2 Temmuz 2013 Salı

Terör saldırıları ve istihbarat başarısızlıkları-Terör ve istihbarat-Abdullah Muradoğlu

Terör saldırıları ve istihbarat başarısızlıkları (1)

20 Ağustos 2012'de 'Gaziantep'te, 11 Şubat 2013'te 'Cilvegözü Sınır Kapısı'nda, arkasından 11 Mayıs'ta Reyhanlı ilçe merkezinde patlamalar gerçekleşti. Elde edilen istihbari bilgilere göre teröristler Ankara'da bir bomba patlatmayı planlamışlardı. Ne var ki patlama Ankara'da değil Reyhanlı'da gerçekleşti. Geriye baktığımızda, ortada kendini tekrarlayan bir model var. Şimdi herkes 'Reyhanlı başımıza nasıl geldi?' diye soruyor. Benzer tartışmalar, 7 Ağustos 1998'de ABD'nin Kenya Büyükelçiliği'ne yapılan bombalı saldırı ile '11 Eylül 2001'deki uçaklı saldırılar sonrasında Amerika'da da yaşanmıştı. Tartışmalarda FBI ve CIA arasındaki çekişmeler, rekabetler ve koordinasyon eksiklikleri de dile getirilmişti.

11 Eylül sonrası yapılan birçok başarısızlık değerlendirmeleri arasında en çok dikkat çeken çalışma, John Miller, Michael Stone ve Chris Mitchel'in 'The Cell: Inside the 9/11 Plot, and Why the F.B.I. and C.I.A. Failed to Stop' başlıklı ortak çalışmaydı. ABD Senatosu İstihbarat Komitesi Başkan Yardımcısı Senatör Richard Shelby de 11 Eylül soruşturma raporunda istihbarat başarısızlığını gözler önüne sermişti. 'The New Yorker' dergisi yazarı Malcolm Gladvell, 10 Mart 2003 tarihli 'Connecting the Dots: The paradoxes of intelligence reform (Noktaları birleştirmek: İstihbarat reformunun çelişkileri)' başlıklı makalesinde hem 'The Cell' çalışmasını, hem 'Shelby Raporu'nu yorumlamıştı.
Senatör Shelby'e göre ortada açıkça tekrar eden bir model vardı ama istihbarat kuruluşları yeterince dikkat etmemişler ve noktaları birleştirememişlerdi. 'Shelby Raporu' büyük bir terör saldırısına işaret eden, ancak 'atlanmış' ya da 'yanlış yorumlanmış' tüm sinyalleri özenle gösterdiği açık seçik ve güçlü bir belge olarak kabul ediliyor Amerika'da. Gladwell'in vurguladığı gibi, istihbarat toplamanın temel zorluğu her zaman kirlilik sorunu olmuştur, gereksiz bilgilerin gerekli bilgilerden çok daha yaygın ve bol olduğu gerçeği yadsınamaz.
Gladwell'in aktardığı bilgilere göre CIA, iki El Kaide üyesinin ABD'ye girdiğini biliyordu, ancak FBI'ya ve 'Ulusal Güvenlik Konseyi (NSC)'ne söylememişti. Bir FBI ajanı da, Usame Bin Ladin'in ABD'ye sivil havacılık üniversite ve yüksek okullarına girecek öğrenciler gönderdiğine dikkat çekmişti. FBI bu bilgi doğrultusunda hareket etmemiş, El Kaide'cilerin uçakları silah olarak kullanmak istediklerine ilişkin açıklamalarla bu bilgi arasında bağlantı kurmakta başarısız olmuştu. FBI, Zekariya Musa'yı uçuş okulundaki kuşkulu davranışları nedeniyle gözaltına almış, ancak iddiasını daha kapsamlı bir terörist davranış tablosuna entegre edememişti. İstihbarat birimleri noktaları birleştirmekte yetersiz kalmıştı.
11 Eylül'den geriye bakıldığında, bir modelin olduğu gün gibi ortadaydı, lakin göklere çıkarılan Amerikan istihbaratçıları onu kesinlikle görememişti. Başarısızlık çizelgesinde ana noktalardan biri radikal Hahamlardan Meir Kahane'nin 1990'da Manhattan'da Seyyid Nusayr tarafından öldürülmesi idi. Gladwell'e göre 'Shelby raporu'nu ya da 'The Cell'de Nusayr'dan Bin Ladin'e uzanan hikayeyi okumak, insanı FBI ve CIA'nın noktaları birleştirmiş olması durumunda '11 Eylül'de yaşananların hiç de sürpriz olmayabileceğine ikna ediyordu.

Terör ve istihbarat başarısızlıkları(2)

'Noktaları birleştirmek: İstihbarat reformunun çelişkileri' başlıklı bir yazısında Malcolm Gladwell, '11 Eylül' sonrasında Amerika'da istihbarat başarısızlıklarıyla ilgili tartışmalara ışık tutan bazı çalışmaları ve raporları yorumlamıştı (New Yorker, 10 Mart 2003). Gladwell'in atıfta bulunduğu vakalardan birisi, 7 Ağustos 1998'de Kenya'nın başkenti Nairobi'deki ABD Büyükelçiliğine yönelik bombalı saldırıydı. Patlayıcı yüklü bir aracın büyükelçilik binası önünde patlatılması sonucunda 213 kişi ölmüş, 4 binden fazla kişi yaralanmıştı. Amerikalıları asıl şok eden gerçek ise Afrika'daki ABD elçiliklerine bombalı saldırıların yapılacağının aylar önce ihbar edilmiş olmasıydı. Amerikan istihbarat servislerinin dillere destan 'Nairobi başarısızlığı' ders kitaplarına geçmeyi hak eden bir vakadır.
CIA saldırıdan önce Kenya'da bir bir 'el-Kaide' hücresi saptamış ve üyelerini takibe almıştı. Ellerinde bir el-Kaide ajanı tarafından yazılmış, bomba yapımcılarının Naoribi'ye gelmek üzere olduğunu söyleyen bir mektup vardı. ABD'nin Kenya Büyükelçisi Prudence Bushnell durumu mektupla Washington'a bildirmiş ve daha fazla güvenlik için yalvarmıştı. Üstelik Kenya istihbaratı da aylarca önce ABD istihbaratını gizli saldırı planı hakkında uyarmıştı.
Usame bin Ladin'in şirketlerinden birinde çalışan birisi, Kasım 1997'de Nairobi'deki ABD Büyükelçiliğine gelerek, binayı havaya uçurma planından söz etmişti. Amerikalılar ise 'Mossad'ın değerlendirmesine başvurmuşlardı. İhbarcıyı sorgulayan Mossad, onun güvenilir olmadığına karar vermişti. 'Mossad'a göre Kenya istihbaratı güvenilir değildi, söylenenler doğru olsa bunları 'Mossad'ın da bilmesi gerekiyordu. Muhbir, Usame Bin Ladin için çalışıyor olabilirdi, ancak yalan makinesi testini geçememişti ve daha önce Afrika'da diğer büyükelçiliklere benzer uyarılarda bulunulmuştu. Endişeye mahal yoktu. Amerikalılar Mossad'a inanmışlar, Kenya'daki 'el-Kaide' hücresini takip etmekten vazgeçmişlerdi.
Çeşitli hedefler hakkında doğru çıkmayan çok fazla ihbarda bulunulması, sürüye kurt düşüren meşhur 'yalancı çoban' hikayesine benziyor. Çoban bir gün doğruyu söyler ama o zaman da kimse inanmaz. Gladwell'in dediği gibi, dışarıya koşturup pencerelerinizi kimyasal saldırıya karşı yalıtmak için yapışkan bant aldıktan sonra hiçbir şey olmazsa, hükümetin uyarı ışığı kesintisiz haftalarca turuncuda kaldıktan sonra hiçbir şey olmazsa, çok geçmeden yolunuza çıkan her uyarıdan kuşku duymaya başlarsınız. Amerikalılar da Nairobi'de böyle yapmışlardı.
Geçmişe bakıldığında açıkça görünen şey, gerçekleşmeden önce nadiren açıktır. Böyle durumlarda 'noktaları birleştirmek' kolay değildir. Gladwell'in vurguladığı gibi: 'Gerçek dünyada istihbarat her zaman belirsizdir. Düşmanın niyetlerine ilişkin bilgiler fazla ayrıntı içermemek eğilimindedir. Ve ayrıntı açısından zengin bilgiler düşmanın niyetlerine az yer verir'. Siyaset bilimci Richard K. Bets ise, 'Analiz, savaş ve karar: istihbarat başarısızlıkları neden kaçınılmaz?' başlıklı denemesinde bakın ne demiş:
'Uyarı sistemlerini daha duyarlı hale getirmek, sürpriz riskini azaltıyor, ancak yanlış alarm sayısını da arttırıyor ki bu da sonuçta yine duyarlılığı azaltıyor.'

Terör ve istihbarat

'11 Eylül'ün Amerika'da yarattığı travmanın istihbarat kuruluşlarını tartışmaların odağı haline getirdiğini hatırlayacaksınız. FBI ve CIA'nın rekabetçi yapıları kıyasıya eleştirilmiş idi. Senato İstihbarat Komitesi Başkan Yardımcısı Senatör Richard Shelby de '11 Eylül Soruşturma Raporu'nda CIA ve FBI'nın biribirinden bilgi sakladıklarına ilişkin örnekler vermişti. İstihbarat kurumları arasındaki ilişkinin yeniden formatlanması gerektiğini vurgulayan Shelby, '11 Eylül hikayesi kurumlar arasında (ve içerisinde) bilginin hemen ve verimli biçimde paylaşılmamasının tehlikeleri konusunda ibret olmalıdır' demişti.
II. Dünya Savaşı'na ABD'nin müdahil olmasını sağlayan olay, Japonların 'Pearl Harbor' saldırısıydı. Hazırlıksız yakalanan Amerikalıların elinde saldırıyı öngören bilgiler vardı, ancak bu bilgiler birimler arasındaki karmaşaya kurban gitmişti. ABD 1961'de Küba'ya yönelik 'Domuzlar Körfezi Çıkarması'nda da istihbarat zaafiyeti gösterdi. Amerikalılar, Castro muhalifleriyle birlikte adaya çıkarma düzenlemişler, ne ki Kübalıların mücadele kapasitesini ve Castro'ya verdikleri desteği doğru hesaplayamamışlardı. Fiyaskoyla sonuçlanan çıkarma CIA'ya büyük darbe vurdu. Castro'nun başarısında Küba'lılara danışmanlık yapan Sovyet Rus ajanları ile subaylarının adadaki varlığı ciddi rol oynamıştı. Çıkarmanın ardından Küba Moskova'dan füze savunma sistemleri istemiş ve bu da meşhur 'Füze Krizi'ne sebebiyet vermişti. Rusya ve 'Esed Rejimi' arasındaki ilişkiyi bu örnek ışığında da okuyabilirsiniz.
Malcolm Gladwell'in 'Köpeğin gördüğü (What the Dog Saw)' kitabında aktardığına göre, Senatör Shelby sözkonusu raporunda yeniden merkezileşme ve işbirliğine daha fazla odaklanılmasını istemiş. Shelby'e göre bilgi toplamak için, tartışmacı bürokrasilerin üzerinde ve onlardan bağımsız, ulusal düzeyde merkezi bir bütünlük şarttır. İstihbarat servisi küçük, birbirine son derece kenetlenmiş bir grup tarafından yürütülmelidir ve bu nedenle FBI anti-terör işinden bütünüyle uzaklaştırılmalıdır. Senatör Shelby raporunda bakın ne demiş:
'FBI sanığın suçuna ilişkin kanıt destekli raporların elde edilmesini, karar alma sürecini desteklemek için eksik ve parça parça bilgileri temel alarak olasılık türünden anlam ve sonuç çıkarma çabalarına üstün tutan, köklü biçimde yerleşmiş eğilimler tarafından yönetilmeli. Yasaları uygulayan kurumlar bilgileri ele alıyor, sonuçlara varıyor ve gerçekte sadece istihbarat kuruluşlarından 'farklı' düşünüyor. Kuşku yok ki istihbarat analistlerinden iyi polis çıkmıyor, polislerden de iyi istihbarat analisti çıkmadığı iyice açıklık kazandı.'
Shelby'nin önerileri ABD Başkanı G. W. Bush tarafından kabul edilmiş. '2003 Birlik mesajı'nda Bush, FBI ile CIA'nın anti-terör faaliyetlerini biraraya getiren 'Terörist Tehdit Entegrasyon Merkezi'nin kuruluşunu ilan etmiş. Bizde de 'istihbaratta çok başlılık' ve 'kurumlararası rekabet' öteden beri tartışma konusu. Benzer merkezler bizde de kuruluyor tabii ama bu kuruluşların tam anlamıyla fonksiyonel olmaları şart. Türkiye'nin bölgesel yahut küresel ölçekte bir aktör olma iddiası ülkemizi ciddi tehditlerle yüzyüze getirmiş iken, yakın bölgemiz bir terör ve şiddet sarmalına çekilmiş iken, bu konuların çok daha derinlikli şekilde ele alınması gerektiğine işaret etmek bile fuzulidir.


Hiç yorum yok: