Tarihin ender görülen tevâfuklarından biri, Kànunî Sultan Süleyman ile oğlu Sultan II. Selim'in tahta çıkış (cülûs) hadiselerinde karşımıza çıkıyor.
Biri Süleymaniye Camii ve külliyesini, diğeri ise Selimiye Camii ve külliyesini inşa ettiren baba ve oğul, tam 46 yıl fâsıla ile aynı gün, yani 30 Eylül günü Osmanlı tahtına cülûs eylediler.
Baba sultan 1520 yılı, oğul sultan ise 1566 yılının 30 Eylülünde, yapılan resmî törenle Osmanlı Devletinin başına geçti.
Hürrem Sultan
Bu arada, Haseki Hürrem Sultanın, Sultan Süleyman'ın hanımı ve Sultan (Sarı) Selim'in de annesi olduğunu hatırlatalım. (Haseki: Şehzâde annesi kıdemli hatun.)
Ukrayna, ya da Polonya asıllı olan Hürrem Sultan, henüz 20 yaşında bir genç kız iken, Tatar akıncıları tarafından yakalanıp Kırım Hanlığına teslim edildi. Oradan da Osmanlı Sarayına gönderildi.
Kànunî'nin Hürrem Hatundan biri kız beş çocuğu oldu. Ancak, Sarı Selim hariç, hepsi de erken yaşta vefat etti. Kendisinden sonra hayatta kalan tek oğlu Şehzâde Selim'di. Haliyle, yerine de o geçti.
Kocasından sekiz sene önce vefat eden Hürrem Sultan, çok ihtiraslı ve aykırı birtakım duygulara sahip olmakla beraber, bazı filmlerde veya modern tablolarda abartılarak tasvir edildiği gibi, yakası–bağrı açık tahrikkâr bir kadın değildir.
Onu ve Saray'ın diğer kadınlarını herkesin yanında açık–saçık gezinen, transparan kıyafetler içinde ortalıkta dolaşan fettan tipler şeklinde göstermek, hem onlara şeni' bir iftira, hem Osmanlı Harem'ine, hatta İslâm Halifesi Padişaha çok ağır bir hakarettir.
Keza, neredeyse bütün ömrü devlet hizmetinde, çetin ve uzak seferlerde, at sırtında, harp meydanlarında geçmiş olan Sultan Süleyman'ı tutup adeta Harem'den çıkmayan ve ömrünü kadınlarla zevk û safâ içinde geçiren bir şahsiyet olarak nazara vermek, hakaretin de daniskasıdır. Her ne ise...
* * *
Sayısız hayır eseriyle Osmanlı ülkesini mâmur eden Sultan Süleyman gibi, gözde hanımı Hürrem Sultan da aynı maksatla büyük gayret göstermiştir.
Mimar Sinan'a inşa ettirilen Hasekî Külliyesi (1538–50), Hasekî Hürrem Sultan'ın hayratıdır. Külliyenin içinde, bugün de hizmet veren bir hamam ile çok üniteli Hasekî Eğitim ve Araştırma Hastanesi yer almaktadır.
30 Eylül tevâfukları
Bir rekora imza atarak, kesintisiz 46 yıl müddetle saltanat süren Kànunî Sultan Süleyman ile oğlu Sultan II. Selim'in resmî merasimle tahta çıkışları, ne gariptir ki 30 Eylül günlerine tevâfuk eyledi.
Biri, 1520 yılı Eylülün son gününde...
Diğeri ise, 1546 yılı Eylülünde...
Normalde, cülûs günleri farklı olmalıydı.
Ne var ki, anormal durumlar yaşandı. Bir kargaşaya meydan vermemek için, iki cihangir padişahın ölüm vakıası, hemen herkesten gizli tutulmaya çalışıldı.
Bu gizlilik, vefat edenin yerine geçecek olan şehzâdenin belirlenmesi ve durumunun garanti altına alınması gününe kadar devam etti. Şöyle ki:
Büyük fetihlere imza atan genç padişah Yavuz Sultan Selim, Şirpençe denilen bir hastalıktan muztarib idi.
Ölümü hiç beklenmiyordu.
Ancak, sırtındaki çıbanı sıktırmasıyla vücuduna mikrobun yayılması sonucu, 21/22 Eylül gecesi âniden vefat etti.
Onun yerine geçecek hayattaki tek oğlu Şehzâde Süleyman ise, o esnada vali olarak Manisa'da bulunuyordu.
Tam bir gizlilik içinde babasının vefat haberini alması ve oradan İstanbul'a vâsıl olup cülûs merasimine hazır vaziyete gelmesi, bir haftalık süreyi aşmış bulundu.
Bu sebeple, Şehzâde Süleyman'ın tam tamına 46 yıl sürecek olan devlet başkanlığı görevine başlaması, ancak 30 Eylül günü (1520) nasip oldu..
* * *
1566 senesinin 6/7 Eylül gecesi, Zigetvar'da top sesleri arasında hayata gözlerini yuman Sultan Süleyman'ın vefat haberi de—tıpkı babasının durumunda olduğu gibi—gizli tutulmuştur.
Zira, Viyana yolu üzerindeki Zigetvar Kalesi, Padişahın komutasındaki Osmanlı kuvvetleri tarafından kuşatılmış olup, nihaî fetih an meselesiydi.
Nitekim, Sultan Süleyman, tam da o esnada, yani Zigetvar'ın fethinden bir gün önce, hasta yatağında vefat etti.
Vefat hadisesi, haliyle—şevki kırılmasın diye—hem ordudan, hem de halktan gizlendi.
Hem Zigetvar'dan yola çıkarılan cenaze, hem de o esnada Afyon–Kütahya taraflarında (Sincanlı Sahrâsı) bulunan Şehzâde Selim İstanbul'a vâsıl olana kadar, bu gizlilik hali büyük ölçüde devam etti.
Haliyle, bu da haftalar sürdü.
Hürrem Sultanın oğlu Şehzâde Selim'in cülûsu, nihayet 30 Eylül günü (1566) ancak mümkün olabildi.
Sarı Selim, Kànunî'nin hayattaki tek oğluydu. Diğerleri, erken yaşta vefat etmişlerdi.
* * *
Sultan II. Selim devresi, savaşlar ve bilhassa fetihler itibariyle Osmanlı tarihinin dönüm noktası oldu.
Her ne kadar Kıbrıs adasının fethi bu dönemde gerçekleşmiş ise de, Sarı Selim, ordunun başında olarak hiçbir sefere katılmış değil.
Üstelik, Osmanlı tarihinde bir ilk olan bu "bilfiil sefere katılmama" tutumu, adeta bir adet, bir alışkanlık haline dönüşüyor. Sultan IV. Murad (1623–40) ile Sultan III. Mustafa'yı (1695–1703) istisna tutarsak, diğerlerinin neredeyse bütün hayatı saltanat merkezinde, hatta kafes arkasında geçiyor.
Bu arada, sefere katılmamakla birlikte, İstanbul dışına çıkan, Kahire'ye giden ve bazı Avrupa ülkelerinde seyahatta bulunan Sultan Abdülaziz'in özel durumunu da hatırlamakta fayda var.
Yazımızı, Kànunî Sultan Süleyman'ın "Muhibbî" mahlâsıyla kaleme aldığı ve bazı beyitleri tarihe geçerek dillere destan olan bir şiiriyle noktalayalım.
Halk içinde mûteber bir nesne yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.
Saltanat dedikleri ancak cihan kavgasıdır,
Olmaya baht û saadet dünyada vahdet gibi.
Ko bu îş û işreti, çünkim fenâdur âkıbet,
Yâr–ı bâkî ister isen, olmaya tâat gibi.
Olsa kumlar sayısınca ömrüne hadd û aded,
Gelmeye bu şîşe–i çarh içre bir saat gibi.
Ger huzur itmek dilersen, ey Muhibbî fâriğ ol!
Olmaya vahdet cihanda kûşe–i uzlet gibi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder