18 Şubat 2012 Cumartesi

İsrail’de toplumsal çatlak derinleşiyor-Taha Klınç

Güçlü bir retorik, sağlam uluslararası bağlantılar ve ABD desteği ile gizlenmeye çalışılsa da, İsrail'in toplumsal dokusu oldukça dayanıksız ilmeklerle örülü. Seküler-dindar çatışması, Yahudi sınıflar arasındaki nefret ve yerleşimcilerin yarattığı gerilim, İsrail'in artık gizlenemeyen üç zayıf noktasını oluşturuyor. 

Seküler-dindar çatışmasının son örneği, geçtiğimiz ayın son günlerinde Kudüs yakınlarındaki Beyt Şemeş yerleşiminde yaşandı. 8 yaşındaki ilkokul öğrencisi Na'ama Margolis, 'ahlâka aykırı' giyindiği için ultra-ortodoks Yahudilerin sözlü saldırısına uğradı. Olayın basına yansımasının ardından, Kudüs önce küçük kıza destek olmak isteyen binlerce kişinin, sonra da ultra-ortodoks Yahudilerin gösterilerine sahne oldu. 

Ultra-ortodoks Yahudiler (İbranicede: Haredim), gösteri sırasında kadınlarla erkeklerin toplumsal alanda birbirlerinden tamamen ayrılmalarını talep eden pankartlar taşıdılar. Ancak devlet yöneticilerinin asıl tepkisini çeken, "Nazi Almanyası" suçlamaları oldu. Özellikle Holokost döneminde toplama kamplarındaki Yahudilerin giydiği çizgili elbiseler giydirilen, göğüslerine de "Jude" yıldızları takılan çocuklar büyük öfke yarattı. 

İsrail toplumunun üzerinde ayakta durmaya çalıştığı söz konusu üç fay hattının belki de en ciddisi bu: Aşırı dindarların seküler hayata ve onun tezahürlerine olan nefretleri. Bir karşıtlık veya mesafe koyma durumu değil, ciddi bir nefret yaşanıyor. Bu da, zaman zaman -Na'ama Margolis vakasında olduğu gibi- bütün çıplaklığıyla ortaya çıkıveriyor. 

Bugün nüfusu 7 milyona yaklaşan İsrail'de 1 milyona yakın ultra-ortodoks Yahudinin yaşadığı tahmin ediliyor. Yahudi olmayan 2 milyon kadar vatandaş hariç tutulacak olursa, İsrail nüfusunun beşte biri ultra-ortodoks Yahudilerden oluşuyor, denilebilir. Onların da çoğunluğu Aşkenazi kökenli Yahudiler. Ultra-ortodokslar içindeki Seferad oranının da yüzde 20 civarında olduğu varsayılıyor. 

İsrail'deki ultra-ortodoks Yahudiler, belli bölgelerde toplanmış durumdalar. Bunlardan Kudüs'teki Mea Şeraim mahallesi ile Bnei Brak kenti, sıklıkla basında da gündeme gelen yerler. 

Kudüs'ün göbeğindeki Mea Şearim (İbranicede: Yüz Kapı) mahallesinin sokaklarında, kadınları "ahlâklı" giyinmeye davet eden yazılar görmek mümkün. Zaman zaman buralara yolu düşen ve kurallardan haberi olmayan yabancı kadınların taşlandıkları da vâki. Mea Şearim, bir nevi 'kurtarılmış bölge', hatta Yahudiler içinde bir Yahudi gettosu. 

Başkent Tel Aviv ile Petah Tikva arasında yer alan Bnei Brak ise, neredeyse bütün bir kentin ultra-ortodoks riteülleri takip ettiği, takip etmeye zorlandığı, 'mahalle baskısı' kavramının adeta kitabının yazıldığı bir 'laboratuar' görünümünde. Sadece kadınlara hizmet veren süpermarketlerin açıldığı, bırakın açık-saçık gezmeyi, peruk takan Yahudi kadınların bile sözlü-fiili saldırıya uğradığı bir laboratuar hem de. İsrail gündemini izleyenler, birkaç yıl önceki "Bnei Brak peruk yakma eylemi"ni hatırlayacaktır. Bnei Braklı kadınlar, peruk takmanın dinen uygun olmadığı fetvasından hareketle kentin orta yerinde oluşturdukları peruk dağlarını ateşe vermişti. 

Ultra-ortodoks Yahudilerin günlük pratiklerinden örnekleri medyada sıklıkla görmek mümkün. Kadınlarla erkeklerin kamusal alanda kesin ve keskin bir biçimde ayrılmalarını istediklerini zaten biliyoruz. Bunun (ve daha birçok benzer katı kuralda ısrarcı olmalarının) da kaynağı, Tevrat'a bakış açıları:

Tevrat'ın hem şekil, hem de ruh olarak hiçbir şekilde değiştirilemeyeceğini ve hükümlerinin zaman aşımına uğramayacağını savunduklarından dolayı, ultra-ortodokslar, kutsal kitaplarındaki her emir harfiyen uygulama derdindeler. 

Geçtiğimiz günlerde Şim'on Peres bile toplumu "dinci baskıya karşı ayaklanma"ya davet etti, ama kimse rüya görmesin, İsrail'deki bu gerilim artarak sürecektir. Bu sorunu halletmenin herhangi bir yolu da yoktur. 

Seküler-dindar ayrışması, diğer iki zayıf noktayı beslediği için de en ciddi toplumsal tehlikedir İsrail'in bekası açısından. Ultra-ortodoks Yahudilerin dinsel yorumları, körüklediği koyu ırkçılık yüzünden, hem Yahudi gruplar arasındaki düşmanlığı derinleştiriyor, hem de Filistinlilere karşı nefreti alevlendiriyor. Böylece her üç zaaf noktası da birbirini besleyerek, İsrail toplumunu bir cinnet haline sürüklüyor. 

Bu noktada tarihin ve coğrafyanın bir ironisinden söz etmemek olmaz: 

Filistinlilerle Yahudiler arasında on yıllardır devam eden gerilim, İsrail toplumunun krizinin su yüzüne çıkmasını da geciktirdi şimdiye kadar. Filistinlilerin İsrail'e karşı verdiği mücadele, Yahudileri de 'ortak düşman'a karşı birbirine kenetledi. En azından kritik süreçlerde aykırı sesler çıkmadı bu sayede. Tarihi hep çevresine saldırmakla geçen İsrail, vatandaşlarını maruz bıraktığı yüksek dozda militarizm sayesinde, toplumsal çatlakları da ustalıkla gizlemeyi başardı. Dışarıdan bakanların, son yıllara kadar İsrail toplumunu 'tek parça' zannetmesi de bu yüzdendi. 

Ancak zaman çok hızlı değişiyor. Toplumu "Arap ve Filistin düşmanlığı" zamkıyla birbirine tutturmaya çabalayan Siyonist anlayışı bundan sonra çok daha zor sınavlar bekliyor. Bugüne kadar işe yaramış görünen pansuman tedbirlerin çare olamayacağı kadar büyük ayrışmalar ve yırtılmalar yaşanacak İsrail'de. Ya da zaten yaşanmakta olanlar, daha çok görünür hale gelmeye başlayacak. 

Filistinlilerin bu süreci kendi lehlerine çevirip çeviremeyeceğini ise hep birlikte göreceğiz. 

Hiç yorum yok: