18 Şubat 2012 Cumartesi

2: Lale Devri ve Cumhuriyet-Serdar Kaya


Resmi tarih her ne kadar ısrarla ‘Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’nın ardından yıkıldığı ve 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı Devleti’nin küllerinden doğarak yeni bir anlayış getirdiği’ üzerinde dursa da, bu ifadelerin hiçbiri kısmen dahi olsa doğru değil. Zira Osmanlı Meşrutiyeti ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki çizgi, yeni nesillere inandırılmak istendiği kadar kalın ve keskin değil. Dahası, söz konusu iki dönem kağıt üzerinde, bürokratik anlamda dahi fazlasıyla iç içe geçmiş olduğundan, aslında böyle bir çizgiden söz etmek dahi mümkün değil. 1923 sonrası dönemde Türkiye’ye Batı eksenli yeni bir anlayışın gelmiş olduğu şeklindeki iddiaların da benzeri birkurguyu yansıttığı söylenebilir.
Lale Devri ve Cumhuriyet
Cumhuriyet döneminin ilkokul çocukları her ne kadar resim defterlerinin sayfalarını dikey bir çizgiyle ortadan ikiye ayırarak, Cumhuriyetin öncesi ve sonrasından ibaret olan 1923 milatlı bir dünyanın görsel anlamda bir karşılaştırmasını yapmaya zorlansalar da, Türkiye’nin Batılılaşması, sıklıkla referans verilen 20 ve 30′lardaki devrim sürecine indirgenemeyecek kadar uzun bir zaman dilimine yayılmıştı.
1700′lü yılların başlarında ‘gönüllü olarak’ Batılılaşmayı seçen Osmanlı eliti, Lale Devri – III. Selim Dönemi – II. Mahmud Dönemi – Tanzimat Fermanı – Meşrutiyet Dönemleri hattı üzerinde incelenebilecek bir değişim sürecini başlatmış oluyordu. Ancak halka güçlü bir devr-i sabık tasavvuru benimsetmek isteyen Cumhuriyet dönemi yöneticileri, 1923 milatlı ve iyi/kötü eksenli yoğun bir endoktrinasyona başvurdular. Osmanlı Devleti ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki kalın ve keskin çizgi de böylelikle çizilmiş oldu.

Devr-i Sabık Algısı

Tarihi (mümkün mertebe) kendisiyle başlatmak isteyen Cumhuriyet, daha çok taassup ve geri kalmışlıkla ilişkilendirdiği bir devr-i sabık kurguladı. Ardından da Batılılaşmaya sahip çıkarak, yeni nesilleri, devrimler üzerine kurulu, rejim bekçiliği merkezli değer yargılarıyla endoktrine etme yoluna gitti. Söz konusu kitlesel endoktrinasyon süreci boyunca sert eleştirilere hedef olan Osmanlı dönemi ve bu dönemde yapılan yanlışlar, cumhuriyet döneminin ‘ilerici’ olduğu öne sürülen uygulamalarıyla karşılaştırıldı. Bu türden yoğun birsosyalizasyon sonucunda, (Prof. Dr. Füsun Üstel’in ifadesiyle) bir tür ‘militan yurttaşlık refleksi’ doğmuş oldu.
Bir yandan son dönem Osmanlı’ya yönelik öfkenin, diğer yandan da dünya karşısında alınan yenilgilerden ötürü duyulan eziklik hissinin yoğun etkisi nedeniyle, geçmişin sağduyulu bir yaklaşımla ele alınması da mümkün olmadı. Asıl kaygı, tarihin analiz edilmesi değil, ortaya konan kurgunun telkin edilmesioldu. Bu durumun doğal bir sonucu olarak da, her ilkokul öğrencisi, eğitim kurumlarının eline düştüğü ilk günden itibaren, iki boyutlu, anlamsız, klişeleşmiş, ve hepsinden önemlisi ‘içi boş’ sözlerle devşirilerek, yığınlara dahil edilecek bir resmi ideoloji nesnesi olarak görüldü:
Cumhuriyet yönetiminden önce, devletimizi padişahlar yönetirdi. Zamanla padişahlar devleti iyi yönetemediler. Devlet yönetimi zayıfladı. Düşmanlar yurdumuzu işgal ettiler. Yurdumuzu düşmanlardan kurtarmak için Kurtuluş Savaşı yapıldı. Düşmanlar yurdumuzdan çıkarıldı. Cumhuriyet ilan edildi. Bugünkü devletimizin yönetim şekli cumhuriyettir.
Yaşasın cumhuriyet!1

Devr-i Sabık, Lale Devri ve Batılılaşma

Son derece güçlü köklere sahip olan bir geleneğin izlerini düşünsel ve sosyal hayattan söküp atabilmek için resmi bir ideoloji inşa eden kurucu kadro, geçmişle arasına kalın bir çizgi çizerek (ve söz konusu çizgiyi, söz gelimi, yeni neslin eski yazınla irtibatını kesme adına eski harflerin yasaklanması gibi uygulamalarla destekleyerek), oluşacak yeni zihniyetin sadece yeni ideolojiyi temel alarak şekillenmesini temin etmeye çalıştı. Bu planın sorunsuzca işleyebilmesi için, tarih de dahil olmak üzere tüm düşünsel ve sosyal konuların yeni nesillere bu yapay milat ekseninde, iki boyutlu bir yapıda aktarılması kaçınılmazdı.Zira, ‘militan yurttaş’ olarak yetiştirilmek istenen kimselerin, bu (sözde) miladın sonrasına ait olduğu iddia edilen ve dolayısıyla yeni Cumhuriyet’in bir hediyesi olarak sunulan hemen herşeyin geçmişte bir emsali bulunduğunu öğrenmeleri durumunda, söz konusu planın işlemesi zorlaşacaktı. Dahası, kurucu kadronun fikirlerinin Osmanlı Devleti’nde iki yüzyılı aşkın bir zamandır evrilmekte olan çok sayıda fraksiyondan sadece biri olduğunu ve bu kurucu fikirlerin iktidarının diğer tüm fraksiyonların susturulması suretiyle temin edildiğini fark etmeleri, planı tamamen tersine işletmeye de başlayabilirdi.
Bu noktada, Lale Devri, tarihin son derece hassas bir dönemine tekabül ediyordu. Zira, Lale Devri – III. Selim Dönemi – II. Mahmud Dönemi – Tanzimat Fermanı – Meşrutiyet Dönemlerihattı üzerinde incelenebilecek olan düşünsel, sosyal ve siyasal değişim sürecinde, Lale Devri bir ilki oluşturuyordu ve bu yönüyle Batılılaşmanın (gerçek) miladı olarak kabul edilmeye fazlasıyla müsaitti. Osmanlı Devleti’nin ilk kez ve daha da önemlisi, kendi rızasıyla Batıya açılması bu dönemde gerçekleşmiş ve bu konuda 12 yıl gibi kısa bir zaman zarfında felsefi, sosyal ve ekonomik alanlarda ciddi bir ivme dahi yaşanmıştı. Lale Devri’nde yaşanan bu değişim, sonraki dönemler için de zemin hazırlamış, cumhuriyet döneminde gerçekleşen hemen her yenilik bu dönemlerde kamuoyunda tartışılmıştı.
Herşeyi kendiyle başlatmak ve Kötü Osmanlı / İyi Türkiye algısını kuvvetlendirmek isteyen kurucu kadro, bütün bunlardan ötürü, Lale Devri’ni gerçekte olduğundan son derece farklı bir başlık altında sunmak zorundaydı. Buradan hareketle, Batılılaşmanın, ve daha da önemlisi ‘görsel değil düşünsel’ bir Batılılaşmanın ilk adımı olan Lale Devri’ni zevk ü sefa ve israftan ibaret bir dönem olarak yeniden kurgulamak, hem kurucu kadronun yapay milat kurgusunu ayakta tuttu, hem de devr-i sabık vurgusunu kuvvetlendirerek bir taşla iki kuşun vurulmasını sağladı.
Nihayetinde, Lale Devri’nin nezih insanları, televole programlarında halkın gözüne sokula sokula gece kulüplerinde sabahlara kadar eğlenilen, sanatıyla, edebiyatıyla yozlaşmış ve kimliksizleşmiş bir ülkenin insanlarının ağızlarına sakız oldu.
1 Komisyon. 2001. Hayat Bilgisi 1. Sınıf. Milli Eğitim Basımevi.

Hiç yorum yok: