15 Temmuz 2013 Pazartesi

Başına takke giydirilip mason olduğu iddia edilen Gazi Osman Paşa’nın hazin öyküsü-Birader hiddetlenmiş!-Murat Bardakçı

Başına takke giydirilip mason olduğu iddia edilen Gazi Osman Paşa’nın hazin öyküsü

Ölümünün üzerinden uzun seneler geçmesinden sonra gereksiz yere gündeme getirip de kalitesiz tartışmalara konu etmediğimiz birkaç isim kalmıştı, Gazi Osman Paşa bu kişilerden biriydi ve Paşa’nın adının etrafında da tuhaf ve garip bir kavga koparmayı da en nihayet başardık... Hafta içerisinde çıkan haberleri herhalde okumuşsunuzdur: Balıkesir’de Paşa’nın adını taşıyan bir okulun imam hatibe dönüştürülmesine karar verilince yerel bir gazete, Marmara Bölge Gazetesi kararı “Paşa takke takacak” diye manşet yapmış, Ayna Gazetesi de “Sizi asıl rahatsız eden ...Hür Mason olduğu tescilli Gazi Osman Paşa’nın isminin silinecek olması mı?” diye sormuş...


UCUZ REKLÂM ÇABASI 
Bir imam hatip okulu açmaya karar verildiğinde o okul için yeni bir bina yapılması yerine mevcut bir okulu şeklini değiştirip imam hatibe çevirmenin nasıl bir aklın eserin olduğu konusunu bir tarafa bırakalım... Ama, işin içine tarihimizin en meşhur askerlerinden biri olan Gazi Osman Paşa’nın da karıştırılıp resmine takke monte edilmesinin yahut mason vesaire olduğu iddiasının edebin hangi çeşidiyle ifade edileceğini, bilemiyorum... Öncelikle şunu söyleyeyim: Plevne Kahramanı Gazi Osman Paşa’nın “mason” olduğu konusunda yayınlanmış tek bir belge yoktur! Sadece Paşa’nın değil, tarihimizde 18. asırdan itibaren yeralan daha başka birçok önemli ismin “Türkiye’nin ilk masonları” şeklinde gösterilmesi, o grubun “Bakın, Türkiye’nin en önemli isimleri bizdendi, asırlar boyunca memleketin kaderine sadece biz hâkim olmuştuk” mesajını verebilmek maksadıyla başvurduğu ucuz ve mesnetsiz bir reklâm çabasından ibarettir... Bir örnek daha: Gazi Osman Paşa’nın masonluğu iddiasında bulunan grup, internetteki sitelerinde bundan birkaç ay öncesine kadar “İzzeddin Efendi” adında bir Şeyhülislâm’ın da kendilerinden, yani “mason” olduğunu iddia ediyordu ama Osmanlı tarihinde bu isimde bir şeyhülislâm hiçbir zaman vârolmamıştı! Bu hayâlî şeyhülislâm tantanası birkaç sene boyunca devam etti, yani uydurma isim o sitenin başköşesinde kaldı ve böyle bir hayalî şeyhülislâm yaratanlar, daldıkları uykudan uyanıp listelerinden bu uydurma adı çıkartmayı birkaç ay önce akıl edebildiler!



Yağcıoğulları ailesine mensup olan ve Tokat’ta 1833’te dünyaya gelen Osman Nuri Paşa, 1877’deki Plevne müdafaasından sonra Ruslar’a esir düştü, birkaç ay Rusya’da kaldı ve savaş esirinden ziyade bir kahraman muamelesi gördü. Sonra İstanbul’a döndü, zamanın hükümdarı İkinci Abdülhamid tarafından “Gazi” unvânı verilerek “Mâbeyn-i Humâyun Müşîri” yani “saray maraşalı” yapıldı, dört oğlundan ikisi padişahın iki kızı ile evlendirildi ve Paşa 1900 senesinin 5 Nisan’ındaki vefatına kadar Yıldız Sarayı’nda, hükümdarın gözünün önünde 
yaşadı. 


TORUNLARI GÜLÜYOR 
Sultan Abdülhamid’in Paşa’ya unvanlar vermesinin yanısıra kendisine dünür yapmasının ama sarayda yanıbaşında yaşamak zorunda bırakmasının sebebinin, zamanının en büyük millî kahramanı olan bu saygın askerin muhalifler tarafından kandırılması endişesi taşıması olduğu söyleniyordu. İşte, birilerinin “Gazi Osman Paşa da bizdendir” iddiasında bulundukları bu büyük asker son senelerini böyle bol unvanlar içerisinde ama sıkı bir tarassut altında geçirdi... Mason olması ve “biraderleri” ile biraraya gelmesi ihtimalini bir tarafa bırakın, Yıldız Sarayı’nın hemen ilerisinde, Beşiktaş’ta bulunan yalısına da ancak ayda-yılda bir ve padişahın izni ile gidebilmiş ve çocuklarının annesi olan eşi Zâtıgül Hanım’ı da hayatının son 20 senesinde sadece birkaç defa görebilmişti... Kaldı ki, Gazi Osman Paşa ile Zâtıgül Hanım’ın bazıları Türkiye’de, bazıları da Avrupa’da yaşayan torun çocuklarından çoğunu yakından tanırım ve bir kısmı yakın dostumdurlar. Bu torunlar arasında tarih ile profesyonel derecede meşgul bulunanları da vardır ve büyük dedelerinin masonluğu iddialarının palavradan ibaret olduğunu söylerler... 









BELGE VARSA YAYINLAYIN 
Dolayısı ile tarihimizin Gazi Osman Paşa gibi diğer önemli isimlerinin “kendilerinden” olduğunu iddia eden zevât iddialarında samimi ve ciddî iseler ve şayet ellerinde varsa, bu kişilerin masonluk belgelerini, özellikle de “tekris evrakını” yayınlamak, aksi takdirde susmak ve böylesine önemli şahsiyetlerin masonluğu “ayıp” kabul edenler tarafından boş yere suçlanmalarına son vermek zorundadırlar. Ortaya atılan hayâlî güç ve geçmişte devlete hâkim olma iddialarına inanıp Paşa’nın masonluğu gibisinden safsataları manşetlerine taşıyanlara düşen vazife de, Plevne Kahramanı’nın hatırasından özür dilemektir!



Gazi Osman Paşa’nın bir oğlu skandallar yarattı, öteki oğluna da Ermeniler baktı


GAZİ Osman Paşa’ya olan minnet borcumuzu ödeyebilmek için, milletçe çok iş yaptık... Adına marşlar bestelettik, ismini üniversitelere verdik, “millî kahramanımız” deyip okullarda Plevne’deki savunmasını günü gününe öğrettik ve bütün bunları yaparken, ailesini de sürgünlerde inim inim inlettik... Paşa’nın ailesinin kaderinde sadece sürgün değil büyük bir skandal da vardı ve İstanbul sarayında tarihin en büyük aşk skandallarından olan hadise, 1904’te yaşanmıştı. Gazi Osman Paşa’yı Plevne’nin ardından savaş esiri olarak götürüldüğü Rusya dönüşünde Yıldız Sarayı’na adetâ bir mahkûm gibi kapatan Sultan Abdülhamid tepkileri yatıştırmak için bir jest yaptı ve kızlarından ikisini, Gazi Osman Paşa’nın “paşa” unvânını verdiği iki oğlu ile evlendirdi. Naime Sultan’ı Kemâleddin Paşa’ya, Zekiye Sultan’ı da Nureddin Paşa’ya verdi... 






SULTANA HALKTAN KOCA 
Kemaleddin Paşa ile Naime Sultan, Ortaköy’de “Çifte Saraylar” denen yalılardan birinde yaşıyorlardı ve hemen yanlarındaki yalı da bir başka sultana, Osmanlı tahtının Abdülhamid’den önceki hükümdarı Beşinci Murad’ın kızı Hadice Sultan’a aitti... Hadice Sultan’ın hayatı, dertler ve sıkıntılar içerisinde geçmişti. Babası Beşinci Murad 1876’da tahtından indirilince hanımları ve çocuklarıyla beraber Ortaköy’deki Çırağan Sarayı’na hapsedilmişti ve saraya kapatılanların arasında Hadice Sultan da vardı... Devrik hükümdar Çırağan’da çile doldururken seneler ve kızlarının evlilik çağı geçip giderken, Hadice Sultan amcası Abdülhamid’e “Yaşadığı zindandan kurtulabilmek için koca olarak bir haremağasına bile rıza göstereceği” haberini gönderdi. 31 yaşına gelmiş olan Hadice Sultan’ın ricası kabul edildi ama padişah kızlarının İstanbul’un seçkin ailelerine mensup delikanlılarla evlendirilmeleri teamülünün dışına çıkıldı ve Beşinci Murad’ın kızına sarayda çalışan, sıradan ve hiç de yakışıklı olmayan Ali Vâsıf Efendi adında bir koca bulundu. Evlendiler ve Abdülhamid tarafından kendilerine tahsis edilen Ortaköy’deki yalıya yerleştiler. 



PAŞANIN ÇAPKIN OĞLU 
Hadice Sultan, amcası Abdülhamid’in iki kızının, Naime ve Zekiye Sultanlar’ın Plevne Kahramanı Gazi Osman Paşa’nın iki oğluyla evlenmesini bir türlü hazmedemedi. “Amcam kendi kızlarını Paşa’nın oğullarına verirken bana sıradan bir adamı lâyık gördü” diye düşünüyor, babasının tahttan indirilmesinde de amcası Sultan Abdülhamid’in parmağı olduğuna inanıyordu. Sultan hem kendisinin, hem de babasının intikamı olacağına inandığı bir plan hazırladı: Amcasının kızı Naime Sultan hemen bitişiğindeki yalıda oturuyor ve Gazi Osman Paşa’nın oğlu olan kocası Kemaleddin Paşa’nın da sık sık başka hanımlarla ilgilendiği zaten biliniyordu. Hadice Sultan, Kemaleddin Paşa’nın hanımlara olan düşkünlüğünü kullanıp Paşa’yı kendisine âşık etti ve aralarında gizliden gizliye bir mektuplaşma başladı... İki yalı arasındaki yazışmalar aylarca devam etti, sıcak ama yasak bir aşkın ifadesi olan mektuplar günün birinde her nasılsa Abdülhamid’in eline geçti ve Ortaköy’de olup bitenler bir anda bütün İstanbul’un diline düştü. Hükümdarın mektupları görmesini bizzat Hadice Sultan’ın sağladığı ve böylelikle hem kendisinin, hem de babasının intikamını aldığına inandığı söyleniyordu... Abdülhamid “padişah” ve “kayınpeder” olarak ihanete uğramıştı ve gazabı şiddetli oldu: Kızı Naime Sultan’ı Kemaleddin Paşa’dan hemen boşattı, sabık damadını bütün unvanlarını alıp Bursa’ya sürgüne gönderdi, kızını bir başkasına nikâhladı ve yeğeni Hadice Sultan’ın da yalısından dışarıya adım atmasını yasakladı. Hadice Sultan’ın rezalete tahammül edemeyen kocası Ali Vasıf Bey de karısını boşayıp kayıplara karıştı. 







FELÂKET DOLU HAYATLAR 
Aradan beş sene geçti, Abdülhamid 1909’da tahtından indirildi, Gazi Osman Paşa’nın Bursa’da sürgünde olan oğlu Kemaleddin Paşa İstanbul’a döndü, yasak aşkı Hadice Sultan’a evlenme teklif etti ama reddedildi. Amcası Abdülhamid’in devrilmesiyle yalıdaki hapis hayatı nihayete eren Hadice Sultan, Rauf Hayreddin Bey adında bir diplomatla evlendi ve bir oğluyla bir kızı oldu. Derken, 1924’e gelindi ve o senenin 3 Mart’ında Osmanoğulları Türkiye sınırları dışına çıkartıldılar. Bu sürgün, Ortaköy’deki yalıların sâkinlerine ardarda felâketler getirecekti. Hadice Sultan’ın yeni kocası Rauf Hayreddin Bey gurbette yaşamayı göze alamadı, karısını boşadı ve Türkiye’de kaldı. Sultan sürgüne kızı Selma ve oğlu Hayri ile beraber çıktı, Lübnan’a yerleşti, oğlu orada intihar etti, kızı çok uzak bir diyâra, Hindistan’a gelin gitti ve Hadice Sultan 1938’in 13 Mart’ında Beyrut’ta tek başına, yokluk içerisinde can verdi... Aldatılan Naime Sultan bir ara Fransa’da yaşadı, geçim sıkıntısı çekmeye başlayınca Arnavutluk’a gitti ve Tiran’da 1944’teki komünist darbe sırasında ortadan kayboldu. Gazi Osman Paşa’nın diğer oğlu Nureddin Paşa da hanımı Zekiye Sultan ile beraber Fransa’ya yerleşti, son seneleri yokluk içerisinde geçti ve hayattan 1950’lerin başında ayrılmalarına kadar Pau şehrindeki bir Ermeni otelcinin yardımlarıyla yaşamaya çalıştılar. Vefatından tam 112 sene sonra başına bu hafta takke giydirilen ve mason olduğu iddia edilen Gazi Osman Paşa ile ailesinin gerçek ve hazîn öyküsü, işte böyle...

Birader hiddetlenmiş!


Geçen hafta Gazi Osman Paşa‘nın masonluğu hakkındaki iddialardan bahsedip bu konuda elde tek bir belge bulunmadığını ve biraderlerimizin 18. asrın ortalarından buyana isim ve önemli iş yapmış ne kadar devlet adamı, edebiyatçı, asker vesaire varsa kendilerinden göstermeye çalıştıklarını, hepsini “O da bizdendi, bu da bizdendi” diye yaftaladıklarını yazdım... 


Nur-ı Ziya Sokak’taki biraderler hiddet buyurmuşlar, mail üstüne mail yollayıp kardeşçe zerafetlerini gösteriyorlar! Hele biri, neler neler söylemiş: Bazı ucuz konuları dilime dolamışım da, Gazi Osman Paşa, Fatih‘in Ayasofya Vakfiyesi yahut Enver Paşa‘nın Turancılığı hakkında yazacağıma hükümetin politikalarını, meselâ Suriye işini eleştirseymişim de, vesaire, vesaire... 



Ne oldu birader? Ne bu siyaset merakı? Yüce mimarınızın gönderdiği öğretilerinizin sermayesi suyunu mu çekti? Kardeşlik, aydınlanma, maşrıkın nûru, magribin zulmeti, fırtınada işitilen feryadlar, figanlar, vesaireler gibisinden zırvaların dibine darı ekildi de edecek başka lâfınız mı kalmadı? Bu yüzden mi siyasetten bahsetmeye daha doğrusu bahsetme cesaretini kendinizde bulamayıp da başkalarına akıl vermeye başladınız? 



MEĞERSE NE YAPMIŞIM? 



Nur-ı Ziya Sokak’taki mekânınız hukuken bir dernek, yani bir sivil toplum kuruluşu değil mi? Çıkıp konuşsanıza! Suriye meselesinde bana vermeye çalıştığınız o tuhaf ve eksantrik fikirleri siz neden söyleyemiyorsunuz? Dilinizi mimar mı bağladı, Hiram mı yoksa bizzat dul kadın mı? O konularda niçin iki kelâm edemiyorsunuz? Suriye meselesinin temelini tâââ Haçlı Seferleri’ne kadar görütüp bana akıl vereceğinize bilmem kaçıncı derece ritüellerinizde o seferlerdeki haçlı kumandanların yahut feşmekân şövalyelerin hatırasına haykırdığınız “Elohiiiim! Yatakavuluuuu! Protoktamiyakratiiiin! Helevipolristukatuynotrakiiiis” gibisinden tuhaflıkları neden söyleyemiyorsunuz?



Gazi Osman Paşa‘nın mason olduğu iddiasını dilime doladığımı söyleyene bak! Paşa’yı sen kendi reklamın için kendinden göstereceksin, işittiğin her devlet adamı için “Bizdendiiiir” diye palavralar atacaksın, üstelik aslında vârolmayan bir şeyhülislam bile uyduracaksın... 



Bütün bunların üzerine ben kalkıp “Höst biraderler! Atmayın!” diyeceğim ama sen cevap niyetine “Paşa mason olsa ne olur, olmasa ne olur? ... Böyle bir şeyhülislam olmayabilir” gibisinden ucuz kaçamaklara sapacaksın, bunun adı da “Masonik edep” olacak! Bir diğer birader, “Nezaketin sınırlarını bu kadar düşük tutmasa idin seni locanın kütüphanesine davet eder, bazı fotoğraflar gösterirdim. Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi’nin ‘kardeş sofrası’ndaki resimlerini görürdün” buyurmuş... Anlayacağınız, birader Kafdağı’ndan kar bağışlayacakmış ama o fırsatı kaçırmışım... Hem de ne fırsat! Öyle bir tarihî hazineyi tepmişim ki... 



KONUŞMAYIN, YAYINLAYIN! 



İşin şamatasını, resim, ziyafet, sofra ve bilumum tıkınma kavramlarını bir tarafa bırakın ve şayet varsa, bahtsızlığım yüzünden ziyaret şerefine nâil olamadığım o arşivinizden Musa Kâzım Efendi‘nin tekris evrakını yayınlayın, görelim ve rahmetlinin “tamassun” ettiğine inanalım! Ama şayet yoksa, dolayısı ile yayınlayamaz iseniz ve ben bizzat Efendi’nin kendisine atılan bu iftira sebebiyle kaleme aldığı risâleyi mübarek nazarlarınıza sunar isem ne yapacaksınız? Yüce mimarınızdan gidip af dileyecek misiniz? 



Çocukluk ve gençlik senelerimde gerek ailem, gerekse de aile çevremiz vasıtası ile isimleri artık tarih kitaplarında olan çok sayıda mason tanımış olduğum için şimdi açıkça söyleyebilirim: Biraderler, iddia ettikleri çok büyük güce o zaman da sahip değillerdi, sadece “sahip olduklarını” söylerler ve inanırlardı ama hepsinde kalite vardı, kendilerinden olduğu iddiası ile öyle tırışkadan isimler uydurmaz, daha da mühimi ucuz politikadan medet ummazlardı ve efendi insanlardı... 



Ekonominin o meşhur “Gresham Kanunu” demek ki localarda da hükmünü yürütmüş ve kötü para iyi parayı süpürüp kovmuş!

Hiç yorum yok: