14 Temmuz 2013 Pazar

Bir Büyük Uygarlığın Yeniden İnşası-Hac ve Kurban Adanıştır-Vakit ‘Öldürmek’ Değil Kazanmak İçindir-Gaybın Anahtarları-Kur'an Onlara Yetmiyor mu?-Fuat Türker

Bir Büyük Uygarlığın Yeniden İnşası

Bugün İslam Dünyası'nda büyük bir uyanış hareketi gerekmektedir. Bu coğrafyada, Müslümanları yıllardır ilerlemeden alıkoyan din dışı gelenek ve anlayışlar yerine, İslam'ın ilk dönemlerinde olduğu gibi, Kur'an ahlâkından kaynak bulan akılcı, kararlı, geniş ufka sahip bir bakış açısı ve ahlak anlayışı yerleştirilmelidir. Müslüman'ın sorumluluğu Kur'an'ın rehberliğinde dünyayı gerçek anlamıyla kavramak ve Kur'an'ın ışık veren yoluna tüm insanlığı davet etmektir. Dünyevî nimet ve güzelliklere sahip olmak her Müslümanın hakkıdır. Kur'an, Allah'ın sınırları içerisinde yaşayan samimi inananlara bu güzelliklerin hepsini yaşayabileceklerinin müjdesini verir.

Yaşadığımız zamanda Müslümanların nüfuslarının fazla olmasına rağmen ezileceklerini Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde görüyoruz. Bunun nedeni İttihad-ı İslam'ın olmamasıdır. Dünyada yaşanan acıları sona erdirmenin yolu, gösteriler yapmak, slogan atmak, 'ağlama günleri' düzenlemek değildir. Çözüm İttihad-ı İslam'dır. İslam aleminin oluşturacağı birlik, yalnızca İslam coğrafyasının değil tüm dünyanın ihtiyacıdır. Ve bu birlik, ihtişamlı bir uygarlığın yeniden inşası anlamındadır. Kuran'da emredilen birlik ruhu hayata geçtiğinde, huzur ve güvenlik sağlanacak, ekonomik sıkıntılar ortadan kalkacak, eğitim, bilim ve sağlıkta önemli atılımlar yaşanacaktır. Dünyaya örnek olacak yeni bir uygarlığın ilk adımlarını, günlük yaşam, sanat, tıp, bilim, teknoloji ve mimarideki büyük gelişmeler izleyecektir.

Dostluk ve kardeşliğin yerleşmesiyle, toplumda huzur ve güvenlik sağlanacak, özgür ve ileri görüşlü bireyler yetişecektir. Yeni ürünlerin ve insanlığa yararlı buluşların yapıldığı, ilerlemenin ivme kazandığı uygun ortamlar oluşacaktır. Tüm bu olumlu gelişmeler Müslüman aleminin birlik ruhunu hayata geçirmesiyle yaşanacaktır.

Dogmaların, batıl inanışların, önyargıların ve saplantıların etkisinde kalmadan düşünen Kur'an ahlâkına sahip bireyler, yaşadıkları dönemden daha ilerisini görebilirler. Onların bu özellikleri, günlük yaşamı kolaylaştıracak ve insanların rahatını sağlayacak sistemler geliştirmelerine vesile olacaktır. İşte bu vizyon, İslam aleminde yeni bir çığır açacaktır.

"Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun..." (Al-i İmran Suresi, 104) ayeti gereği her Müslüman insanları Kur'an ahlakına davet etmekle sorumludur. Ancak bugün İslam dünyasının içinde bulunduğu dağınıklık nedeniyle bu önemli görev gereğince yerine getirilememektedir.

Oysa özellikle son dönemde İslam'a yöneliş oldukça artmış ve gerçek Kur'an ahlakının insanlara anlatılmasının önemi daha da ortaya çıkmıştır. Allah'ın birliği, varlığının delilleri, din ahlâkının gerekleri, Kur'an hükümleri, Peygamberimiz (sav)'in hayatı gibi konular batıda en çok ilgi duyulan ve tartışılan konular arasındadır. İslam'a ilgi duyan insanlar, doğruları samimi Müslümanlardan öğrenebilirler. Bu yüzden Müslümanların güzel örnek olmaları ve dini en iyi şekilde temsil etmeleri gerekmektedir.

Din ahlakına karşı olan ve dinsizliğin yayılması için mücadele eden çevreler, ittifak içindedirler. İttifakları çıkar birlikteliği de olsa, birlik olmaları nedeniyle çoğu zaman planlarını kolaylıkla uygulamaya koymaktadırlar. Açıktır ki, din ahlakının yaşanmamasının sebep olduğu dejenerasyonun çözümü, Kur'an ahlakıdır.

Kuşkusuz din ahlakına karşı olan her fikir sistemi, Allah'ın kanunu gereği yenilmeye mahkumdur. Ancak insanları dinden uzaklaştıran tüm fikir sistemleri, Müslümanlara büyük bir fikir mücadelesi görevi yüklemektedir. Dinsizlikten kaynaklanan sorunların ortadan kaldırılması için Müslümanların gerçek Kur'an ahlakını yaşamaları, yaymaları ve insanları Allah'ın yoluna davet etmeleri gerekmektedir.

Kur'an ahlâkının dünya hakimiyeti samimi Müslümanların en büyük özlemlerindendir. Umursamaz, kayıtsız, kendini kurtarma peşindeki bir yaklaşım Müslümana yakışmaz. Dünyanın herhangi bir köşesinde bir Müslümana gelen zarardan tüm Müslümanlar sorumluluk hissetmelidirler. Bir Müslüman, İttihad-ı İslam'ı ve İslam ahlâkının dünya hakimiyetini gerçekleşmesi imkansız bir hayal olarak görüyorsa, acı içindeki masum insanlar, tecavüze uğrayan çocuklar ve genç kızlar için yapabileceği birşey olmadığını düşünüyorsa zulmün ortaklarından biridir. Çünkü Müslümanlar, "... haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır. (Şura Suresi, 39) Müslümanlar tek bir vücut gibi olmalı, ellerindeki suyu birleştirerek dünyayı alevler içinde bırakan bu büyük yangını söndürmelidirler.

Müslümanlar birleşmedikleri sürece deccale yenik düşerler. Kurtuluş ve gerçek özgürlük için İttihad-ı İslam önceliğimiz olmalıdır. Dünya Müslümanlarının, kendi iç anlaşmazlıklarını bir tarafa bırakmaları, vicdanlarının ışığında birlik ruhunu canlandırarak ittifak etmeleri acildir. Böylece büyük uygarlığın yeniden inşası Allah'ın izniyle ütopya olmaktan çıkacak, gerçeğe dönüşecektir.

***

Hac ve Kurban Adanıştır

Hac, ırk, renk, millet ayırımı olmaksızın İslam kardeşliğinin göstergesidir. Allah’ın “Tanışasınız diye sizi milletler ve kabileler halinde yarattık.” (Hucurat Suresi, 13) buyruğunun yaşama geçirilmesidir. Beytullah “Allah’ın evi”dir. Tüm inananlar orada Kâbeye yönelir; bu aynı zamanda Sahibine yöneliştir.

Hac mahşerin sembolik provasıdır. Allah’a teslim olmanın, yeniden dirilişin, Allah ile ahdini yenilemenin, dünyevi bağımlılıklardan kurtulup, özgürlüğe kavuşmanın sembolüdür.

Kur'an'da hac ibadetiyle ilgili ayetlerde genellikle kurban konusundan da söz edilir. Müminler, kutsal topraklarda huşû içinde yaptıkları hac ibadeti vesilesiyle, Hz. İbrahim(as) gibi Allah’a yakınlaşmayı umut ederler.

Kurban, Allah’a yakınlaşmak adına çok sevdiği oğlunu feda etmeyi göze alabilen Hz. İbrahim’in(as) mübarek anısıdır. Allah’a itaatin, teslimiyetin, güçlü ve derin bir imana sahip olma gereğinin bir hatırlatmasıdır.

Allah'a Ulaşan Ancak Takvadır

Namaz, oruç, infak, itaat ve diğer tüm ibadetlerde, niyet ve kalpten geçenler önemlidir. İnsanlar ibadetlerini, Allah'ı ve O'nun karşısında ne denli acz içinde olduklarını düşünmeden, yalnızca alışkanlıkla yapıyor olabilirler. Hac, şeklen yapılan ruhsuz ve anlamsız bir ibadet olmamalıdır. Ya da hac, seyahat, ticaret ve gösteriş için yapılmamalıdır. İnsan, kulluğun gereklerini Allah'ın kendisinden hoşnut olmasını dileyerek, O'na muhtaç olduğunun bilincinde olarak yaptığında, ibadetleri Allah katında geçerli olur.

Kur’an, insanların kestikleri kurbanların kanlarının değil, yalnızca kalplerindeki takvalarının kendisine ulaşacağını bildirerek tam da bunu hatırlatır: “Onların etleri ve kanları kesin olarak Allah'a ulaşmaz, ancak O'na sizden takva ulaşır. İşte böyle, onlara sizin için boyun eğdirmiştir; O'nun size hidayet vermesine karşılık Allah'ı tekbir etmeniz için… Güzellikte bulunanlara müjde ver” (Hac Sûresi, 37)

İnanan insanlar her kurban kesiminde, Hz. İbrahim(as) ile oğlu Hz. İsmail'in(as) Yüce Allah'a koşulsuz itaat konusunda verdikleri başarılı imtihanın anısını tazeler ve kendilerinin de benzer bir itaate hazır olduklarını sembolik olarak gösterirler.

Kur’ân’da önemli bir itaat ve teslimiyet örneği olan Hz. İbrahim(as) ve oğlu Hz. İsmail'in başından geçen imtihan, ayetlerde şöyle haber verilir:

“Biz de onu halim bir çocukla müjdeledik. Böylece (çocuk) onun yanında koşabilecek çağa erişince (İbrahim ona): ‘Oğlum’ dedi, ‘gerçekten ben seni rüyamda boğazlıyorken gördüm. Bir bak, sen ne düşünüyorsun?’ (Oğlu İsmail) Dedi ki: ‘Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşallah, beni sabredenlerden bulacaksın.’ Sonunda ikisi de (Allah'ın emrine ve takdirine) teslim olup (babası, İsmail'i kurban etmek için) onu alnı üzerine yatırdı. Biz ona: ‘Ey İbrahim’ diye seslendik, ‘gerçekten sen, rüyayı doğruladın. Şüphesiz Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz.’ Doğrusu bu, apaçık bir imtihandı. Ve ona büyük bir kurbanı fidye olarak verdik” (Saffat Sûresi, 101-107)

Yüce Allah’ın ‘dost’ edindiği peygamberi Hz. İbrahim’in(as), oğlu İsmail’i(as) Allah için feda edebileceğini kanıtlaması, güçlü ve derin imanının göstergesidir. Bu üstün ahlâk iman edenler için çok güzel bir örnektir. Bu nedenle müminler, “İbrahim ve onunla birlikte olanlarda size güzel bir örnek vardır…” (Mümtehane Sûresi, 4) âyetinde haber verildiği üzere, onların yolunu izlemeli ve Allah'ın âyetlerini uygulamadaki titizlikleri, zorluk zamanlarındaki tavizsiz davranışları, sabırlı ve tevekküllü kişilikleriyle onları örnek almalıdırlar.

Hz. İbrahim'in(as) imanındaki samimiyeti, tevekkülü, itaati, sadakat ve kararlılığı kuşkusuz her müminin sahip olması gereken önemli ahlâk özellikleridir: “Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah'a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden değildi” (Nahl Sûresi, 120)

Kur’ân âyetlerinde söz edilen kurban kesme, ete duyulan ihtiyaç nedeniyle hayvan kesme değil, bir tür manevî adanış göstergesidir.

“Kendileri için birtakım yararlara şahid olsunlar ve kendilerine rızık olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine belli günlerde (kurban adarken) Allah'ın adını ansınlar. Artık bunlardan yiyin ve zorluk çeken yoksulu da doyurun.” (Hac Sûresi, 28)

Müminlerin, kestikleri kurbanı Allah'a yakınlaşmaya bir vesile olarak görmeleri, Allah'a olan sadakatlerini, O'nun rızasını hiçbir dünyevî nimete değişmeyeceklerini, bu uğurda -en sevdikleri de dâhil- her şeyi feda edebileceklerini ortaya koyar. Kurban, Allah’a yakınlaşmak niyetiyle, O’nun dışındaki her şeyi kurban etmektir. Bizler de Hz. İbrahim(as) ve Hz. İsmail(as) gibi, tam bir teslimiyetle teslim olalım ve o sapasağlam/kopmayan kulba tutunalım… Çünkü, “Bütün işlerin sonu Allah'a varır" (Lokman Sûresi, 22)

***

Vakit ‘Öldürmek’ Değil Kazanmak İçindir

Yüce Allah’a samimi olarak inanan insan, dünya hayatındaki çekici kılınmış boş uğraşlardan tamamen uzak durmalıdır. Ancak bu şekilde açık bir şuurla düşünmesi gereken konulara yoğunlaşabilir.
Boş vakit geçirmeyi güzel görmek, şeytanın telkinlerinden biridir. Yararsız işlerle uğraşmak, dinden uzak cahiliye toplumunda kullanılan ifadesiyle "zaman öldürmek" insanların çok yaygın yaptıkları bir davranıştır. Ancak mümin, Allah’ın lütfettiği vaktini, yine O’nu anarak, yarattıkları üzerinde derin düşünerek ve O’nun dinine hizmet ederek geçirir. Kuran'da müminlerin, "Onlar, 'tümüyle boş' şeylerden yüz çevirenlerdir." (Müminun Suresi, 3) ayetiyle boş işlerden yüz çevirdikleri bildirilir.
Dünya hayatındaki her saniye insanlar için çok değerlidir. İmtihan mekanı olan dünyada belli bir süre yaşanacaktır ve onda yapıp edilenlerden hesap sorulacaktır. Bu nedenle yaşanan her an Allah'ın hoşnutluğu aranmalıdır. Kendimizi bir gözden geçirirsek:
Vaktimizi boş ve yarar sağlamayacak konularla geçiriyorsak?
Yaptığımız işin ya da üzerinde düşündüğümüz konunun ahiretimiz için bir yararı yoksa?
Salih bir amelde bulunabileceğiniz fırsatlarla dolu vaktimizi, saatlerce televizyon karşısında ya da arkadaşlarımızla dedikodu yaparak harcıyorsak?
Tam da o boş geçirdiğimiz anda ölüm meleklerini karşımızda görecek olursak?..
Yapmamız gereken; sıraladığımız bu umursamaz davranışlardan sakınmak, karşılaşabileceğimiz tehlikeli durumun şuurunda olup, şeytanın hoş gösterdiği ‘boş’ işlerden ve düşüncelerden tamamen uzaklaşmaktır.
Zamanını boşa geçiren kişi ölümü, ahirette Rabb’i karşısında sorgulanmayı, cenneti, cehennemi derin düşünemez. Oysa dünyadaki her şey imtihan gereği olarak yaratılmıştır ve her insan hızla ölümüne doğru ilerlemektedir. İnsan, Allah’ın gün içinde kendisine gösterdiği sayısız aczini düşünüp, Rabb’ine yakınlaşmak için vesile aramaya çalışmalıdır.
Allah’ın buyruğu olan Kur’an ahlakını insanlara anlatma konusunda fikir mücadelesi yapmak varken, şeytanın çekici gösterdiği yaşamı seçmek çok akılsızca olacaktır. Ahirette hesap anında, Allah’ın verdiği yüzlerce nimeti O’nun rızası yönünde kullanmayıp, neden boş işlerle vakit geçirdiği elbette sorulacaktır.
Samimi inananlar, hesap gününde böyle bir durumla karşılaşma olasılığını asla unutmazlar. Derin düşünür, vicdanlarını kullanır, "Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?" (Nisa Suresi, 75) ayetinde bildirdiği gibi, yaşamlarını Kur’an ahlakını yaymak için çaba göstererek sürdürürler.
Peygamberimiz (sav) bu konuda şöyle buyurur:"Sağlık ve boş vakit, insanlardan pek çoğunun bunlardan faydalanmak hususunda aldandıkları iki büyük nimettir." (Buharî, Rikâk 1)
Allah boş şeylerden yüz çevirmemizi buyuruyor, bunu yapabiliyor muyuz? Dünyayı mı seçiyoruz yoksa?.. Hayat meşgalesi, armudun sapı, üzümün çöpü gibi konularla oyalanmak bizi bir yere vardırmaz; boş işlerdir. Boş işler de, insanı kendisiyle birlikte azaba sürükleme çabasındaki düşmanı şeytandandır.
Önemli olan bu gerçeğin bilincinde olabilmek ve tek bir anımızı bile boşa geçirmemek ve Kur’an'da bu yönde samimi çaba gösteren müminler gibi müjdelenebilmektir.
"İman edenler ve salih amellerde bulunanlar -ki biz hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz- onlar da cennetin ashabı (halkı)dırlar. Onda sonsuz olarak kalacaklardır." (Araf Suresi, 42)

***
Gaybın Anahtarları

Gaybe dair bilgi, Allah’ın sonsuz ilminin önemli örneklerindendir. Yaşamını Allah’ın hoşnutluğu üzerine kuran müminlerin en önemli özelliklerinden biri, Allah'ın Kur'an’da bildirdiği gayb haberlerine içten iman etmeleridir. Yüce Allah, birçok Kur'an ayetinde gaybı bilenin, yalnızca Kendisi olduğunu haber verir.

O, gaybı bilendir. Kendi gaybını (görülmez bilgi hazinesini) kimseye açık tutmaz (ona muttali kılmaz.) (Cin Suresi, 26)

Cin Suresinin devam eden ayetinde ise "Ancak elçileri (peygamberleri) içinde razı olduğu (seçtikleri kimseler) başka. Çünkü O, bunun önüne ve arkasına izleyici (gözetleyici)ler dizer."(Cin Suresi, 27) ifadesiyle Allah, elçileri ve peygamberlerinden seçtiklerine gaybı açabileceğini bildirir.

Bilginin tek sahibi Yüce Allah'tır. Kur'an’ın "…Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok…" (Bakara Suresi, 32) ayetinde bildirdiği üzere O, kullarına, bilgisinin dilediği kadarını açar.

Geçmişte yaşananlar da gelecekte yaşanacaklar da Allah Katında saklı olan bilgilerdir. Ancak Allah'ın, Kendi gayb bilgilerinden bazılarını, elçileri aracılığıyla insanlara bildirdiğini haber veren birçok Kur'an ayeti vardır. Örneğin Allah Kur'an'da, Peygamberimiz(sav)'e hitap eder ve geçmişe yönelik bilgiler verir:

"Bunlar: Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bunları sen ve kavmin bundan önce bilmiyordun. Şu halde sabret. Şüphesiz (güzel olan) sonuç takva sahiplerinindir." (Hud Suresi, 49)

Kur'an ayetlerinde Yüce Allah, Peygamberimiz (sav)’e gelecekte yaşanacak olan bazı olayları da bildirir. Örneğin Fetih Suresi'nde Mekke’nin fethini, Rum Suresi'nde Rumların putperestlere karşı kazanacakları zaferi haber verir. Rum Suresi'ndeki gayb haberi oldukça kapsamlıdır. Ayetlerde, birkaç yıl sonra yapılacak savaşın zamanını verilir; dünyanın en alçak yerinde ifadesiyle savaşın yapılacağı yer dahi bildirilir. Ayrıca Allah, Rum ordusunun galip geleceğini ve kazanılacak zaferi müjdeler:

Rum (orduları) yenilgiye uğradı. Yakın bir yerde. Ama onlar, yenilgilerinden sonra yeneceklerdir. Birkaç yıl içinde. Bundan önce de, sonra da emir Allah'ındır. Ve o gün mü'minler sevineceklerdir. (Rum Suresi, 2, 3, 4)

Peygamberimiz (sav)’in, kıyamet alametleri ve ahir zaman konulardaki hadisleri de Allah’ın ona bildirdiği geleceğe dair gayb bilgileridir.

Peygamberlere ve diğer bazı salih müminlere gayba ait bilgiler verildiğini Kur'an ayetlerinde görürüz. Örneğin "Nitekim onu götürdükleri ve kuyunun derinliklerine atmaya topluca davrandıkları zaman, Biz ona (şöyle) vahyettik: "Andolsun, sen onlara kendileri, farkında değilken bu yaptıklarını haber vereceksin." (Yusuf Suresi, 15) ayetiyle, kardeşlerinin tuzaklarının boşa çıkacağı Hz. Yusuf’a bildirilir.

Hz. Musa’nın annesine ise "... Onu emzir, şayet onun için korkacak olursan, onu suya bırak, korkma ve üzülme; çünkü onu Biz sana tekrar geri vereceğiz ve onu gönderilen (elçilerden) kılacağız" diye vahyettik (bildirdik). (Kasas Suresi, 7)ayetiyle suya bıraktığı çocuğunun yaşayacağı ve peygamber olacağı haber verilir.

Kur'an ayetlerinde, Hz. İsa'nın sözleriyle Allah'ın ona da gaybdan bilgi verdiğini görürüz. "... Yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm. Şüphesiz, eğer inanmışsanız bunda sizin için kesin bir ayet vardır." (Ali İmran Suresi, 49)

Hz. İsa ayrıca Kur'an ayetlerinde, kendisinden yıllarca sonra gelecek olan Peygamberimizi(sav) müjdeler.

Hani Meryem oğlu İsa da: "Ey İsrailoğulları, gerçekten ben, sizin için Allah'tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi "Ahmed" olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim" demişti. Fakat o, onlara apaçık belgelerle gelince: "Bu, açıkça bir büyüdür" dediler. (Saff Suresi, 6)

Kur'an'dan, Hz. Yusuf'un da Allah'ın dilemesiyle bazı bilgilere sahip olduğunu anlarız. Dedi ki: "Size rızıklanacağınız bir yemek gelecek olsa, ben mutlaka size daha gelmeden önce onun ne olduğunu haber veririm. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Doğrusu ben, Allah'a iman etmeyen, ahireti de tanımayanların ta kendileri olan bir topluluğun dinini terk ettim." (Yusuf Suresi, 37) Ayetteki ifadeyle, Hz. Yusuf'un bildikleri, Rabb'inin ona öğrettikleridir.

Allah, Kur'an'da, "Rabbim, Sen bana mülkten (bir pay ve onu yönetme imkanını) verdin, sözlerin yorumundan (bir bilgi) öğrettin. Göklerin ve yerin Yaratıcısı, dünyada ve ahirette benim velim Sensin. Müslüman olarak benim hayatıma son ver ve beni salihlerin arasına kat." (Yusuf Suresi, 101) ayetiyle Hz. Yusuf'un duasını haber verir ve ardından Peygamberimiz(sav)'e seslenir:

Bu, sana (ey Muhammed) vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa onlar, (Yusuf'un kardeşleri) o hileli-düzeni kurarlarken, yapacakları işe topluca karar verdikleri zaman sen yanlarında değildin. (Yusuf Suresi, 102)


Tahrim Suresi'nde ise Peygamberimiz(sav)'e bir başka gayb haberi şöyle verilir:

Hani Peygamber, eşlerinden bazılarına gizli bir söz söylemişti. Derken o (eşlerinden biri), bunu haber verip Allah da ona bunu açığa vurunca, O da (Peygamber) bir kısmını açıklamış bir kısmını (söylemekten) vazgeçmişti. Sonunda haberi verince (eşi) demişti ki: "Bunu sana kim haber verdi?" O da: "Bana bilen, (herşeyden) haberdar olan (Allah) haber verdi" demişti. (Tahrim Suresi, 3)

Allah’ın kendilerine özel ilim verdiği insanlar, Allah’ın dilemesiyle geçmişe ve geleceğe dair haber verebilirler. Bu kişiler ilimleri vesilesiyle olayların iç yüzünü görür ve farklı sonuçlar çıkarabilirler. Örneğin Kur'an’da, Hz. Musa’nın kendisine ilminden öğretmesi için tabi olduğu ilim sahibi kişinin kıssası anlatılır. Hz. Hızır olduğu kabul edilen bu kişi, Allah’ın izniyle olayların iç yüzünü ve sonuçlarını bilebilecek ilme sahiptir. Birlikte yaptıkları yolculukta, olaylar karşısında Hz. Musa'ya da şaşırtıcı gelen tedbirler almış; davranışlar sergilemiştir.

Söz ettiğimiz kişiler kuşkusuz falcılar ve kahinler değildir. Gelecekten veya geçmişten haber verdikleri iddiasındaki bu kimseler gaybı bilemezler. İman etmeyen cinlerden haber alan bu kimselerin söyledikleri yalnızca zan ve tahmindir. Cinler gaybı bilemezler; gayb konusunda insanlar gibi, Allah’ın bildirdiği dışında bir bilgileri yoktur. Cinlerin, Hz. Süleyman'ın öldüğünü anlayamamaları bunun kanıtıdır:

"Böylece onun (Süleyman’ın) ölümüne karar verdiğimiz zaman, ölümünü, onlara, asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi. Artık o, yere yıkılıp-düşünce, açıkça ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı böylesine aşağılanıcı bir azap içinde kalıp-yaşamazlardı." (Sebe Suresi, 14)

Kısacası Allah, bizim geçmiş ve gelecek olarak adlandırdığımız olay ve bilgilerin bazılarını, dilediği zaman dilediği kişiye vererek, gaybın bir kısmını insanlar için bilinir hale getirir. (Kuşkusuz doğrusunu Rabb'im bilir.)

Gaybe iman, önemli bir mümin özelliğidir. Acizliklerinin ve Allah’ın kontrolünde olduklarının bilincindeki müminler, kavrayamadıkları ve kendileri için gayb olan gerçeklere de iman ederler. Kader her insan için gayb bilgisidir. Ancak Allah, inanan insanlar için en güzel ve en hayırlı olanı yaratır. Allah, kusursuz yarattığı kadere iman eden kulları için gaybdan cennetini vaad eder:

"Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunanlar (onların dışındadır); işte bunlar, cennete girecekler ve hiçbir şeyle zulme uğratılmayacaklar. Adn cennetleri (onlarındır) ki, Rahman (olan Allah, onu) Kendi kullarına gaybtan vadetmiştir. Şüphesiz O’nun va’di yerine gelecektir." (Meryem Suresi, 60-61)

***

Kur'an Onlara Yetmiyor mu?


Kendilerine okunmakta olan Kitab'ı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Şüphesiz, bunda iman eden bir kavim için gerçekten bir rahmet ve bir öğüt (zikir) vardır. (Ankebut Suresi, 51)

Yüce Allah birçok ayetinde Kuran'ın yeterli olduğunu bildirir. İnanan insanlar Kur'an'a uyar, Peygamberimiz (sav)'in tefsiriyle bilgilenirler. Ancak buna rağmen bazı kişiler Kur'an'a ilaveler yapmaya kalkarlar.

Müşrik ve münafıklar Müslümanlara zarar veren iki önemli güçtür. Kur'an'ın yeterli olmadığı konusunda ittifak eder, dini yaşamayı zor ve karmaşık gösterir, dini içeriden çökertmeye çalışırlar.

Kur'an'ı yeterli görmeyen bu kimseler, atalarından öğrendikleri hurafelerle Kur'an'ı karıştırarak ayetlerden, Kur'an'da bulunmayan hükümler çıkarırlar.

Al-i İmran Suresi, 78. ayette, “Onlardan öyleleri vardır ki, dillerini kitaba doğru eğip bükerler, siz onu (bu okur göründüklerini) kitaptan sanasınız diye. Oysa o kitaptan değildir. "Bu Allah Katındandır" derler. Oysa o, Allah Katından değildir. Kendileri de bildikleri halde Allah'a karşı (böyle) yalan söylerler.” buyrulur. Kuran’a doğru dillerini eğip büken, Kur'an’ın açık hükümleriyle hareket etmeyen bu kişiler, ayette de haber verildiği gibi Allah’a karşı yalan söylerler. Toplumdaki en tehlikeli mahluklar olan münafıkların yöntemi de budur.

Yüce Allah birçok Kur'an ayetiyle müşrik ve münafıkları deşifre eder:

Hz. Musa dönemindeki müşrikler gibi, "Bu, düzüp uydurulmuş bir büyüden başkası değildir. Biz geçmiş atalarımızdan bunu işitmedik" (Kasas Suresi, 36) derler.

Onlar, yine de o sözü (Kur'an'ı) gereği gibi düşünmediler mi, yoksa onlara, geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi? (Müminun Suresi, 68)

Kur'an ayetlerinin çoğu Kitab’ın anası olarak ifade edilen muhkem ayetlerdir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde kayma olan müşrik ve münafıklar, fitne çıkarmak için kendilerince yorum yapmak için müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez.

A-li İmran Suresi, 7. ayette, müteşabih ayetlerin yorumunu ancak Allah'ın bildiği belirtilir; anlamları Allah Katındadır. İslam tarihi boyunca Kur'an'ın müteşabih ayetlerini çarpık mantıkları ve çıkarları doğrultusunda yorumlayan sapkın kimseler, görüş ve akımlar olmuştur. Allah, bunun fitne olduğunu ve bu kimselerin kalplerinde kayma olan kişiler olduklarını bildirir.

“Onlar, dünya hayatını Ahirete tercih ederler. Allah’ın yolundan alıkoyarlar ve onu çarpıtmak isterler (veya onda çarpıklık ararlar). İşte onlar, uzak bir sapıklık içindedirler.” (İbrahim Suresi, 3) ayetinde Allah, münafıkların önemli bir özelliğini daha haber verir. Allah’ın yolundan alıkoymak. Ne şekilde yaparlar bunu? Dini içinden çıkılmaz hale getirerek. Örneğin kolayca yapılacak bir şeyi son derece zorlaştırarak, yapılamayacak hale getirirler. Allah’ın dümdüz ve kolay olan yolunu çarpıtır, karmakarışık hale getirir; insanı adeta labirente sokarlar.

Allah'ın Kitabı, onun açık yorumları olan Peygamberimizin(sav) hadisleri ve hayata geçirilmiş hali olan Peygamberimizin(sav) sünneti inanan insanlara yeter. Kendilerince Kur'an'ı yorumlayan bu kimselere sormak gerekir; Kur'an ve sünnetin gerçek anlamda uygulanması sırasında hangi eksiklikle karşılaşmışlardır?

Allah, birçok ayette Kur'an'ın yeterli olduğu konusunda insanları uyarır. Dillerinizin yalan yere nitelendirmesi dolayısıyla şuna helal, buna haram demeyin buyurur. (Nahl Suresi, 116) Böyle yapanların Allah'a karşı yalan uydurmuş olacaklarına dikkat çeker. "Allah'a karşı yalan uyduranlar ise asla kurtuluşa ermezler.”

Araf Suresi'nde yine aynı yönde uyarı vardır:

“De ki: "Allah'ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmıştır?" De ki: "Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü ise yalnızca onlarındır." Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklarız. De ki: "Rabbim yalnızca çirkin-hayasızlıkları -onlardan açıkta olanlarını ve gizli olanlarını,- günah işlemeyi, haklı nedeni olmayan 'isyan ve saldırıyı' kendisi hakkında ispatlayıcı bir delil indirmediği şeyi Allah’a şirk koşmanızı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır." (Araf Suresi, 32-33)

Allah, Kur'an dışı helal ve haramlar uydurarak Kendisine iftira atanların hüsrana uğrayacaklarını bildirir ve onlar hakkında "gerçekten şaşırıp sapmışlardır ve doğru yolu bulamamışlardır." (Enam Suresi, 140) hükmünü verir.

Kur'an, haramlar kendilerine açıklandığı halde, üzerinde Allah'ın ismi anılan şeyleri yemeyenlerin, bir ilim olmaksızın, kendi hevalarıyla haddi aşarak kimilerini saptırdıklarını bildirir. (Enam Suresi, 119)

Yine En'am Suresi'nde hiçbir bilgiye dayanmaksızın insanları saptırmak için Kendisine karşı yalan uyduran kimseleri Allah, zalim olarak nitelendirir ve hidayete erdirmeyeceğini haber verir. Ve sorar Allah: "Yoksa Allah, bunları sizlere tavsiye ettiği zaman şahid miydiniz?" (Enam Suresi, 144)

Allah, Peygamberimize(sav), ayetler apaçık belgeler olarak okunduğunda, "Bundan başka bir Kur'an getir veya onu değiştir" diyen cahillere şöyle cevap vermesini buyurur: "De ki: "Benim onu kendi nefsimin bir öngörmesi olarak değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, yalnızca bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime isyan edersem, gerçekten ben, büyük günün azabından korkarım." (Yunus Suresi, 15)

Ayrıca şüphede olan bu kişilere Kur'an, "bu durumda, siz de bunun benzeri bir sûre getirin. Ve eğer doğru sözlüyseniz, Allah'tan başka şahitlerinizi (kendilerine güvendiğiniz yardımcılarınızı) çağırın. (Bakara Suresi, 23) ayetiyle seslenir.

Kur'an'ın ifadesiyle müşrikler, dinlerini fırkalara ayırmış ve kendileri de parça parça olmuşlardır. Dahası her grup kendi elindekiyle övünüp sevinç duymaktadır. (Rum Suresi, 32)

Oysa Allah, "Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye dinden Nuh'a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya vasiyet ettiğimizi sizin için de teşri' etti (bir şeriat kıldı) (Şura Suresi, 13) buyurur. Ayetin devamında ise Peygamberimiz'in(sav) kendilerini çağırdığı şeyin, müşriklere ağır geldiğini haber verir. Oysa tek ölçü ve yol olarak yalnızca Kur'an ve Peygamberimizin(sav) Kur'anî yaşam tarzı benimsenmelidir.

Kur'an oldukça sade ve kolaydır. Anlamak için din eğitimi almak gerekli değildir. Allah bize Kuran’ı doğruyu yanlıştan ayırmamız için indirmiştir ve yaşamımıza dair her konu onda vardır. Allah, "her örnekten çeşitli açıklamalarda" (Kehf Suresi, 54) bulunduğunu ve onda hiçbir eksik olmadığını buyurur; artık içimiz rahat etmelidir. Kur'an kalbimizi açar; bedenimizin ve ruhumuzun şifasıdır. Ve Rabb'imizin sözü, "doğruluk bakımından da, adalet bakımından da tastamamdır. O’nun sözlerini değiştirebilecek yoktur." (En’am Suresi, 115)

Peygamberimiz(sav) ahirette kavmini, "benim kavmim, bu Kur'an'ı terk edilmiş bir kitap olarak bıraktı" diyerek şikayet edecektir. (Furkan Suresi, 30)

Allah'ın izin vermediği şeyleri kendilerine dini kurallar edinen müşrikler, Kur'an'da acı bir azapla müjdelenirler. (Şura Suresi, 21) Allah'ın ayetlerini çarpıtanlar, sonsuz ateşin içine bırakılacaklardır. "Çünkü Allah onların yaptıklarını gerçekten görendir. (Fussilet Suresi, 40)

Şu halde, sonsuz azaptan sakınmak için karmaşık, engebeli ve tali yollara sapmamalı, Kur'an'ın aydınlattığı dosdoğru yol üzerinde olmalıyız.

Bu benim dosdoğru olan yolumdur. Şu halde ona uyun. Sizi O'nun yolundan ayıracak (başka) yollara uymayın. Bununla size tavsiye etti, umulur ki korkup-sakınırsınız.” (Enam Suresi, 148-153)


Hiç yorum yok: