27 Mart 2013 Çarşamba

İslam'daki kırılma-Avni Özgürel

Hz. Ali ve Hz. Hasan'ı öldürerek halifeliğini ilan eden Muaviye ile Hz. Hüseyin'i öldüren oğlu Yezid, İslam'daki en büyük bölünmeyi yarattı.

Geçtiğimiz hafta Irak Şiilerinin düzenlediği Kerbela anma törenleri dünya basınının gündeminde ilk sıradaydı. Saddam Hüseyin'in yasaklamaları dolayısıyla yıllardır yapılamayan merasim ve ziyaretler, Irak'ta yeni rejimin hangi esaslara göre kurulacağı tartışmaları arasında gerçekleşti. Irak nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Şiiler, Birinci Körfez Savaşı sırasında destekleyip hayal kırıklığına uğradıkları ABD üzerinde şimdi büyük baskı oluşturuyorlar. 

Görkemli geçen Kerbela törenleri bir yönüyle Washington'a mektup niteliğinde. Mollalar Tahran'ın da mutabakatıyla Şii ve Kürtlerin ağırlıkta olacağı ama 'fazla ince elenip sık dokunmamış' bir formüle evet deyip ABD'nin bölgeden mümkün olduğunca çabuk çekilmesini sağlamanın derdindeler. Zira sistemin hedeflenen istikamette yeniden düzenlenmesi ancak Amerika'nın ülkeden çıkmasıyla mümkün. Görünen o ki Şiiler tarihte ilk kez Irak'ta hâkim mevkiye yükselecekler. Ancak mezhep taassubunun alabildiğine tırmandığı coğrafyada Sünni toplumunun bu gelişmeye tepkisiz kalacağını ummak da aşırı iyimserlik. 

İslam tarihinin en büyük depremi

Basında hafta boyunca Kerbela vakası enine boyuna konu edildi. Olayın şehitleri ve suçluları malum. Bu yazıyla Hz. Muhammed'in damadı ve torunlarının babası Hz. Ali'ye yönelik saldırının sorumlusu Muaviye ve oğlu Yezid'i tanıyasınız istedim. Hz.Ali'nin öldürülmesi hiç şüphesiz 
İslam tarihinde yaşanan en büyük deprem. Bu 'derin kırılmanın' sorumlularının Ali düşmanlığını hutbelerin sonunda onun adını lanetle 
anacak seviyeye vardıran Muaviye ile oğlu Yezid olduğuna şüphe yok. Onların açtıkları yara kapanmadı ve İslam toplumu bir daha bir araya gelmeyecek şekilde ikiye bölündü. 

Muaviye, Mekke'yi 
idare eden Kureyş kabilesinin başkanı Ebu Süfyan'ın oğluydu. Babasıyla birlikte Mekke'nin Müslümanlar tarafından fethi sırasında İslam dinini kabul etmişti (630). Peygamberin sağlığında yazısının düzgünlüğü ve dürüstlüğü dolayısıyla onun vahiy ve zekât kâtipliklerini yapmıştı. Hz. Ömer'in hilafeti sırasında Şam Valiliği'ne tayin edildi. Ve bu görevi Hz. Osman'dan sonra Hz. Ali zamanında da devam etti. 20 yıl vali 20 yıl da halife sıfatıyla 40 sene Şam'da hükümran oldu.

İslam ordularının İstanbul'u kuşatmaları onun saltanat yıllarına rastlar. Bizans'ın fethini öylesine istiyordu ki, yedi sene boyunca her bahar 
İstanbul kuşatmasını başlatıp kışa kadar şehri zorladı. Bu fetihle şöhret kazanacağını umarak oğlu Yezid'i yanında pek çok sahabeyle birlikte -Peygamberimizin akrabası ve Medine'ye hicretinde 7 ay evinde misafir kaldığı Ebu Eyüp Ensari de bunlar arasındaydı- kuşatmada görevlendirmişti.

Tac ve taht tutkusunu çevresine "Peygamber bana, hükümdar olursan ihsandan geri kalma, demişti, o günden beri saltanat arzusu zihnimden hiç çıkmadı" diye açıklayan Muaviye, aynı zamanda Hz. Muhammed'in eşi Hafsa'nın kardeşiydi. Bir gün Hz. Muhammed'in namaz kılarken rükû sırasında "Semi Allahü limen hamideh" dediği sırada arkasındaki safta bulunan Muaviye'nin
"Rabbena lekel-hamd" demesi üzerine bu ifadenin namazın sünneti haline geldiği de biliniyor. 

Hasan'ın yanılgısı

Muaviye'nin Hz. Ali'ye muhalefeti ve halifeyi öldürtmek için akla gelen her yola başvurduğu biliniyor. 
Onun ortadan kalkmasından sonra husumetini Hz. Hasan'a yönelttiği de. Hasan, başlangıçta yanında yer alan Iraklılara inanarak Muaviye'yi yeneceğini sanıyordu. Ancak en yakınlarının cephede saf değiştirmesi sonucu hasmıyla barış yapmak, hilafetin Muaviye'den sonra kendisine geçmesini öngören bir anlaşmayı imzalamak zorunda kaldı. Ancak Muaviye bu sözünü de tutmadı. Bol para ve oğlu Yezid'e nikâhlama vaadiyle kandırdığı Hasan'ın karısı Ca'de'yi eşini zehirlemeye ikna etti. Böylece geride rakip olarak sadece Hüseyin kalmış oldu.

Bir yandan onu nasıl ortadan kaldıracağının planlarını yapan Muaviye diğer yandan sağlığında oğlu Yezid'e biat edilmesini sağlamaya koyuldu. Halka "Emirlik zamanım uzadı. Artık sizi usandırdım, ben de sizden usandım. Sizden ayrılmak arzusunu duyuyorum, sizin de bunu istediğinizi biliyorum" açıklamasını yaptıktan sonra sarayına döndü ve Yezid'e biat için hazırlıkların yapılmasını istedi. Emevi saltanatının siyasi iddiasını üzerine kurduğu Hz. Osman'ın katli hadisesini ve onun kan davasını bir kez daha kullanmak kararındaydı. Yezid için hazırlanan halife kıyafetinin üzerine Hz. Osman'ın kanlı gömleği koyuldu, beline Hz. Osman'ın kılıcı kuşatıldı, eline Hz. Osman'ın yüzüğü takıldı. Sonra da tellallar çıkarılarak Şam ahalisinin kafileler halinde gelip Yezid'e biat etmesi istendi.

'Sana iki kişiden tehlike gelir'

Muaviye'nin hasta yatağında oğluna "Sana iki kişiden tehlike gelir. Biri Hüseyin. Kûfeliler onu senin üzerine kışkırtırlar. Ordumuz kuvvetli, yenersin. Yendiğinde ona kıyma. Peygamberin torunudur, hak sahibidir, bize akrabalığı vardır. Diğeri Zübeyr oğlu Abdullah. O da tilki gibidir. Senden yana görünür, fırsat bulduğunda saldırır. Onu yakalarsan da acıma" diye vasiyet ettiği biliniyor.

İslam tarihçileri Muaviye'nin son günlerinde ziyarete gelenlere diri ve sağlıklı görünmek için yattığı yerde bedenini sıcak suya batırılmış bezlerle sildirdikten sonra saçlarını tarattırdığını, kokular sürünüp gözlerine sürme çektirdiğini yazıyorlar. Ziyaretçiler gittikten sonra kâtiplerine ve sarayın din görevlilerine günah çıkarttığını da. 

Kaynaklarda "Ali'nin hukukunu gasp edişimden daha büyük günah olamaz. Ne yazık ki ben ahiretimi harap ettim. Allah beni affetmezse işim kötüdür" dediği kayıtlı. "Peygamberimiz bana bir gömlek giydirmişti. 

Onu sakladım. Ölümümde bana o gömleği giydirin belki Allah beni peygamberimizin yüzü suyu hürmetine affeder" dediği söyleniyor. Zaman zaman "Keşke sade bir köylü gibi yaşayıp halifelik işine hiç bulaşmasaydım" diye yakındığı da rivayetler arasında.

'Ali'yi nasıl yendim?'

Muaviye'nin Hz. Ali'nin karakter tahliline de ışık tutacak nitelikte bir değerlendirmesi "Nasıl galebe çaldım?" diye başlıklandırılabilir. Şöyle diyor Muaviye:

"Ben dört şeyle Ali'ye galebe çaldım. Ben sırrımı saklardım, o ifşa ederdi. Ben yıllarca yanımda bulunmuş ve bana itaatli bir orduya sahiptim, Ali öteden beri başlarına geçen her insana isyan etmeleriyle tanınmış bir topluluğun desteğine güveniyordu. Ben Ali'yi Cemel ashabıyla baş başa bıraktım. Onlar Ali'ye karşı galip gelselerdi benim onları tepelemem daha kolay olurdu. Ali onları perişan etti ama Irak halkına güvendi. Bu da ona felaket bana zafer getirdi." 

Hz. Ali'nin 'dobra' diye tanımlayabileceğimiz bir mizaca sahip olduğu sır değil. Bu vasfı dolayısıyla aralarında Hz. Ayşe'nin de bulunduğu pek çok kişinin öfkesini üzerine çektiği de biliniyor. Siyaset icabıdır diye düşündüğünden farklı davranmayan, kararlarında çevresindeki insanların görüşlerine itibar eden, ancak onların ikiyüzlü davranabileceklerini aklına getirmeyen bir kişiydi Ali.

Ve Kerbela...

Hz. Hüseyin'in katline ilişkin teferruat bugün de herkesin yüreğinde tepki doğuracak özellikler taşıyor. Yezid'in onun kesik başı kendisine getirildiğinde dişlerine asasıyla vurduğu iddiası ne kadar öfke kabartmaya dönük abartılıysa; gördüğünde ağladığı da o kadar inandırıcılıktan uzak. Huzuruna zincirlenerek getirilmiş Zeynelabidin'i ve Hz. Ali'nin haremini serbest bırakıp gözaltında tuttuğu biliniyor. Bu olaydan kısa bir süre sonra kendisine husumetin düşmanlığa dönüştüğünü gördüğü Mekke'ye saldırıp ordusuna üç gün yağma izni veren, Kâbe'nin tahribine göz yuman Yezid'in Hz. Hüseyin'in ailesine iyi davrandığına inanmak için bir sebep yok..

Hiç yorum yok: