19 Ağustos 2013 Pazartesi

Halkçılar ezerek, Milletçiler şaşırtarak...Malatya Hadisesi ve Nur(cu)lar-M.Latif Salihoğlu

Halkçılar ezerek, Milletçiler şaşırtarak...

Meşrûtiyet yıllarında kurulan (1909) İttihad-ı Muhammedî Cemiyetinin mensubu olan Bediüzzaman Said Nursî, o tarihte fikren ve siyaseten “müttefik” diye addettiği Ahrar Fırkasına destek verdi, onlara istinat noktası olmaya çalıştı.

1950’den itibaren ise, eski İttihad-ı Muhammedî’nin devamı mahiyetinde isimlendirmiş olduğu “İttihad-ı İslâm”a dahil olan “Nurcular”ın, aynı şekilde siyaseten “Demokratlar”la müttefik ve onlara “nokta-i istinat” olduklarını açıkça beyan ediyor. (Bkz: Emirdağ Lâhikası, s. 271, 387, 422) 

Bu noktada herhangi bir tereddüt eseri bırakmamak için, yine kaynak belirterek birkaç iktibas daha yapalım.

* “Mümkün olduğu kadar dünyaya ve siyasete bakmamaya mesleğimiz bizi mecbur ediyormuş. Şimdi mecburiyetle bakmaya lüzum oldu. Gördük ki, Demokratlar, evvelki iki müthiş cereyana (dinsizlik ve ifsat komitalarına) karşı bize (Nurculara) yardımcı hükmünde olabilirler.” (Emirdağ Lâhikası, s. 423) 

* “Biz, Demokratları iktidar yerinde muhafaza etmeye Kur’ân menfaatine kendimizi mecbur biliyoruz. Onlardan hayır beklemek değil, belki dehşetli, baştaki iki cereyana siyasetlerince muarız oldukları için, onların az bir kısmı dine verdikleri zararı, vücudun parçalanmasına bedel, yalnız bir parmağı kesmek gibi pek cüz’î bir zararla pek küllî bir zarardan kurtulmamıza sebep oluyorlar bildiğimizden, o iktidar partisinin lehinde ehl-i dini yardıma davet ediyoruz.” (Age, s. 424) 

* “İnşaallah, o Ahrarlar istibdad-ı mutlakı kaldırıp, tam bir hürriyet-i şer’iyeye vesile olacaklar.” (Age, s. 267)

İttihatçılardan Halkçılara

Üstad Bediüzzaman’ın samimî dost ve müttefik olarak gördüğü Ahrar-Demokrat misyonunun amansız düşmanı zorba İttihatçılar ile ceberrut Halkçılardır.

Bu zorba cereyanın temsilcileri, her fırsatta Nurcuların yanı sıra Ahrar ve Demokratların başını ezmeye, vahşiyane sıkıntılar vermeye, korkutup sindirmeye vargücüyle çalışmış. Bu maksatla hep cunta kurmuş, darbe yapmış, muhtıra vermiş, mahkemeler açmış, zindanlar kurmuş, zehirlemelere tevessül etmiş, vesaire...

Ancak, yine de yok etmek istediği bu ulvî, hakikattar dâvâyı durduramadı, önünü kesmeye güç yetiremedi.

Yani, bu muarız cephe, mâsum insanları ezdi, onlara büyük zarar verdi; ancak, dâvâlarına zarar veremediği gibi, bilâkis daha da parlamasına—bilmeyerek—vesile oldu.

Ahrar-Demokratlara fikren ve siyaseten asıl zarar veren ise, bir önceki bölümde de temas ettiğimiz gibi, Halkçılardan ziyade—sûreten Demokratlara benzeyen—Milletçilerdir.


Bölerek, yahut şaşırtarak zarar verdiler

Evet, hak ve hakikattar bir dâvâya en çok zarar veren, onun zıddı değil, onun benzeridir.

Dolayısıyla, Ahrar ve Demokrat misyona da bu mânâda en çok zarar veren Halkçılar değil, kitleyi şaşırtıp yanıltan Milletçilerdir. 

Zaten, bu realite sebebiyledir ki, Üstad Bediüzzaman, iki mektupta şu mânâyı nazara veriyor: “Demokratlar düşerse, iktidara Milletçiler gelir.” (Bkz: Emirdağ Lâhikası, s. 386, 422)

Milletçilerin kurucu fahrî reisi olan Fevzi Çakmak’ın ruh ve mizacında hep şaşırtıp yanıltmak vardı. Nitekim, 22 yıl müddetle din yıkıcılarının emrinde çalışarak dindar kitleyi aldatmış, hatta sukûtu hayale uğratmış bir “rükün”dür.

Milletçilerin iki versiyonu

1950 seçimlerinde ağır yenilgiye uğrayan Millet Partisi, içten içe kaynamaya başladı.

Bir taraftan da, parti aleyhine dâvâ açıldı.

1952'de yapılan üçüncü kongre sırasında bir grup partili delegenin “Atatürk'ün kabrine çiçek koyma”yı reddetmesi, parti içerisinde çeşitli sıkıntılar yol açtı.

Bu sıkıntılar, partinin 27-29 Haziran 1953'te toplanan beşinci büyük kongresinde açık bir çatışmaya dönüştü.

Neticede, ilk genel başkan hüviyetini taşıyan Hikmet Bayur, “partinin dinci ve gericilerin eline geçtiğini” ileri sürerek MP'den istifa etti.

Hikmet Bayur'un istifası, aynı zamanda bir suç duyurusu olarak kabul edilip parti hakkında soruşturma açıldı. 7 Temmuz 1953'te parti yöneticilerinin evleri aranıp ifadeleri alındıktan bir gün sonra da parti faaliyetleri geçici olarak durduruldu. 

Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesi'nde açılan dâvâ sonucunda partinin "dini esasa dayanan ve gayesini saklayan bir cemiyet olduğu" sonucuna varıldı ve parti 27 Ocak 1954'te resmen kapatıldı.
* * *
Seçimdeki başarısızlık sebebiyle, yeni parti hazırlıklarına daha evvelden başlanmıştı.

Eski Millet Partisinin ikiye ayrılan kurmay kadrosu tarafından (1951 ve 54’te) iki yeni parti daha kuruldu: Biri, dindarlığıyla bilinen emekli asker Cevat Rıfat Atilhan liderliğindeki İslâm Demokrat Partisi; diğeri ise, milliyetçiliği ile bilinen Osman Bölükbaşı’nın liderliğindeki Cumhuriyetçi Millet Partisi.

Demokratlara rakip, muarız ve bilhassa dindarların oyuna talip olarak ortaya çıkan İslâm Demokrat Partisinin, aynı zamanda çok etkili bir medya desteği vardı. 

O günlerin dinî yayın organları olarak bilinen Hür Adam, Büyük Doğu, Büyük Cihad, Yeşil Bursa ve Sebilürreşad gibi mevkutelerin hemen tamamında, İslâm Demokrat Partiyi hararetle savunan, vargücüyle destekleyen yazı ve yorumlar çıkıyordu. 

Herşey yolunda gidiyor görünürken, 1952 yılı sonlarında hiç beklenmedik bir hadise vuku buldu.

Malatya Hadisesi

Artık Demokrasi ile idare edilmeye başlanan Türkiye’de, 22 Kasım 1952 tarihinde, bilhassa dindar camiada büyük sarsıntılara yol açan önemli bir hadise yaşandı: Malatya'da Hüseyin Üzmez ismindeki bir lise talebesi, meşhur gazeteci Ahmet Emin Yalman'ı üstelik Başbakan Menderes'in de misafireten kaldığı otelin önünde silâhla vurarak yaraladı... 

Bu hadise, başta Milliyetçiler Derneği olmak üzere, Türkiye'deki dindar cemaatlere mal edildi. 

Devlet kurumları derhal harekete geçti. Peşpeşe tevkifler başladı. İslâm Demokrat Partisi lideri Atilhan, Büyük Doğu'dan Necip Fazıl, Serdengeçti'den Osman Yüksel, ayrıca Malatya'dan Avni Özmansur ve Elazığ'dan M. Cemal Bayındır gibi dindar zatlar, ağır ceza mahkemelerine sevk edilerek cezalandırıldı. Bir süre sonra da İslâm Demokrat Partisi resmen kapatıldı. 

İşte, bu tarihteki elim ve sıkıntılı hadiselerden sonra, Türkiye'de "İslâmcı" ve "milliyeçi" olarak bilinen çevreler, Demokratlara adeta düşman oldular. Bu kitle, hemen her seçimde farklı veya muhalif bir siyasî kulvarda yürümeyi tercih ettiler. 

Hatta, öyle ki, 27 Mayıs İhtlâlinde Demokratların devrilmesini dahi ilk başta büyük bir sevinç ve coşkuyla karşıladılar. 

Bir sonraki bölümde, Malatya Hadisesi ve sonrasında yaşananlara temas etmeye çalışalım.

Malatya Hadisesi ve Nur(cu)lar

1950'li yıllarda Demokratları sıkıntıya sokan, Demokratlarla dindarların arasını bozmaya, hatta dindarları Demokratların aleyhine sevk etmeye matuf mürettep bazı hadiselerin vukua geldiği anlaşılıyor. 

 Bunlardan biri, bilâhare üzerinde duracağımız—ayrıca, Risâlelerde de bahsi geçen—Ticanîler Meselesidir. 

Önemli bir diğer vukuat ise, 1952 yılı sonlarında yaşanan—ve yine Risâlelerde zikri geçen—Malatya Hadisesidir. 

Şimdi, gerek fikir ve siyaset âleminde ve gerekse dinî cemaatler mâbeyninde büyük dalgalanmalara sebebiyet veren bu "Malatya Hadisesi" ve bağlantılı olarak zincirleme yaşanan gelişmelere projeksiyon tutmaya çalışalım.

Heyetin kararı: Yalman vurulsun

Tarihçe–i Hayat ve Emirdağ Lâhikası gibi risâlelerde beş–altı yerde bahsi geçen "Malatya hadisesi", 22 Kasım 1952'de meydana geldi. 

Başbakan Adnan Menderes'le birlikte Malatya'ya giden Vatan gazetesi başyazarı Ahmet Emin Yalman, Hüseyin Üzmez isimli lise talebesi tarafından tabanca ile vurularak yaralandı.

20 yaşındaki lise son sınıf talebesi Üzmez, "Allah düşmanı" dediği Yalman'ı, tam da Başbakan Menderes'in yanı başında vurdu. Yalman'a altı el ateş etti. Yalman'ın öldüğü zannedildi. Ancak, yaralı halde kurtuldu ve kısa süre sonra iyileşerek yeniden sağlığına kavuştu. 

Üzmez, tutuklanarak hapse konuldu. 20 yıl cezaya çarptırıldı. Öldürmeye teşebbüs suçundan 10 yıl hapis yattı. Çıktıktan sonra hukuk tahsilini tamamlayarak avukat oldu. Fikir ve siyaset hayatına atıldı. MHP ile MSP arasında gidip geldi. 

Yıllar önce İstanbul Fatih’te ortak bir tanıdığımızın işyerindeki karşılaşmamızda, siyasetteki idealini aynen şu sözlerle özetledi: "1960'lı yıllarda, Erbakan'ı MHP'nin başına getirtmek için vargücümle çalıştım; ancak, bunda muvaffak olamadım." 

Gençliğinin on yılını hapiste geçiren 1931 doğumlu Üzmez, 2008'de başına gelen bir başka hadise sebebiyle, ömrünün âhirini de hapiste geçirmek gibi bir bahtsızlığa düçâr oldu.
* * * 
Henüz bir lise talebesi olan Hüseyin Üzmez, durduk yerde gidip cinayet işlemedi. O, başkaları tarafından bu işe sevk edildi. Gerek Üzmez'in kendisinden dinleyerek ve gerekse o tarihte yaşanan hadise hakkında bilgisi ve hatta dahli bulunan zatlardan (A. Mansur ve M. Cemal gibi) duyup öğrendiğimiz kadarıyla, hadise aşağıda özetlediğimiz şekilde cereyan ediyor...

Büyük Doğucular, Milliyetçiler Derneği ve İslâm Demokrat Partisiyle fikren ve siyaseten irtibatlı olup onlarla müşterek çalışan taşradaki guruplardan “Malatya Grubu”, o tarihlerde bir toplantı yapıyor.

Toplantıda, Başbakan Menderes'le birlikte Malatya'ya geleceği haber alınan Vatan gazetesi başyazarı A. Emin Yalman'ın vurulup vurulmaması konusu müzakere ediliyor. Neticede, heyetten Yalman’ın vurulması kararı çıkıyor. (Mansur Hoca, bir görüşmemizde kendisinin aleyhte oy kullandığını söyledi.) 

Bu kararın infazı için de, bir tetikçiye ihtiyaç var. Sonunda, aranan tetikçi bulunuyor: Hüseyin Üzmez...

Karar, Üzmez'e iletiliyor. Ancak, Yalman'ın nerede vurulmasının daha uygun olacağı ona söylenmiyor. O da gidip Yalman’ı takip ediyor ve kaldığı otelin yakınlarında üzerine şarjörü boşaltıyor. 

Yalman, yaralı halde kurtuluyor. Hatta, bir müddet sonra gidip tetikçisiyle hapiste bir görüşmede bulunuyor. 

Vatan gazetesinin haber kupüründe de görüldüğü gibi, Üzmez, bu hadisede kullanıldığını ve bu yaptığından dolayı da pişman olduğunu ifade ediyor.

Dahası, şunu söylüyor Üzmez: “Beni sizi vurmağa memur etmişlerdi. Vurmasaydım, beni öldüreceklerdi.” (Vatan, 29 Kasım 1952)

 
 
Bir şarjör merminin isabet ettiği söylenen Ahmet Emin Yalman’ın, nasıl olup da sûikasttan bir hafta sonra tetikçi Üzmez’le görüşüp röportaj yaptığı (29 Kasım 1952) hususu büyük bir muamma olarak kaldı.
 
Ve, tutuklamalar başlıyor

Yalman sûikastı hadisesi, ülke genelinde şok etkisi meydana getirdi. 

Hadiseyi bahane eden ve bu fırsatı ganimet bilen derin odaklar, devletin refleksini dindarların aleyhinde harekete geçirdi. Cevat Rıfat, Necip Fazıl ile Osman Yüksel'in de aralarında bulunduğu Milliyetçiler Derneği, İslâm Demokrat Partisi ve Büyük Doğu Cemiyetinin ileri gelenlerinden 30–40 kişi tutuklanarak cezaevine gönderildi. 

Bununla da yetinmeyen gizli din düşmanları, emniyet ve adliyenin kuvvetini bu kez Risâle–i Nur ve Nur Talebelerinin aleyhinde de istimal etmeye yeltendi. 20–25 merkezde operasyon yapıldı. Dâvâlar açıldı, bazı kimseler tutuklandı. 

Bütün bu operasyonlarla yapılmak istenen şuydu: Mısır ve Suriye gibi yerlerde radikal İslâmcıların faaliyetini bahane ederek dinî inkişâfı baltalayan şer odakları, benzer bir tatbikatı Türkiye'de de sergilemek istediler. Ticanî meselesi gibi, Malatya hadisesini de bu maksatla kullanmaya yeltendiler. Ancak, gayelerinde muvaffak olamadılar, hedeflerine varamadılar. Plânları tutmadı.

Çünkü, meydanda "müsbet hareket" dersini telkin ile dindar kitleleri itidâle sevk eden Risâle–i Nur vardı. Şer güçlerin plânları, bu sâyede akim kaldı.

Lâhikalarda neler var?

Şimdi de “Malatya Hadisesi”nin zikredildiği muhtelif lâhika mektuplarından kısa bir derleme takdim ederek, bu hadisenin arka plânını aydınlatmaya çalışalım.
 
Emirdağ Lâhikası, sayfa 401: Halbuki bu otuz sene zarfında beş mahkeme aynı kitaplara beraat vermişler. Hem Malatya meselesi münasebetiyle yirmi mahkeme de alâkadar olmuştular. O yirmi mahkeme "Bir suç bulamıyoruz" demişler.
 
Emirdağ Lâhikası, sayfa 425: Medar–ı ibret ve hayret ve şükrandır ki: ...Adliyeler, beşi kat’î beraat ve umum kitapları suç yok diye iadeye karar vermeleri ve geçen Malatya hadisesi münasebetiyle yine gizli düşmanlarımız hükûmetin ve adliyenin nazar–ı dikkatini bizlere çevirmeye çalıştıkları halde, yirmi üç mahkeme demişler ki: "Suç bulamıyoruz."

Emirdağ Lâhikası, sayfa 373: (Hulûsi Beyin mektubundan) Aziz ve mübarek müşfik Üstadım. ...Malatya seyahatimde oradaki ...Büyük Doğucuların bu fakiri kendi zümrelerine katmak hususundaki tekliflerine, "Büyük Doğuculuk siyasî bir teşekkül müdür?" diye sordum. "Evet" dedikleri için....

Emirdağ Lâhikası, sayfa 321: Kat’î haberlere göre Afyon Mahkemesi "Nurun altı yüz bin fedakâr talebesi var" demesine binaen, Malatya hadisesi bahanesiyle, hiç olmazsa Nur Talebelerinden altı yüz faal ve muktedir olanlarını mahkemeye vermek plânı varken....
 
Tarihçe–i Hayat, sayfa 577: Üstad Bediüzzaman, İstanbul’daki muhâkemesinin berâetle neticelenmesini müteâkip Emirdağ’a geldi... Bu sıralarda Malatya Hâdisesi vukua geliyor, dindarlar aleyhinde bir sürü yalan, iftirâ, tezvir propagandası başlıyor.

Tarihçe–i Hayat, sayfa 586: Afyon Mahkemesi tarafından kitaplar serbest bırakılmadan, Malatya Hâdisesi münâsebetiyle bâzı vilâyet ve kasabalarda taharrîler yapıldı, mahkemeler açıldı. Ezcümle, Mersin’de, Rize’de, Diyarbakır’da Nurlar ve Nurcular aleyhine dâvâ açıldı. Neticede mahkemeler berâet verdi.

NOT: 1952 Malatya Hadisesinde tetikçi olarak kullanılan Hüseyin Üzmez, 1996’da Müslüm Gündüz’ün Kadıköy’de genç bir hanımla basıldığı evin sahibi olup, halen “şuyûu vukûundan beter” bir suçlamayla hapiste yatıyor.

Hiç yorum yok: