17 Kasım 2012 Cumartesi

Mareşal'in partisi (MP) M.Latif Salihoğlu

Mareşal'in partisi (MP)
"Eğer Demokrat Parti düşse, ya Halk Partisi veya Millet Partisi iktidara gelecek." (Emirdağ Lâhikası, s. 422.)

Said Nursî'nin 1950'li yıllarda sarf etmiş olduğu bu ifadede ismi geçen "Millet Partisi" bundan 63 sene önce bugünlerde kuruldu. (19/20 Temmuz 1948)
Partinin fahrî başkanlığına meşhûr Fevzi Paşa getirildi.
Bundan dolayı, halkın dilinde bir ismi de "Mareşalin partisi" olan MP, henüz iki yaşında bulunan muhalefetteki 61 üyeli Demokrat Partiden aşırdığı 30'a yakın milletvekiliyle Meclis'te de grup kurarak siyasî faaliyete başladı... DP'den transfer edilenler, toplumda "milliyetçi–muhafazakâr" diye bilinen milletvekilleriydi.
25 yıllık iktidar partisiyle mücadele etmek yerine anamuhalefet partisiyle mücadeleye girişen MP, Demokrat Partiyi adeta ortadan ikiye bölerek, aslında nasıl bir misyona hizmet ettiğini de bir bakıma sergilemiş oldu.
MP'nin daha ilk günden itibaren sergilemiş olduğu bu tutum ve davranışı, onunla aynı paralelde ve aynı mantık çerçevesinde hareket edenler tarafından tâ günümüze kadar devam ettiregeldiler. Onlara göre, en büyük muarız CHP değil, siyaset sahnesinden silinmesi gereken Demokratlardır.
Nitekim, MP'nin yayın organı mahiyetindeki neşriyat organlarında, tâ o zamandan günümüze kadar gelen süreçte hep şu mânâdaki bir anlayışın yer aldığını görmekteyiz: "DP ile CHP'nin bir birinden farkı yok. Al birini vur ötekine. Hatta DP daha fenadır." (Sebilürreşad, Büyük Doğu ve Millî Gazetenin arşiv kayıtları.)
Yani, Milletçiler "Aman ha! Halk Partisi karşısında bölünmeyelim; oylarımızı sakın ha bölmeyelim!" gibi bir endişeyi hiçbir zaman taşımamışlardır.
Dolayısıyla, kendilerine de böylesi bir endişe ile yaklaşılması gerekmiyor. Zira, hem kıymetini bilmezler, hem de bunu asla hak etmiyorlar. Bütün yaptıkları, Demokratları bölmek, parçalamak ve mümkünse siyaseten bitirmekten ibaret.
Bunu başarmaya "CHP+Ordu"nun gücü yetmedi; bakalım Milletçilerin gücü buna yetecek mi?
Karakteristik özellikler
En baştaki alıntı ifadeden de anlıyoruz ki, 1950'de yüzde 53 ile iktidara gelen Demokratlar, günün birinde iktidardan düşebilir.
Demokratların düşmesi halinde ise, iktidara ya Halkçılar, ya da Milletçiler gelecek demektir. Genel siyasî denklemde, dördüncü bir temayülün hayat bulup iktidara oynaması "şimdilik" mümkün görünmüyor.
Bediüzzaman, günahları kabarık olan Halkçıların millet iradesiyle tek başına iktidara gelemeyeceğini ifade ettiği mektubunda, Milletçiler için ise aynı şeyi söylemiyor. Bu da gösteriyor ki, DP'nin yüzde 53'üne mukabil 1950'de yüzde 3 civarında oy alan Milletçiler, günün birinde DP ile yer değiştirerek tek başına iktidara gelebilir. Yani, merkezin oyları bu iki siyasî temayül arasında "yatay geçiş" yapıyor demektir. Zira, her iki partinin sosyolojik tabanı hemen hemen aynıdır.
Yalnız şu var ki, 1950'lerdeki Milletçiler iki şıklı, iki kanatlı bir oluşumdur: Türkçüler ve dindarlar.
Türkçülerin başında Osman Bölükbaşı ve Hikmet Bayur gibi isimler, dindar kanadın başında da Osman Nuri (Köni) Bey ve Cevat Rıfat Atilhan gibi isimler bulunuyor. Ancak, her iki taraf da Fevzi Paşada birleşiyor.
Tarihî seyir
1948 yılı Temmuz ayı ortalarında Ankara'da dindarlığıyla bilinen Osman Nuri (Köni) Efendinin evinde toplanan Milletçiler (milliyetçi–muhafazakâr mebuslar), mübarek sayı olsun diye tam 33 kişiyle yeni partiyi bir an önce kurmaya karar veriyor.
Millet Partisini kuran bu kadro, önce Demokrat Partiyi pasif kalmakla ve iktidara karşı sert davranmamakl suçlamaya başladı.
Kamuoyu, bu sûretle oluşturulmaya çalışıldı... Oysa ki, DP'liler daha iki sene önceki seçimde (1946) bir ton sopa yiyerek ve başlarına sandıklar geçirilerek küçük bir grup halinde Meclis'e gelebilmişlerdi.
Buna rağmen, Millet Partisini oluşturan milletvekillerinin hemen tamamı, Demokrat Partiden ayrılan kimselerdi.
Toplam milletvekili sayısı 60 kadar olan Demokrat Parti, bu yeni hareketle daha ikinci senesinde neredeyse tam ortadan ikiye bölünmüş oldu... Bu tablo bile, o dönem itibariyle başlı başına bir trajedi olsa gerek.
Milletçilere göre, iktidardaki Halk Partisine ve bilhassa İsmet Paşaya karşı daha sert, daha haşin, daha yıkıcı bir politika izlenmesi gerekiyordu.
Nitekim, partinin resmî kuruluşuyla birlikte bir beyannâme neşreden Fahrî Başkan Mareşal Fevzi Çakmak'ın sözleri de bu doğrultudaydı.
Mareşal, Halk Partisine karşı asıl muhalefeti ancak kendilerinin yapabileceğini, Demokratların çok pasif kaldığını ve uzlaşmacı bir tavır sergilediğini söylüyordu. (Bu Mareşal, 25 sene onlarla birlikte çalışmış, hiç itiraz etmemiş bir kişilik.)
Millet Partisinin bu çıkışı, gariptir ki, en çok da Halkçıları ve bilhassa İsmet Paşayı sevindiriyordu. Zira, bu hareketle, iktidara gelmeye hazırlanan Demokratların parçalanıp zaafa uğratıldığını gayet iyi biliyorlardı.
Demokratlarla çekişme
Milletçi hareketin başını çekenlerden Fevzi Paşa, İsmet Paşanın dayatmaları neticesi, 12 Ocak 1944'de "yaş haddinden" emekliye sevk edildi. Ancak, o bu muameleyi hazmedemedi ve iki sene sonra siyasete atıldı.
Zira, ne de olsa 22 sene aralıksız şekilde Genelkurmay Başkanlığı yapmış, üstelik M. Kemal'den sonra İsmet Paşanın da bir dediğini iki etmemiş bir kişilikti.
Nitekim, 1946 seçimlerinde DP listesinden bağımsız seçildi ve Meclis'te de İnönü'ye karşı DP'nin Cumhurbaşkanı adayı oldu.
Ne var ki, 1948'de Milletçilerin gönüllü reisliğine geçerek Demokratları adeta sırtından hançerledi.
1948'den 1950 seçimleri öncesine kadar da gittiği hemen her yerde Demokratların aleyhinde bulundu. Seçimlerden bir ay kadar evvel öldü. Partisi de seçimi kaybetti. Üstelik, "Müstakil Demokratlar Grubu" ile "Öz Demokratlar Partisi"ni de saflarına katmalarına rağmen...
Dine hizmet edemeyen dindar (!)
Milletçilerin 1950 seçimleri öncesinde halka yönelik yaptıkları propagandanın mahiyeti özet olarak şöyleydi: "Bizim başkanımız Fevzi Paşa, Demokratların başkanı olan Celal Bayar'dan daha dindardır. Üstelik, İsmet Paşaya karşı daha cesur ve daha dişli bir liderdir. Ayrıca, partimizin kurmay kadrosu da Demokratların kadrosundan daha milliyetçi, daha muhafazakâr bir heyetten müteşekkildir. Dolayısıyla, Demokratları değil, bizi destekleyin, bizi iktidara getirin..."
İşte, bu mânâda seçim propagandası yapan Milletçiler, Üstad Bediüzzaman ve Nur Talebelerine de tesir etmeye ve desteklerini almaya çalıştılar. Ancak, hiçbir şekilde yüz bulamadılar ve iltifat göremediler. (Son Şahitler–4, s. 43–44)
Zira, dindar görünümlü Fevzi Paşa, şayet dine ve dindarlara bir faydası olsaydı, şimdiye kadar bunun bir emaresi görülürdü.
Halbuki, onun 22 yıllık Seraskerliği zamanında din lehinde hiçbir hizmeti görülmediği gibi, aynı dönem içinde (1922–44) yapılan hadsiz zulüm ve baskılarla dindarlara da kan kusturuldu.
Hâsılı, vazife başında ve elinde de birçok imkân/selâhiyet var iken, din lehinde hiçbir hizmette bulunmamış bir kimse hakkında iyimser olmaya hiç hacet yoktu.
Mareşal'in partisi 1950 seçimlerine vargücüyle asılmış ve tam Demokratları geçebilme atraksiyonlarına başlamıştı ki, hiç hesapta olmayan bir hadise vuku buldu: Seçim kampanyası çerçevesinde Trakya bölgesinde giderek parti propagandası yapan Fevzi Paşanın aniden rahatsızlanması ve 14 Mayıs seçimlerine tam da 35 gün kala ölmesi, MP'nin seçim yarışını kaybetmesine sebep oldu.

Hiç yorum yok: