğine değinerek, yine Karabekir’in kaleminden şu ifadeleri aktarıyor:

“M. Kemal Paşa, minberde mükemmel bir hutbe okumakla bu tarzdaki mesaisine taraftar olmadığım hakkındaki beyanatıma halk huzurunda verdikleri cevap apaçık ortada. Kendi beyanatıyla da, benim 17 Temmuz 1921 münakaşalarımda Şark’tan yaptığım teklifi (Bendeniz zat-ı alilerinin bu kabil siyasî fırkalara iştiraktan beri kalmasına hasseten taraftarım), bu kerre Halk Fırkası meselesinde dahi sulhun takarrürüne kadar olsun Başkomutan sıfatıyla bu kabil cereyanlara girişmemesini tavsiyeme de kat’i cevabını vermiş oldu.

“Hutbede, gerek mutaassıp bir dil ve edâ ile İslâmiyeti ele alması ve gerekse siyasî bir fırka teşkiline ve onun başına geçmeye karar verdiğini ilân etmesi, bende şu kanaati tamamladı: Napolyon, vaktiyle başkomutanlıktan nasıl bir fırka (parti) ile imparatorluğa çıkmışsa, şimdi Mustafa Kemal Paşa da aynı sûrette başkomutanlıktan tek fırka (tep parti) ile—önlemekliğime rağmen—hilafet ve saltanatı almak mefkûresine yürüyecektir.

“Bu yolda benim vatan ve millete karşı vazifem, şimdiye kadar olduğu gibi şimdiden sonra da bu tehlikeli yolun önüne geçmek olacaktır.

“Şüphesiz ki, samimimiyet ve ikna ile sonuna kadar uğraşmak ve mümkün olmazsa cephe almakla.”

Dünya işlerini camiye sokmanın acısı

M. Kemal Paşa, Balıkesir’de verdiği hutbeden sonra Karabekir’in fikrini öğrenmek ister. Bu safhayı da şu şekilde anlatır, Karabekir Paşa:

“Akşam, M. Kemal Paşa bugünkü beyanatını nasıl bulduğumu sordu. Ben de kendilerine olan samimî bağlılığım kadar kendilerinden aynı karşılığı gördüğüme dayanarak fikrimi söyleyeceğimi bildirdim ve dedim ki:

“Dünya işlerini camilere soktuğumuzun acısını çektiğimiz yetmez mi paşam?

“Millî işlerimizi neden yine camilere sokuyoruz? Ve neden siz Başkumandan olduğunuz halde, dinle, hilâfetle bir din adamı gibi, hatta daha ileri giderek meşgul oluyorsunuz?

“Münevverlerimiz, haklı olarak bu gidişi iyi telâkki etmeyeceği gibi, bu yol da esasen tehlikelidir....

“Paşam, görüyorum ki, siz din ve hilâfet kuvvetlerine çok ehemmiyet veriyorsunuz. Şu halde, muhafazakârlara (statükoculara) dayanmak istiyorsunuz.

“Türk milleti teceddüde muhtaçtır. Ve bunu da mütehassıslarla (uzmanlarla) başarabiliriz. Asla camilerle değil, asla muhafazakârlarla değil.

“Din, vicdan kanaatidir; münakaşaya gelmez. İlim adamı olan bizlerin ve hele sizin bunu (dinî konuları) ele almanızı katiyen doğru bulmuyorum. Bunu tamamiyle mühmel bırakmalısınız. Bu mütalâaalarımı daima size açık kalbimle söyleyeceğim.

“M. Kemal Paşa, mütalâalarımı samimî karşıladı. Ertesi gün yaverlerinden naklen benim yaverim, Gazi’nin şu ifadesini bildirdi: ‘Ben, Karabekir’in bana bu kadar samimî olduğunu zannetmediğimden, çok çekişeceğimizi tahmin ediyordum. Halbuki o çok açık yürekli ve candan insanmış. Beraber çalışacağımızı görerek memnun oluyorum.” (Age, s. 67)

Din,  Kur’ân, Hz. Muhammed...

Uğur Mumcu’nun “Karabekir Anlatıyor” isimli kitabının yanı sıra, daha başka kaynaklarda da yer alan M. Kemal’in din, Kur’ân, Türkler, Araplar ve Hz. Muhammed ile ilgili bazı sözlerini kaynaklarıyla birlikte naklederek, bir başka bölüme geçelim.

* "Evet Karabekir! Arapoğlunun (Hz. Muhammed’in) yavelerini Türk oğullarına öğretmek için, Kur’ân’ı Türkçeye tercüme ettireceğim ve öyle okutturacağım ki, budalalık edip aldanmaya devam etmesinler." (Emre Yayınlarından, Kâzım Karabekir, Paşaların Kavgası, s. 159)

* "Tarih bize öğretir ki, bütün dinler, milletlerinin cehaletlerinin yardımıyla, utanmaksızın Tanrı tarafından gönderildiğini söyleyen adamlar tarafından tesis olunmuştur." (Afet İnan, Atatürk'ün El Yazmaları. Bu kitap ayrıca 1930’lu yıllarda Liselerde Medeni Bilgiler ismiyle ders kitabı olarak okuduldu.)

* "Tabiat insanları türetti ve onları kendisine taptırdı. Tabiatın herşeyden büyük ve herşey olduğu anlaşıldıkça, tabiatın çocuğu olan insan kendinin de büyüklüğünü ve haysiyetini anlamaya başladı."  (Prof. Enver Ziya Karal, Atatürk'ten Düşünceler. Bu kitabı birçok yayınevi neşretti.)

* "Türkler, Arap-İslâm dinini kabul etmeden evvel  büyük bir milletti. Bu dini kabul ettikten sonra, Türk milletinin millî rabıtaları gevşedi. Millî hisleri ve heyecanı uyuştu." (Afet İnan, Atatürk'ün El Yazmaları, s. 364; Medeni Bilgiler, 1937 basımı, s. 12)

"Türk milleti, bir kelimesinin anlamını bilmediği halde, Kur’ân'ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndü." (Afet İnan, Atatürk'ün El Yazmaları, 1998 baskılı TTKY, s. 365)

"Dini ve namusu olanlar kazanamaz, fakir kalmaya mahkûmdur. Önce din ve namus anlayışını değiştirmeliyiz. Partiyi, bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz." (Uğur Mumcu, Kâzım Karabekir Anlatıyor, s. 84; Ayrıca, K. Karabekir, Günlükler, s. 866)
* * *
Karabekir, M. Kemal’in din ve sair kudsî değerlere karşı nihaî fikrini ve kesin politik duruşunu öğrendikten sonra—daha evvel kendi kendine verdiği söz üzere—onun yolunu ayırır ve 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının başına geçerek ayrı bir cephe açar.

Bir sonraki bölüm: Çarşamba Hutbesinden, Ramazan’da işret (içkili) sofrasına.

İstiklâl kahramanı Karabekir (5)

Balıkesir Hutbesinden, işret  sofrasına

Karabekir Paşayı hayrette bırakan bir başka husus, M. Kemal’in yaşantısındaki çarpıcı değişiklik ve bilhassa birbirine zıddiyet teşkil eden tablolardır.

Meselâ, 1923 senesinin 7 Şubat’ında Balıkesir’deki “Çarşamba Hutbesi”nde gördüğü M. Kemal ile aynı yılın 19 Nisan’ında üstelik Ramazan-ı Şerif’te işret (içki) sofrasında gördüğü M. Kemal’i kendi âleminde bir türlü bağdaştıramayarak hayretler içinde kalıyor.

Kezâ, aynı zaman zarfında Hilâfet makamını müdafaa etmesi ile Hilâfeti kaldırma yönündeki fikir ve teşebbüsleri meselesinde de hayret, hatta dehşete verici tablolara şahit oluyor.

Neticede, M. Kemal ve ekibiyle birlikte çalışmaya devam edemeyeceği kanaatine vararak, yakın arkadaşlarıyla birlikte ayrı bir siyasî cephe kurmaya karar veriyor.

Ne var ki, artık vakit çok geç ve bu yeni teşebbüste muvaffak olamayıp, aksine türlü belâlara, sıkıntılara maruz kalmaktan kurtulamıyorlar.

Lozan ve sonrası

Bilindiği üzere, Kasım 1922'de başlayan Birinci Lozan görüşmeleri, 1923 yılı Şubat ayının ilk haftasında kesintiye uğrar. 

İsmet Paşa, 7 Şubat'ta Lozan'dan ayrılır. Oradan İstanbul'a gelir ve Ankara'ya gitmek üzere 18 Şubat günü trene biner. 

Gariptir ki, M. Kemal ile Lâtife Hanımın İzmir'den Ankara'ya hareket tarihi de tıpatıp aynıdır.

Dolayısıyla, aynı günde Ankara istikametine doğru başlayan yolculukları, 19 Şubat'ta Eskişehir'de kesişmiş olur. 

İşte, Lozan'da daha çok İsmet Paşa ile Yahudi Hayim Naum ikilisi arasında cereyan eden gizli görüşme ve antlaşma maddelerinin neler olduğu ve bunların mahiyeti hakkındaki can alıcı hususların ne mânâya geldiğini anlayabilmemiz için, esasen Eskişehir'den Ankara'ya kadar devam eden bu seyahat esnasında yapılan görüşmenin muhtevasını bilmek lâzım. 
Bu yolculuktaki ikili görüşmenin kompartmandaki tek şahidi ise, M. Kemal ile üç hafta önce evlenmiş olan Lâtife Hanımdır.

Onun hatıra notlarının yayınlanmasına yasak konulduğu için, anlaşılan o ki, kapalı devre yapılan o görüşmenin iç yüzünü öğrenmek çok zaman alacak ve hiç kolay olmayacak.
* * *
Karabekir Paşa, Lozan’da alınan kararların Millet Meclisi’nden geçirildikten sonra Hilâfet makamının kaldırılacağı yönünde duyumlar alınca, hatıralarında, bu konuyu İsmet Paşa ile hararetli şekilde tartıştığını ve gelişmelerden büyük endişe duyduğunu yana yakıla anlatıyor.

Bir ara, bu konuyu M. Kemal ile konuşmayı düşünüyor. Ancak, bütün bu olup bitenlerin onun bilgisi ve tasvibi dahilinde olduğunu tahmin ederek, konuyu açmaktan imtina ediyor.
Fakat, buna rağmen irtibatı henüz bütünüyle kesmiş değil.

Günlükler’inde, 19 Nisan (1923) akşamında M. Kemal ile birlikte yemek yediklerini ve şunu sorduklarını yazıyor:

“Gazi Paşa, Ramazan’da işret (içkili sofra) muvafık mıdır? Hizmetçiler de sivil giyinmiş asker...”

Lozan meselesi Karabekir’in kafasını kurcalıyor, dahası onu ciddî endişelere sevk ediyor. Diğer ekip ile aralarında soğuk rüzgârlar esmeye başlıyor.

Hilâfet'e karşı harp oyunları

Saltanat kaldırıldığında (1 Kasım 1922), Osmanlı Hanedanının siyasî statüsü de sona ermiş oldu.

Millet Meclisi'nin bu tasarrufuna karşı, hiçbir yerde ve hiç kimseden ne ciddî bir itiraz geldi, ne de tehlikeli bir muhalefet hareketi görüldü.

Son padişah Sultan Vahdeddin, Meclis'in bu kararından sonra yurdu terk ederek, hazin bir sonla noktalanacak olan gurbet yolculuğuna çıktı.

1923 yılı sonlarında (29 Ekim) Cumhuriyet ilân edildiğinde, Hilâfet'in mânâ ve makamı da aynen muhafaza olundu. 

Tâ ki, 1924 yılı Şubat'ına kadar...

Yazının başında da belirttiğimiz TTK’nın M. Kemal’le ilgili gerek kronolojik ve gerekse biyografik yayınları ve bilhassa Karabekir Paşanın "Günlükler"i dahil olmak üzere, yakın tarihimize dair kaynakların hemen tamamı, M. Kemal'in 14 Şubat 1924'te İzmir'de olduğunu ve burada başlatmayı düşündüğü "Harp Oyunları" için yüksek rütbeli paşaları İzmir'e çağırdığını gösteriyor.

Zaten, bu gerçeği gözler önüne seren gerçek fotoğraflar var. Meselâ, harita etrafında toplanmış paşaların resim tablosu gibi...

Bunlar, az–çok bilinen şeyler.

Pek bilinmeyen, hatta bazı noktaları zifirî karanlıkta kalan, lâkin fevkalâde ehemmiyet taşıyan birkaç husus var ki, bunları bir bir dikkat nazarlarına sunmak gerekiyor.
İşte o önemli noktalar.

İsmet Paşa yan çiziyor

1924 yılı Ocak ayı başında Lâtife Hanımla birlikte İzmir'e giden M. Kemal, burada planlayıp başlatmak istediği "Harp Oyunları" meselesini görüşmek üzere, 9 Şubat'ta İsmet, Fevzi ve Kâzım (Özalp) Paşaları da İzmir'e çağırır.

Gariptir, bu gidişattan Karabekir Paşanın haberi dahi olmaz. Bilâhare öğrenir ve kendisi de gitmeye karar verir.

Bu tuhaf durum hakkında "Hatırat"ında şu bilgileri verir, Kâzım Karabekir:

"Daireye gittim. Hayrettir ki, bu sabah İsmet ve Kâzım (Özalp) Paşalar İzmir'e gittikleri halde, hiçbiri haber vermedi. Teşyie (uğurlamaya) gidemedim.

"İsmet'in bana karşı ilk yan çizmesi!

"İzmir'de harp oyunu var..." (Günlükler, s. 906)

Olağanüstü durum

Karabekir Paşa, aynı eserinde 13 Şubat akşamı yatsı vakti İzmir'e vardığını ve 14 Şubat'ta ise Harp Oyunları meselesi hakkında önce malûmatlar, brifingler, ardından da bir dizi emirler verildiğini ifade ediyor: Askerin toplanması, mıntıkaların tesbiti, stratejilerin tatbiki için 24 saat süre veriliyor.

Karabekir'in tâbiriyle "Erkân–ı Harbiye–i Umumiyenin hazar mesaisi..."

(O gece İsmet Paşa ile başbaşa bir görüşme yapan M. Kemal, Hilâfetin kaldırılması hususunda mutabık kalır.)

Ertesi günün mesaisi daha da yoğunluk kazanır.

TTK'nın hazırlayıp yayımladığı TC Kronolojisi'ndeki bilgilere göre, 15 Şubat'ta İzmir Orduevi'nde M. Kemal başkanlığında yapılan toplantıda Harp Oyunlarının açılış merasimi yapılır. Açılışta konuşan M. Kemal, şunları söyler: "Arkadaşlar! Ehemmiyet ve ciddiyetle beyan ederim ki, Türkiye Cumhuriyeti, mukaddes tanıdığı istiklâl ve hakimiyetini müdafaada müsamahakâr olamaz." (Age, s. 408)

Siyasî ve askerî mütalâalar

Kâzım Karabekir, "15 Şubat 1924 Cuma" tarihli günlüğünde ayrıca şunları yazar:

"Askerî mahfilde içtima. (Orduevinde toplantı) Vaziyet–i siyasiye münakaşası.

"Haricî vaziyetimiz hakkında İsmet Paşanın beyanatı.

"Benim mütalâatım: On yıl harp ihtimâli yok gibidir. Sonra, İtalyanlar silâhlanacak. Almanlarla anlaşarak Arnavutluku işgale kalkarlar. Sonra Tunus." (Günlükler, s. 907)

Bütün bunlar, her ne kadar dünyadaki siyasî ve askerî gelişmeler hakkında bir nevî öngörü mahiyetinde anlaşılmakla birlikte, meğerse asıl mesele başkaymış...

Hilâfetin lağvı için askerî nümâyiş

Karabekir Paşa, o tarihte günlerce devam eden "Harp Oyunları"nın asıl maksadını, yine aynı eserinin aynı sayfasında şu sözlerle vüzûha kavuşturuyor: "Harp oyununda maksat, Meclis'e karşı Hilâfetin lağvı için nümâyiş imiş! Sonradan anlaşıldı."

Evet, sonradan (3 Mart'ta) anlaşıldı ki, İzmir'de startı verilen ve memleketin her tarafında yaygınlaştırılan bu olağanüstü askerî hareketliliğin asıl maksadı, Hilâfetin kaldırılması çabasına yönelik bir manevradır.

İşte bu manevra, başarıyla yürütülmüş ve istenen sonuca da varılmıştır.

Üstelik, bu manevra öylesine kamufleli bir tarzda ve öylesine bir gizlilik hali içinde yürütülmüştür ki, Karabekir Paşa gibi dâhiyâne bir şahsiyet bile, ancak iş işten geçtikten sonra asıl maksadın farkına varabilmiştir.

Tam diktatörlük

Harp Oyunları bittikten sonra, M. Kemal ile diğer paşalar Ankara'ya dönerken, Karabekir Ege taraflarında kalıyor.

Ankara'daki gelişmeleri gazetelerden takip eden Karabekir, günlüğünde şu notları kaydediyor:

29 Şubat 1924: İzmir'deyim. Millet Meclisi'nde Osmanlı Hanedanının memleketten çıkarılması ve Hilâfetin Meclisçe intihabı (seçimi) müzakere olunduğunu gazetelerde yazıyor.

3 Mart 1924: Balıkesir'deyim. Valiye, Meclis'in Hilâfet'in (lağvı) hakkında vereceği karar tebliğ olunmuş.

Yeni Erkân–ı Harbiye Kànunu çıktı. (Tam diktatörlük). (Age, s. 909)
* * *
Bu tarihte, Hilâfet kaldırıldığı gibi, medreseler kapatıldı ve Fevzi Paşa resmen yeni bir statü ile kurulan Genelkurmay Başkanlığına getirilmiş oldu.

Karabekir Paşa, bütün bu olup bitenlerin tam bir diktatörlüğe yol açtığını ifade ediyor.
Bu diktatörlük, çeyrek asır devam etti.

Hiç yorum yok: