1 Eylül 2012 Cumartesi

İsmet Paşa 150 Azeri Türkünü Sovyetlere Nasıl Öldürttü- Ömür Özdemir


İkinci Dünya Savaşı adı her 

geçtiğinde, hep Hitlerin 

canavarlığı ve Yahudilerin 

yaşadığı dram akıllara gelir. 

Ama en az bunun kadar 

bilinmesi gereken de; 

Stalinin canavarlığı ve 

Türkler'in yaşadığı dramdır. 

Bu yazı; bir yandan Nazi, 

diğer yandan Sovyet faşizmi 

arasında kalmış, çaresiz ve 

umutsuz dış Türkleri 

anmak ve 1940'lı yılların 

Türkiye'sinin bu insanlara bakışını sorgulamak için 

kaleme alınmıştır.
 
Her ne kadar Türkiye bu savaşa fiilen dahil olmasa da Kırım, İdil-Ural, 

Türkistan, Kafkas Türkleri, gözü dönmüş Stalin tarafından savaşın tam ortasına 

itildiler. Savaşa katılan Türk sayısı tam olarak bilinmemekle beraber, kimi 

kaynaklarda yarım milyon kimi kaynaklarda ise bir kaç milyon olarak telaffuz 

edilmektedir.
 
Savaş Öncesinde Türkler'in Durumu
 
Ekim Devrimi ile farklı umutlara kapılan Türk halklarının hayal kırıklığı 

yaşaması uzun sürmez. Sistemin beklentilere cevap vermemesi, başlangıçta 

verilen sözlerin tutulmaması ve 1930 Buhranı ile yaşanan kıtlık ve ekonomik 

tükenmişlik sisteme olan inancı giderek tüketir. Yine Lenin ve daha sonra 

Stalinin Pan-Slavist baskıları Türkleri tamamen yeni arayışlara iter. Savaş 

böyle sosyo-ekonomik koşullar altında başlar.
 
Savaş Dönemi
 
Savaşta Türkler, cephenin önünde yer alır. Yeterli derecede askeri techizat, 

giyecek ve gıda verilmeyen Türklerin Almanlara esir düşmemesi için hiçbir 

sebep yotur. Savaş boyunca 400 binin üzerinde Türk Almanlara esir düşer. 

Bunların 100 bin kadarı açlık ve çeşitli hastalıklardan esir kapmlarında hayatını 

kaybeder.
Hatta bazılarının sünnetli oldukları için Yahudi sanılarak öldürüldüğü bile olur.
 
Savaşın şiddetini artırdığı dönemde Türk esirlerden bir bölümü askeri araç-

gereç ihtiyacını karşılamak üzere kurulan fabrikalarda çalıştırıldılar.
 
1941 yılında Almanlar yeni birlikler oluşturmaya karar verirler. Bunun için Türk 

esirlerken kurulu lejyon birlikleri oluşturulur. Sözde gönüllülük esasına dayanan 

bu birliklere katılım, esir kamlarındaki katlanılmaz koşullar nedeniyle bir 

kurtuluş olarak görülür. Yine Stalinin esir düşenler için çıkarttığı ölüm fermanı 

da bu birliklere katılımda etkili olur.
 
Alman ordusu içerisinde Azerbaycan,Kuzey Kayfas, İdil-Ural, Kırım ve Türkistan 

birlikleri oluşturulur. Bu birliklerin sayısı tam olarak bilinmemektedir.
 
Türkiye bu savaşta fiilen yer almamıştır. Ama 1945'teki Yalta Konferansı'nda 

müttefiklerin aldığı, Almanya'ya savaş ilan etmeyen devletlerin Birlişmiş 

Milletler'e katılamayacağı yönündeki karararı sonucu Türkiye 23 Şubat 1945'te 

Almanyaya savaş ilan eder. Ama bu tarihte, resmen ilan etmese de Almanya 

yenilmiştir artık. Bu da bir anlamda, müttefiklerin elindeki Türk esirlerin 

Rusyaya teslim edilmesi meselesinde Türkiye'nin birşey yapamayacağı 

anlamına gelmektedir. Yalta Konferansı'ndan çıkan diğer bir karar ise, 

müttefiklerin elindeki Sovyet esirlerin Rusya'ya iadesidir. Stalin tarafından 

vatan haini ilan edilen bu kişilerin akıbeti ise bellidir.
 
Esirlerin Teslim Edilmesi
 
Esirler konusu Türkiye açısından 3 farklı çerçevede ele alınabilir. Birincisi Mavi 

Alay Olayı; 2000 civarındaki Kırım ve Karaçay Türkünün, Türkiye Cumhuriyeti

 demiryolları üzerinden Rusyaya aktarılması karşısında tepkisiz kalınmasıdır.

 İkinisi,Türkiye'ye sığınmış ve 243 mültecinin SSCB'ye teslim edilmesidir. 

Üçüncüsü ise; Boraltan Köprüsü olarak bilinen, Türkiye'ye iltica eden 146 Azeri 

Türkü'nün sınırdan geçmelerine izin verilmeyerek SSCB'ye iade edilmesidir.
 
1. Mavi Alay Olayı:
 
Mavi Alay, Kızılorduya karşı savaşan Kırım Birliğine verilen isimdir. Bu aslında

 Kırım ve Karaçay Türkleri'nin ortak dramıdır. Sovyet baskısından dolayı 

yurtlarını terkeden Kırım ve Kafkas aileleri önce İtalyaya giderler. Savaşın 

Almanlar aleyhine gelişmesi üzerine Avusturya'da bulunan Drau Nehri 

çevresine yerleşirler. Bu bölge müttefik kuvvetlerinin eline geçmesiyle 7000 

kadarı esir düşerler. Rusyaya dönmek istemeyen bu esirler çeşitli ülkelere 

mülteci olarak sığınmak için başvururlar. Fakat,İsviçre haricinde, Türkiye de 

dahil bütün ülkeler bu insanlara kapılarını kapatırlar. Rusyaya dönmek

 ölümdür,bunu bilenler dönmemek için her türlü direnişi gösterirler. 3000 

civarında esir Drau nehrine atlar, intihar edenler de olur. Sonuçta bu kişiler 

trenlere doldurularak Sovyet yetkililere teslim edilirler.

O dönemde bu kişilerin nakli Türkiye üzerinden gerçekleşir. Bu durum, esirler

 için umut kaynağı olur. Kardeş vatan olarak bildikleri Türkiye'nin kendilerini

 bırakmayacaklarını düşünürler. Tren Türkiye sınırlarından girdiğinde tren

 içerisinde bir coşku yaşanır. Ama hiçbir istasyonda kapılar açılmaz ve SSCB 

sınırına yaklaştıkça bu sevinç yerini hüsrana bırakır. Belki de en acısı Türkiye

 üzerinden ölüme gitmektir. Trendeki Türk subaylara, 'bizi siz vurun,onlara
 
vermeyin' diyenler olur. Ama nafile...Sovyet sınırına ulaşınca trende 2000

 civarında kişi kalır. Akıbetleri nedir bilinmez ama geride bu topraklarda 

bıraktıkları umutları kalır. Bu süreçte Türkiye Sevyetlere karşı hiçbir itirazda 

bulunamaz.
 
2. Mülteciler Meselesi:
 
Savaş sırasında bir şekilde Türkiye'ye gelen Sovyet vatandaşı Türkler olur. 

Bunlar Yozgat civarında yaşamaktadır. Ulvi Keser'in 'İkinci Dünya Savaşı 

Sürecinde Yunanistan, Türkiye’de Mülteciler, Askeri İhlaller ve Esirler Sorunu' 

adlı çalışması ile gün yüzüne çıkan bu olay da içler acısıdır. Çoğunun Türkçe 

konuştuğu belirtilen bu 243 kişi, bütün direnişlerine rağmen 1945 yılının 

ortalarında Rusyaya teslim edilir. Hiçbir sorgulama gerçekleştirilmeden sınırın 

öbür tarafında kurşuna dizilirler.
 
3. Boraltan Köprüsü Katliamı:
 
Dönemin SSCB sınırında Aras Nehri üzerinde kurulu bir körüdür Boraltan. Bir
 
gün kendisi yıkılsa da adı asırlar boyu hatırlanacaktır.
 
1944 senesidir, Stalin savaşta karşı cepheye geçenlerin intikamını geride 

kalanlardan alır. Pan-Slavist baskılar da had safhaya ulaşmıştır. Türkler sürgün

 ve katliamlardan kaçış yolları ararlar. İşte Boraltan Köprüsü böyle bir kaçışın 

sonunda yaşanan sonun adıdır.
 
146 Azerbaycan Türkü sınırı geçerek Türkiye'ye kaçar. Türkiye sınırından içeri

 girince artık tedirginlikleri bitmiştir, Türkiye'nin kendilerine sahip 

çıkacağından, ölümün kucağına bırakmayacağından emindirler. Sınırdaki bir 

karakola sığınırlar, karakol komutanı kendilerini ağırlar ve Ankara'ya konu ile 

ilgili bilgi verir.
 
Hepsinde kurtuluşun sevinci vardır. Baskı, zulum ve nihayetinde ölüm sınırın

 öbür tarafındadır. Ankara'dan gelecek haberin olumsuz olacağı akıllarda bile 

yoktur, kimse öyle bir durumun olacağına en ufak bir ihtimal vermemektedir.

Ama gelen haber tam bir deprem etkisi yapar. Komutan yanlış anladığını 

düşünür, emri tekrar sorar. Gelen yanıt yine aynıdır. 'Geri iade edin!'
 
Ek olarak; emre uymadığı takdirde komutanın emre itaatsizlik ve vatan hainliği
 
ile yargılanacağı da bildirilir. Komutan çaresizdir, söylemeye dili varmaz ama...
 
146 kişi, sınırın ötesindeki, namlularını zaten hedefe doğrultmuş olan Sovyet

 müfrezelerinin ellerine terkedilir. Hepsi Türk askerlerinin gözleri önünde 

kurşuna dizilir. İnsanlığa dair ne varsa Aras'ın azgın sularında kaybolur o anda.
 
9
0
0

Hiç yorum yok: