2 Aralık 2012 Pazar

NOEL BABA safsatasından nefret ediyorum-Noel Baba bunakları- Yavuz Bülent Bakiler

Bugün Mehmet Âkif Ersoy’u yazacaktım. Yazımın başlığı: Mehmet Âkif’e Büyük Zulüm olacaktı. O meşrutiyet ve Cumhuriyet devirlerimizin en büyük âbide şahsiyetlerinden biridir. İnanıyorum ki, onu ciddiyetle okuyanlar, bilenler, tanıyanlar... bin yıl sonra bile edebiyatımızın âbide şahsiyetleri arasında onu da sayacaklardır. Çünkü Mehmet Âkif, ışığını Kur’an’dan alan, peygamber ahlakıyla yaşayan ve yazan mütefekkir şairlerimizdendir. Hz. Mevlâna, Yunus Emre ve benzerleri 700-800 yıl önce yaşamalarına rağmen unutuldular mı? Eskidiler mi? Mehmet Âkif de onlar gibi unutulmayacak ve eskimeyecektir. Kör ve sağır, idraksiz ve insafsız hasımlarına, düşmanlarına rağmen hep bir destan kahramanı gibi aramızda yaşayacaktır. Bu yıl onun vefatının 75. yılı. Size Onu anlatacaktım. Ama şu malûm ve meşhur NOEL BABA yüzünden kalemimi geri çektim... 

Her yeni yıla girişimizde, büyük şehirlerimizin mağaza önlerini ve vitrinlerini NOEL BABA resimleri ve mankenleri pençeliyor. Hatta NOEL BABA kıyafetleriyle caddelerimizde dolaşan zavallı insanlarımızla da karşılaşıyoruz. Ben bu NOEL BABA görüntülerinden iğreniyorum; onlardan nefret ediyorum. Milletlerin hayatında, kültür emperyalizminin ne demek olduğunu bildiğim için, NOEL BABA taklitlerinden ve şamatalarından kattiyyen hoşlanmıyorum. Çünkü o NOEL BABA‘lar, bizim güzelliklerimizi birer ikişer çalan, bizim kültür köklerimizi yavaş yavaş kurutan Batılı misyonerlerden farksızdırlar. Ruhumuzun ve varlığımızın sinsi ama amansız, düşmanlarıdırlar. Eğer ilim adamlarımızın söyledikleri gibi, milletler kendi kültür kökleri üzerinde yükseliyorlarsa, kendi gelenekleri ve görenekleriyle yaşıyorlarsa, bizim NOEL BABA‘larla ne ilgimiz var? 

NOEL BABA’lardan bize ne? Biz niçin Hristiyan Batının gelenekleriyle, görenekleriyle yatıp kalkıyoruz? Bilirim: İlmin milliyeti yoktur. Teknik de öyledir. Batının ilmini ve tekniğini gördüğümüz yerde alır sahipleniriz. Fakat Batının âdetlerine, geleneklerine kul köle olmamız neden? Batı dünyası karşısında, tam bir aşağılık duygusu içinde olanlar, iflâs bayraklarını büyük şehirlerimizden Anadolu’muzun içlerine doğru çekmeye başladılar. 

Mübarek Edirne’mizin Keşan Müftüsü Süleyman Yeniçeri, bacalarımızdan ve pencerelerimizden evlerimize girmeye çalışan bu kırmızı-beyaz kıyafetli, bu siyah kemerli NOEL BABA hırsızına dikkatlerimizi çekmiş; Batı dünyasının kültür emperyalizmi karşısında çok dikkatli olmamızı istemiş. Yerle-gök arasını dolduracak kadar dosdoğru beyanlarda bulunmuş. Fakat gazetelerimizin yazdıkları doğru ise, Diyanet İşleri Başkanlığımız da Keşan Müftümüz hakkında inceleme başlatmış. Yazılanlara kat’iyyen inanmak istemiyorum. Çünkü Diyanet İşleri Başkanlığımız, böyle bir inceleme başlattıysa, millî varlığımızı kemiren felaketlerden biri, bacalarımızdan, pencerelerimizden, kapılarımızdan içerilerimize çoktan girmiş demektir. Vah! Aman! Eyvah! 

Noel Baba bunakları

Her yılbaşı haftasında, büyük mağazalarımızın kapı önlerinde, vitrinlerinde, Noel Baba kıyafetli delikanlılar, şişirilmiş Noel Baba balonları, Noel Baba resimleri görüyorum. Caddelerimizde, Noel Baba kıyafetli kızlarımız dolaşıyor. Onlara derin bir utançla bakıyorum. Aklıma ikide bir: “Bizim nüfusumuzun %99’u Müslümandır!” nutukları geliyor. Hz. İsa’nın doğum gününde ve haftasında, büyük şehirlerimizi ışıklarla süsleyenler, çam ağaçlarıyla bezeyenler, sokaklarımızı, caddelerimizi, bir Hristiyan efsanesini canlandıran Noel Baba kılıklı kızlarla, oğlanlarla dolduranlar, bu davranışlarının binde birini acaba sevgili peygamberimizin doğum gününde gösteriyorlar mı?

Bizim Kurban Bayramlarımızla-Ramazan Bayramlarımızla Noel Baba şenliklerinin mukayesesini size bırakıyorum. Caddelerimizin, mağazalarımızın, evlerimizin, ağaçlarımızın, kapılarımızın, pencerelerimizin, hatta kaldırımlarımızın... süslenmesi, ışıklandırılması açısından, bizim dinî ve millî bayramlarımız mı daha canlı, daha ışıklı, daha süslü, yoksa şu Noel Baba günleri mi?

Sivas’ta, bir mahallî televizyon muhabiri, kamerasını arkasına alarak önüne çıkan Sivaslılara soruyordu: Yeni Noel Baba günlerinde ne bekliyorsunuz? Noel Babadan ne istiyorsunuz? diyordu. Hey gidi koca Sivas! Hey gidi Sultan Şehir! demek bu Noel Baba hastalığı sana da bulaştı? Batı dünyası karşısında kapıldığımız bu teslimiyet duygusu, her yılbaşı haftasında, bizi bir sömürge devleti zavallılığına düşürüyor. Bu Noel Baba efsanesi sanki Hristiyan âleminin değil de, Müslüman Türk’ün geleneklerinden-göreneklerinden biri gibi aramızda.

Ben burada susuyor, sözü Ârif Nihat Asya üstadıma bırakıyorum:
“Memleketimize, herhalde Beyoğlu’ndan giren, Haliç’i atlayarak Fatihlere, Aksaraylara, sonra Rumeli’ye ve Boğaz’ı aşarak önce Kadıköylere, Modalara ve sonra Üsküdarlara ve oradan Anadolu’ya geçen bu bunak, neyimiz olur: Babamız mı, dedemiz mi, amcamız mı, yoksa Avrupalılıkta pirimiz mi? İstanbul’un Tepebaşı’ndan, Adana’nın Tepebağı’na kadar her yeri bilen bu moruk kimdir, necidir?

Bunu hiç merak etmediniz mi? Siz bırakın da ben söyleyeyim onun kim olduğunu: O, Haçlı seferlerinden kalma, bir kılıç artığıdır. 

O zaman silahla giremediği yerlere, şimdi beyaz sakalıyla, saygılar ve sevgiler toplayarak girebiliyor. O, evimize girerken, eşeğini kapımızın halkasına bağlayan bir Piyerlermit’tir. Kardeşlerini, mukaddes savaşa hazırlamaktan geliyor.

O, adıyla, sanıyla bir misyonerdir ki, şu memlekette, ocağına incir dikildikten sonra, kılığını değiştirmiş ve bizi avlamaya, kucağında getirdiği oyuncaklarla, en can alıcı noktamızdan: Çocuklarımızdan başlamıştır.

Bu cömertliğinin karşılığını istemeyecek mi sanıyorsunuz? Fedakârlığının sebebini düşünmediniz mi?
Bırakın! Onun hakkından ben gelirim: İşte sakalını çekince gördünüz, sakalı elimde kaldı ve altından Lüsifer çıktı. Bilirsiniz ki, casuslar da kıyafetlerini, ekseriya, böyle değiştirirler. Bu mezar beğenmeyen hortlağa, ya mezarını gösterin, yahut bırakın Haç’ında çarmıha gereyim onu. Tehlikeyi sezer de, kendiliğinden gitmeye kalkarsa, çıkarken ceplerini yoklamayı unutmayınız: Muhakkak bir şeyinizi çalmıştır!”

Hiç yorum yok: