12 Mart darbesinden sonra tohumları atılan PKK'nın kuruluşunda devlet birimleri içindeki bazı güç odaklarının rol oynadığı hep iddia edilmişti. Abdullah Öcalan'-ın sadık adamları tarafından yazılan kitaplarda da PKK'nın derin devlet tabir edilen güçlerle kurduğu ilişkiler tevil edilerek anlatılıyor. MİT ajanı yahut askeri istihbarat görevlisi olduğu söylenen Pilot Necati'nin PKK'nın kuruluşuna verdiği katkı da bizzat Öcalan tarafından "Onlar değil biz onları kullandık" diye açıklanıyor. Öcalan'dan sonra "ikinci adam" olan PKK Merkez Komite üyesi Şahin Dönmez'in 1979'da Elazığ'da yakalanması da hâlâ aydınlatılmış değil. Örgütün bütün sırlarını ele veren Dönmez, Öcalan'ın Diyarbakır'da kaldığı evin adresini polise bildirmişti. Öcalan'ı yakalamak için Ankara'dan izin isteyen yetkiler, "Biz daha geniş bir operasyon planlamıştık" denilerek engellenmiş. PKK kaynakları, bu çelişki sayesinde Öcalan'ın zaman kazanarak Suriye'ye geçtiğini iddia ediyorlar.
"Özel Yetkili Savcılık" tarafından "Oslo Görüşmeleri"ne katılan MİT yöneticilerinin ifade vermeye çağrılmasıyla ilgili gelişmelerden bağımsız olarak bu yazının kaleme alındığını belirterek başlamak istiyorum.
İdare ve yargı arasında çözülmesi gereken bir konu bu ve umuyorum ki bir yasa değişikliğiyle tatlıya bağlanır.
Çünkü ilgili devlet görevlileri gerekli durumlarda bu tür görüşmeler yaparlar ve kendilerine çizilen sınırların dışına çıkmadıkları takdirde bir soruşturmanın, bir yargılamanın konusu haline gelmezler, gelmemeleri de lazım.
Öte yandan PKK'nın yapısının da çözümü getirmek değil "çözümü kovmak" üzere teşekkül ettirildiğine ilişkin iddialar da yabana atılmamalı.
Devletin çözüm iradesini ve iyi niyetliliğini yansıtan "Oslo süreci"ni kesintiye uğratan PKK saldırılarının muhakkak aydınlatılması gerekiyor.
Çünkü bu saldırılar ve arkasından gelen talepler, en azından sahadaki PKK'nın nihai bir çözümden yana olmadığını gösteriyor.
Peki ama, bu neden böyle olabilir, gelin biraz irdeleyelim.
TÜRKİYE'YE KARŞI PKK KARTI
Bilindiği gibi PKK, "12 Eylül" öncesinde, Doğu ve Güneydoğu illerimizi kasıp kavuran bir örgüt idi.
Türkiye'yi 12 Eylül'e sürükleyen karanlık olayların arkasındaki giz perdesinin aralanması ve terör odaklarının arkasındaki güçlerin ortaya çıkarılması yönünde kamuoyundan gelen bir talep de her zaman sözkonusu oldu.
12 Eylül darbesi PKK'yı bitirmedi, tam aksine binlerce silahlı militanı olan ve bölge halkını hacir altına alan bir örgüte dönüştürdü.
Bu dönüşümün nasıl ve kimler tarafından gerçekleştirildiğine ilişkin iddialar hala tartışılıyor.
PKK'nın bazı devlet birimleri içindeki güçlerden yardım ve destek aldığı da bu iddialar arasında yer alıyor.
Hükümetin ve devletin "demokratik açılım" yahut "milli birlik ve kardeşlik" politikalarını sekteye uğratmayı amaçlayan saldırıların arkasında da bu güçlerin yer aldığı dile getiriliyor.
Başta İsrail olmak üzere, Türkiye'nin küresel bir aktör olmasını ve yakın bölgesinde sözü geçen bir ülke haline gelmesini istemeyen güçlerin de bu terör olaylarından yararlanmaya çalıştıkları da bir gerçek.
PİLOT NECATİ BÜTÜN SIRLARA VAKIF
PKK'yı yöneten güçlerin 1970'lerdeki teşekkülünde devlet birimleri içerisindeki bir takım karanlık odakların rol oynadığı iddia edildi hep.
Bu iddiaların odağında, "MİT" ya da "askeri istihbarat" görevlisi olduğu söylenen "Pilot Necati" yani Necati Kaya var.
Abdullah Öcalan'ın kendisi de "Pilot Necati"nin PKK'nın kurulmasındaki rolünü itiraf ediyor.
PKK'lıların ve Öcalan'ın iddiası, Pilot Necati üzerinden PKK'yı kontrol etmek isteyen MİT'i kullandıkları yönünde.
Tabii Öcalan ve çevresi, Pilot Necati'nin yanına Kesire Öcalan ve babası Ali Yıldırım'ı da ekliyorlar.
Abdullah Öcalan'ın eski eşi Kesire Öcalan, MİT'le ilişkisi olduğu iddia edilen Ali Yıldırım'ın kızıdır.
Öcalan, baştan beri Pilot Necati'nin, Kesire Öcalan'ın devletle ilişkilerini bildiğini ve oyununu bu ilişkileri kullanarak oynadığını söylüyor.
PKK kaynaklarına göre Pilot Necati, Öcalan'ın 1979'da Suriye'ye gitmesine kadar işin içindedir.
Örgütün Doğu ve Güneydoğu'daki örgütlenmesi için Öcalan'la birlikte pek çok şehire seyahat etmiştir.
Örgütün sırlarına vakıftır.
Kesire Öcalan da Pilot Necati'den daha fazla süre örgütün üst kademelerinde görev yapmış ve Abdullah Öcalan ile Suriye'de bulunmuştur.
O da örgütün sırlarına vakıf olmuştur.
1979'dan sonra Pilot Necati'nin ne olduğu, ne yaptığı bilinmiyor ama Kesire Öcalan PKK'dan koparak Avrupa'ya yerleşmiştir.
Kesire Öcalan, örgütün "hain" listesinde yer alıyor.
İKİNCİ ADAM ÇÖZÜLÜYOR!
Bir gazeteci olarak PKK'nın kirli ilişkilerini yine PKK'nın herkese açık kaynaklarından izlemeye çalışıyorum.
Abdullah öcalan'ın Suriye'ye ve Lübnan'a yerleşmesinden önce gerçekleşen bir olay var ki PKK'nın bazı devlet birimleri içindeki bazı güçlerden yardım aldığı iddialarını güçlendiriyor.
PKK örgütlenmesinde, Öcalan'dan sonra neredeyse "ikinci adam" konumunda olan Merkez Komite üyesi Şahin Dönmez'in 1979'da Elazığ'da yakalanması bu ilişkiye dair önemli ipuçları veriyor.
Aynı günlerde Abdullah Öcalan Diyarbakır'ın Ofis semtinde Günaydın Apartman'ında kalıyordu.
Şahin Dönmez, polise verdiği bilgiler arasında Öcalan'ın Diyarbakır'daki evinin adresi de yer alıyordu. Ama bu bilgi zamanında kullanılmadı ve Öcalan Diyarbakır'dan ayrılarak, elini kolunu sallayarak Suriye'ye geçti.
PKK'nın Güneydoğu'daki önemli isimlerinden M. Can Yüce, "Doğuda yükselen güneş" başlıklı kitabında Şahin Dönmez'in yakalanmasıyla ilgili ilginç bilgiler veriyor.
Sözkonusu kitap, Öcalan'ın ayrıntılı bir biyografisi niteliğindedir.
M. Can Yüce uzun yıllar hapis yatmış bir PKK'lıydı ve cezaevinde bu kitabı yazmış, Ocak 1999'da iki cilt olarak yayımlamıştı.
Kitap, bir "Apoizm" ve "Apoculuk" kültü çerçevesinde yazılmıştı.
Yüce'nin kitabında Öcalan'a adeta bir Stalin, bir Lenin, bir Mao payesi veriliyordu.
"Apo sosyalizmi" ibaresi de keza M. Can Yüce'ye aitti.
Zaten Yüce'den böyle bir çalışma yapmasını da bizzat Öcalan istemişti.
Kitabın önsözünde Yüce son cümle olarak, "Başkan Apo'nun iyi ve çalışkan bir öğrencisi ve izleyicisi olacağıma dair verdiğim sözü, bu vesile ile bir kez daha tekrarlamak istiyorum" diyordu.
Can Yüce'nin kitabının basılmasından çok kısa süre sonra, 15 Şubat 1999'da Öcalan Kenya'daki Yunan Elçiliği'nden çıkarılarak Türkiye'ye teslim edilmişti.
İTİRAFÇIYI KAALE ALMAMIŞLAR!
Yüce'nin verdiği bilgilere göre Şahin Dönmez, Elazığ'da yakalandığında örgüt şemasını bütün ayrıntılarıyla çizmiş, kimim nerede ve hangi görevde olduğunu tek tek bu şema üzerinde göstermişti.
Bildiği eylemleri, bu eylemlere kimlerin katıldığını itiraf etmiş, örgütün bütün sırlarını ele vermişti.
Yüce bakın ne diyor:
"Bilgilerin sistemli ve bir iç mantığa sahip oluşu, polisi önemli ölçüde ikna ediyor. Buna rağmen, yine de polisin içinde bir kuşku var, güvensizlik var. O nedenle Şahin'in verdiği ifadeler hemen anında değerlendirilmiyor. Yoksa PKK'lilere, önlem geliştirme fırsatı vermeden, örgütsel tasfiyeyi gerçekleştirebilirlerdi. Çünkü Şahin çözülmede, ihanette sınır tanımıyor, zincirlerinden boşalmış çukura yuvarlanıyordu. Her şeyi kendisiyle birlikte bitirmek, yok etmek istiyor. Önderlik o zaman Diyarbakır'daydı. Şahin, önderliğin kaldığı evi biliyordu. Polislere 'gidelim, Apo'yu yakalatalım' diyor. Yani 'bu işi bitirelim' diyor. Polis başta inanmıyor. Sonra Ankara'dan izin istiyorlar. Fakat gerekli izni alamıyorlar. Aferin beklerken zılgıt yiyorlar. Gerçi buna rağmen polis Şahin'i alıp Diyarbakır'a gidiyor. Şahin, Başkan'ın kaldığı evi gösteriyor. Ama artık çok geç. Başkan, oradan ayrılmış, arkadaşlar da evi çoktan boşaltmışlar. Tabii Diyarbakır'a geldiklerinde, Şahin'in yakalanması üzerinden epey zaman geçmişti. Ama Şahin'in 'gidip Apoyu yakalayalım' dediği anda gitselerdi, Başkan'ı kesin yakalarlardı. Fakat şimdi geç kaldılar, Şahin'in yer göstermesi boş çıktı."
Can Yüce, Şahin'in verdiği bilginin boş çıkmasının onun polis nezdindeki güvenilirliğini olumsuz etkilediğini söylüyor. Bu da polisin, Şahin'in verdiği bilgilere ihtiyatla yaklaşmasına neden olmuş. Böylece PKK'lılar zaman kazanmışlar.
PKK'nın derin ilişkileri hep tevil ediliyor..
PKK yanlısı ve Öcalan hayranı yazarların kaleme aldıkları kitaplarda da M. Can Yüce'nin "Doğuda yükselen güneş" kitabında başvurduğu tevillerden ziyadesiyle var.
Bu tür kitaplarda, PKK'lı olmayan bir gözle bakıldığında kuşkulu görünen pek çok anekdot yer alıyor.
Anekdotlarda PKK'nın derin ilişkilerini ele veren konular çarpıtılarak anlatılıyor.
Mesela, Öcalan'ın Suriye'den çıkarılmasıyla başlayan ve Kenya'da Türkiye'ye teslim edilmesiyle sonuçlanan süreci çok yakından izleyen Mahmut Baksi'nin "Roma Yürüyüşü" kitabında da PKK'nın derin ilişkilerine ışık tutan bilgiler yer alıyor.
Kitabın Eylül 2000'de yayımlandığını da belirtmek gerekiyor.
Abdullah Öcalan'ın çok yakınında yer aldığı belirtilen "Mazlum" adındaki bir PKK'lı bakın Mahmut Baksi'ye ne anlatmış:
"Ne zaman PKK siyasal zemini zorlasa, devlet içindeki çeteler ve savaşta çıkarı olan güçler bizim yanımıza geliyordu. İçimizdeki çeteler, devlet içindeki güçler, Rusya, bazı bölge ülkeleri, Avrupa'dan Almanlar böyle zamanlarda ortaya çıkıverirlerdi. Kiminin petrol işinden çıkarı vardı, kiminin paradan; kimi Türkiye'yi sürekli savaş halinde tutmak istiyordu, kimi su meselesi ile ilgili olarak adeta PKK'yı bir koz olarak kullanmaya çalışıyordu. Ama PKK bu noktaların hiçbirine gelmedi. Önderlik bunların farkında idi ve bu bilinçle politika yapıyor, hep halk gücüne,örgüt gücüne dayalı hareket ediyordu. Bazılarına göre Önderliğin 20 yıl Suriye'de kalışı devlet işiydi. Önderliğin Suriye'de kalışı daha çok oradaki halkımıza dayanmasıyla oldu ve O böylece kendisini ve Parti'yi ayakta tutmayı başararak binlerce kadro yetiştirdi."
Bu cümleleri sarfeden militan, ne PKK içindeki çetelere, ne de devlet içindeki çetelere ilişkin olarak detaylı bilgiler vermiyor, onları es geçiyor.
O da her partizan gibi tevillerde bulunuyor ve Öcalan'ı aklıyor.
Aklını ve mantığını örgüte ve başındaki kişiye teslim eden bir partizandan daha farklı bir açıklama beklenemez.
Zaten PKK'nın yapısı ve Öcalan kültü, itiraz geliştirebilecek nitelikteki militan kaynağını da çeşitli gerekçelerle ortadan kaldırmıştır.
Örgüt içi infazların önemli bir kısmının da itiraz kültürüne sahip eğitimli militanları hedef aldığı, bizzat PKK içinde bulunmuş ve sonradan örgütten kopmuş kişiler tarafından sıklıkla dile getiriliyor.
CEMİL BAYIK'I YAKALAYIP BIRAKMIŞLAR!
Şahin'in itirafları doğrultusunda Elazığ'da çok sayıda PKK'lı yakalanmış. Polisin yakaladığı PKK'lılar arasında örgütün üst kademesinde yer alan Cemil Bayık da var. Peki ne olmuş, onu da Yüce'den dinleyelim:
"Bu tutuklama sürecinde Cemil arkadaş da Elazığ'da bulunuyordu. Hatta polis yakalıyor, ama tanımadığı için için bırakıyor. Tabii Şahin'in bundan haberi yok. Cemil arkadaş büyük bir şans eseri kurtuluyor."
Abdullah Öcalan da Şahin Dönmez'in yakalanmasıyla ilgili olarak Yalçın Küçük'e şunları söyleyecektir:
"Aslında Elazığ tutuklanmasının çok önemli bir yönü de bizi erkenden karar almaya yöneltmiş olmasıdır. İşte Şahin'in bilmeden tarihe yaptığı katkı buradadır. Yakalanmakla ve çözülmekle beni dışarıya yöneltti. Eğer, gerçekten o yakalanmasaydı, yakalanma çok üstten yapılıp Ankara'da merkezi olarak kararlaştırılıp planlansaydı, bizi yine yakalama ihtimalleri vardı."
MİT, ÖCALAN'I NEDEN YAKALAYAMAMIŞ!
M. Can Yüce, Dönmez'in Öcalan'ı ele vermesiyle ilgili öyle bir bilgi veriyor ki, bu verdiği bilgiyi bugünkü iddialarla birlikte okuduğunuzda aslında durum açıklığa da kavuşuyor ve Oslo sürecinin neden kesintiye uğratılmış olabileceği hakkında da ipucu veriyor.
Yüce'den devam edelim:
"Şahin, polise 'APO'yu gidip elimizle koyduğumuz gibi alalım' dedikten sonra polis, belli bir tereddüt yaşıyor. Daha sonra 'ya dedikleri doğruysa' düşüncesinden hareket ederek, operasyonu genişletmenin gerektiği sonucuna varıyorlar. Ama Elazığ ili dışında operasyon yapma yetkileri yok. Ankara'dan yetki ve izin almaları gerekiyor. Bu amaçla Elazıp Sıkıyönetim Komutanı durumu Ankara'ya rapor ediyor. Biraz da kasılarak başarısından söz ediyor. O'nun beklediği, takdir edilmek ve gerekli operasyon iznini almaktır. Beklenmedik bir yanıtla karşılaşıyor. Ankara'dan azar işitiyor."
Durum Yüce'nin anlattığı gibiyse, sözkonusu asker yetkili neden azar işitmiş?
Yüce'nin bu sorunun cevabına getirdiği tevil şudur:
"Ankara'da MİT bünyesinde merkezi düzeyde PKK'ye karşı kapsamlı ve tümüyle bitirmeye dönük bir operasyon planlanıyor. Bu plan çok gizli, Elazığ ve diğer bölge yetkililerinin bundan haberi yok. Elazığ tutuklamaları olunca, objetif olarak bu merkezi imha operasyonu boşa çıkarılmış oluyor. Elazığ tutuklamaları olmazsa, Parti'ye vurulacak darbe, çok daha ölümcül olabilirdi. Planlama bu kapsamdadır."
Yüce'ye göre bu biraz rastlantıdır, biraz da devlet birimlerinin kendi içlerindeki koordinasyonsuzluğun sonucudur.
Başka bir ihtimale değinmiyor tabii.
ÇABUK GEÇ HEMŞERİM!
Aynı kitapta yer alan bilgilere göre Öcalan, Dönmez'in yakalanması üzerine, sadece Cemil Bayık ve Duran Kalkan'a bilgi vererek Suriye'ye geçiyor.
Sonrası malum..
Öcalan güya bir kaçakçıyla kendisini Suriye'ye geçirmesi konusunda anlaşıyor.
Asker tel örgüyü kaldırıyor, 'haydi hemşerim, acele et, komutan görmesin' diyor.
Böylece Öcalan, sadece sınırı geçmiyor, PKK için çok hayati bir sonuçlar doğuran bir kritik eşiği de aşmış oluyordu. Can Yüce kitabında bütün bu olan-bitenlerle ilgili olarak tevillerde bulunuyor, tabii yerseniz.
Ünlü filozof Spinoza şöyle demişti:
"Yalan diye bir şey yoktur, sadece çarpık doğrular vardır".
M. Can Yüce, hapisten çıktıktan bir müddet sonra, kendi elleriyle yarattığı Apo kültünün kurbanı olacaktır.
O da örgütün pek çok eski yöneticisi gibi ihanetle suçlanacak ve hatta ölümle tehdit edilecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder