14 Temmuz 2013 Pazar

Karanlık Zihniyet Karanlık Dehlizlerde Yok Olur!-Cehenneme Bölük Bölük Sevk Edildiler-Aile, Çocuk ve Güzel Ahlak-Özlenen Türk – İslam Birliği-“Rabb’inin Nimetini Durmaksızın Anlat!”-Fuat Türker

Karanlık Zihniyet Karanlık Dehlizlerde Yok Olur!

Kur’an Yüce Allah'ın insanlara yaşam rehberi olarak gönderdiği bir kitaptır ve insanlara güzel ahlakı tarif eder. Bu ahlakın temelinde, sevgi, şefkat, hoşgörü, adalet ve merhamet gibi kavramlar vardır. İslam kelimesi Arapça’da ‘barış’ anlamındadır. İslam dini, Rabb’imizin sonsuz merhamet ve şefkatinin yeryüzünde tecelli etmesiyle oluşan huzur ve barış dolu yaşamı insanlara sunma amacındaki dindir.


İnsanlar dinlerini yanlış anlıyor ve yanlış uyguluyor olabilirler. İnsanlara bakarak o din hakkında fikir edinmek sağlıklı olmaz. Din ancak kutsal kaynağı incelenerek tanınabilir.



İslam dininin kutsal kaynağı Kur’an-ı Kerim’dir. Allah’ın buyruğu olan Kur’an ahlakı saygı, sevgi, şefkat, merhamet, özveri, hoşgörü ve barış kavramlarına dayanır. Bu ahlakı gerçek anlamda yaşayan bir mümin ince düşünceli, alçakgönüllü, adaletli, güvenilir ve uyumlu bir insan olur. Bulunduğu ortama sevgi, saygı, huzur verir.


Allah’ın Laneti Bozguncular İçindir


Yüce Allah, insanlara kötülük yapmaktan sakınmalarını buyurmuş; zulüm, zorbalık ve kan dökmekten men etmiştir. Allah'ın bu buyruğuna uymayanlar, Kur’an ayetlerinde ‘şeytanın adımlarını izleyenler’ ifadesiyle nitelendirilirler. Rabbimiz’in haram kıldığı bu davranışlar içindeki kişilere birçok Kur’an ayetinde dikkat çekilir:


"Allah'a verdikleri sözü, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozanlar, Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi kesip-koparanlar ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar; işte onlar, lanet onlar içindir ve yurdun kötü olanı da onlar içindir." (Rad Suresi, 25)


"... Allah'ın verdiği rızıktan yiyin, için ve yeryüzünde bozgunculuk (fesad) yaparak karışıklık çıkarmayın." (Bakara Suresi, 60)


Bozgunculuk ve zulüm, "Şüphesiz Allah, bozgunculuk çıkaranların işini düzeltmez." (Yunus Suresi, 81) ayetiyle de bildirildiği üzere asla başarıya ulaşamayacak olan hareketlerdir. Allah bozgunculuğu yasaklamış, bozguncuları lanetlemiş, ve amaçlarına ulaşamayacakları konusunda uyarmıştır. Bu nedenle yeryüzünde zulüm yapan kişiler çok büyük bir yanılgı içindedirler.


Ancak günümüzde tüm dünyada terör, anarşi, soykırım ve katliamlar yaşanmakta, nedensiz olarak birbirlerine düşman olan gruplar ülkeleri kana bulamakta, masum insanlar hunharca öldürülmektedir. Tarih, kültür ve toplumsal yapı açısından farklı ülkelerdeki bu olayların, her ülkede kendine has bazı nedenleri ve kaynakları olabilir. Ancak asıl nedenin din ahlakının getirdiği sevgi, saygı ve hoşgörüden uzaklaşmak olduğu açıktır. Allah korkusunu içinde taşımayan ve Allah’ın huzurunda sorgulanacağından gaflette olan, bu nedenle de kimseye hesap vermeyeceğini düşünen bu kimseler her türlü ahlaksızlığı ve vicdansızlığı kolaylıkla yapabilirler.

Gerçek Kur’an ahlakını kavramış bir insan şiddet ve bozgunculuktan yana çıkmaz, asla bu tip eylemlerin içinde bulunmaz. Bu yüzden de anarşi ve terörün çözümü gerçek İslam ahlakının yaşanması ve toplumda hakim olmasıdır. İnsanlar Allah’ın tavsiye ettiği güzel ve üstün ahlakı öğrendiklerinde, çatışma ortamlarını ve savaşı kendilerine hedef edinen gruplardan yana çıkmayacak, onlara destek olmayacaklardır. Rabbimiz birçok ayette insanları bozgunculuktan meneder.


"O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez. Ona: "Allah'tan kork" denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o." (Bakara Suresi, 205-206)


Allah'tan korkan bir insanın devletine, milletine, insanlığa en küçük zarar getirecek hiç bir harekete göz yummayacağı çok açıktır. Allah'tan ve Kur’an’dan yüz çevirmiş, vereceği hesaptan gaflette sorumsuz bir insan ise her türlü kötülüğü kolaylıkla yapabilir.


Terörle İslam’ı ilişkilendiren ve O’nun nurundan yararlanamayanlar kendi karanlık gözlüklerinden dumanlı, sisli, kirli, puslu bir dünya görürler. Cinayet işleyenin dahi affedilmesinin hayırlı olacağını söyleyen Kuran bize aydınlığı, estetiği ve güzelliği anlatır. Karamsar, karanlık zihniyetli insanın dini görüşleri ortaya adeta bir kâbus çıkarır ki o din değildir; kişinin kendi ruhundaki karanlıktır. Din pırıl pırıl aydınlıktır, ışıktır, ferahlıktır, huzurdur. İslam barış dinidir, İslam bir nurdur. Karanlık zihniyet başarılı olamaz, karanlık dehlizlerde yok olacaktır.


Bizlere düşen de, dinsizliği ve din adına ortaya atılan çarpık görüşleri eğitim yoluyla ve fikir mücadelesiyle ortadan kaldırmaya çalışmak, insanlara Allah sevgisi ve korkusunu, gerçek Kur’an ahlâkını öğretme çabası içinde olmaktır…

Cehenneme Bölük Bölük Sevk Edildiler

Kur’an’da inkar edenlerin sonsuz azap yurdu olan cehenneme bölük bölük sevk edildikleri, atıldıkları, “… azgınlar onun içine dökülüverilmiştir. (Şuara Suresi, 94) ayetindeki ifadeyle, adeta çöp gibi içine döküldükleri bildirilir.

Cehennemin kapıları ve katları, azabı hak eden her bir grup için özel olarak var edilmiştir. İnkarcılar başkaldırılarının şiddetine göre sınıflara ayrılırlar. Cehennem içindeki farklı ‘kat’lar, “... onların tümünün buluşma yeri cehennemdir. O'nun yedi kapısı vardır; onlardan her bir kapı için bir grup ayrılmıştır." (Hicr Suresi, 43-44) ayetiyle haber verilir.

Kazandıkları günahlara göre farklı azap tabakalarının en altında yer alan, azabın en büyüğüyle karşılaşanlar kişiler, iman etmedikleri halde iman etmiş gibi davranan ikiyüzlü münafıklardır.

Gerçekten münafıklar, ateşin en alçak tabakasındadırlar. Onlara bir yardımcı bulamazsın. (Nisa Suresi, 145)

Cehennem inkarcılara doymaz, azaba susamıştır. Bazı insanların zannettikleri gibi belli sayıda insanla dolacak olan bir mekan değildir; içine atılan çok sayıda inkarcıya rağmen cehennem daha fazlasını isteyecektir; o insana açtır, insana susamıştır.

O gün cehenneme diyeceğiz: "Doldun mu?" O da: "Daha fazlası var mı?" diyecek. (Kaf Suresi, 30)

Cehennem yakaladığını sonsuza dek alıkoyar. Allah, cehennemi bir Kur’an ayetinde, “Onu Ben, cehenneme sürükleyip-atacağım. Cehennem (sakar) nedir, sen bilir misin? Ne alıkoyar, ne bırakır. Beşere delicesine susamıştır.” (Müddessir Suresi, 26-29) ifadesiyle tarif eder.

Cehennemde fiziksel acılar kadar şiddetli manevi azaplar da vardır. İnkarcı aşağılanır, horlanır, şiddetli bir pişmanlık yaşar, çaresizliği ve ümitsizliği tadar. Sonsuzluğu düşündükçe pişmanlık ve azabı daha da artar. Çok uzun da sürse, biteceğini bilme düşüncesi onu rahatlatabilirdi. Ancak yaşadığı azapların asla bitmeyeceğini, sonunun hiç gelmeyeceğini, cehennemden çıkamayacağını bilmenin verdiği ruh hali, dünyada yaşanan hiçbir ümitsizlik duygusuyla kıyaslanamaz.

Cehennem, pis kokusu, dar, gürültülü, karanlık, isli, dumanlı, tekin olmayan mekanları, hücreleri kavuran sıcaklığı, yüreklere tırmanan ateşi, iğrenç yiyecek ve içecekleri, ateşten elbiseleriyle sonsuza dek süren azabıyla korkunç bir ortamdır. Cehennem halkı kaçmaya çalışır, dünyaya geri çevrilmek ister, tartışır, ateşe sunulur, azabın hafifletilmesini ister, acıkır, susar, tarifsiz pişmanlık duyar.

Bu pis ve iğrenç mekanlarda inkarcılar hayvanlar gibi yaşarlar. Yiyecek olarak yalnızca zakkum ağacı ve darı dikeni, içecek olarak ise irin, kan ve kaynar sudan başka bir şey yoktur. Bu arada ateş onları her yanlarından kuşatır. Yanan deriler yerine yenileri oluşur. Azap kesintisiz/hafiflemeden sürer. Kırbaçlanır, zincirlere vurulur, tasmalandırılır, elleri boyunlarına bağlı olarak daracık yerlere atılırlar. Giysileri, yatakları, örtüleri ateştendir. Kurtulabilmeyi ister, yalvarırlar ancak cevap alamazlar. Azabın hafifletilmesini isterler, aşağılanmayla karşılık alırlar.

Cehennem, Allah’ın adaleti gereği vardır ve bütün bu olanlar kesin gerçektir; en az yaşadığımız hayat kadar gerçektir. Yoksa kötülüklere batıp-yara alanlar, kendilerini iman edip salih amellerde bulunanlar gibi kılacağımızı mı sandılar? Hayatları ve ölümleri bir mi (olacak)? Ne kötü hüküm veriyorlar. (Casiye Suresi, 21) ayetiyle de bildirildiği üzere kötüler ve iyiler asla bir arada olamazlar. Dünyada da bir arada olamadıkları gibi…

Allah'tan yüz çevirenler, “işittik isyan ettik” diyenler, Allah’a bir ucundan ibadet edenler, kendilerini düzeltmeyip "nasılsa bağışlanacağız" diyerek günahta ısrarlı olanlar, azapta belirli bir süre kalacaklarını zannedenler, Allah'tan başka onlarca şeyi/kişiyi ilah edinenler, Allah'ın dinini çıkarları doğrultusunda çarpıtanlar, kendi dinlerini yaşayanlar, yeryüzünde kötülüğü örgütleyip - düzenleyen bozguncular, zulmedenler, imandan sonra inkara sapanlar; tüm kafir, müşrik ve münafıklar cehenneme bölük bölük sunulurlar.

İnkar edenler, cehenneme bölük bölük sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki: "Size Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi mi?" Onlar: "Evet." dediler. Ancak azap kelimesi kafirlerin üzerine hak oldu. (Zümer Suresi, 71)

Aile, Çocuk ve Güzel Ahlak

Toplumdaki en küçük, en temel birim olan ailenin yapısı ne denli güçlü ise, millet ve devlet de o derece güçlü olur. Değerlerini yitiren, bireyleri arasında sevgi, saygı ve beraberlik duyguları körelen ailelerden oluşan devletin güçlü olması zordur. Aile yapısı çöken dinden uzak toplumlar, hızla manevi ve ahlaki dejenerasyona doğru yol alır.


Din ahlakına sahip insanların yaşadığı çevreler, özlem duyulan, huzur ve güven içindeki ortamlardır. İslam barıştır, ışıl ışıl aydınlıktır; insana gerçek sevgiyi, şefkati, merhameti, dostluğu tarif eder, sevmenin sanatını öğretir. O’nun sınırları içerisinde yaşayan insan da her zaman ve her ortamda dürüst, samimi karakter özellikleri, saygı ve sevgi dolu davranışlar sergiler.


Din yalnızca belirli ibadetlerden oluşmaz. Gerçek din, yaşamın her anını kapsar ve insanlara Kur’an ekseninde güzel ahlak özellikleri kazandırır. Güzel ahlak özelliklerinin de ibadet olduğu bilincine sahip insan Allah'ın hoşnutluğunu, rahmetini ve cennetini kazanmak için yaşamının her anında Kur’an'la bildirilen üstün ahlakı yaşamaya çaba gösterir.


Günümüz toplumunda, anne ve babaya itaatsiz, saldırgan çocuklara ve onlara doğruyu yanlışı anlatmayan, onlarla ilgilenmeyen, birbiriyle de geçimsiz, sürekli tartışan anne- babalara çok sık rastlıyoruz. Bu evlerde, itaat, sevgi, saygı, anlayış ve şefkat yerine kavga, hakaret ve isyan hakimdir.


Kur’an ahlakına uygun yaşam süren bir ailede ise bu ailelerdeki sorunlar yaşanmaz. Bu evlerde, anne- babaya itaatli, Allah'ın buyruğu gereği onlara "öf" bile demeyen, kötülüklerden uzak duran vicdanlı çocuklar yetişir. Bu ailelerin anne babaları çocuklarının hayırlı insanlar olmaları için çaba harcayan, birbirlerine de sevgi ve saygı gösteren, davranışları ile örnek insanlardır.



Her Anne Baba ‘İyi’ Değildir


Her toplumda olduğu gibi, toplumumuzda da ahlak dışı yaşayan, çocuklarını da kendi yaşantılarına çekmeye çalışan anne babalar vardır. Çocuk, anne-babası olduğu için bu kişilerin fikirlerine boyun eğmek zorunda değildir. Allah Kur’an’da, ahlak dışı davranan anne babaya itaati yasaklar.

Biz insana, anne ve babasına (karşı) güzelliği (ilke edinmesini) tavsiye ettik. Eğer onlar, hakkında bilgin olmayan şeyle Bana ortak koşman için sana karşı çaba harcayacak olurlarsa, bu durumda, onlara itaat etme. Dönüşünüz Banadır. Artık yaptıklarınızı size haber vereceğim. (Ankebut Suresi, 8)

Bugün cezaevleri hırsızlık yapmış, insanlara/devlete zarar vermiş, cinayet işlemiş anne-babalarla doludur. Bu anne-babaların çocukları, onlarla birlikte yaşamak zorunda değildir. İnsanların genelde söylediği gibi her anne-babanın, çocuklarının iyiliğini ve sağlığını gözeterek hareket ettikleri görüşü gerçek dışıdır. Her aile çocuk açısından güvenli bir ortam sunmaz. Bugün kadın sığınma evleri, aile bireylerinden ya da eşinden şiddet görmüş kadınlarla doludur.


Birçok aile, çocuklarının düşüncelerine ve inançlarına saygı duymaz. Kızını istemediği biriyle evlendirerek adeta mal gibi satan ya da biriyle konuşurken görüldüğü için çocuğunu feci şekilde döven hatta öldüren aileler vardır. Bugün hala süregelen töre cinayetleri de bunun dehşet verici örneklerindendir. Kısacası her aile ortamı çocuklar için huzurlu ve güvenlidir demek mümkün değildir.


Ailede Dejenerasyon


Ailede sevgi, saygı, dayanışma, özveri ve sadakat duyguları köreldiğinde, artık o milletin de varlığının devamı zorlaşır. Bu durum yalnızca aile ile sınırlı kalmaz, toplumun diğer kesimlerine yayılır. Arkadaşlık ilişkilerinde, çalışma ortamlarında, okullarda kıskançlık, ikiyüzlülük, alaycılık, dedikodu gibi kötü davranışlar ortaya çıkar. İlişkiler, beklenti ve çıkarlar üzerine kurulur.


Aile içinde din ahlakı konusunda eğitilmemiş olan ve özellikle televizyon programlarının yoğun telkinlerden etkilenen gençlerin, hatta çocukların şiddet eğilimli olduklarını görüyoruz. Bu durum öylesine yaygınlaşmıştır ki, küçük çocukların ellerine silah aldıklarına, cinayet işlediklerine tanık olmaktayız.


Allah'tan korkmayan anne-babalar, çocuklarına da Allah’ın emrettiği merhametli, adaletli, hoşgörülü, akılcı güzel ahlâkı öğretemez, Allah sevgisi ve korkusu olmayan zalim nesiller yetiştirirler. Hz. Nuh'un Kur’an’da söz edilen bu konudaki duası, inkârcıların ortak zalim karakterlerini gösterir:


Nuh "Rabbim, yeryüzünde kafirlerden yurt edinen hiç kimseyi bırakma." dedi. "Çünkü Sen onları bırakacak olursan, Senin kullarını şaşırtıp-saptırırlar ve onlar, kötülükten sınırı aşan (facir'den) kafirden başkasını doğurmazlar." "Rabbim, beni, annemi, babamı, mü'min olarak evime gireni, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla. Zalimlere yıkımdan başkasını artırma." (Nuh Suresi, 26-28)


Ne Yapmalı?..


İmam Gazali, çocuğun kalbini “tertemiz, bomboş, saf, her şeyi almaya kabiliyetli ve yöneltildiği her şeyi yapmaya meyilli” olarak tanımlar. Gazali ayrıca, ruhun fıtratı itibariyle gerçekleri kabullenmeye yetenekli ve Allah’ı bulup kavrayacak güce sahip olduğunu söyler. Bu nedenle çocuklara Allah inancı küçük yaşlarda öğretilmelidir. Dinin özü güzel ahlaktır. Allah katında beğenilen üstün ahlak özellikleri, özellikle çocukluk döneminde şekillenir. Son zamanlarda bazı batılı psikologlar, tarafsız ve önyargıdan uzak olarak yaptıkları araştırmalar sonucunda dinin, çocuğun ruhuna seslendiği ve onun ruhsal yapısına uygun olduğu görüşünde birleşmişlerdir.


Kur’an’da bildirilen geniş kapsamlı eğitim anlayışını ailesinde hayata geçirmek isteyen her vicdan sahibi insan, bilimsel konularda da kendisini geliştirmelidir. Bilim, evreni ve varlıkları inceleyerek Allah’ın yaratma sanatındaki kusursuzluğu, benzersizliği, üstünlüğü açıklamanın yoludur. Anne ve babalar kişiliklerini, davranışlarını, konuşma biçimlerini Kur’an’da bildirilen üstün ahlaka yakışır bir hale getirmede gayret ettikleri kadar, bilimsel konularda da kendilerini eğitmelidirler. Çocuğa ilk tebliği verecek olanlar anne babalardır ve edindikleri bilgiler onlara bu konuda yardımcı olacaktır.


Kuşkusuz bu eğitim süreci dua mahiyetinde yapılır. Kalpleri etkileyecek ve hidayete ulaştıracak olan yalnızca Allah’tır. Ancak anne baba, ahlakı, kişiliği ve karakter özellikleriyle iyi bir Müslüman modeli oluşturuyorsa iyi birer örnektir ve Allah’ın dilemesiyle çocuklarının güzel ahlak özelliklerini kazanmasına vesile olurlar.

Bediüzzaman Lem'alar’ında, insanın en birinci üstadının ve en etkili öğretmeninin annesi olduğunu söyler ve yaşamında annesinin önemini şu cümlelerle ifade eder:

“Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinat ve mânevî derslerdir ki, o dersler fıtratımda, adeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum. Demek, bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma merhum validemin ders ve telkinâtını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum."

Rabb’inin huzurunda hesabını veremeyeceği işler yapmaktan, O’nun rızasını, rahmetini ve cennetini kaybetmekten içi titreyerek korku duyan insanlardan oluşan ailelerin çoğalması, toplumun geleceği için en önemli güvencelerden biridir.


Kur’an ahlâkını gerçek anlamda yaşayan ailelerde yetişen çocuklar topluma, devletine, milletine yararlı bir yurttaş, ailesini seven, saygılı bir evlat, özverili bir arkadaştır. Bu yapıdaki bireylerin oluşturduğu bir milletin huzurlu, mutlu ve birlik ruhuna sahip güven dolu bir yaşamı olur. Kur’an, birlik içinde ve güçlü olmanın sırrını şöyle haber verir:


Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi, 46)


O halde, dini gerçek anlamda yaşayan vicdan sahibi bir nesil için, çocuklarımıza Resulullah’ın(sav) hadisinde tavsiye ettiği en güzel mirası bırakalım:



“Bir baba çocuğuna güzel ahlaktan daha üstün bir miras bırakamaz.” (Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 2.cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, s.512)

Özlenen Türk – İslam Birliği

Din ahlakının özünde birlik vardır.
Kur’an “... Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur.” (Enfal Suresi, 73) ayetiyle yeryüzünde akan kanın, fitnenin ve bozgunculuğun son bulması için inananların birlik ve beraberlik içinde olmaları gerektiğini bildirir.

Bütün Müslümanlar bu buyruğa uymakla yükümlüdür. Bütün İslam dünyasının birlik ve beraberliği istemesi gereklidir. Birlik olmayı istemeyen ayrılığı istiyor demektir ki bu, Allah’ın yüklediği sorumluluktan kaçmak anlamındadır. Ayrılık, Türk İslam dünyasına yarar değil, zarar getirmiştir; güç birlik olmakla gelir.

Tüm dünyada yaşanan zulüm ortadadır. Müslüman kardeşlerimiz yıllardır türlü işkencelere maruz kalıyorlar, öldürülüyorlar, sürgün hayatı yaşıyorlar ve baskı altındalar. Çok fazla sayıda Müslüman zorlukla, yoklukla, ölüm korkusuyla yaşıyor, her yerden ölüm haberleri geliyor.

Müslümanların, dünyanın gözü önünde, Avrupa’nın ortasında, acımasızca soykırıma tabi tutulduğunu unutabilir, hapishanelerde düşünceleri ve inançlarından dolayı tutuklanmış insanları görmezden gelebilir miyiz?
“Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: ‘Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla’ diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?” (Nisa Suresi, 75) ayetindeki ifadeyle; evet bize ne oluyor?
Acıların, katliamların, çilelerin ve fitnenin son bulması ancak Türk ve İslam ülkelerinin ittifak etmeleri ve Türk - İslam Birliği’nin kurulmasıyla mümkündür. Akan kanı durduracak açık, net ve kesin çözüm Türk - İslam Birliği’dir.

İslam ülkelerindeki yoksulluğun son bulması, Türk - İslam coğrafyasındaki kargaşa, karmaşa ve anarşinin ortadan kalkması, huzur ve güven içinde bir uygarlık için Türk - İslam Birliği’nin kurulması çok önemlidir. İttifak etmeyen İslam dünyasının, zayıf bırakılmış, aciz durumdaki Müslümanları koruması zordur. Ancak İslam dünyası birlik olduğunda, tek bir Müslüman bile zarar görmeyecektir.

Nasıl Bir Birlik?

Osmanlı İmparatorluğu döneminde, huzur ve güven içinde yaşayan halklar, aynı tarihi, aynı uygarlığı, aynı dini ve kültürü de yüzyıllarca birlikte yaşadılar. Bu toplumların, Avrupa ülkelerinin yaptığı gibi bir birlik oluşturmaları, çok daha doğal ve acildir. Çünkü zaten bu toplumlar geçmişte birlik halindeydi. Dünya savaşları sonucunda zorunlu olarak ayrılarak, kendi ülkelerini kuran bu toplumların, dostluk ve kardeşlik temelleri üzerinde yükselen yeni bir birlik oluşturmaları hiç de zor değildir.

Bu ülkeler, kendi varlıklarını ve yönetim şekillerini devam ettirecekler ancak Türk – İslam Birliği çatısı altında dostluk ve işbirliğini artıracaklardır. Koşullar bu birliği ihtiyaç haline getirmiştir; birlikte olmaktan büyük bir güç doğacaktır. Dahası bu birlikte yer alan ülkeler -Avrupa Birliği ülkeleri gibi- kendileri de daha güçlü duruma geleceklerdir.

Bu birlik, çeşitli nedenlerle ayrı kalmış kardeşlerin adeta yeniden kavuşması gibidir. Kardeş toplumların, dostluklarını perçinleştirdikleri bir oluşum artık herkesin dileği haline gelmiştir. Yakın dönemlerde bu birlik arayışını bazı devlet başkanlarının da dile getirmiş olması, Türk-İslam Birliği'nin aciliyetinin göstergesidir.

Sonuç Olarak;

Bugün insanlığın ihtiyacı huzur, barış, yardımlaşma ve adalettir. Söz ettiğimiz birlik, bu misyonu üstlenecektir. Düşmanlık yapmak, korku salmak ya da intikam almak için değil, dünyada barışı hakim kılmak için var olacaktır.

Bu birlik saygı, sevgi, hoşgörü, gönül ve ruh birliğidir. Temelinde sevgi, özveri, şefkat ve anlayış olacaktır. Ve yalnızca Müslümanları değil tüm dünyayı kucaklayacaktır.

İnanç, ibadet, düşünce ve ifade özgürlüğü sağlayacak olan bu birlik, herkesin canının, malının ve kutsallarının güvencesi olacaktır.

Kur’an’da "…Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah'ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir." (Bakara Suresi, 249) ayetiyle bildirildiği üzere, birlik olmak Türk - İslam Dünyasına büyük güç kazandıracaktır. Müslümanların yaşadıkları baskı, zulüm ve eziyetler sona erecektir.

Bediüzzaman da inananlara bu konuda şu öğüdü verir:

"...yüzer ayet ve ehadis-i nebeviyyenin (Peygamberimiz (sav)'in hadislerinin) şiddetle emrettikleri uhuvvet (kardeşlik), muhabbet ve teavünü (yardımlaşmayı) yapıp bütün hissiyatınızla ehl-i dünyadan daha şiddetli bir surette meslekdaşlarınızla ve dindaşlarınızla ittifak ediniz... yani ihtilafa düşmeyiniz. "Böyle küçük meseleler için kıymetdar vaktimi sarfetmekten ise, o kıymetli vaktimi zikir ve fikir gibi kıymetdar şeylere sarfedeceğim " deyip çekilerek, ittifakı zaifleştirmeyiniz (birliği zayıflatmayınız). Çünkü bu manevi mücadelede küçük mesele zannettiğinizden çok büyük olabilir. "

Geçmişte, birlik ruhunun sağladığı huzur, güven ve barış gibi değerler üzerinde inşa edilmiş olması nedeniyle İslam dünyası, çağın en modern uygarlığı olmuştu. Günümüzde de Türk-İslam dünyası gücünü tekrar elde etme ihtiyacındadır. Türk –İslam Birliği’nin kurulması için bugün de hiçbir engel yoktur; yalnızca istemek yeterli ve gereklidir.

Türkiye, bölgemizde Müslümanlar tarafından sevilen bir ülkedir. Bunların yanı sıra deneyimleri, dış ilişkileri, aydınları ve tüm halkıyla Türkiye, Türk-İslam dünyasının birleşmesine öncü olabilir. Büyük bir kesimin görüşleri de bu yöndedir. Yalnızca bulunduğu coğrafyaya değil, tüm dünyaya aydınlık getirecek olan bu birliğin inşası için vicdanlı insanların birlikte hareket etmesi çok önemlidir. Büyük bir şevk ve heyecanla beklenen bu beraberlik için atılan her adım coşkuyla karşılanacaktır.

Büyük Osmanlı İmparatorluğu'nun mirasçısı olarak, bölgeye yeniden barış ve huzur getirmeye vesile ve talip olmalıyız. Türk-İslam Birliği'nin kurulması için öncülük etmek bizlere düşmektedir. Tarihte Müslümanların birlik ve beraberlik içinde oldukları dönemlerde İslam Medeniyeti ışığıyla tüm dünyayı aydınlatıyordu. Aynı şekilde dünyayı aydınlatmak Allah'ın izniyle yeniden dünyanın süper gücü haline gelmek ütopya değildir.

“Rabb’inin Nimetini Durmaksızın Anlat!”

Bir mümin hangi dönemde, kimlerle birlikte, hangi koşullarda yaşarsa yaşasın, insanları Kur’an ahlakına çağırmakla, onlara ölümü, ahireti ve hesap günü Allah’ın huzurunda yapayalnız sorgulanacaklarını hatırlatmakla sorumludur. Müminin tüm bunlar karşılığında kimseden bir beklentisi olmaz, yalnızca sorumluluğunu en iyi şekilde yerine getirmeyi ve Rabb’inin kendisinden hoşnut olmasını amaçlar.

Ancak Kur’an ahlakını ve müminleri tanımayan bir kişi, kendisine din ahlakını samimiyetle ve ciddi bir çaba ile tebliğ eden mümine karşı ön yargılı yaklaşabilir. Bunun nedeni, çevresinde bulunan kimselerin çoğunluğunun Kur’an ahlakına göre yaşamaması ve herşeyi muhakkak bir çıkar karşılığında yapmalarıdır. Dolayısıyla aklına, bu kişinin din ahlakını neye karşılık anlattığına dair birtakım sorular gelebilir.

Birçok insan, kendi düşünce sisteminde her şey çıkar ilişkisine dayalı olduğundan, müminlerin de din ahlakını bir karşılık bekleyerek anlattığını düşünebilir. Allah için yaşayan samimi inananların yalnızca Allah'ın hoşnutluğunu gözetmelerini anlayamayabilir. Bir TV programında Darwinist bilim adamının sözlerindeki gibi, ‘inancının reklamını yaptığını’ iddia edebilir. Mümin Rabb’inin nimetlerini anlatmaya başlamadan önce, karşısındaki kişinin bu endişelerini giderir; bu da onun üzerindeki sorumluluklardan biridir.
Allah'ın Varlığının Kanıtlarını Anlatmak
Yüce Allah yarattığı her varlıkta sonsuz ilminin, aklının, gücünün kanıtlarını insanlara gösterir. Vicdanını dinleyen insan için Allah'ın varlığı çok açıktır. Ancak birçok insan yıllarca Allah'ı inkar yönünde telkin aldığı için bu konuda kuşku duyar. Önyargılarını ve bağnazlıklarını kırmak için onlara, varlıklardaki mucizevi detayları anlatmak, Allah'ın varlığına dair kanıtlar göstermek, bu varlıkların asla rastlantılarla meydana gelemeyeceğini açıklamak etkilidir.
Ciddi bir çaba gösterilirse, acz içindeki bu göremeyen kişiler -Allah’ın dilemesiyle- gaflet uykusundan uyandırılabilirler. Etrafında gördüğü kusursuz sistemlerin rastlantılar sonucu oluşamayacağının bilincine varan bir insan için ise, dinsizlik tehlikesi ortadan kalkar. Böylece Allah'a iman eden insan, O'na karşı sorumlu olduğunu ve artık yaşamını O'nun hoşnutluğunu amaçlayarak sürdürmesi gerektiğini kavrar.
Rabb’imiz birçok Kur’an ayetinde, yarattığı varlıklar üzerinde derin düşünmeye ve ibret almaya çağrıda bulunur.
“Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Biz, onu nasıl bina ettik ve onu nasıl süsledik? Onun hiçbir çatlağı yok. Yeri de (nasıl) döşeyip-yaydık? Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda 'göz alıcı ve iç açıcı' her çiftten (nice bitkiler) bitirdik. (Bunlar,) 'İçten Allah'a yönelen' her kul için 'hikmetle bakan bir iç göz' ve bir zikirdir. Ve gökten mübarek (bereket ve rahmet yüklü) su indirdik; böylece onunla bahçeler ve biçilecek taneler bitirdik. Ve birbiri üstüne dizilmiş tomurcuk yüklü yüksek hurma ağaçları da. Kullara rızık olmak üzere. Ve onunla (o suyla) ölü bir şehri dirilttik. İşte (ölümden sonra) diriliş de böyledir.” (Kaf Suresi, 6-11)
Kur’an'da Tarif Edilen Gerçek Dini Anlatmak
Din dışı felsefeleri benimseyen inkarcılar, insanlara ideolojilerini telkin ederlerken, dine karşı olumsuz eleştirilerde bulunur, saldırgan bir davranış sergilerler. Bu kişilerin dine saldırı malzemeleri, genelde Müslümanlık adı altında yaşanan, ancak içine hurafelerin, adet ve geleneklerin katıldığı, dinin özünden tamamen uzak olan anlayışlardır. Gerçek Müslümanlık, hedef alınan bağnaz din anlayışına tamamen zıttır. Bu yüzden eleştirilenin gerçek değil hurafe dini olduğu, Kur’an'da bildirilen gerçek dinin ise bundan çok farklı, insan yaratılışına uygun ve kolay olduğu insanlara etkili bir şekilde anlatılmalıdır. Kur’an, içinde hiçbir çelişki bulunmayan Allah kelamı olan bir kitaptır. Bu, kanıtlarıyla ortaya konduktan sonra, Kur’an ayetlerinde haber verilen olayların insanlara aktarılması gerekir.
Bediüzzaman'ın da, dinsizliğin insanlığı sürükleyeceği tehlikelere karşı sunduğu çözüm; Kur’an ahlakının yaşanması, anlatılması ve yaşatılmasıdır.
“Sarsılmaz bir iman isteyen ve dinsiz anarşistliğe karşı kırılmaz bir kılınç arayanlar, Büyük alamete (Kur'an'a) müracaat etsinler.” (Şualar, 599)
Dinsizlik ile mücadelede en etkili yöntemlerden biri olan iman hakikatlerini, Allah'ın varlığını ve sonsuz gücünü kanıtlarıyla anlatmak, gerçek dine davet etmek, her samimi iman sahibinin önemli sorumluluğudur.
Rabbinin nimetini durmaksızın anlat. (Duha Suresi, 11)


Hiç yorum yok: