16 Temmuz 2013 Salı

Zaaf değil, yeni dünya düzeni-Prof.Dr.Ekrem Buğra Ekinci

Padişahların ordunun başında sefere çıkması keyfiyeti XVII. asır sonuna kadar muntazaman devam etti. Daha sonra bırakıldı. Bu bir zaaf olarak görülmemelidir... 

Osmanlı padişahı, başkumandan idi. Çoğu zaman bizzat ordunun başında sefere giderdi. Ancak gitmeyip, serdar-ı ekrem adıyla bir veziri tayin ettiği de olurdu. Padişahın bizzat katıldığı sefere sefer-i hümâyun denirdi. Nitekim Hazret-i Peygamber de bazı seferlerde bizzat ordunun başında bulunmuş; bazılarında kendisi gitmeyip bir başkasını kumandan tayin etmiştir. Birincisine gazve (gazâ); ikincisine seriyye adı verilir. 


VARLIĞI MORAL KAYNAĞI 
Osmanlı Devleti’nin esası gazâ ruhuna dayandığı içindir ki, padişahlar ordunun başında sefere çıkmışlar; biraz da bu sebeple asker zaferden zafere koşmuştur. Başta padişahın varlığı ordu için hem bir moral kaynağı teşkil etmiş; hem de tek elden sevk ve idareyi temine yardımcı olmuştur. En sıkıntılı zamanlarda padişahların seri ve zeki hareketleri, muhakkak felâketlerin önüne geçmiştir. Ekserisinin başında askerlik kudretinden mahrum zayıf veya çocuk hükümdarların bulunduğu ülkelerin askerleri, başında padişahı ile sefere çıkan Osmanlı ordusunun karşısında, çoğu zaman önce moral bakımdan yıkıma uğramıştır. 

Padişah ordunun başında sefere çıktığı zaman sadrâzam ve divan mensupları da yanında giderdi. Seferde divan kurulur; harb meseleleri müzâkere edilirdi. Bu divana akıncı beyleri, ordu kumandanları, Kırım Hanı gibi yardımcı kuvvetler başları da iştirak ederdi. İstanbul’da hükümet işlerini yürütmek üzere sadâret kaymakamı kalırdı. Sadâret kaymakamı bugünki başbakan yardımcısının muadilidir. Padişah fermanı ile tayin edilir; padişah tarafından kabul olunup kendisine kürk giydirilir ve keyfiyet ilan olunurdu. Ayrıca eline tuğrası çekilmiş boş ferman kâğıtları verilirdi. Sadaret kaymakamı bu nişanlı kâğıtları sayıyla alır; icabına göre doldurup kullanır; sefer sonunda ise hesaplarını verir ve kullanmadıklarını iade ederdi. Sadâret kaymakamı sadrazamın vazifelerini yürütür; ancak onun salahiyetlerini ancak çok lüzumlu hallerde kullanırdı. 

YENİ HÜKÜMDAR TİPİ 
Padişahların ordunun başında sefere çıkması keyfiyeti XVII. asır sonuna kadar muntazaman devam etti. Bundan itibaren padişahlar ordunun başında sefere çıkmadılar. Bu bir zaaf olarak görülmemelidir. Çünki aynı devirde, Avrupa’da da artık krallar orduya bizzat kumanda etmiyordu. Asker-hükümdar tipinden; devlet adamı ve diplomat-hükümdar tipine doğru bir değişiklik meydana gelmişti. Artık harblerde teknik ve taktik; şecaat ve kuvvetin önüne geçmişti. Padişahlar, ordunun başında sefere gitmektense; bu işi ehli bir vezire tevdi edip, merkezde kalarak, otoriteyi korumayı daha uygun görmüştür. 

Üstelik artık bir meydan muharebesiyle harbin nihaî neticesi alınır olmaktan çıkmıştı. Aylarca, yıllarca sürüyordu. Padişahın bu kadar uzun müddet pâyitahtı terk etmesi, başka gâileler doğurabilirdi. Çeşitli nüfuz grupları, öldürülmeyip sarayda yaşayan şehzâdeleri kullanarak fitne çıkarabilirdi. Hem artık ailenin en yaşlısı tahta çıktığı için, padişahlar eskisi kadar genç ve dinamik değildi. O yaşta, at üzerinde kilometrelerce uzakta aylar, yıllar geçirmesi imkân harici idi. 

MERKEZDEN DESTEK 
Sonra gelen padişahlardan sefere bizzat çıkmak isteyenler yok değildir. Meselâ Sultan III. Mustafa, Ruslara karşı tarihteki ilk mağlubiyeti tattığımız harbe bizzat çıkmak istemiş; ancak hastalığı engel olarak vefat etmişti. Yine de ordunun sevk ve idaresinde, askerin yüreklendirilmesinde merkezdeki hükümdarın çok mühim rolü olmuştur. Osmanlı Devleti’nin kazandığı son zafer sayılan 1897 Osmanlı-Yunan Harbi’nde, zamanın padişahı Sultan Hamid’in günü gününe merkezden orduyu yönlendirerek gâlibiyete yardımcı olduğu meşhurdur. Kanun-ı Esasî’ye göre, padişah ordunun başkumandanıdır. Yaver-i Hazret-i Şehriyarî adıyla askerî müşavirleri vardır. Mustafa Kemal Paşa, son padişah Sultan Vahîdeddin’in böyle yaveri idi. Mukavemet hareketlerini tek elden yönetmek gibi gizli bir vazifeyle ve fevkalâde salâhiyetlerle Anadolu’ya gönderilmişti. 

Son sefer-i hümâyun 
Ordunun başında sefere çıkan son padişah Sultan II. Mustafa‘dır. Venediklerin Sakız Adası’nı zabtettiği buhranlı bir devrede tahta çıktı. Dedesi Sultan Kanuni’nin cihangirâne yolunda yürüyeceğini ilan etti. Bu arada Sakız geri alındı ve Venedik, Ege’den tamamen silindi. Padişah, Alman cephesine yürüdü. Alman imparatorluk ordusu Erdel’deki Lugoş‘ta yenildi; kumandanı da maktul düştü. 4 ay süren seferden dönüldü. Ertesi sene padişah tekrar sefere çıktı. Olaş Zaferi kazanıldı. Karşı tarafta da zamanın en kudretli mareşalleri bulunuyordu. Bu harbi anlatan tarihçiler, padişahı “Cesur, azimli, fedâkâr, hülâsa doğuştan iyi kumandan” diye tasvir eder. 

Ertesi sene (1697) padişah üçüncü ve son seferine çıktı. Karşı tarafın başında, tarihin en büyük askerlerinden ve dünyaca meşhur kumandan Prens Eugene vardı. Bu arada düşmana esir düşen bir beylerbeyi, Osmanlı ordusunun planlarını ifşâ etti. Osmanlı ordusu Tisa Nehri’ni geçerken, Prens birdenbire ortaya çıkıp nehrin üzerindeki köprüleri topa tuttu. Köprülerin üzerindeki askerler suya döküldü. Geri kalanı nehrin iki tarafında kaldı. Alman ordusu, beri taraftaki Osmanlı askerlerini imha ederken, karşı sahildekiler hâdiseye seyirci kalmak acısını yaşadı. Sadrazam Elmas Mehmed Paşa başta olmak üzere en değerli kumandanlar şehid düştü. Padişahın mührü ve bu arada Macar krallık tacı düşmanın eline geçti. Zenta Bozgunu, Türk tarihinin en büyük felâketlerindendir. Neticesinde imzalanan ve Macaristan, Erdel ve Mora’nın kaybedildiği Karlofça Muahedesi de ilk toprak kaybının vesikasıdır. Bu sene Osmanlı tarihinde mâtem senesi olarak anılmış; Avrupa’dan geri çekilmenin başlangıcı sayılmıştır. 

Sultan II. Mustafa bu seferle Macaristan’ı geri alacağını zannetmekteydi. İtaatin zayıfladığı, hatta askerin kumandanına silah çektiği; kumandanların da birbirini çekemediği bir ordudan ancak bu kadarı beklenebilirdi. Görülüyor ki hükümdar çok iyi bir kumandan olsa ve askerin başında da bulunsa, disiplin ve itaat olmadıkça tek başına zafer sebebi değildir. Sonu felâketle biten 1687 sefer-i hümâyunu, padişahların ordunun başında sefere çıktığı son sefer olmuştur. Bundan sonra Sultan II. Mustafa ve yerine geçen kardeşi Sultan III. Ahmed, ülkeyi uzun müddet harbden uzak tutarak, imar faaliyetlerine ağırlık vermiştir. 

Hiç yorum yok: