21 Ocak 2013 Pazartesi

“Müslüman adam öldürmez, hepsi Batılıların oyunu!”-Taha Kılınç


"1971-1979 yılları arasında Doğu Afrika ülkesi Uganda'yı yöneten İdi Amin, iktidarı boyunca 300 binden fazla insanın hayatını kaybettiği bir diktatördü. İslâm dinine mensuptu. Eski bir boksör ve rugby oyuncusuydu. İkinci Dünya Savaşı sırasında Birmanya seferine, ardından da İngilizlerin Kenya'daki Mau Mau ayaklanmasını bastırmak için 1952-1956 yılları arasında düzenledikleri operasyonlara katılmıştı. 

Uganda 1962'de bağımsızlığına kavuştuğunda, seçkin bir asker olarak hava kuvvetleri komutanlığına atanan Amin, 25 Ocak 1971'de askeri darbeyle yönetimi eline aldı. 1972'de ülkedeki yabancı yatırımcıların hepsini sınır dışı edince, Uganda ekonomisi çöküşe sürüklendi. 1976'da kendisini ömür boyu devlet başkanı ilân etti. Aynı yıl, yolcularının çoğu Yahudilerden oluşan bir Air France uçağının Uganda'nın Entebbe kentine kaçırılmasında rol oynadı. İktidarı boyunca Uganda ile Tanzanya ve Kenya arasında yaşanan sınır çatışmaları, sayısız insanın ölümüne yol açtı. 

Tanzanya destekli gerillaların 1978 yılı Ekim ayında başlattığı saldırı sonucu 13 Nisan 1979'da yurtdışına kaçmak zorunda kaldı. Suudi Arabistan'a sığınan İdi Amin, 16 Ağustos 2003'te Medine'de hayatını kaybetti." 

Bu, ana hatlarıyla İdi Amin'in resmi hayat öyküsü. Ancak hikâyenin bir de 'İslâmi' versiyonu olduğunu biliyor muydunuz:

"Asıl adı -İngilizcedeki yazılışında olduğu gibi- İdi Amin değil, Uday Emin'dir. Uganda, Emin'in iktidarından önce İngilizlerin sömürgesi durumundaydı. Emin'in devirdiği Milton Obote hem İngiliz uşağıydı, hem de ülkedeki Müslümanlara büyük zulümler yapıyordu. Sonunda Uday Emin, başka çare kalmadığını görünce askeri bir darbe düzenlemek zorunda kaldı. Emin, o zamana kadar rejim tarafından ezilen Müslümanlara sahip çıktı. Onun izlediği politikalar sonucu Uganda'daki farklı Müslüman gruplar birleştiler, Uganda Müslümanları Yüksek Konseyi'ni kurdular. 

Uday Emin, ihlâslı bir Müslüman olarak, Filistin davasını da hararetle destekledi. Bunun üzerine dünyadaki Siyonist lobi Emin aleyhine harekete geçti. Ülkedeki Hıristiyan kabileleri devlete karşı kışkırttılar. Yapmadığı birçok şeyi ona mal ettikleri gibi, Batı medyası aracılığıyla Uday Emin'in 'eli kanlı bir diktatör' olduğu yalanını bütün dünyaya yaydılar. Derken, yabancı güçlerin oyunlarına alet olan Ugandalı kabilelerin baskısı sonucu, Uday Emin, ülkesinden ayrılmak zorunda kaldı." 

Bir kısım Müslüman entelektüel ve araştırmacıları, halkına acılar çektiren bir diktatör olduğu su götürmeyen İdi Amin için bir de 'İslâmi CV' hazırlamaya sevk eden neden oldukça basit aslında: 

"Müslüman bir insana Batılılar 'diktatör' diyorsa, orada kesin bir bit yeniği vardır". Aynı mantığa zaman zaman "Bir İslâmi harekete 'terör' yakıştırması yapılıyorsa orada durmak lazım!" şeklinde tesadüf etmek de mümkün. Hatta bu konularda "Batı medyası ne diyorsa tersi doğrudur" şeklinde bir genelleme de mevcut. 

Evet, her uluslararası mücadelede olduğu gibi, dünya medyası da zaman zaman çeşitli provokasyonlara alet oluyor. Bu hem tecrübe edilmiş bir durum, hem de bir yönüyle medyanın varlık sebebi. 

Ancak provokasyonlar gerçekleşiyor diye, İslâm dünyasındaki her aksaklıkta ya da baskıcı yönetimde 'yabancı parmağı' aramamak gerekiyor. Bazı aksaklıklar, bünyenin kendisinden de kaynaklanabiliyor pekâlâ. Böyle durumlarda, sözü yabancılara getirmek hedef saptırmaktan ve özeleştiri külfetinden kaçınmaktan başka anlam da taşımıyor.

Ve her şeyden önemlisi, bu saplantılı bakış açısı, teröriste terörist diyemeyen, eline silâh alıp mücadele eden her İslâmcı örgüte 'direnişçi' övgüleri düzen, diktatörleri ve diktatörlükleri bile kutsamaya kalkışan çarpık bir anlayışı ortaya çıkarıyor. 

Pek çok örnek arasından, güncel olduğu için, Somali'deki Şebâb örgütünü seçelim: 

Takip edenlerin de bileceği üzere, Somali hem açlıkla hem de iç savaşla boğuşuyor. Şebâb örgütü hakkında da, özellikle İslâmi çevrelerde şöyle yorumlar var(dı): "Nerede bir İslâmi hareketlenme varsa, Batı onu terörizmle ilişkilendirerek devreden çıkarmaya çalışıyor. Somali'de de bugün olan-bitenin özeti bu. Şebâb örgütü aslında mücahitlerin oluşturduğu bir direniş örgütü, ama Somali üzerinde çeşitli emelleri bulunan Batılı devletler, Şebâb'ı terörle yan yana getirerek gözden düşürmeye ve Somali'yi yağmalamaya çalışıyorlar." 

Neyse ki Şebâb, geçtiğimiz günlerde Somali'nin başkenti Mogadişu'da kanlı bir saldırı düzenledi de, ölümüne sebep olduğu 80'den fazla insan vesilesiyle, kimliği ve çizgisi konusunda zihinlerde oluşan karmaşayı sona erdirdi. 

Ancak kafa karışıklıklarından kurtulmak için ille de masum insanların can vermesini beklemeye gerek yok. Meselenin çok basit bir çözümü var: 

Eğer İslâm dünyasının entelektüelleri, Batı medyasının veya entelektüellerinin yakıştırmalarından şikâyet ediyorsa, kendi dillerini kurmalılar. İslâm dünyasında eleştirilmesi gereken şeyleri ilk önce kendileri eleştirmeliler mesela, yorumu başkalarına bırakmamalılar. Örneğin bir İslâmi hareket ya da Müslüman lider terör suçuna bulaştığında veya halkına zulmettiğinde, Batılıların 'yafta'larından evvel "Bu yanlıştır" diyebilmeliler. 

Ama böyle yapılmaz da, "Müslüman adam öldürmez, hepsi Batılıların oyunu" genellemeleri eşliğinde yanlışlar tevil edilmeye, hataların üzeri örtülmeye, şiddet kutsanmaya kalkışılırsa, Afganistan'dan Libya'ya kadar bütün coğrafya silâh tüccarlarının cirit attığı ve yüz binlerce insanın yok yere can verdiği bir 'arena'ya dönüşür. Tıpkı bugün olduğu gibi.

Hiç yorum yok: