20 Temmuz 2013 Cumartesi

OSMANLI- HACI BEKTAŞ VELİ İLİŞKİSİ VEYA “AK BÖRK” MESELESİ Doç. Dr.H.Basri Karadeniz, Dumlupınar Üniversitesi, Fen-Ed.Fak., Tarih Böl.

ÖZET

Osmanlılar’ın tartışılan meselelerinden biri de Osmanlı Sultanları Osman veya Orhan
Gazi’nin meşhur mutasavvıf Hacı Bektaş Velî ile bir araya gelip gelmediği ve Kapıkulu
askerleri Yeniçeriler’in bu sûfî tarikat ile bağı olup olmadığıdır. Bu bağlamda, önemli bir
mesele de Yeniçeriler’in Bektaşî sembolü olan “ak-börk”ü Hacı Bektaş Velî’nin izni ile giyip
giymediğidir. Bu hususta iki farklı görüş vardır: Birinci grup, Oruç Bey, Kemal, Anonim
Tarih ve Neşrî, Osmanlı sultanları Osman veya Orhan Gazi’nin Hacı Bektaş Velî arasında bir
bağın olduğunu ileri sürerler. Diğer grup tarihçiler Âşıkpaşazâde, Kemalpaşazâde, Hadîdî ve
Lütfi Paşa böyle bir bağın varlığını kabul etmezler.


Osmanlı tarihinde tartışma konusu olup, günümüze intikal eden meselelerden birisi de
ünlü mutasavvıf Hacı Bektaş Velî’nin Osmanlı sultanları Osman Gazi veya Orhan Gazi ile
görüşüp-görüşmediği ve bu sultanların ona intisap edip-etmediği ve Osmanlılar’ın kapıkulu
askerlerinden Yeniçerilerin onunla bir bağının bulunup-bulunmadığıdır.

Bundan dolayı, bu çalışmada, Hacı Bektaş Velî ile Osman veya Orhan Gazi görüşmüş
müdür? İlk Osmanlı sultanları Hacı Bektaş Velî’ye intisap etmişmidir? Yeniçeriler
Bektaşîler’in simge giysisi “ak börk”ü Hacı Bektaş Velî’nin izni ile mi giymişdir? Bu
hususlarda Osmanlı kroniklerinin görüşleri nedir? Suallerine cevap aranacaktır.

Bu hususla ilgili ileri sürülen görüşlerden birisi, Hacı Bektaş Velî’nin Osman Gazi ile
görüşmesidir. Bu görüşme sadece II.Bayezid dönemi kroniklerinden pek meşhur olmayan
Kemal’de yer alır. Kemal eserinde “Osman’a Hacı Bekdaş Geldügin Beyan ider” başlığı adı
ile Osman Gazi ile Hacı Bektaş Velî’nin buluşmasını kaydeder (KEMAL, 2001: 40-42).
Kemal’e göre, Hacı Bektaş Velî başında ak külahı dilinde zikir ile derviş kılığında Osman
Gazi’nin yanına gelir. Bu dervişten hoşlanan Osman Gazi onu misafir eder, izzet ve ikramda
bulunur. Kemal bu buluşmayı devamla:

“Görür Osman dervişde keramet
Yüz urup kıldı ana dürlü ‘izzet
Sözinden o şehün utandı dervîş
Dönüben didi Osman’a o dervîş

Sonun gür olsun iy şâh-ı ser-efrâz
Bu sözleri bize çün iyledün sâz
Bu düşmüş gönlümüzi iyle aldun,
Muhabbet şevkını gönlüme saldun

Ki ma’lum oldı sende var kerâmet
Kılursın Hak yolına istikamet
Ki senden razı olsun dâyim Allah
Bizi lutfun’la topladun iy şâh

Sana virdük düşen bu yirde ol han
Adun tursun cihan durdukça Osman
Bu iller hep senün destünde olsun
Ki dostun şâd olup düşmanun ölsün

Cihan durdukça var ol sen cihanda
Nice şehler hem olsun sana bende
Geydürür Hacı Bekdaş ana bir tâc
Didi Sultan cihan hükmüne muhtâc” (KEMAL, 2001: 40-4),

 diye
kaydeder.

Buna göre, misafirinin sıradan bir insan olmadığını ve kerâmet ehli birisi olduğunu
fark eden Osman Gazi ona olan hürmetini artırır. Bundan etkilenen ve ona muhabbet
beslemeye başlayan Hacı Bektaş Velî, Osman Gazi’ye iltifat eder ve onun maneviyat sahibi
biri olduğunu belirtir. O daha sonra Osman Gazi’nin hedefinin Allah yolu olduğunu ifade
ederek, Anadolu’nun onun hakimiyetinde olması, düşmanlarını mağlup etmesi, bütün beylerin
ona bağlanması devletinin daim olması için dua eder ve ona tac giydirir.
Bundan başka, Kemal Hacı Bektaş Velî’yi överek onun devrin “kutb”u olduğunu, çok
sayıda müride sahip bulunduğunu, beyan eder ve devamla:

“Görirlerdi anda çok kerâmet
Kılurlardı yüz urup istikamet
Anun kisvetini geymedik iy can
Bulunmazıdı ol hin içre insan

Olur Osman ana çün bende-ferman (emir kulu)
Giyer kisveti (özel elbise) ol dem şâh-ı devran
Yeniçeri ki ak börki giyerler
Anun kisvetini andan sayarlar” (KEMAL, 2001: 42),
diye yazar.

Buradan açıkça görüldüğü üzere, Kemal’e göre, bu buluşmada Osman Gazi Hacı
Bektaş Velî’ye intisap etmiş ve Bektaşîler’e ait özel bir kıyafet giymiştir. Yani, Osman Gazi
“Bektaşî” olmuştur. Yine, Yeniçeriler’in akbörk giymesi Osman Gazi’ye nispet içindir.
Yeniçeriler, Osman Gazi’yi takip ederek Bektaşîler’e ait bu özel giysiyi giyerler. Bunda
onların özellikle hanedana bağlılığına işarettir.

Kemal’in haricinde ki Osmanlı Tarihçileri, Osmanlı Hanedanı ve Hacı Bektaş-ı Velî
veya Yeniçeriler’in “Akbörk” giymesi meselesine farklı yaklaşırlar. Bir kere bunların tamamı
akbörk giymenin Orhan Gâzi zamanında onun kardeşi Alâeddin Paşa’nın tavsiyesiyle
gerçekleştiğinde birleşirler. Bu külahın kullar tarafından giyilmesinde Hacı Bektaş Velî’nin
varlığı veya ilgisi hususunda farklı hatta zıt görüşler mevcuttur. Bunları dört gruba ayırmak
mümkündür. Birincisi, Oruç Bey, Anonim Tarih ve Neşrî, Yeniçeriler’in giydiği akbörkten
bahsettiklerinde bunu Orhan Gazi ve Hacı Bektaş Velî ile ilişkilendirirler. İkincisi,
Âşıkpaşazâde akbörkün Osman Gazi zamanında kardeşi Alâeddin Paşa’nın önerisi ile ihdas
edildiğini belirtir, fakat, bunda Hacı Bektaş Velî’nin etkisini şiddetle reddeder. Üçüncüsü,
Kemalpaşâzâde, Hadidî ve Lütfi Paşa Yeniçeriler’in akbörk giymesinin Orhan Gazi’ni kardeşi
Alâeddin Paşa’nın tavsiyesi ile vuku bulduğunu ifade derler; fakat Hacı Bektaş Velî’den
bahsetmezler. Dördüncüsü, Gelibolulu Ali olup o, bu giyim şeklinin Alâeddin Paşa’nın isteği
ve Hacı Bektaş Velî’nin işareti ile uygulandığını belirtir. Bunlardan ilk iki grubu teşkil eden
tarihçiler eserlerini XV. Yüzyılın ikinci yarısında diğerleri ise XVI. asırda yazmıştır.
Birinci gruptaki tarihçiler yani Oruç Bey, Anonim Tarih ve Neşrî’deki ifadeler
benzerlik arz eder. Anonim Tarih’teki bilgilerin kendisinden önce kaleme alınmış Oruç
Bey’den alındığı kesin gibidir. Oruç Bey bu hususu:

“Birgün Ali Paşa (Alâeddin) kardeşi Orhan’a dedi ki: “Ey kardeş! Elhamdülillah
askerin çoğaldı. İslam Ordusu kuvvet buldu. Muhammet dini yücelip günden güne büyüdü.

İmdi, sen dahi âlemde bir türe koy ki onunla cihanda anılasın” Orhan Gazi: “ Ey kardeş! Sen
ne dersen öyle olsun” dedi. Ali Paşa dedi ki: “ Ey kardeş! Bütün askerin kızıl börk giysinler
sen ak börk giy. Sana ait kullarda ak börk giysinler. Buda alemde bir nişan olsun”. Orhan
Gazi bu sözü kabul edip, adam gönderdi. Amasya’da Horasanlı Hacı Bektaş’tan izin alıp ak
börk getirtti. Önce kendi giydi. Ondan sonra kendisine ait kullar ak börk giydiler. Akbörk
giymek o zamandan kaldı” (Oruç Bey, 1972:34 ).

Neşrî’de de benzer kayıtlar mevcuttur (NEŞRÎ, 1987: 155 ). Anonim Tarih’de Oruç
Bey’deki ifadelerin aynısına yer verir. Fakat, o önemli bir hususta Oruç Bey ve Neşrî’den
ayrılır. Son iki tarihçi, Orhan Gazi’nin Amasya’da sakin olan Hacı Bektaş Velî’den onlara
mahsus akbörkün kendi askerlerinin giymesi için izin istediğini kaydederler. Anonim Tarih
ise burada onlardan ayrılır ve “eyle olıcak Orhan Gazi vardı. Hacı Bektaş Hünkâr’dan dest-i
tevbe idüp akbörk geydi” sözleri ile Orhan Gazi’nin Hacı Bektaş Velî’yi bizzat ziyaret ile
tevbe edip, ona intisap ettiğini belirtir (ANONİM, 1992: 16). Diğer bir ifade ile, Oruç Bey ve
Neşrî Orhan Gazi’nin Hacı Bektaş Velî’ye gönülden bağlı olduğunu kaydederler iken,
Anonim Tarih, onu ziyaret ile “Bektaşî olduğunu” yazar.

Diğer taraftan, eserini Oruç Bey ve Anonim Tarih gibi XV.asrın son çeyreğinde
kaleme almış olan Âşıkpaşazâde, yukarıdaki görüşlerin tam aksine ileri sürer. Âşıkpaşazâde,
kuruluş dönemi ulemâ, şeyh ve dervişlerinden bahsettikten sonra sözü Hacı Bektaş Velî’ye
getirir ve şöyle yazar:

“Sual: Ay derviş! Bu Rûm (Anadolu) vilayetinün dervişlerini ve ulemasını zikr etdün.
Ya Hacı Bektaş Sultanı niçün anmadun? Cevab: bu anduğum azizler Âl-i Osman vilayetinde
olanlardur. Kim andum bu Hacı Bektaş Âl-i Osman neslinden hiç kimse ile müsâhabat
(görüşme) etmedi. Ve andan ötüri anmadum” diye kaydeder.O, daha sonra Hacı Bektaş
Velî’nin Anadolu’ya gelişi ve faaliyetlerinden bahseder ve Akbörk meselesine değinir. “Sual:
bu Bektaşılar eyidürler. Kim Yeniçerilerün başındaki tac Hacı Bektaşundur derler.
Cevap:Yalandur.Ve bu börk hot Bilecük’de Orhan zamanında zâhir oldı.. Yukarı babda beyan
edüp, dururın. Ve illa Bektaşıler geymeye sebeb: Abdal Musa, Orhan zamanında gazâya
geldi. Ve bu Yeniçerinün arasında bile yüridi.Ve bir Yeniçeri’den bir eski börk diledi.
Yeniçeri üsküfini çıkardı. Bunun başına geydürdi. Abdal Musa vilayetine geldi. Ol börk bile
başında sordılar kim: “bu başundaki nedür?” ol eyitti: “buna elif derler” dedi.Vallahi bunlarun
taçlarınun hakikatı budur. Sual: bu Hacı Bektaşoğlı Mahmud Çelebi kim ol resul Çelebinün
oğlıdur, ya anun müridlerinden ehl-i ilimden kimse varmıdur? Cevab: vardur. Bengi (esrar) ve
zankı (sıkıntı) dobalak ve zobalak ve şeytani adetler bunlarda çokdur.Ve halk bilmezler anı
şeytanimidür veya rahmanimidür. Ve her kimse kim Hacı Bektaş Âl-i Osman’dan kimse ile
müsahabat etdi der ise yalandur, şöyle bilesiz.” (AŞIKPAŞAZÂDE, 1949: 237-238 ).

Burada görüldüğü üzere Âşıkpaşazâde “ak börk”ün giyilmesini ve bunun Yeniçeriler’e
mahsus olduğunu kabul eder. O, eserinin Orhan Gazi ile ilgili kısmında kaydettiği (“ Orhan
Gazi’ye kardaşı Alâeddin Paşa eyidür : “Hanum! Elhamdülillâh kim seni padişah gördüm.
İmdi senün dahı birlevük leşkerün yevmen fe yevmen ( günden güne) ziyâde olsa gerekdür.
İmdi senün askeründe bir nişan ko kim gayrı askerde olmasun” dedi. Orhan Gazi eyidür:
“Kardaş! Her ne kim sen eyidürsin,ben anı kabul ederin” dedi. Ol eyitti : “İmdi etrafdağı
beglerün börkleri kızıldur. Senün ağ (ak) olsun” dedi. Orhan Gazi emr etdi. Bilecük’de akbörk
işlediler. Orhan Gazi geydi. Ve cemi ‘ tevâbii bile ak börk geydiler…”, AŞIKPAŞAZÂDE,
1949: 117) üzere, bunun diğer kroniklerde yazıldığı gibi, Alâeddin Paşa’nın tavsiyesi ile
gerçekleştiğini belirtir. Fakat Âşıkpaşazâde Hacı Bektaş Velî’nin bu meselede yer almadığını
zikreder. Ve aksini ileri sürenleri şiddetle tenkit eder ve yalancılıkla suçlar. Fakat, o, Hacı
Bektaş Velî’den “sultan” diye bahsederek saygı ve hürmet gösterir. Bununla birlikte, kendi
dönemindeki Bektaşîler’i onun yolundan ayrılmakla ve sapkınlıkla suçlar. Âşıkpaşazâde
bununla da yetinmez ve Bektaşîler’e ağır hakaretlerde bulunur. Keza, eserini XVI. asrın
sonlarında yazan Hoca Sadettin, Orhan Gazi ile ilgili kısımda bu konuya değinmez. Ama,
ümerâ, ûlema ve eşraftan bahsettiği yerde, Hacı Bektaş Velî hakkında da bilgi verip, onun
kerâmet sahibi büyük veli olduğunu belirtir. Akabinde ise Âşıkpaşazâde gibi, onun yolunu
devam ettirenlere ağır hakaret eder(HOCA SADETTİN, 1992: 18 ).

Bundan başka, Osmanlı ideolojisinin oluşmasında önemli katkıları olan devlet ve din
adamı, aynı zamanda tarihçi Kemalpaşazâde, XVI.yüzyılın ilk çeyreğinde yazdığı eserinde,
Orhan Gazi döneminde Osmanlı ordusunun giyim tarzı hakkında geniş ve nükteli bilgiler
vermesine rağmen, ak börkün Alâeddin Paşa’nın tavsiyesi ile giyildiğine temas eder, ama
Hacı Bektaş Velî’den bahsetmez (İBN-İ KEMAL, 1991: 54-55 ). Yine, eserini XVI.asrın ilk
çeyreğinde kaleme alan Hadidî, Osmanlılar’ın börkü bilmediğini Orhan Gazi zamanında
Alâeddin Paşa’nın önerisiyle askerin kızıl ve ak börk giydiğini belirtir, ama o da Hacı Bektaş
Velî’ye değinmez (HADİDÎ, 1991: 60).

Ayrıca, Osmanlı sarayında yetişip, XVI.yüzyılın ortalarında veziriazamlık yapan daha
sonra ise bir çok ilmi eser yazan Lütfi Paşa’nın eserinde bu hususla ilgili verdiği bilgiler,
eserini yazarken faydalandığı Anonim Tarih’deki (LÜTFİ PAŞA, 2001: 27-32,61) kayıtlar ile
paralellik arz etmesine rağmen , Anonimde mevcut olan Orhan Gazi’nin Hacı Bektaş Velî’den
tevbe alması hususuna hiç değinmez (LÜTFİ PAŞA, 2001: 158). Lütfi Paşa, muhtemelen bu
kısmı bilerek atlamıştır.

Yine, eserini XVI. asrın sonlarında yazan ve tahlil ve tenkitleri ile modern
tarihçiliğin işaretlerini veren Gelibolulu Ali ise, Osmanlı askerinin daha evvel siyah börk
giydiğini, Alâeddin Paşa’nın tavsiyesi ile askerin sınıflara ayrıldığını ve beyaz külah yani
akbörkün giyilmeye başlandığını belirtir. O, ayrıca, Timurtaş Bey’in telkini ile I. Murad
zamanında vezirler ve ümeranın kırmızı börk giydiğini yazar. Ali, akabinde de “kisvet-i
Bektaşî” denilen akbörk giymenin Hacı Bektaş Velî’nin işareti ile gerçekleştiğini kaydeder.
O, Orhan Gazi’nin Hacı Bektaş Velî’ye intisabından ise hiç bahsetmez (GELİBOLULU ALİ,
1997: 70).

Burada Ali, ara bir formül kabul eder. Ne Osmanlı-Hacı Bektaş Velî ilişkisini
reddeder, nede Osmanlı sultanlarının onunla doğrudan bağlantısını kabul eder. Ali,
muhtemelen Hacı Bektaş Velî ile Orhan Gazi arasındaki zaman farkına dikkat edip, bu
şahısların görüşmesinin mümkün olamayacağını tespit etmiş, öte yandan da, XVI. asırda
Osmanlı merkez kuvvetlerinin en önemli gücü Yeniçeriler’i küstürmemeyi amaçlamıştır.

Öncelikle, belirtmemiz gereken husus, 1270’li yılların hemen başında vefat eden Hacı
Bektaş Velî’nin zaman itibarı ile Orhan Gazi ile görüşmesi mümkün değildir. Osman Gazi ile
buluşması ise zayıf bir ihtimaldir. Burada üzerinde durmamız gereken husus, Osmanlı
tarihçilerinden bazılarının bu konuya eserlerinde yer vermesindeki amacın ne olduğudur?
Şüphesiz, bu Osmanlı kroniklerinin hedefi, Osmanlı hanedanına “kutsiyet” kazandırma
çabalarına farklı bir motif katmak ve bunu Osmanlılar adına propagandaya dönüştürüp,
psikolojik mücadele için kullanmak olmalıdır.

Çünkü gerek Osman Gazi gerekse Orhan Gazi şahsında Osmanlı Devleti’nin kurucusu
veya onun oğlunun Hacı Bektaş Velî’ye intisaplı olması; gerek Anadolu ve Rumeli’de yaygın
ve etkili tekkeler ile teşkilatlanmış, Bektaşîleri onurlandıracak, gerekse devşirme olup,
Padişah diğer bir ifade ile, Devlet ile kendilerini özdeşleştirmiş, bundan dolayı da “kul” diye
anılan ve XV. yüzyılda bu tarikat ile birleşen Yeniçeriler’in hanedana bağlılıkları pekiştirilmiş
olacaktır. Nitekim, Osmanlı Devleti’nin henüz heterodoks probleminin bulunmadığı, 1470’li
yıllarda Oruç Bey, Orhan Gazi-Hacı Bektaş Velî ilişkisini eserine alarak bu amaca hizmet
etmek istemiştir.

Bundan başka, Osmanlı Devleti’nin II. Bayezid’e kadar heterodoks gruplar dahil dini
kesimlere eşit mesafede durduğu bilinen bir gerçektir. Fakat, XV. yüzyıl ortalarından itibaren,
İran’da Erdebil’deki tekke vasıtasıyla, Anadolu’da büyük Alevî taraftar kütlesine sahip olan
Safeviler’in aynı asrın sonunda güçlü bir siyasî teşekkül olarak zuhuru ve Anadolu, hatta
Rumeli’ye el atması, Osmanlı Devleti’nde dini farklılıklara gösterilen hoşgörünün ortadan
kalkmasına ve Osmanlı Devleti’nin dini ideolojisini “Sünni” çizgiye çekmesine ve gönlü
Erdebil’de olan Alevîler’i ise dışlamasına sebep olmuştur (SÜMER, 1992: 10, OCAK, 1994:
94).

Osmanlı kroniklerinin yukarıda verdikleri bilgiler ışığında, Osmanlı Devleti’nin dini
ideolojisini katı Sünni anlayışa dayandırmaya başladığı XV. asrın sonlarında Bektaşîler’in
Devlet içindeki yerinin henüz belirgin olmadığı görülür. Bu hususta Osmanlı tarihçileri
arasında görüş birliği olmayıp, çatışma söz konusudur. Bu kritik safhada, Kemal, Anonim
Tarih ve Neşrî, Oruç Bey’i takip ile Bektaşîler’i Devletin yanına alma taraftarıdır.
Âşıkpaşazâde ise muhtemelen Yeniçeriler üzerinde büyük nüfuza sahip Bektaşîler’in Devlete
hakim olmalarından çekinmiş olmalı ki, onların bozuk fırka olduklarını ileri sürerek, Devlet
katından uzak tutulmalarını savunur.

Bundan başka, eserini XVI. asrın ilk çeyreğinde yani Osmanlı Devleti’nin Sünni
çizgiye yöneldiği dönemde yazan Hadidî ve yine eserini aynı dönemde kaleme alan ve
Osmanlı ideolojisinin oluşmasında büyük katkı sahibi Şeyhülislâm Kemalpaşazâde, bu
hususla hiç ilgilenmez. Bu çekişmeden epey sonra eserini yazan Lütfi Paşa, hadiseyi
görmezlikten gelir. Yine, eserini Osmanlı ideolojisinin Sünni çerçeveye oturmasından bir asır
sonra kaleme alan ve hadiseleri daha sağlıklı tahlil etme şansına sahip olan Gelibolulu Ali net
ifadeler kullanmaz, diğer bir ifade ile orta yoldan gidip, iki tarafı da idare eder. Şüphesiz,
sonraki tarihçilerin bu meseleye bakışını, Osmanlı Devleti’nin XVI. yüzyıldaki katı Sünni
anlayış ile izah etmek mümkündür. Diğer bir ifade ile Osmanlı Devleti Bektaşîler’i tarafına
çekmekle birlikte, yine de onlara karşı mesafeli durmuştur.

Diğer taraftan, 1501’de Safevi Devleti’nin kurulması, Osmanlı Devleti’nin
Bektaşîler’e zahirde takınacağı tavrı netleştirmiştir. Bir taraftan, Alevîler’in İran’a gitmesi
şiddetle yasaklanmış, gidenler cezalandırılmış, Teke Bölgesi Alevîler’i 1501 ve 1511
yıllarında Rumeli’ye sürgün edilmiş ve Safeviler’e karşı Sünni devletler (Memluklular ve
Şeybanîler-Özbekler) ile işbirliği yolları aranmış (HOCA SADETTİN, 1992: 346,
TEKİNDAĞ, 1997: 7-8, ŞAHİN-EMECEN, 1994: 21,32,78,92,126), diğer taraftan da,
enteresandır 1501 senesinde yani Safevi Devleti’nin kuruluş tarihinde, II. Bayezid Bektaşî
tarikatının gerçek kurucusu kabul edilen Balım Sultanı Dimetoka’dan alıp, Alevî-
Bektaşîler’in yoğun olarak yaşadığı Orta Anadolu’da Hacı Bektaş Zaviyesi’nin başına
getirmiştir (OCAK, 378, MELIKOFF, 386). Ayrıca, bu zaviyenin mevcut olduğu Hacım köyü
sakinleri, Konya’da Hz. Mevlana türbesinin bulunduğu mahalle misalindeki gibi, avârız
vergisinden muâf tutulmuş; bu da köyün nüfusunun süratle artmasına ve Kırşehir’le birlikte
bölgenin önemli bir merkezi haline sebep olmuştur (Hacım Köyü’nün 1485’de tahmini nüfusu
776 iken, 1526’da 700-800 civarına,1584’de ise büyük bir artışla 4000-4200’e çıkmıştır.

Şüphesiz, buna köyün önemli bir vergi olan avârızdan muâf olmasının yanı sıra, serbest
statüde bulunmasından dolayı, özellikle, Anadolu’da asayişin bozulduğu XVI.asrın ikinci
yarısında kadılar hariç diğer Devlet görevlilerinin buraya müdahale edememesinin de etkisi
olmuştur. ŞAHİN, 1986: 33-34). Bundan başka, Bektaşî tekkeleri vakıflarının büyütülmesi,
zaviyelerin onarılması onları Devlete yakınlaştırmıştır (OCAK, 378, MELIKOFF, 386). Tam
bu esnada vuku bulduğu belirtilen ve müthiş bir propaganda ürünü olan bir hikayeyi
Gelibolulu Ali’den naklen Peçevi:

“Şah İsmail ortaya çıkıp Mehmed (Fatih) Han’ın oğlu Sultan Bayezid zamanında
(1500 yılı) Anadolu’ya gelerek Hacı Bektaş Velî’nin mübarek mezarı yakınında konaklar
(Gerçekte, Şah İsmail 1500’de Anadolu’ya gelmiş,fakat Erzincan’dan ileri gitmemiştir,
SÜMER, 1992: 16-20 ). Bu sırada Hacı Bektaş düşüne girer ve ona der ki “oğlan, gerisin geri
git, yoksa seni fena ederim.” Bu uyarı üzerine Şah İsmail geri dönüp Azerbaycan’a
gitmiştir.”( PEÇEVÎ, 1992: 93),diye kaydeder.

Bunların etkisi ile olsa gerek, XVI. asrın ilk çeyreğinde Anadolu, özellikle eski
Anadolu Beylikleri’nden Teke, Karaman, Ramazan ve Dulkadirli Beylikleri halkına mensup
Alevîler’in isyanları ile çalkalanırken, bir istisna ile (1526’da Hacı Bektaş Velî soyundan
olan Kalenderoğlu öncülüğünde Bozok ve Elbistan yöresinde, timarları ellerinden alınan
Dulkadirli Türkmenleri’nin de iştiraki ile büyük bir isyan vukubulmuş; Veziriazâm İbrahim
Paşa’nın yerinde ve akılcı tedbirleri ile bu ayaklanma kısa zamanda bastırılmıştır.
PEÇEVÎ,1992: 92-94.; KARADENİZ, 493), Bektaşîler, Osmanlı Devleti’ne sadık kalmışlar
ve bunu son zamana kadar devam ettirmişlerdir.

Şüphesiz, Alevîler’in yüzlerini Ehl-i Beyt’e mensup olduklarına inandıkları
Safeviler’e döndürmelerine mukabil, ülkenin tamamında, özellikle yeni ilhak edilen,
Karaman, Dulkadirli ve Ramazanlı beylikleri arazisinde sakin Bektaşîler’in Osmanlılar’ın
yanında yer almasında, Devletin XVI. asrın başında takip ettiği akılcı siyasetin yanı sıra,
kroniklerde mevcut Osman Gazi veya Orhan Gazi’nin Hacı Bektaş Velî’nin müridi olduğu
propagandasının önemli bir katkısı olmalıdır.

Sonuç olarak, bu hususta Osmanlı kronikleri temelde iki farklı görüş ileri sürerler.
Birinci grubu teşkil edenler yani Oruç Bey, Kemal, Anonim Tarih ve Neşrî Osmanlı sultanı (
Osman veya Orhan Gazi) ile Hacı Bektaş Velî arasında bir bağın mevcudiyetini ileri
sürerler. İkinci grup tarihçiler, Âşıkpaşazâde, Kemalpaşazâde, Hadidî ve Lütfi Paşa ise böyle
bir bağı reddederler. Birinci grubun Osmanlılar’ın merkezdeki önemli askerleri Yeniçeriler’in
Bektaşîler’e ait özel giysi “ ak börk”ü Hacı Bektaş Velî’nin izni ile giydiği iddiasına mukabil,
ikinci grup Yeniçeriler’in ak börkü Orhan Gazi’nin kardeşi Alaeddin Paşa’nın tavsiyesi
üzerine giydiklerini belirtirler.

Bu husustan bahseden Osmanlı kronikleri umumiyetle XV.yüzyıl sonu ve XVI.asır
başlarında yazılmıştır. Bu süreç aynı zamanda Osmanlı ideolojisinin “sünni” çizgide
oluşmaya başladığını bir dönemdir. Bu sebeple, kroniklerin Hacı Bektaş Velî-Osmanlı
ilişkisine bakışları, onların Bektaşîliğe karşı tutumları ile doğrudan orantılıdır. Bunlardan
Oruç Bey, Kemal,Neşrî, Anonim tarih Bektaşîler’i Osmanlı Devleti yanına alma taraftarı iken,
Âşıkpaşazâde, Devleti ele geçirecekleri kaygısıyla onları şiddetle reddeder.

Öte yandan, 1501’de Safevi Devleti’nin kurulması ve Alevîler’in kesin olarak
yüzlerini o tarafa döndürmesi üzerine, Osmanlı Devleti, bu hususla ilgili siyasetini netleştirir
ve Bektaşîler’e sahip çıkarak kendi tarafına çeker.Bununla birlikte, eserlerini XVI.asrın
birinci yarısında yazan Kemalpaşazâde, Hadidî ve Lütfi Paşa’nın Hacı Bektaş Velî- Osmanlı
ilişkisinden bahsetmemeleri, Osmanlı Devleti’nin sünni ideolojik yapısından dolayı
Bektaşîler’e karşı mesafeli durduğunu, ama manen Bektaşîlikten beslenen Yeniçeriler’i de
küstürmemeye gayret ettiklerini gösterir.

Şüphesiz, Bektaşîler’in Safeviler yerine Osmanlılar ile yakınlaşmasında her ne kadar
Âşıkpaşazâde gibi bazı Osmanlı kronikleri reddetse de, diğer kroniklerde Hacı Bektaş Velî-
Orhan Gazi (Osman Gazi) ilişkisinin yer alması; hatta, Kemal ve Anonim tarihe göre Osmanlı
sultanının Hacı Bektaş Velî’ye intisabı ve Yeniçeriler’in Bektaşîler’e ait özel kisve “ak börk”
ü giymeleri çok önemli bir rol oynamıştır.

KAYNAKÇA
ANONİM, Tevârih-i Âl-i Osman, Gıese neşr. Haz. Nihat Azamat, İstanbul 1992
AŞIKPAŞAZÂDE,Tevârih-i Âli Osman, N.Atsız, Osmanlı Tarihleri-I, İstanbul 1949
GELİBOLULU ALİ, Kitâbü’t- Târih-i Künhü’l-Ahbar, C.I, Kısım I, Haz.İ.Hakkı Çuhadar
vd, Kayseri 1997
HADİDÎ, Tevârih-i Âl-i Osman (1299-1523), Haz. Necdet Öztürk, İstanbul 1991
HOCA SADETTİN, Tacü’ t-Tevârih, C.IV, Haz.İsmet Parmaksızoğlu, Ankara 1992
İBN-İ KEMAL, Tevârih-i Âl-i Osman, II.Defter, Yay.Şerafettin Turan, Ankara 1991
KARADENİZ, H.Basri “ Osmanlı Devleti’nin Beylikleri İlhak Siyaseti ve Dulkadirli
Beyliği’nin İlhakı”, Türkler, C.IX
KEMAL, Selâtinname (1299-1490), Haz. Necdet Öztürk, Ankara 2001
LÜTFİ PAŞA, Lütfi Paşa ve Tevârih-i Âl-i Osman, Haz. K.Atik, Ankara 2001
PEÇEVÎ İBRAHİM, Peçevi Tarihi, C.I,Haz. B.Sıtkı Baykal, Ankara 1992
MELIKOFF, Iréne “ İlk Osmanlı Sultanları ve Bektaşîler ”, Osmanlı, C.IV
NEŞRÎ,Kitâb-ı Cihan-nüma, C.I,, Yay.M.A.Köymen- F.R.Unat, Ankara 1987
OCAK, A.Yaşar ,Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler ( 15-17. Yüzyıllar),
İstanbul 1999
OCAK, A.Yaşar, “Bektaşîlik”, DİY.İA, C.V
ORUÇ BEY, Oruç Bey Tarihi, Haz. N.Atsız, İstanbul 1972
SÜMER, Faruk, Safevi Devleti’nin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü,
Ankara 1992
ŞAHİN, İ.-EMECEN F., II.Bayezid Dönemine Ait 906 / 1501 Tarihli AhkâmDefteri,
İstanbul 1994,
ŞAHİN, İlhan, “Hacım (Hacı Bektaş) Köyü’nün Sosyal ve Demografik Tarihi (1485-1584),
Osmanlı Araştırmaları, C.IV, İstanbul 1986
UZUNÇARŞILI, İ.Hakkı, “ Bayezid II”, İA, C.II

Hiç yorum yok: